İnanmak... Ateist

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Turab Garip

Dekan
Emektar
Katılım
30 Mayıs 2007
Mesajlar
6,902
Reaksiyon puanı
181
Puanları
1,243
Başlamadan önce: Mesaj çok uzun olduğu için mesaj gönderme karakter limitine takıldı. Bundan dolayı iki mesaj şeklinde bölerek arka arkaya göndereceğim, şimdiden kusuruma bakmayınız.

Sevgili hacicavcav, alıntı olayına çabucak adapte olup çok güzel yapmışsın. :) Benim yazım, yöneltilen iddiaların birbirleriyle çok ilintili olması nedeniyle genelde alıntısız olacak. Ancak yukarıda sevgili arkadaşım Orcagada'ya yazdıklarım da konuyla doğrudan ilgili olduğu için özür dileyerek onu da okumanı istiyorum. Özür dileyerek diyorum çünkü aynı soru ve cevapların tekrar etmesi hem hoş olmuyor, hem de ben aynı şeyleri yeniden yazmaktan ötürü yanlış anlaşılma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorum. :) Üstelik zaten herşeye cevap verebilecek kadar bilgim olmadığından, veya bazı noktalarda bilgim olsa bile anlatabilecek dil yeteneğine sahip olmadığımdan, onları da okursan fikir alışverişimizde aksama olmamasında yardımcı olur diye düşünüyorum.

İlk konumuz ecel sanırım. İslam'da kaderin değişmez olduğuna dair herhangi bir bilgi yoktur. Yaratıcının ilminin sonsuz olduğuna dair bilgi vardır. Yani değişecek olan şeyleri de bilir. Yoksa bilgisi eksik olur, o zaman da yaratıcılığının bir anlamı olmazdı. Dolayısıyla bir kişi doğduktan sonra yapacağı ameller yaratıcıdan gizli olmayacağı gibi, yapılmadan da yaratıcı onu bilir. Hatta iyi yönde müdahalede bulunmak ister sürekli. Bu konuda "bizim için mücadele edeni kendi yolumuza sevk ederiz" şeklinde ayet vardır. Yani yaratıcı bir kulunu dünyaya getirdiğinde, bazı şeyleri onun yaşayacağı hayata göre şekillendirir. Onun için 2000 yılında ölmesi yazılı olan birinin birden bire bir amel yaparak ölümü 2001 yılına uzatması söz konusu değildir. Zaten 2001 yılında öleceği yazılmıştır. Bu onun henüz doğmadan önce bile yapacakları bilindiğinden kaynaklanmaktadır. Yaratıcı bu bilgiyi bilmiyorsa zaten yaratıcı değildir. Daha önce de söylediğim gibi, onun bilmesiyle insanın bilmesi apayrı şeylerdir. (Bu çok daha büyük felsefik bir konu aslında, böyle basit cümlelerle geçiştirdiğim için kusuruma bakmayın. Benim bilgim de bu felsefenin çok azını kapsıyor.)

Kısacası, kader değişir. Önceden silinmez mürekkeple yazılmış bir kitap yoktur. (Levh-i Mahfuz'u kastetmiyorum, onun hakkında benim de pek bilgim yok; benim bahsettiğim alın yazısı denilen yazı.) Değişmeyen, yaratıcının bilgisidir.

İkinci konumuz bugünün "din bilgini" gibi görünüyor. Evet, bugünümüzde de yaratıcı tarafından görevlendirilmiş birisi olmak zorunda. Bu noktada İslam'ın söylediklerine ara verelim, ben kendi adıma neye inandığım veya neye inanmadığım noktasında biraz sesli düşüneyim;

Eğer herşeyi var eden bir yaratıcı varsa, meydana getirdiklerine bakılacak olursa bu yaratıcı herşey için belli bir düzen tayin etmiş olmalı. İyi veya kötü kurallar koymuş olmalı yarattıkları için. Ki bu düzen fiziksel ortamlarda rahatlıkla görülebiliyor. Soyut ortamlarda da yaratıkların benzer duygular hissetmesinden anlaşılıyor. Ayrıca herkesin "iyi" olana yönelimli olduğu görülüyor. Yani herkese göre iyi ahlaklı olmak, iyi davranmak güzel şeylerdir. Hırsızlık herkese göre kötü bir şeydir, hatta hırsızlara göre bile. Demek ki soyut ortamda da yaratıcının belli kural ve düzeni var. Herşeyin üstünde ise, herşeyi o yaratmışsa, o halde aynı zamanda tek ve mükemmel olmak zorunda. Yoksa yaratıcılığının anlamı olmaz veya başka yaratıcıların da olması mümkün olur veya onun da başkası tarafından var edilmiş olabileceği ihtimali doğar. Peki, madem bu kadar düzeni var bu yaratıcının, yarattığı kullar ise kendi akıllarına ve fikirlerine sahip iradeli varlıklar olduğuna göre onlara bu düzeni ayrıntısıyla öğretecek birini de görevlendirmiş olmalı bu yaratıcı. O halde o kişi, insanların sorularını cevaplayabilmeli, hatasız olmalı ki doğruyu yanılmadan aktarabilsin. Peki o kişi ölünce ne olacak? O zaman yaratıcı yeni birini görevlendirmeli ki kurduğu düzen devam etsin.

Bu sesli düşünceden kendi adıma çıkardığım, mutlaka şu anda da böyle birisi olmalı. İslam da tam olarak bunu söylüyor ve benim düşüncelerimle örtüşüyor. İslam'ın söylediği, yeryüzünün asla hüccetsiz (delil, yol gösterici) kalmayacağıdır. Bu konuyu ayetlerle de açıklayabiliriz, ancak ayetlerin tam metinleri ve açıklamaları aklımda değil. Yalnız kapsamından bahsedebilirim; genel olarak Allah'ın Kur'anda vaad ettiği ancak henüz gerçekleşmemiş olan şeyler vardır. Yine Kur'anın tabirine göre Allah'ın vaadi gerçektir. O halde Allah'ın henüz gerçekleşmemiş olan vaatleri de mutlaka gerçekleşecektir. Örneğin bir ayette yeryüzüne salihleri varis kılacağını söylüyor Allah. Halbuki dünyanın her tarafında genellikle zalim hükümetler var. Demek ki son peygamberden sonra da Allah tarafından görevlendirilen bir takım "salihler" var. Yine İslam peygamberinin bu konuda çok fazla hadisi var, size iki emanet bırakıyorum onlara sarıldıkça asla yanlışa düşmezsiniz dediği emanetler var. Öyle ki, benim şu kadar yardımcım vardır, onlar var olduğu müddetçe İslam aziz olacaktır da demiştir.

Öyle konular seçtik ki kendimize vallahi her biri için ciltlerce kitap yazılsa azdır. :) Onun için sadece bu konuda ayrıntılı konuşmak istersen seni özele davet etmek zorunda kalacağım. Çünkü ben kendi eksikliğimden ve hatamdan dolayı başkasına da yanlış yaptırmak istemem. Veya üslubumdan dolayı aslında söylediğimden farklı bir anlam çıkarılmasını da hiç istemem.

Kısacası, bu salihleri Allah seçmiştir. Peygamber de bunu bildirmiştir. Bu da o kişi için bir belgedir. Bu belgenin olmadığı kimseler Allah tarafından görevlendirildiğini iddia etseler bile onlara itibar edilmez. Sayın Fethullah Gülen'in de böyle bir iddiası yoktur zaten. Yani kriter bunu peygamberin söylemiş olmasıdır. İnsanlar tarafından teşhis edilecek diğer kriterler yukarıda söylediğim gibi çok geniş bir konudur.

Üçüncü konumuz ilim konusu. Eğer İslam tarihi araştırılacak olursa, pozitif bilimlerin temel olarak İslam'dan geldiği görülür. Yazık ki insanlar kendi menfaatleri için İslam'a verdikleri zarardan ötürü ne pozitif bilim kalmıştır ne de dini bilgiler. Kısacası İslam peygamberinin ilimden kastı, faydası olan bütün bilgileri kapsar. Pozitif bilimleri de. Çok meşhur olan bir sözü vardır bu konuda; "İlim Çin'de de olsa gidip alın". :) Burada herhangi başka bir ülke yerine Çin denmiş olmasının önemli hikmetleri vardır. Çünkü müslüman değiller, dolayısıyla ilim alınacak kişi doğru bilgiyi sağladıktan sonra müslüman olması gerekmez. (Bazı müslümanlar, peygamber yaşasaydı arabaya binmezdi çünkü Yahudi icadı, derler. Ama bu meşhur hadiste Çin'in seçilmiş olması önemlidir.) Zaten ayet de vardır bu konuda. Allah Zümer suresi 18nci ayette "o kullarıma müjde ver ki onlar sözü dinlerler ve en güzeline uyarlar" demektedir. Ayrıca Çin'in çok uzak olması da bir diğer etkendir. Hele ki o döneme göre komşu şehirler arasında bile yolculuğun günler sürdüğü düşünülürse, ilime ne kadar önem verildiğini anlamış oluruz. Elbette bunların önemini vurgulayan da dini bilgidir, yani yine ilimdir.

(Bir alttaki mesajda devam ediyor.)
 

Turab Garip

Dekan
Emektar
Katılım
30 Mayıs 2007
Mesajlar
6,902
Reaksiyon puanı
181
Puanları
1,243
(Ard arda iki mesaj yazdım, lütfen önce yukarıdakini okuyun.)

