- Katılım
- 30 Mayıs 2007
- Mesajlar
- 6,902
- Reaksiyon puanı
- 181
- Puanları
- 1,243
Başlamadan önce: Mesaj çok uzun olduğu için mesaj gönderme karakter limitine takıldı. Bundan dolayı iki mesaj şeklinde bölerek arka arkaya göndereceğim, şimdiden kusuruma bakmayınız.
Sevgili hacicavcav, alıntı olayına çabucak adapte olup çok güzel yapmışsın.
Benim yazım, yöneltilen iddiaların birbirleriyle çok ilintili olması nedeniyle genelde alıntısız olacak. Ancak yukarıda sevgili arkadaşım Orcagada'ya yazdıklarım da konuyla doğrudan ilgili olduğu için özür dileyerek onu da okumanı istiyorum. Özür dileyerek diyorum çünkü aynı soru ve cevapların tekrar etmesi hem hoş olmuyor, hem de ben aynı şeyleri yeniden yazmaktan ötürü yanlış anlaşılma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorum.
Üstelik zaten herşeye cevap verebilecek kadar bilgim olmadığından, veya bazı noktalarda bilgim olsa bile anlatabilecek dil yeteneğine sahip olmadığımdan, onları da okursan fikir alışverişimizde aksama olmamasında yardımcı olur diye düşünüyorum.
İlk konumuz ecel sanırım. İslam'da kaderin değişmez olduğuna dair herhangi bir bilgi yoktur. Yaratıcının ilminin sonsuz olduğuna dair bilgi vardır. Yani değişecek olan şeyleri de bilir. Yoksa bilgisi eksik olur, o zaman da yaratıcılığının bir anlamı olmazdı. Dolayısıyla bir kişi doğduktan sonra yapacağı ameller yaratıcıdan gizli olmayacağı gibi, yapılmadan da yaratıcı onu bilir. Hatta iyi yönde müdahalede bulunmak ister sürekli. Bu konuda "bizim için mücadele edeni kendi yolumuza sevk ederiz" şeklinde ayet vardır. Yani yaratıcı bir kulunu dünyaya getirdiğinde, bazı şeyleri onun yaşayacağı hayata göre şekillendirir. Onun için 2000 yılında ölmesi yazılı olan birinin birden bire bir amel yaparak ölümü 2001 yılına uzatması söz konusu değildir. Zaten 2001 yılında öleceği yazılmıştır. Bu onun henüz doğmadan önce bile yapacakları bilindiğinden kaynaklanmaktadır. Yaratıcı bu bilgiyi bilmiyorsa zaten yaratıcı değildir. Daha önce de söylediğim gibi, onun bilmesiyle insanın bilmesi apayrı şeylerdir. (Bu çok daha büyük felsefik bir konu aslında, böyle basit cümlelerle geçiştirdiğim için kusuruma bakmayın. Benim bilgim de bu felsefenin çok azını kapsıyor.)
Kısacası, kader değişir. Önceden silinmez mürekkeple yazılmış bir kitap yoktur. (Levh-i Mahfuz'u kastetmiyorum, onun hakkında benim de pek bilgim yok; benim bahsettiğim alın yazısı denilen yazı.) Değişmeyen, yaratıcının bilgisidir.
İkinci konumuz bugünün "din bilgini" gibi görünüyor. Evet, bugünümüzde de yaratıcı tarafından görevlendirilmiş birisi olmak zorunda. Bu noktada İslam'ın söylediklerine ara verelim, ben kendi adıma neye inandığım veya neye inanmadığım noktasında biraz sesli düşüneyim;
Eğer herşeyi var eden bir yaratıcı varsa, meydana getirdiklerine bakılacak olursa bu yaratıcı herşey için belli bir düzen tayin etmiş olmalı. İyi veya kötü kurallar koymuş olmalı yarattıkları için. Ki bu düzen fiziksel ortamlarda rahatlıkla görülebiliyor. Soyut ortamlarda da yaratıkların benzer duygular hissetmesinden anlaşılıyor. Ayrıca herkesin "iyi" olana yönelimli olduğu görülüyor. Yani herkese göre iyi ahlaklı olmak, iyi davranmak güzel şeylerdir. Hırsızlık herkese göre kötü bir şeydir, hatta hırsızlara göre bile. Demek ki soyut ortamda da yaratıcının belli kural ve düzeni var. Herşeyin üstünde ise, herşeyi o yaratmışsa, o halde aynı zamanda tek ve mükemmel olmak zorunda. Yoksa yaratıcılığının anlamı olmaz veya başka yaratıcıların da olması mümkün olur veya onun da başkası tarafından var edilmiş olabileceği ihtimali doğar. Peki, madem bu kadar düzeni var bu yaratıcının, yarattığı kullar ise kendi akıllarına ve fikirlerine sahip iradeli varlıklar olduğuna göre onlara bu düzeni ayrıntısıyla öğretecek birini de görevlendirmiş olmalı bu yaratıcı. O halde o kişi, insanların sorularını cevaplayabilmeli, hatasız olmalı ki doğruyu yanılmadan aktarabilsin. Peki o kişi ölünce ne olacak? O zaman yaratıcı yeni birini görevlendirmeli ki kurduğu düzen devam etsin.
Bu sesli düşünceden kendi adıma çıkardığım, mutlaka şu anda da böyle birisi olmalı. İslam da tam olarak bunu söylüyor ve benim düşüncelerimle örtüşüyor. İslam'ın söylediği, yeryüzünün asla hüccetsiz (delil, yol gösterici) kalmayacağıdır. Bu konuyu ayetlerle de açıklayabiliriz, ancak ayetlerin tam metinleri ve açıklamaları aklımda değil. Yalnız kapsamından bahsedebilirim; genel olarak Allah'ın Kur'anda vaad ettiği ancak henüz gerçekleşmemiş olan şeyler vardır. Yine Kur'anın tabirine göre Allah'ın vaadi gerçektir. O halde Allah'ın henüz gerçekleşmemiş olan vaatleri de mutlaka gerçekleşecektir. Örneğin bir ayette yeryüzüne salihleri varis kılacağını söylüyor Allah. Halbuki dünyanın her tarafında genellikle zalim hükümetler var. Demek ki son peygamberden sonra da Allah tarafından görevlendirilen bir takım "salihler" var. Yine İslam peygamberinin bu konuda çok fazla hadisi var, size iki emanet bırakıyorum onlara sarıldıkça asla yanlışa düşmezsiniz dediği emanetler var. Öyle ki, benim şu kadar yardımcım vardır, onlar var olduğu müddetçe İslam aziz olacaktır da demiştir.
Öyle konular seçtik ki kendimize vallahi her biri için ciltlerce kitap yazılsa azdır.
Onun için sadece bu konuda ayrıntılı konuşmak istersen seni özele davet etmek zorunda kalacağım. Çünkü ben kendi eksikliğimden ve hatamdan dolayı başkasına da yanlış yaptırmak istemem. Veya üslubumdan dolayı aslında söylediğimden farklı bir anlam çıkarılmasını da hiç istemem.
Kısacası, bu salihleri Allah seçmiştir. Peygamber de bunu bildirmiştir. Bu da o kişi için bir belgedir. Bu belgenin olmadığı kimseler Allah tarafından görevlendirildiğini iddia etseler bile onlara itibar edilmez. Sayın Fethullah Gülen'in de böyle bir iddiası yoktur zaten. Yani kriter bunu peygamberin söylemiş olmasıdır. İnsanlar tarafından teşhis edilecek diğer kriterler yukarıda söylediğim gibi çok geniş bir konudur.
Üçüncü konumuz ilim konusu. Eğer İslam tarihi araştırılacak olursa, pozitif bilimlerin temel olarak İslam'dan geldiği görülür. Yazık ki insanlar kendi menfaatleri için İslam'a verdikleri zarardan ötürü ne pozitif bilim kalmıştır ne de dini bilgiler. Kısacası İslam peygamberinin ilimden kastı, faydası olan bütün bilgileri kapsar. Pozitif bilimleri de. Çok meşhur olan bir sözü vardır bu konuda; "İlim Çin'de de olsa gidip alın".