Dördüncü konumuz ayetlerle hükümlerin değişmesi konusu. Sizden bir kişi kafirlerden yüz kişiyi alt eder diye örnek verdiğin ayetlerden bahsedelim. Ayetleri tam metin ve numaralarla hatırlayamadığım için kabaca konuşacağım; önceleri çok küçük sayıyla mücadele eden İslam ordusu, kendilerine saldıran müşrik ordusunu alt etmiştir. Bu da ancak yaratıcının yardımıyla olmuştur. (Bire On) Ancak daha sonra müslümanlar çoğaldıkça meydana gelen bozulmalara karşılık, yaratıcının onlara olan yardımı azalmıştır. (Bire İki) Bizler de öyle değil miyiz? Daha çok soruyu bilen öğrenci daha çok puan alır. Daha iyi insanları, nispeten daha az iyi olan insanlardan daha çok severiz. Ya da kötü insanları sevmeyiz. İşte Allah da kullarına buna göre yardım etmiştir. Buradan rahatlıkla görülebilen, değişmeyen bir hüküm vardır; "Ne ekersen, onu biçersin". Sayıların değişmiş olmasının hükmü değiştirmediği bence gayet açık. Defalarca verdiğim çarpma işlemiyle de bunu anlatmak istemiştim. Çarpma demek, birinci argümanın ikinci argüman kadar kendi kendiyle toplanması demektir. Esas hüküm budur. Yoksa çarpılacak olan sayıların değişmesi hükmün, yani çarpma işleminin değişmiş olduğu anlamına gelmez. Yani "çarpma, iki ile üçün çarpımının altı etmesidir" gibi bir işlem değildir, olamaz.

Puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün ayetine kabaca bakıp, onun öncesi ve sonrasını, öngördüğü olayları, ayetin varlığından önceki olayları değerlendirmeden tek başına yorumlarsak büyük bir felaket olur. Böyle cani bir yaratıcıyı da kabul edemezdim doğrusu. Üstelik de kendisi yaratmış o kafirleri de. O halde o bir şeyler yapsaydı ne diye oyun oynar gibi benden istiyor öldürmemi, diye de sorabilirdim. Oysa Allah'ın orada bildirdiği savaş halidir. Bu ayetler hakkında ayrıntılı tefsir bilmediğim için daha fazlasını yazamıyorum, mazur görünüz.. Ancak bence bu kadarı bile gayet nettir. Hatta savaş halinde bile müslümanlardan savaş ahlakına uyulmasını ister Allah. Örneğin bir savaşta müşriklerden birisi ölmek üzere olduğundan korkarak kelime-i şahadeti söyler. Bunun üzerine onun peşinde olan iki müslüman anlaşmazlığa düşerler. Birisi der ki artık onun kanı bize haramdır onu öldürmeyelim. Diğeri de der ki, hayır, ölüm korkusundan söyledi, o hala müşriktir. Sonra da adamı öldürür. Daha sonra durumu peygambere anlatırlar. O da elinin tersiyle diğer avucuna vurur (üzüntü ifadesi olarak) ve "keşke öldürmeseydin" der. O zamana kadar açıklanmamış olan bir takım şeylerden dolayı o gence ceza verilmez. (Buna savunma olarak, o zaman ölen adamın hakkı nerede diye sorulabilir; eğer ölen adam gerçekten inanarak söylediyse zaten canını kaybetmiş olmak onun için daha sonra elde edeceklerine göre çok önemsiz bir kayıp. Çünkü yaratıcı adaletsizlik etmeyeceğine göre, onun canı, yapmış olduğu hataya karşılık kaybedilmiş olacak, ancak samimiyetinden ötürü de yaratıcı onu mutlaka memnun edecektir; öyle ki, o kişi canını kaybetmiş olduğuna bile sevinecektir. Diğer olasılık da kişinin sırf o anda kurtulmak için kelime-i tevhid söylemiş olmasıdır; o zaman da canını kaybetmiş olması yine kendi kusurundandır. Her iki durumda da onu öldüren hata yapmıştır; onun hesabı ayrıca Allah'a aittir. Allah ikisini ayrı ayrı değerlendirecektir yani.)

"Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, ama o istediğini saptırır, istediğini doğru yola eriştirir. İşlediklerinizden and olsun sorumlu tutulacaksınız.." ayetine gelince. Türkçe okuyunca dehşete kapılıyorum resmen. :) Böyle bir yaratıcı mümkün değil olamaz. Varsa da ben kabul etmem, ne yaparsa yapsın. Yani hem istediğini saptıracak hem de yaptığımdan beni sorumlu tutulacak..

Bu konu daha önce benim aklıma takılan bir mevzu idi. Bu konuda okuyup araştırdım ve ayetteki saptırmanın, Türkçe anlamıyla ifade edilemeyeceğini gördüm. Orada Allah'ın, "dileseydim sizi tek ümmet yapardım" demekten kastı, onun gücünün herşeyin üstünde olduğunu ve herşeye gücünün yeteceğini söylemektir. Yani "ben dilersem sizin hepinizi doğru yola getiririm, hepinizi tek ümmet yaparım, ama o zaman nasıl haketmiş olacaksınız cenneti". Ders verilmek isteniyor burada. Dilediğini saptırır ifadesine gelince, Allah kimi kullarına yardım eder, yukarıda söylemiştim, ayette şöyle denilir; "bizim için mücadele edeni yolumuza sevk ederiz". Allah bu kullarına bu anlamda yardım eder. Onların doğruyu görmelerini sağlar. İşte bu, doğru yola iletmesidir. Bazı kulları da o kadar kötülük etmişlerdir ki artık kalpleri kararmıştır kötülükten. Bütün amaçları ve hayatları kötülük olmuştur. İşte o kullara yardım etmez. Allah'ın bir kula yardım etmemesi ise, o kula hiç kimsenin yardım edemeyeceği anlamına gelir. Böylece de o kul tamamen sapmış olur. Çünkü Allah'ın gücü sınırsız ise, o halde o yardım ettiğinde dünyayı bile alt eder kul. O yardım etmediği zaman da bütün dünya bir araya gelse bir kula yardım edemez. Bu ifadeleri beyan eden ayetler de ayrıca vardır. Örneğin ölecek olan kimseye de herkes bir araya gelse yardım edemezler. Kul bunu, kendi yaptıklarıyla haketmiştir. Yoksa yaratıcı hiç bir kulu durduk yerde kurtarıp, durduk yerde ateşe atmaz. Mutlaka sebepleri vardır. Ama daha çok yardım etmek ister o da ayrı bir konu. Hatta iyilik edene on kat sevap, kötülük edene sadece bir ceza diye meşhur hadisleri yorumlayan tabirler vardır. :)

Bir de, bir şeye gücünün yeteceğini söylemek, o şeyi yapmakla eş değer değildir. Örneğin kardeşimiz hoşumuza gitmeyen bir şey yaptığında onu korkuturuz "seni döverim" deriz. Bu onu dövmekle eş değer değildir. Sadece bundan ders almasını ve yaptığının farkına varmasını isteriz.

Hatta zaten ayetin sonrasından rahatlıkla anlayabiliyoruz bunu. "And olsun, yaptıklarınızdan sorumlu tutulacaksınız", o halde insan, yaptıklarını kendi iradesi ile yapmaktadır. Kendi iradesiyle yapmadığı bir şeyden kesinlikle sorumlu tutulmaz.

"Allah dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi inanırdı. Allah'ın izni olmadan kimse inanmaz.." ayetine gelince; yukarıda söylediğim gibi, bunu yapabileceğini beyan ediyor Allah. Daha önceki mesajlarımda da değinmiştim. Allah isterse şimdi de peygamber gönderir, herkesi birden sorgusuz sualsiz cehenneme de atabilir, cennete de koyabilir. Ama bunlar onun yaratılığına, adaletine sığmaz. O halde bunları yapmaz. Her zaman söylediğimiz sınavın geçerliliği olabilmesi açısından da herkesi haketmediği halde hidayet etmez. Yoksa iyi ile kötü yanyana olur, adaletsizlik olurdu. Allah izin vermeden kimse inanmaz denildiğinden anlaşılan, kimin gerçekten inanıp kimin sahtecilik yaptığını bildiğidir. Yani Allah "boşuna kendini kandırmasın kimse, ben gerçekten inananla, inanıyormuş gibi yapanları ayırt edebilirim" diyor.

Abese suresi ise İslam tarihinde aynen surenin adı gibi bir ayıp teşkil eden olaylara sebep olmuştu. (Abese, abes, ayıp demektir.) Abese suresini müslümanların çoğu da yanlış bilirler. Alıntıladığın 17nci ayet de bence çok açıkça anlatılmak istenen ifade, o kadar nimete karşılık insanın inkar etmesi ve kendini büyük görmesidir. Örneğin İslam öncesi Arapları, Allah'ı bilirlerdi, fakat rab (öğretici, yol gösterici) olarak kabul etmezlerdi. Temel görüşleri, "tamam Allah bizi yarattı ama bizi kendi halimize bıraksın bizden bir şey istemesin, biz kafamıza göre takılalım" idi. İşte bu büyük bir inkar ve nankörlüktür. Nankör demek zaten "inkar eden kişi" demektir. (Aynı kök eğer dikkat ederseniz.) Burada da insanın nankörlüğü anlatılıyor.

Bütün bunları ben kendim, hiç bir dini ilim okuluna gitmemiş olmama rağmen düşünebiliyorum. (Nitekim dediğim gibi, ben daha önceden farklı bir inanca tabi idim, ancak kendi çapımda akıl ettiğim ve düşündüğüm şeyleri gördükçe şu anda inandığım inanca sahip oldum.) Daha sonradan öğrendiklerim de düşüncelerimi, yani aklımı desteklediği için, çelişki görmek şöyle dursun, her seferinde taşın gediğe oturmasını görüyorum.