Burada herhangi başka bir ülke yerine Çin denmiş olmasının önemli hikmetleri vardır. Çünkü müslüman değiller, dolayısıyla ilim alınacak kişi doğru bilgiyi sağladıktan sonra müslüman olması gerekmez. (Bazı müslümanlar, peygamber yaşasaydı arabaya binmezdi çünkü Yahudi icadı, derler. Ama bu meşhur hadiste Çin'in seçilmiş olması önemlidir.) Zaten ayet de vardır bu konuda. Allah Zümer suresi 18nci ayette "o kullarıma müjde ver ki onlar sözü dinlerler ve en güzeline uyarlar" demektedir. Ayrıca Çin'in çok uzak olması da bir diğer etkendir. Hele ki o döneme göre komşu şehirler arasında bile yolculuğun günler sürdüğü düşünülürse, ilime ne kadar önem verildiğini anlamış oluruz. Elbette bunların önemini vurgulayan da dini bilgidir, yani yine ilimdir.
(Bir alttaki mesajda devam ediyor.)
Sevgili hacicavcav, alıntı olayına çabucak adapte olup çok güzel yapmışsın.


İlk konumuz ecel sanırım. İslam'da kaderin değişmez olduğuna dair herhangi bir bilgi yoktur. Yaratıcının ilminin sonsuz olduğuna dair bilgi vardır. Yani değişecek olan şeyleri de bilir. Yoksa bilgisi eksik olur, o zaman da yaratıcılığının bir anlamı olmazdı. Dolayısıyla bir kişi doğduktan sonra yapacağı ameller yaratıcıdan gizli olmayacağı gibi, yapılmadan da yaratıcı onu bilir. Hatta iyi yönde müdahalede bulunmak ister sürekli. Bu konuda "bizim için mücadele edeni kendi yolumuza sevk ederiz" şeklinde ayet vardır. Yani yaratıcı bir kulunu dünyaya getirdiğinde, bazı şeyleri onun yaşayacağı hayata göre şekillendirir. Onun için 2000 yılında ölmesi yazılı olan birinin birden bire bir amel yaparak ölümü 2001 yılına uzatması söz konusu değildir. Zaten 2001 yılında öleceği yazılmıştır. Bu onun henüz doğmadan önce bile yapacakları bilindiğinden kaynaklanmaktadır. Yaratıcı bu bilgiyi bilmiyorsa zaten yaratıcı değildir. Daha önce de söylediğim gibi, onun bilmesiyle insanın bilmesi apayrı şeylerdir. (Bu çok daha büyük felsefik bir konu aslında, böyle basit cümlelerle geçiştirdiğim için kusuruma bakmayın. Benim bilgim de bu felsefenin çok azını kapsıyor.)
Kısacası, kader değişir. Önceden silinmez mürekkeple yazılmış bir kitap yoktur. (Levh-i Mahfuz'u kastetmiyorum, onun hakkında benim de pek bilgim yok; benim bahsettiğim alın yazısı denilen yazı.) Değişmeyen, yaratıcının bilgisidir.