Yani anlayacağın sevgili hacıcavcav, benim söylediklerim zaten Kur'anın ve onun öğreticisinin söyledikleri. :)

Kur'anda bir ayet vardır, "eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun" (Enbiya 7). Burada zikir Kur'andır, zikir ehli de, Allah tarafından görevlendirilen kişilerdir. Yani şu anda bilgisayar kullanmayı öğrenmiş durumdayız, ama yeni bir parça aldığımızda yanında onun nasıl kullanılacağını anlatan bir kullanma klavuzu olduğu gibi, Kur'anı da gönderen kişi, yani yaratıcı, klavuzunu da kendisi vermelidr/göndermelidir. Nitekim Xerox yazıcı alıp onun nasıl kullanılacağını ya da sorun olduğunda nasıl çözeceğimizi HP firmasına soramayız. :) Bu konuda birinci el HP firmasıdır, ikinci el de HP'nin yetkilendiği servislerdir. Bence gayet açık.

Sevgilerimi ve saygılarımı sunuyorum.
 

orcagada

Doçent
Katılım
8 Temmuz 2007
Mesajlar
521
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Sevgili Elmacık,

1-"And olsun yaptıklarınızdan sorumlu tutulacaksınız" derken tanrı neye veya kime yemin ediyor biraz tuhaf değil mi?

2-Şu anda birisi olmalı derken peygamber sıfatında çağımızda yaşıyan birini kastediyorsanız bu son peygamber zihniyetiyle çelişmez mi?

3-Bir kelimenin pek çok anlama gelmesi sorun çıkartmaktan başka neye yarar?Tanrı bunu neden öngörmemiştir.Arapça öğrenme zorunluluğu hasıl olmuştur ki son derece gereksizdir.Ayrıca bu meselenin özü bence arabın dilinin kusurundan yani bu dilin kelime fakirliğinden oluşmuştur.

4-Dinin sizce başka bence başka yorumu olmamalıydı ve sabit olmalıydı diyorum bunun nesi yanlış?

5-Ayetlerde anlaşılan neyse okuyana verilen mesaj da odur kanaatimce herkes ulema değildir.Ve açıkça "haram aylar çıktıktan sonra müşrikleri nerede bulursanız öldürün" gibi ateşli cümleler maalesef inkar edilemez şekilde kuran içerisinde mevcuttur.

6-Ve yine maalesef kurandaki tanrı öç alıcıdır,canidir,erkek egemen toplum anlayışına sahiptir yani yanlıdır.Kulları arasında da seçim yapar,fikir değiştirir,ne hikmeti vardır bilinmez yere göğe yemin eder,açık değil karışıktır.

Eğer islamı öğreneceksek ilk rehberimiz kuran olmalıdır ve gerçekte normal bir okuyucunun bu yazanlarda ne bulması gerektiği anlaşılamamaktadır.

Saygılar...
 

Turab Garip

Dekan
Emektar
Katılım
30 Mayıs 2007
Mesajlar
6,902
Reaksiyon puanı
181
Puanları
1,243
Orcagada,

1- Bizler yemin ederken bir şeyleri ortaya koyuyor muyuz her zaman? (Yemin ediyorum ki.. gibi) Veya bazen de kendi üzerimize yemin etmiyor muyuz? (Şerefim üzere yemin ederim gibi..). Dolayısıyla yaratıcı da vurgu yapmak için bu şekilde and verebiliyor. Bana göre hiç bir tuhaflığı yok.

2- Şu anda birisi olmalı evet. Yukarıda açıklarken şöyle demiştim; "ya bir peygamber, ya da bir vasi olması gerekir". Vasi, aslında miras alan kişidir, görevi miras alan kişi. Son peygamber olması, son vasi olacağı anlamına gelmiyor. Ancak bir peygamber, onun öğretisini ayakta tutacak bir vasiyi mutlaka insanların arasında bırakarak gider bu dünyadan. O vasiyi de Allah seçip bildirir. Bizler de öyle değil miyiz? Örneğin bütün kurumlarda müdürün yokluğunda bir müdür vekili olur. Ya da öğretmenler sınıfı terkederken sınıf başkanına emanet eder sınıfı. Örnekleri çoğaltabiliriz. Kısacası "son peygamber" anlayışıyla hiç çelişkisi yoktur.

3- Zaten zahirini herkes anlıyor. Eğer hadisin ilk kısmına dikkat edersen, zahir dediğimiz kısım, herkesin anlayabileceği kısım. Ama takdir edersin ki bu kadarı ile yetinmek çok basit olurdu. En azından bir yaratıcıya göre "ali gel, ayşe topu tut" demek komik kaçardı. Kur'anın da içeriğine bakılırsa, yazmakla bitmeyecek olan bilgileri ancak bu şekilde alabilirdi insanlar. Bir hadiste, insanlığın ihtiyaç duyacağı bütün bilgilerin Kur'anda olduğu bildirilmiştir. Yaratıcı, bu kadar geniş bilgiyi bir kaç sayfa yazıyla anlatmış insanlara; bence bu bir hata değil, bilakis bir mucize. Ancak herkesin bunu anlamaya aklı yetmediğinden, herkese ihtiyacı oranında anlatacak öğreticiler tayin etmiş. Ama Arapça bilmiyorsun gibi geldi bana sevgili Orcagada. :) Çünkü bir çok dilde olmayan edebi özellikler vardır Arapça'da. Hatta Yusuf suresinin ilk ayetlerinde "Kitabı Arapça indirdik ki anlayasınız" deniliyor. Bu Araplara yapılan bir hitap değildir orada yanılgıya düşmemek gerekir. Çünkü o dönemde Arapların kendi aralarında bile okuma yazması olan çok azdı. Yaratıcı onları kastediyor olsaydı en azından çok okuma yazma bilen olması lazımdı ki ayette böyle diyebilsin. Arapça kelime fakirliği şöyle dursun, edebiyat sanatlarında çokça zengin bir dildir. Araplar ve Arapça birbirinden farklı düşünülmeli. Ben Arapları hiç sevmem, ama bunu Arapça'ya mal etmeyelim. :) Ben Arapça'yı çok yarım yamalak bilmeme rağmen (hatta birisiyle anlaşabilecek kadar bile bilmem), onun edebi yönünden örnekler görünce öğrenme isteğim artıyor.

Bu konu böyle uzar gider, çünkü gerçekten çok fazla şeyle ilintili ve çok fazla şey söyleyebiliriz üzerine. Örneğin her topluluğa kendi içinden ve kendi dillerinden peygamberler gönderildiğinden bahsedebiliriz. İslam'ın neden böyle olmadığından.. Ama her cümlede ayrı bir konu ayrı bir ansiklopedik kitap yazıyor iki cümleyle foruma yazarak nasıl anlatayım edebiyatım yetmez. :)

4- Dinin sence veya bence şeklinde elbette bir yorumu olmamalı, bu noktada sana kesinlikle katılıyorum ve İslam'ın beyanı da bu yönde onu da belirtmek istiyorum; belirttim bile. :) Ayette şöyle denilir; "bir konuda Allah ve resulu hüküm verdiler mi, artık o konuda mümin erkek ve kadınların söz söyleme hakkı yoktur". Tabi bu inananlar içindir ve söz söyleme hakkı ile soru sorma hakkı karıştırılmamlıdır. Bir hadiste de "İslam'da sence veya bence yoktur, Allah herşeyi Kur'an ile indirmiş ve onu peygamberine öğretmiştir" denilir.

5- Bu konuda da sana katılıyorum. Herkes ulema değildir ve olamaz da. Onun için herkes ihtiyacı ölçüsünde öğrenmelidir. Daha falzasına zorlamak mutlaka ters tepecek ve mutlaka kişiyi ruhsal rahatsızlıklara itecektir. Ancak dedim ya, bu kadar fazla bilgi varsa o kitapta, bir açıklayıcı da şart. O ateşli cümleler yanlış anlatanların suçu maalesef. Sonuçta en güvenilir mealler bile bu konuda yetersiz kalırlar. Bu noktada ben inanıyorum diyen, kapasitesi de varsa Arapça öğrenmelidir. Evet malesef böyle bir durum var; ama sonuçta doğanın kanunu budur. Bir şeyi istiyorsan onun için emek harcamalısın. Yani herşeyi bu açıdan değerlendirirsek, bir yaratıcı varsa ona, uğraştırma beni hadi aç bakayım cennetin kapılarını dememiz lazım. Beleşçilik yani :P

6- Kur'anın ve İslam'ın kadınlar hakkındaki görüşleri feci derecede çarpıtılmış ve İslam ülkelerinde de feci derecede yanlış uygulanmaktadır. Malesef senin gördüklerin, duydukların veya okudukların gerçek dini yansıtmıyor. Hatta bu konuda uydurma hadis bile vardır kadınların akıl ve dinlerinin yarım olduğunu söyler. Kadın-erkek konusunda İslam'ın fikirleri, az önceki konularda olduğu gibi çok müthiş ayrıntılı bir konudur; basitçe geçiştirmekten çok rahatsızlık duyuyorum. Ama şu kadarını söyleyeyim, ikisi de insandır her bakımdan eşitlerdir demek çok yanlış olur. Çünkü örneğin fasülye de sarmaşıktır, zehirli sarmaşık da sarmaşıktır. İkisi de bitkidir, ikisi de sarmaşıktır o halde tamamen eşitlerdir gibi bir mantık kuramayız. Nitekim birini yersin seni besler, sana güç verir. Diğerini yersen ölürsün. Kadın ve erkek de bana göre bir elmanın iki yarısı gibidir. [size=6pt](hey gidi yıllar, özledim o günleri)[/size] İkisi de elmadır, ama iki farklı yarıdır. Birbirlerini tamamlarlar, birbirleri olmadan çürüyüp giderler. Ama kesinlikle eşit değillerdir.

Yaratıcı kulları arasında elbette seçim yapacaktır. Ancak kendi ifadesine göre herkesi besleyen de odur. Sonuçta herşeyi o yarattıysa, o halde sevmediklerini yokedebilir, ya da onlara dünyadan zırnık koklatmaz deyim yerindeyse. Ancak bu konuda kimsenin hakkını yemez. Hatırlarsan sana bir kaç defa farklı örneklerle anlatmıştım. Yaratıcı, kişinin dinine bakmadan, hatta inançsızsa bile, çalışmasının karşılığını alır. Allah, kesinlikle kimsenin emeğini boşa çıkarmaz. "Yok ben çalıştım kazandım" diyenler varsa, o halde neden her çalışan aynı şeyi kazanmıyor diye sorulur. Ayrıca biz insanlar da her konuda seçim yapmıyor muyuz? Örneğin iki kazağımız var, birini daha çok sevdiğimiz için daha çok giyeriz. Ya da iki arkadaşımız var, ama biri daha iyidir, onu daha çok severiz ve onu daha çok ziyaret ederiz. Bana göre bunda bir anormallik yok; zaten olması gereken de bu. Yaratıcı kulları arasında seçim yapmazsa iyi ve kötüye aynı şekilde davranması gerekir ki bu da adaletsizlik olur.

Eğer islam'ı öğreneceksek, ilk rehber Kur'an olmalıdır, kesinlikle haklısın. Normal bir okuyucu da onu doğru okursa (Arapça), mutlaka çok fazla şey anlayacaktır. Anlamadığı kısımlar da onun açıklayıcısına sorulacaktır. Yani "ben anlamadım bundan, o zaman sallayalım gitsin" dersek bana göre kaybeden biz oluruz. Bunun çok güzel bir örneğini ben kendim yaşadım anlatayım.

Lisede bir dolu Kimya dersi gördüm, siz de gördünüz bilirsiniz. Üniversitede Organik Kimya gördüm, lisedeki kitapların bir sayfasından birer ansiklopedi kadar ayrıntılaşmış hali. Yine üniversitede Biyokimya gördüm, aynı şekilde ayrıntılı ve içine de biyoloji biliminin katılmış hali. (Daha doğrusu Biyolojiye Kimya katılmış hali.) Ancak kısa bir süre sonra bir arkadaşımda oldukça kalın bir Fizikokimya kitabı gördüm. Kitabın bütün sayfalarını karıştırdım ve gördüm ki hayatımda görmediğim, duymadığım şeyler. Peki bu kadar kimya öğrendiğim boşuna mıydı? Hayır, hepsi birer basamaktı. Birden bire Fizikokimya kitabını okursam hiç bir şey öğrenemezdim. Bu halimle bile kendi başıma okusam öğrenemem, mutlaka onu birisinin bana uygulamalı olarak anlatması, öğretmesi gerekir. Düşünün ben kimya geçmişi geniş biri olmama rağmen böyle!

Siz de kendinizi koyun benim yerime, birden bire adli tıp dersi alsanız hiç biyoloji geçmişiniz yok, nasıl öğrenirsiniz? Sadece kitap okuyarak öğrenecekseniz o halde hadi herkes doktor olsun. ;) Ya da herkes astrofizikçi olsun, herkes kimyager olsun bizi havaya uçursun. :) Sonuçta bunların hepsi kitaplarda yazmıyor mu?

İşte Kur'an, içini açıp okuduğunuzda, bir biyoloji kitabı gibi, size kabaca bilgiler veren bir kitaptır. Örneğin basitçe fasikül şeklinde bulunan ilk yardım kitapçıklarını okursunuz ve öğrenirsiniz, daha sonra biyoloji dersi alırsınız ve ilk yardım kitabını okurken "neden, nasıl" diye sorduğunuz sorulara cevap bulmaya başlarsınız. Sonra Mikrobiyoloji dersi alırsınız, aslında öğrendiğiniz biyolojinin bile çok çok teferruatlı olduğunu görürsünüz. Sonra da biyogenetik dersi alırsınız, belki de çok ağır gelir bırakmak zorunda kalırsınız. :)

Basit bir biyoloji bilgisini bile tam anlamıyla öğrenmek, öğretmen olmadan imkansızdır. Kaldı ki İslam dediğimiz şey bir yaşam felsefesi. Tüm hayatı kapsayan bir ilim. O halde bunu nasıl sadece kitaptan öğrenmeyi bekleyebiliriz ki? :) Onun için, mutlaka bir öğreticiye ihtiyaç vardır. Tekrar söylüyorum, bu kadar çok bilginin bir kaç sayfa kitaba sığrıdılmış olması bence eksiklik değil mucizedir.

Bu anlattığım örneklerdeki gibi, Kur'an, insanı aşama aşama yetiştiren bir kitaptır. Kimse birden bire genetik dersi alamaz. Büyük bir biyoloji geçmişi olması gerekir. Onu da basit ilk yardım fasikülleriyle başlatabilirsiniz. Okudukça, dinledikçe öğrenirsiniz. Kur'an konusunda da bilginiz arttıkça farklı şeyler görmeye başlarsınız.

Sevgilerimi sunuyorum. Sorularınız tükenmemesi temenisiyle.. :)

Bundan sonraki sorularınız belki de genetik soruları olacak, oysa ben henüz ilk yardım fasikülüne yeni başladım. O yüzden tavsiyem, cevabını benden alamadığınız soruları İslam'ın eksikliği olarak algılamamanız, o benim eksikliğimdir. Genetik hocası bulup ona sorunuz. Ama unutmayınız, genetik hocası da mutlaka bir yerden öğreniyor, sadece kitaptan okuyarak değil; onun için böyle bir genetikçi bulmak için uğraşmak, emek harcamak gerekebilir. ;) Sadece kitaptan okuyarak genetikçi diye dolaşan kalpazanlara güvenmeyin. :)
 

orcagada

Doçent
Katılım
8 Temmuz 2007
Mesajlar
521
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
1- Tanrının yemin ediyor olması bana göre onu bile bağlayan kıstaslar
olması anlamındadır ve gerçek anlamda bizleri örnek gösterip tanrının
bu halini normal yorumlamak yanlış olur.

2- Şuanda birisi olmalı konusu kısmi olarak doğrudur örneği vasi
cephesinden alırsak halifeler bu kapsamdadır.Fakat hala vahiy yada
görev almış bir şahıs varsa yine peygamber sayılacağından islamda son
peygamber anlayışıyla örtüşmez.

3- Şu "insanın ihtiyaç duyacağı bütün bilgiler kuranda vardır" olayı
eğer tanrı anlaşılır bir kitap yazmış olsaydı gerçekten işe yarardı
dedirtiyor insana.Nitekim arap edebiyatını bilmem ama tüm dünyaya
geldiği iddaa edilen bir din kitabı bence daha açık olmalıdır.Bu kitabı
rehber edinecek kimseler için "kitabı arapça indirdik ki anlayasınız"
demek kitap araplara özel gelmiş demektir.Arapça öğrenmemek de
beleşçilik sayılmamalıdır.Yuvarlak laflarla her devre ve her duruma
hitap etmesi bence mucize değil sadece yazarın tedbiridir.

4- Buna katılmamak zaten mümkün değil.Fakat alenen birsürü tarikat ve mezhep olması durumu komik yapıyor.

5- Emek harcamak konusu kişiden kişiye değişir.Arapça öğrenmeye
gelince ben ya da diğer din bilgisi edinmek isteyenler arapça
öğreneceğine tanrı gerçek bir mucize gösterip her dilde okunabilen
bir kitap yazdırmalıydı.Şuan islamla sorumlu tutulan yaklaşık
6 milyar insanın arapça öğrenmesinmi beklemek yada istemek saçmalık
seviyesinde gereksizlik arz eder.

6- Ne yazık ki çarpıtılmış herhangi bir konu değil bu,islamın kadına
bakış açısı direk budur.Cennetin anaların ayağı altında olduğunu
söyleyen hadis bile nihayetinde kadının doğurganlığı ölçüsünde saygı
alacağı anlamını taşır.Ana olmayan kadınlar bu iyilemeden nasibini
alamazlar.Bizzat kuranın kendisi de kadınları 3. sınıf yaratıklar
olarak betimlemiştir.

7- Yaratıcı denilen varlığın kesinlikle adil olması gerekliliği
kaanatiyle kullarının arasında sevdiği ve sevmediği gibi ayrımları
bulunmasıda acayiptir.
 

mehmet

Profesör
Emektar
Katılım
9 Mayıs 2007
Mesajlar
2,699
Reaksiyon puanı
47
Puanları
228
hayırlı sabahlar orcagada ve hacicavcav arkadaşlarım

sizleri gerçekten tebrik ederek saygılarımı sunuyorum

neden derseniz?