İkinci konumuz bugünün "din bilgini" gibi görünüyor. Evet, bugünümüzde de yaratıcı tarafından görevlendirilmiş birisi olmak zorunda. Bu noktada İslam'ın söylediklerine ara verelim, ben kendi adıma neye inandığım veya neye inanmadığım noktasında biraz sesli düşüneyim;
Eğer herşeyi var eden bir yaratıcı varsa, meydana getirdiklerine bakılacak olursa bu yaratıcı herşey için belli bir düzen tayin etmiş olmalı. İyi veya kötü kurallar koymuş olmalı yarattıkları için. Ki bu düzen fiziksel ortamlarda rahatlıkla görülebiliyor. Soyut ortamlarda da yaratıkların benzer duygular hissetmesinden anlaşılıyor. Ayrıca herkesin "iyi" olana yönelimli olduğu görülüyor. Yani herkese göre iyi ahlaklı olmak, iyi davranmak güzel şeylerdir. Hırsızlık herkese göre kötü bir şeydir, hatta hırsızlara göre bile. Demek ki soyut ortamda da yaratıcının belli kural ve düzeni var. Herşeyin üstünde ise, herşeyi o yaratmışsa, o halde aynı zamanda tek ve mükemmel olmak zorunda. Yoksa yaratıcılığının anlamı olmaz veya başka yaratıcıların da olması mümkün olur veya onun da başkası tarafından var edilmiş olabileceği ihtimali doğar. Peki, madem bu kadar düzeni var bu yaratıcının, yarattığı kullar ise kendi akıllarına ve fikirlerine sahip iradeli varlıklar olduğuna göre onlara bu düzeni ayrıntısıyla öğretecek birini de görevlendirmiş olmalı bu yaratıcı. O halde o kişi, insanların sorularını cevaplayabilmeli, hatasız olmalı ki doğruyu yanılmadan aktarabilsin. Peki o kişi ölünce ne olacak? O zaman yaratıcı yeni birini görevlendirmeli ki kurduğu düzen devam etsin.
Bu sesli düşünceden kendi adıma çıkardığım, mutlaka şu anda da böyle birisi olmalı. İslam da tam olarak bunu söylüyor ve benim düşüncelerimle örtüşüyor. İslam'ın söylediği, yeryüzünün asla hüccetsiz (delil, yol gösterici) kalmayacağıdır. Bu konuyu ayetlerle de açıklayabiliriz, ancak ayetlerin tam metinleri ve açıklamaları aklımda değil. Yalnız kapsamından bahsedebilirim; genel olarak Allah'ın Kur'anda vaad ettiği ancak henüz gerçekleşmemiş olan şeyler vardır. Yine Kur'anın tabirine göre Allah'ın vaadi gerçektir. O halde Allah'ın henüz gerçekleşmemiş olan vaatleri de mutlaka gerçekleşecektir. Örneğin bir ayette yeryüzüne salihleri varis kılacağını söylüyor Allah. Halbuki dünyanın her tarafında genellikle zalim hükümetler var. Demek ki son peygamberden sonra da Allah tarafından görevlendirilen bir takım "salihler" var. Yine İslam peygamberinin bu konuda çok fazla hadisi var, size iki emanet bırakıyorum onlara sarıldıkça asla yanlışa düşmezsiniz dediği emanetler var. Öyle ki, benim şu kadar yardımcım vardır, onlar var olduğu müddetçe İslam aziz olacaktır da demiştir.
Öyle konular seçtik ki kendimize vallahi her biri için ciltlerce kitap yazılsa azdır.

Kısacası, bu salihleri Allah seçmiştir. Peygamber de bunu bildirmiştir. Bu da o kişi için bir belgedir. Bu belgenin olmadığı kimseler Allah tarafından görevlendirildiğini iddia etseler bile onlara itibar edilmez. Sayın Fethullah Gülen'in de böyle bir iddiası yoktur zaten. Yani kriter bunu peygamberin söylemiş olmasıdır. İnsanlar tarafından teşhis edilecek diğer kriterler yukarıda söylediğim gibi çok geniş bir konudur.
Üçüncü konumuz ilim konusu. Eğer İslam tarihi araştırılacak olursa, pozitif bilimlerin temel olarak İslam'dan geldiği görülür. Yazık ki insanlar kendi menfaatleri için İslam'a verdikleri zarardan ötürü ne pozitif bilim kalmıştır ne de dini bilgiler. Kısacası İslam peygamberinin ilimden kastı, faydası olan bütün bilgileri kapsar. Pozitif bilimleri de. Çok meşhur olan bir sözü vardır bu konuda; "İlim Çin'de de olsa gidip alın".

(Bir alttaki mesajda devam ediyor.)