Sizler gibi biz dinsisiz diyen arkadaşların,dindar insanların bile bazılarının bilemediği,ilminin yetemediği ve akıllarına bile gelmedeği soruları siz mükemmel bir araştırma ile bütün kuranı tarayıp o cümleleri önümüze getirip bizlere soru olarak sormanız gerçekten hayrete şayan bir durum bence.

inanın sizin sorduklarınız çok derin meseleler.
şahsen ben bu yaşıma kadar hem kuranı okudum hem de anlamını okudum.
Ama inanın sizin sorduklarınız sorular gibi aklıma hiçbirşey gelmedi.

herhalde kabul edilmişliğin bir faktörü olsa gerek.

sizlere bu derin araştırmalarınızdan dolayı tekrarla tebriklerimi sunuyorum.

yalnız (kabul edersiniz veya etmezsiniz tamamen şahsi görüşüm) araştırmalarımızı yaparken neden en uç noktalardan başlıyoruz?En başından başlasak sizce daha sağlıklı sonuçlar elde etmez miyiz?

Mesela:
önce kendimiz bir birey olarak kendimize bakalım
kendimizi bir araştıralım
kendimizi bir okuyalım
kendimizin nerden gelip nereye gittiğini ve neden buraya geldiğimizi bir öğrenmeye çalışalım.

ondan sonra etrafa bakalım
koyun,keçi ve tavuklar ne işe yarar?kime hizmet eder?
yağmur neden yağar
güneş neden doğar

Bence hergün gördüğümüz ve bildiğimizi sandığımız bu meselerden başlasak daha iyi sonuçlar çıkarmaz mıyız?
Araştırmamızı daha sağlıklı yapmaz mıyız?

Ha bu arada

Biz bunları geçtik,
Bunlar basit meseleler,diyorsanız

Bence bir yerleri atlamışız veya eksik yapmışızdır.
o zaman bu eksikliklerimizi ve atladıklarımızı tekrar gözden geçirmek kaydıyla araştırmamıza devam edelim diyorum.

Sizler bu yazdıklarıma katılırsınız veya katılmazsınız takdir sizin.
Benim ki sadece araştırmalarınıza ufak da olsa bir katkıda bulunmak
Araştırmalarınıza destek olmak

Saygılarımla

Not:Mesajı yazarken sorular gelmeye başladı bile
Elmacık arkadaşımın dediği gibi inanın bu sorular 3-5 paragrafla geçiştirirlecek sorular değil.
Tam akli ve izahi bir cevap sayfalar dolusu olacaktır
yoksa sorduğunuz soruların cevabını kısa deyip bir paragrafla verilirse o zamanda o paragraf içerisinde anlaşılmayan bir durum daha ortaya çıkıp çıkmaz bir yola girilir gibi bir şey olur

Saygılar
 

mehmet

Profesör
Emektar
Katılım
9 Mayıs 2007
Mesajlar
2,699
Reaksiyon puanı
47
Puanları
228
hayırlı cumalar arkadaşım

ilk sorunun cevabını Bediüzzaman şöyle açıklıyor
Beni yeteri kadar tatmin ettiği için burada yayınlıyorum

Cenab-ı Hak, Kur'anda çok şeylere kasem etmiş. Kasemat-ı Kur'aniyede çok büyük nükteler var, çok sırlar var.

Meselâ:
Cenab-ı Hak, tîn ve zeytin ile kasem vasıtasıyla, azamet-i kudretini ve kemal-i rahmetini ve büyük nimetlerini ihtar ederek, esfel-i safilîn tarafına giden insanın yüzünü o taraftan çevirip, şükür ve fikir ve iman ve amel-i sâlih ile tâ a'lâ-yı illiyyîne kadar terakkiyat-ı maneviyeye mazhar olabilmesine işaret ediyor. Nimetler içinde tîn ve zeytinin tahsisinin sebebi; o iki meyvenin çok mübarek ve nâfi' olması ve hilkatlerinde de, medar-ı dikkat ve nimet çok şeyler bulunmasıdır. Çünki hayat-ı içtimaiye ve ticariye ve tenviriye ve gıda-yı insaniye için zeytin en büyük bir esas teşkil ettiği gibi; incirin hilkati, zerre gibi bir çekirdekte koca incir ağacının cihazatını saklayıp dercetmek gibi, bir hârika mu'cize-i kudreti gösterdiği gibi; taamında, menfaatinde ve ekser meyvelere muhalif olarak devamında ve daha sair menafi'indeki nimet-i İlahiyeyi kasem ile hatıra getiriyor. Buna mukabil, insanı iman ve amel-i sâlihe çıkarmak ve esfel-i safilîne düşürmemek için bir ders veriyor.


SÖZLÜK
Kasem :yemin
Tin :incir
azamet-i kudret :Kudretin büyüklüğü.
kemal-i rahmet : Mükemmel rahmet.
İhtar :hatırlatma
esfel-i safilîn :Aşağıların en aşağısı
amel-i sâlih :Salih ameller
a'lâ-yı illiyyîne :en yüksek mertebe
terakkiyat-ı maneviye :manevi ilerleme
mazhar :nail olma
nâfi :faydalı
hilkat :yaratılış
medarı dikkat :dikkat sebebi
hayat-ı içtimaiye :günlük hayat
dercetmek :içine almak
mu'cize-i kudret :kudret mucizesi
taam :Gıda yiyecek
ekser :diğer
menafi :menfaatler yardımlar

Saygılarımla
 

orcagada

Doçent
Katılım
8 Temmuz 2007
Mesajlar
521
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Sayım Mehmet1101 size de iyi günler,

Burdan da tanrı incir ve zeytin üstüne yemin ediyor sonucu çıkıyor.Bu da mümkün değil.Ben yanlış mı anlıyorum lütfen yardımcı olun."Cenab-ı Hak, tîn ve zeytin ile kasem vasıtasıyla" derken bu anlamı veriyor.Neden tanrı yarattıkları üstüne yemin etsin ki?Ve hatta tanrı zaten niye yemin etsin?Kime neyin ispatıdır bu?

Ayrıca bir şeyde fazilet yahut iyi,faydalı bir durum varsa tanrı inandırmak için de yemin ediyorsa bu durumu iyice komikleştiriyor.
 

mehmet

Profesör
Emektar
Katılım
9 Mayıs 2007
Mesajlar
2,699
Reaksiyon puanı
47
Puanları
228
orcagada arkadaşım
şimdi herşeyi bir kenara bırakıp
önceki yazımdada belirttiğim gibi araştırmamıza en baştan başlasak daha iyi olmaz mı?

şimdi işin en son aşamasından başlayınca elbette aradaki atladıklarımız ve geciştirdiklerimiz hep karşımıza bir mesele,bir sorun,bir problem gibi gözükecek ve sonuca çok daha zor ulaşacağız.

açıkcası önce rabbimizi tanıyıp ondan sonra kitabına ve diğer imani mevzulara inanmamız gerekir.

yani imanın şartlarının birinci ALLAH'A İMAN dır.
Peki biz allah'a inanmadan onun kitabını nasıl anlayacağız?

Dediğim gibi soruların en başından başlamak sizin ve bizim için en faydalı olacaktır.

saygılarımla
 

Turab Garip

Dekan
Emektar
Katılım
30 Mayıs 2007
Mesajlar
6,902
Reaksiyon puanı
181
Puanları
1,243
Başlamadan önce: Kusura bakmayın mesajı limitlerden ötürü yine iki parçaya bölmek zorunda kaldım. Dil hatalarından ötürü de baştan özür dilerim.

Merhabalar sevgili Orcagada.

Yaratıcının neden şuna yemin olsun, buna and olsun gibi cümleler kurduğunun genişçe açıklamasını içeren bir kitap önerebilirim; ama özelden. Kitap öneriyorum çünkü çoğu zaman benim gibi bir çok kişinin bazı şeyleri anlatmaya dili dönmez ve beyin ameliyatı gibi bir konuyu iki cümleyle özeltmek de büyük bir hata olur.

Yukarıdaki mesajınla da müsade edersen münazara yapmak istiyorum. :)

1- Bizleri örnek göstermek bir yaratıcı için gerçekten çok kısıtlayıcı olur. Tespitinde çok haklısın; yeri geldikçe bunu ben de belirtiyorum. Ancak takdir edersin ki bizim aklımızın alabileceği bilginin bir sınırı vardır. Onun için bazen olayları bizim seviyemizde örneklendirerek ancak anlayabiliriz. Örneğin cennet olgusundan bahsederken oradaki meyvelerden, hurilerden köşklerden, ırmaklardan hatta şaraptan vs bahsedilir. Oysa bunlar tamamen insanın şu anki algılama seviyesine indirilmiş kavramlardır. Yoksa cennetteki üzümden bahsediliyorsa burada gördüğümüz, yediğimiz üzümle uzaktan yakından alakası yoktur. Ya da şarap denildiğinde burada bakkallardan 10 ytl'ye veya pahalı restoranlardan 100 ytl'ye alınan şaraplar kastedilmez. Yani cennet adına söylenen herşey aslında çok basit seviyeye indirilmiş şeylerdir. Hep biyolojiden örnek veriyorum ama şöyle düşün; "hayvan hecresi yuvarlak bir nesnedir" dersek yanlış mı olur? Hayır doğru olur, halbuki yuvarlaklık görece anlam kazanır burada. Çünkü aslında yuvarlaklık kesin ifade edilirse iki noktasını birleştiren tüm doğru parçalarının eşit uzunlukta olması gerekir. (Çember, daire) Bazı olgulardan bahsederken, yaratıcı insanın anlayabileceği şekilde o olguların sadece bir iki özelliğinden bahsetmiştir. Halbuki o olayın veya olgunun kim bilir daha ne kadar özelliği vardır.

Yaratıcının and vermesi de dediğim gibi vurgu yapmak içindir. Bazı olayların önemini daha çok açığa çıkarmak içindir. And veren ve verilen andlara şahit olan kendisi olduğu için bunun bana göre onu kısıtlayan hiç bir yanı yoktur. (Örneğin bazı kişiler and verirken "Allah biliyor" veya "Allah şahit ki" diye başlarlar.) Geniş açıklama hakkında mesajımın başlarken bir not düşmüştüm.

2- Vahiy meselesi de henüz İslam'da yerine çok iyi oturamamış bir konu malesef. Çünkü bu konuda İslam alimleri arasında bile anlaşmazlıklar var. Ama doğru olan, Kur'anın sözüdür ki Al-i İmran suresinde Hz. Meryem'e, yani Hz. İsa'nın annesine "vahiy" geldiği yazılır. Halbuki Meryem peygamber değildi. Yine Hz. Musa'nın annesine onu nehre bir sepet içinde bırakması vahyedildi. Oysa o da peygamber değildi. Hatta ayetlerden birinde Allah "arıya vahyettik" diyor. Vahiy, sözlükte, "ilham" anlamına gelir. Terimselleşerek aracı bir meleğin gelmesi anlamında kullanılmıştır ve bu meleği sadece peygamberlerin göreceğine dair hiç bir bilgi yoktur. Daha doğrusu kulaktan dolma yanlış bir bilgi dolaşıyor bu konuda. Oysa İslam'a kaynak teşkil eden hiç bir belgede, kendisine vahiy meleğinin geldiği herkes peygamberdir diye bir bilgi yoktur. Dolayısıyla görevlendirilmiş birisinin olmasının son peygamber anlayışıyla çelişmesi söz konusu değil.

3- Sevgili arkadaşım, Kur'anın indiği dönemde Arapların %90'dan fazlası okuma yazma bilmezlerdi. Okuma yazma alışkanlığını da Kur'an ile kazandılar zaten. Dolayısıyla "kitabı Arapça indirdik ki anlayasınız" denildiğinde Araplar'ın kastedilmiş olması imkansız. Eğer biraz bile Arapça bilseydin, sevmesen bile gerçekten hakkını verirdin. :) Sonra her dilde anlaşılacak bir kitap demek, bütün toplumların tek toplum olması ve tek dil konuşması demektir. Yaratıcı da zaten yukarıda hacıcavcav'ın alıntıladığı ayetlerden görüleceği üzere "sizi tek bir topluluk halinde yaratırdım isteseydim" diyor. Oysa her zaman söylediğim gibi, düzenmiş gibi görünen bu durum daha büyük karmaşaya yol açardı. Uzun uzadıya yukarıda konuşmuştuk bunu.

Oysa İslam peygamberine bakarsan, bütün dilleri bildiğini görürsün. :) Hatta bir kaç Türk ile karşılaşıp onlarla Türkçe konuştuğu da vardır rivayetler arasında. Birbirinden bağımsız bir çok rivayette onun dünyanın dört bir yanından gelen insanlarla hep kendi dillerinde konuştuğu bildirilir. Yani Kur'anı zaten Arapça öğrenerek de okusan, içindeki herşeyi birden alamazsın. Yukarıda ben kendimden örnek verdim insaf et yahu. :) Bence bu konuda vicdanını dinlemelisin. Bu kesinlikle inanç meselesi değil; yani bir yaratıcıyı kabul etmeyen birisi de olsa bence böyle bir iddiada bulunması çok anlamsız ve mantık sınırları içinde değil. Düşünsene şimdi sen tıp kitapları alsan kısa bir süre içerisinde doktor olabilir misin? Sadece kitaptan okuyarak? Ya da 5 yıl içinde, ki çok uzun bir süre bu, doktor olamazsan "aman ya doktorluk yalanmış araştırdım bir şey çıkmadı" dersen sence de çok mantıksız olmaz mı? Yani önemli olan kitabın farklı bir dilde olması değil, çünkü kitaptan herşeyi alamazsın. Önemli olan onu sana öğretecek olan kişinin konuştuğu dildir. Örneğin okullarda İngilizce dersine gireriz. Hiç bir şey bilmediğimiz için İngilizler tarafından basılmış kitaplara öylece bakakalırız, hiç bir şey anlayamayız. Ama öğretmenimiz onu anlatmaya başlayınca, ki bizim dilimizde anlatır, o zaman öğrenmeye başlarız. Bence çok açık.

4- Malesef İslam'da, kendisinden önceki dinlerde olduğu gibi çok fazla tarikat ve mezhep türemiştir. Bu da müslümanların şu andaki hazin sonunu hazırlamıştır. Zaten "sence veya bence" olayından türemiştir mezhep ve tarikatlar. Yalnız daha önceden de dediğim gibi, bunu İslam'a mal etmemelisin. Çünkü İslam peygamberi insanları bu konuda defalarca uyarmış, sakın kopmayın, ayrılmayın, kendinize göre dine yeni şeyler eklemeyin çıkarmalarda bulunmayın vs demiş ve Kur'anda ayetlerle tescil olmuştur.

(Aşağıdaki mesajda devam ediyor.)
 

Turab Garip

Dekan
Emektar
Katılım
30 Mayıs 2007
Mesajlar
6,902
Reaksiyon puanı
181
Puanları
1,243
(Bu mesaj iki parça, lütfen önce bir üsttekini okuyun.)

5- Sanırım üçüncü madde de bununla ilgiliydi. Din bilgisi edinmek isteyen herkes mutlaka Arapça öğrensin dersek tabi ki herkes öğrenemeyecek. Ama zaten demedik ki herkes aklı ölçüsünde sorumludur diye? :) Yani örneğin ben yüzme bilmeyen birisi olduğum için benim suda 10 metre ilerlemem benim için büyük bir görevdir. Ama profesyonel bir yüzücü için 10 metre komik olur, belki de 1000 metre yüzmesi gerekir ki sorumluluğunu tamamlamış olsun. Onun için herkes kendi aklı ölçüsünde öğrenir zaten. Yani herkesin Arapça öğrenmesini kimse beklemiyor. Tabi ki yeterli aklı olan birisi bundan sorumlu olur. Sonuçta bütün hayatını ilgilendiren bir konuda yapabilecekken yapmamış olmak başkasının değil, o şahsın kendi suçudur. Olay yine bizim genetik hocasına geliyor. :) Yani ilk kaynak Kur'andır deyip kestirip atamayız; Kur'anın bir öğreticisi var. Dediğim gibi, şimdi elimize Urduca öğrenme kitabı verseler öylece kalırız; öğretecek biri olursa bak nasıl da hemence öğreniveririz. Yani kaynağımız yine kitap, ama önce öğreticisi lazım.

6- Malesef sana katılamıyorum sevgili kardeşim. Gerçekten ama gerçekten bu konudan dolayı çok büyük rahatsızlık hissediyorum. Hele ki şurada iki üç cümleyle konuşmaya çalışmaktan daha büyük rahatsızlık duyuyorum.

Sonuçta ben bu inanca sahibim ve böyle inanmadığımı söylüyorum. İslam'da, şu anda anlaşılan gibi bir yaşam biçimi olmadığını savunuyorum, çünkü böyle inanıyorum. Çünkü böyle olduğunu anladığım için inandım. Kur'anın kadını "3ncü sınıf yaratık" diye betimlediği yerleri belirtirsen ben de kendi araştırmamı yapayım. Yani biraz bencil olacağım, sonuçta ben de inandığım dini sorgulamak zorundayım.

7- Yapma dostum, lütfen, sadece vicdanını dinle. :) Bunu herkes ve herşey düşünür, asıl adalet budur. Yani adalete inanman için bir yaratıcının varlığına inanmak zorunda değilsin. ;) Herkese eşit davranmak adalet değil dir ki, sen de pek ala iyi biliyorsun, ama biraz "ne olursa olsun inanmamalıyım, ne denirse reddetmeliyim" kaygısı sezinledim biraz. Çok üzüldüm, umarım yanılıyorumdur, ama bu sanırım biraz da bilinçaltıyla ilgili bir şey.

Elbette herkese eşit davranılmaz. Yoksa neden bazı insanlar hapisteler şu anda? Salıverelim gitsin, biz özgürken onların hapis olması adaletsizliktir diyebilir miyiz? Biz bile insanları "iyi" olma miktarlarını mutlaka göz önünde bulunudururuz onlara değer verirken. Ve sence de tuhaf değil mi, bütün insanlar da "iyi" olmak aynı anlamı ifade ediyor! Yani örneğin sence de tuhaf değil mi sevilmek herkesin hoşuna gidiyor, hırsızlık herkese göre kötü bir şey vs.. ? Örneğin sana sorsam "sevilmek neden hoşuna gidiyor" diye, bana ne diyebilirsin? Bazı "modern" cinsellere göre "sadece psikolojik tatmin" diyeceğini zannetmiyorum.

Biz bile böyleyken, yaratıcının adaleti daha da oturaklıdır. Yani onun "sevme"deki ölçütü sadece "iyi" olmaktır. Dolayısıyla da onun yaptığı adaletsizlik değil, bilakis adaletin ta kendisidir. Düşünsene seninle aynı sınavda hiç soru çözmemiş birisi sen tüm soruları doğru cevapladığın halde seninle aynı puanı alsa zoruna gitmez mi? Asıl adalet, sana 100, o kişiye ise sıfır verilmesidir. ;)

Aslında sana söylemiştim bunları pek de konuşmak istemiyorum diye. Çünkü herkesin kendine göre bir hayatı vardır ve herkes de kendi hayatından sorumludur. Ben, kendi aklımla zaten düşündüğüm şeyleri bire bir olarak bir inançta görünce onun doğru olduğunu hemen anladım. Benim anlama şeklimle başkasının ki de bir olmayacaktır. Dolayısıyla bu konuda birisi gerçekten sorgulama yapmak istiyorsa emek vermelidir. Doğrusu benim vereceğim ceapların çok doğru bile olsa seni tatmin etmeyeceğini düşünüyorum. Çünkü bilgisayarda eğer kablosuz alıcı yoksa, kablosuz modem kullanarak internete giremez. Bunun için emek verip bir kablosuz alıcı adaptör alması gerekir. Ondan dolayı bence soru sorma sırasında bir yanlışlık var Mehmet kardeşimin dediği gibi. Çünkü şimdi ben Biyokimya hocama "hocam metionindeki azotun bağlanma yapısını anlat" desem, o da anlatsa, onu anlayabilmem için öncelikle "kimyasal bağ nedir" sorusunu sormuş olmam gerekir. Kimyasal bağları bilmediğim için, Biyokimya hocam bana metioninin yapısı elli milyon defa anlatsa bana saçma ve gereksiz gelecektir. Halbuki bunun sebebi benim bilgimdeki eksikliktir. Yine Mehmet'in dediği gibi, "tanrının kitabında ne yazıyor" sorusundan önce, "tanrı var mıdır" sorusuna yanıt aranmalı. Zaten yoktur dersen o zaman rahatsın. :)

Ben senin yerinde olsam, canlıların nasıl var olduğunu ve nasıl yok olduğunu sorgular ve bununla ilgili mutlaka çokça farklı fikirleri savunan kitaplar okurdum. Örneğin Marx'tan tut, Darwin'e. Oradan tut İncil'e, Eski Ahit'e, oradan Kur'ana, oradan uzak doğu felsefelerine kadar.. Çünkü bu sonuçta benim hayatım ve benim hayatımla ilgili kararı ben vereceğime göre ve de boş yaşamak istemediğime göre iyi ve doğruj bir yaşam için bir çaba, emek ve zaman harcamak zorundayım.. Doğrusu canlılığımın sonunda olacakları da merak ederdim, ben kendimi ilgilendiriyorum çünkü. :)

Sevgilerimi ve saygılarımı sunuyorum. Seni tanıdığıma gerçekten sevindiğimi bir kez daha söylemek istiyorum. ;)
 

orcagada

Doçent
Katılım
8 Temmuz 2007
Mesajlar
521
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Çok değerli Elmacık ve Mehmet1101 arkadaşlarım,

Peki madem bu konuda bunu uygun gördünüz öyle yapalım fakat allaha iman etmezsem bunları anlayamayacağımı yazmış olduğunuzu görüyorum.Ben mantığım çerçevesinde inanabilmek amacı güdüyorum.Körükörüne ve boş bir inançsızlık yaşamadığımı anladığınızı sanıyorum.Ve benim durumum kesinlikle bir saplantı değildir.

Eğer ki sizin yahut konunun bilgi sahiplerinin benim gibileri ikna edebilecek gerçeklerle ortaya çıkmaları halinde şahsım adına aklımım yettiğince doğru gördüğüm yoldan hayatımı devam ettireceğim ve gerçeği bulmak benim açımdan gurur verici olacak.Nihayetinde katıksız gerçeği kimse inkar etmemelidir.

Ama sorun şu esas olarak benim gibi düşünenlerin yerine önce kendinizi koyup bir tartmalısınız.Siz kayıtsız şartsız bu tanrıdandır ve mutlaka doğrudur dediğiniz ve bizim açımızdan bakamadığınız sürece yardımcı olabileceğinize inanmıyorum.

Benim buraya yazma sebebim kimseyi inancından caydırmak değil.Aksine neye ve niçin inandıklarını,bunu bilinçli mi yoksa metazori olarak mı yaptıklarını gözlemlemektir.Ve kendi adıma da bilgimi arttırmayı umuyorum.

Sizleri tanıdığım için her fırsatta belirttiğim gibi ben de çok mutluyum.Saygılar ve sevgiler.
 

mehmet

Profesör
Emektar
Katılım
9 Mayıs 2007
Mesajlar
2,699
Reaksiyon puanı
47
Puanları
228
orcagada dedi ki:
Ama sorun şu esas olarak benim gibi düşünenlerin yerine önce kendinizi koyup bir tartmalısınız.Siz kayıtsız şartsız bu tanrıdandır ve mutlaka doğrudur dediğiniz ve bizim açımızdan bakamadığınız sürece yardımcı olabileceğinize inanmıyorum.

evet elhamdülillah buraya kadar gelmemiz büyük bir başarı

şimdi ben dahil allah'a inanan arkadaşlarımızın birçoğu kayıtsız şartsız inanmaz vede inanmamalı
Neye inandığını,nasıl ve niçin inandığını elle tutulur ve gözle görülür delilleriyle kanaat getirmeli

Elmacık arkadaşımda hep bunu vurguluyor
körü körüne,kayıtsız şartsız ve allah demişse mutlaka doğrudur gibi düşüncelerle inanabkar,ileride karşılaşacağı basit bir şüphe ile inancının yıkılacağını bilmeli.

Onun için şimdi başında başlıyorsak paylaşım ve sorularınızı saygıyla bekliyorum

Saygılarımla




 

ersen64

Asistan
Katılım
11 Ocak 2008
Mesajlar
161
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Değerli hacıcavcav arkadaşım,Kurandaki nasih mensuh meselesi böyle anlasak doğru olur mu ne dersin.....
(((((Evet, nasıl ki mevsimlerin değişmesiyle elbiseler değişir, mîzaçlara göre ilâçlar tebeddül eder; öyle de, asırlara göre şeriatlar değişir, milletlerin istidadına göre ahkâm tahavvül eder. ((((((Çünkü, ahkâm-ı şer'iyenin teferruât kısmı ahvâl-i beşeriyeye bakar, ona göre gelir, ilâç olur.))))))

Enbiyâ-i sâlife-ilk peygamberler- zamanında tabakât-ı beşeriye birbirinden çok uzak ve seciyeleri hem bir derece kaba, hem şiddetli ve efkârca ibtidâî ve bedeviyete yakın olduğundan, o zamandaki şeriatlar, onların haline muvâfık bir tarzda, ayrı ayrı gelmiştir. Hattâ, bir kıtada, bir asırda ayrı ayrı peygamberler ve şeriatlar bulunurmuş.))))....muhatap insanların seviyesine göre olan değişiklik, çelişki değil rahmettir...fazla söze ne hacet...

SÖZLÜK

Nasih :Nasihat eden
Mensuh:Hükmü kaldırılmış olan
Mizaç :Huy,tabiat bünye
Tebeddül:yenilenme,değişme
istidat:kabiliyet
ahkam:hükümler
Tabakat-ı beşeriye:Sosyal sınıflar
tahavvül:bir halden diğer bir hale geçme,değişme
ahkam-ı şeriyye:şeriatın hükümleri kaideli
ahval-i beşeriye:insanların durumlar
Seciye:huy karakter güzel ahlak
efkar:fikirler
muvafık:uygun
 

Turab Garip

Dekan
Emektar
Katılım
30 Mayıs 2007
Mesajlar
6,902
Reaksiyon puanı
181
Puanları
1,243
Orcagada, beni yanlış anlamışsın. Tanrıyı anlamak için inanman gerekir demiyorum, hatta tam tersini söylüyorum, tanrı kavramına inanman için önce anlaman gerekir. Daha da doğrusu sadece tanrı kavramı değil, kabul edeceğin bütün fikirleri önce anlamış olman gerekir. Hatta benim liderim, "ben görmediğim şeye inanmam" der "sen Allah'ı gördün mü" sorusuna cevap olarak. "O halde bana göster" dediklerinde "onu iki gözünüzle değil, kalbinizdeki gözünüzle görürsünüz" de demiştir. Hatta daha da açık bir ifadeyle şöyle de demiştir; "önce öğren sonra inan". Hatta hatta benim yaratıcı olarak inandığım rab, Kur'anda "söylediğinde samimi olan delilini getirsin" diyor. (Bakara/111) Yahu o kadar da uzunca ve ayrıntılı anlattım yine de anlatamamış mıyım. :(

Buraya yazman ve bu soruları sorman benim için gerçekten çok sevindirici. Lütfen alınma, ama "ben ne olursa olsun itiraz etmeliyim, ne olursa olsun sadece tanrıyı değil, başka hiç bir şeyi de kabul etmemeliyim" gibi biraz sabit fikirlilik sezinledim. Çünkü herkese eşit davranılmalı, tanrı sevdiklerine ayrı başkalarına ayrı davranmamalı demişsin; bu ise bana göre senin de kabul edemeyeceğin bir şey. Kimin hoşuna gider ki hakettiğini alamamak? Sen, sana mail atarak hakaret edenlerle aynı kefede değerlendirilmek ve eşit davranılmak ister misin? Elbette istemezsin! O halde neden istemeyeceğin bir şeye inanıyorsun?

Yani gördüğüm kadarıyla sana yapılan hakaretler ve senin bulduğun çelişkiler bilinçaltında çok büyükçe yer etmişler.

Ayrıca beni daha açık konuşmak zorunda bırakıyorsun ama yazayım, ben sıfırdan başlamış birisiyim. Çünkü akıl ile bağdaşmayan bir takım "dini bilgiler"i aldıktan sonra bunların doğru olamayacağını düşünmüş ve din olgusunu kenara itmiş birisiyim. Daha sonra ise düşüncelerimle ve mantığımla örtüşen bir takım şeyleri görünce de içimdeki eksikliği hissederek bir araştırma içerisine girdim, sıfırdan. Bana bakacak olursan, çoğu zaman müslümanlar tarafından kenara itilecek biriyimdir. Hatırlarsan daha daha önce bir konuşmamızda söylemiştim, ben ayrı ayrı etiket yedim diye. İnan bana, bu noktada sen bile, benim kadar yalnız değilsin. O yüzden üzüldüm "siz beni anlayamazsınız" dediğine. :(

Sonra benim o kadar yazımdan, o kadar ölçüp tartmam ve kendi kendime ürettiğim anti-tezlerden sonra "size göre bu olay tanrıdandır ve kayıtsız şartsız kabul edilir" demen beni çok kırdı. :( Gerçekten duygularımı boşuna paylaşmış olduğumu hissettirdi. Daha önce de çokça söyledim, farklı şekillerde de ifade ettim; bana göre kişinin neye inandığı değil, neden inandığı önemlidir. Sen de bir takım şeylere inanıyorsun, peki nedenlerini ölçüp tartıyor musun?

Bak Mehmet kardeşim de söylemiş; körükörüne inananlar bu işten zararlı çıkacaklar. Kur'anda Allah, kendisine inanmayanları kınadığı gibi, müslümanları da kınamıştır bundan ötürü. Ayet bile söyledim; Maun suresi 4-5 ayetlerinde "vay (eyvah) o namaz kılanların haline, onlar ki kıldıkları namazı bilmiyorlar (anlamıyorlar, farkında değiller)". Hatta hadis te söyleyeyim; "ahir zamanda (yani bu tarihlerde), mescitlerde saflar çoğalacak, namaz kılanlar artacak, hatta saflar sıklaşacak, ancak içlerinde fakih (bilen) olmayacak".

Eğer foruma bakarsan 1500+ mesajım var, ilk defa böyle yazılar yazıyorum; o da sen ve hacıcavcav isimli arkadaşı samimi ve ahlaklı gördüğüm ve duygularımı, hislerimi paylaşmak istediğim için. Hatta size "gelin size hidayet edeyim" diyen arkadaşlara ben kendim itiraz ediyorum, onu da mı fark etmediniz. :(

Benim yazdıklarım genel olarak İslam'ın yanlış bilinen doğruları olduğu için bazı zamanlarda müslümanların dahi çok tepkisini çeker. Ancak sonuçta ben de bu işi tahsil etmedim; kendi hayatım için bir araştırma yaptım sadece. Kendi yaşantım için bir felsefe seçtim. Benim için kendi sorularıma cevap bulmak, başkalarının sorularına cevap bulmaktan önceliklidir. Sonuçta ben kendim için yapıyorum bu sorgulamayı; yoksa beni neden ilgilendirsin başkasının inancı. Ben başkasından değil, kendim sorumluyum; herkes de öyle değil mi?

Önceki mesajımda söylediğimi tekrar söylüyorum. Ben şu anda histoloji dersi almamış birisi olarak, hocama hücrenin zarındaki materyalleri sormam ne kadar anlamlı olabilir? Çünkü henüz proteinin tam yapısını bilmiyorsam "protein" dendiğinde ne anlayabilirim? O yüzden soru sorman değil yanlış olan; soruları derecesine göre sormaman. Yani önce çarpma işleminin ne olduğunu sorabilirsin, bunu öğrenmeden 3 kere 7'nin çarpımını sorduğun zaman cevabını söyleseler bile bunu nasıl ıspatlayabilirler sana?

Sevgili arkadaşım, çok samimiyetle söylüyorum, senin yerinde olsam, ki daha evvel oldum, yapacağım ilk iş, ben nereden geliyorum, niye buradayım ve nereye gidiyorum sorularını kendime sormak ve bunlara cevap aramak olurdu, din kavramından önce.

Saygılar.
 

orcagada

Doçent
Katılım
8 Temmuz 2007
Mesajlar
521
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Canım Elmacık,

Lütfen yazımı tekrar okur musun?Orda seni üzecek genele değil de sana atıfta bulunan ne varsa özür dilerim.

Orda yazanları üstüne almayacağını,siz derken kimleri kastettiğimi anlayacağını sanmıştım.

Beni sabit fikirli görmen de çok ızdırap verici çünkü yazımda buraya neden yazı yazdığımı da anlatmıştım.

Eşitlik konusu da dediğin gibi onla bunla eşit olmak değil tanrısal bazda eşitliği kastetmiştim.

Herneyse iyi sohbetler olsun tümünüze.Sabır ve bilgilendirmeleriniz için teşekkürler.Tüm vakit ayıran ve emek verenlere sonsuz sevgi ve saygılar.
 

Turab Garip

Dekan
Emektar
Katılım
30 Mayıs 2007
Mesajlar
6,902
Reaksiyon puanı
181
Puanları
1,243
Orcagada, mesajına "Elmacik ve Mehmet" diye başladığın için böyle düşündüm. Sonra "sabit fikir"den kastım aslında bilinçaltıydı. Çünkü bu kişisel olarak seninle ilgili bir şey değildir; insan bir defa bir şeye inandı mı onunla paralel başka bir şey bile söylense onu bile ilk aşamada hemence reddetmeye çok meyillidir. Ben kendi tecrübelerimden de örnekler verdim, kendi duygularımı paylaşarak yazdım.

Yoksa senin benim için neden önemli bir değer ifade ettiğini hem özel mesajla, hem de telefonda söyledim. Hem de burada söyledim. İstersen bu tür konularda forumda eskiden yazdıklarıma bakarsan, bu noktada seninle aynı duyguları paylaştığımı ve daha önce bu denli hiç yazmadığımı göreceksin.

Tekrar tekrar söylüyorum, ben ilk yardım fasikülünü okuyup "neden, nasıl" sorularını sorunca biyoloji kitabına geçtim. Bazen bana mikrobiyoloji ya da genetik soruları soruluyor; oysa ben bilmediğim şeyi söylersem bu sadece beni bağlar; biyoloji bilimini bağlamaz. Dolayısıyla bende eksiklik vardır, sen sadece bana güvenme, mutlaka sorular sormaya devam et demek istemiştim. Burada da sor, ama herşeyin bir önem sırası olmalı. Bana göre şu anda senin için üzerinde konuştuğumuz İslam felsefesi konuları gereksiz bilgi.
 

yedihill

Öğrenci
Katılım
25 Aralık 2006
Mesajlar
56
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
mehmet1101 dedi ki:
yani imanın şartlarının birinci ALLAH'A İMAN dır.
Peki biz allah'a inanmadan onun kitabını nasıl anlayacağız?
saygılarımla
inanıp araştırmak yerine araştırıp inanmak olmalı bence, inanç ile yöneldiğin bir şeyde kusur görmez insan.
şöyle bir örnek vermek isterim, insan aşık olduğda, onun hakkında ne söylenir ise inanmaz ve inanmak istemez, kusurlarını gözmez. aşkın gözü kördür derler.
 

hacicavcav

Asistan
Katılım
22 Şubat 2008
Mesajlar
150
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Sevgili elmacik:
yazılarımız gittikçe uzamaya başladı.Ben konunun fazla dağılmaması için mümkün olduğunca kısa cümlelerle görüşlerimi aktarmaya çalışayım.
Yaratıcının and vermesi de dediğim gibi vurgu yapmak içindir. Bazı olayların önemini daha çok açığa çıkarmak içindir. And veren ve verilen andlara şahit olan kendisi olduğu için bunun bana göre onu kısıtlayan hiç bir yanı yoktur.
Kuranda tanrının and içmeleri kuran yorumcularınca eski arap geleneğine bağlanır .Ve birçok şey üstüne and içer.Öyleki bazen çok mantıksız bir hal alır .Mesela kendi üstüne bile and içer.
''Fe ve Rabbike'' yani
''Senin efendine(tanrına)andiçerim ki...Meryem suresi 68-Hicr suresi 92.

''Güneşe ve ışığına;onu izlerken aya,onu açığa vururken gündüze,onu bürüyen geceye...and içerim ki...'' Şems suresi 1-4
''Sabaha(fecr),on geceye(haccın on gecesi),çifte,teke ve gelip geçerken geceye ant içerim.Bunlarda akıl sahibi için birer ant değeri vardır.'' Fecr suresi 1-5
velhasıl o zamanın arabını inandırmak için tıpkı araplar gibi her şeye andiçer. En sonunda da ''Gördüğünüz ve görmediğiniz şeylere andiçerim ki...''der. Hakka suresi 38-39. ayetler.
Kurandaki tanrı,bunca şey üstüne and içerken,insanları belli şeylere inandırmak ister.Öfkelendiği kimselerin başına neler getirebileceğine,kıyamete,kendisine karşı gelenlerden nasıl öç alacağına,korkunç cehennem ateşinde nasıl yakarak cezalandıracağına inandırmaya çabalar.And içmelerin nedeni bu.

Oysa İslam'a kaynak teşkil eden hiç bir belgede, kendisine vahiy meleğinin geldiği herkes peygamberdir diye bir bilgi yoktur. Dolayısıyla görevlendirilmiş birisinin olmasının son peygamber anlayışıyla çelişmesi söz konusu değil.
"Muhammet, sizin adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Fakat Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur." (Ahzab: 40.)

"... Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim." (Maide: 3.)

Oysa İslam'a kaynak teşkil eden hiç bir belgede, kendisine vahiy meleğinin geldiği herkes peygamberdir diye bir bilgi yoktur. Dolayısıyla görevlendirilmiş birisinin olmasının son peygamber anlayışıyla çelişmesi söz konusu değil.

Sonra onların izleri üzerinde elçilerimizi birbiri ardınca gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik; ona İncil'i verdik ve onu izleyenlerin kalplerinde bir şefkat ve merhamet kıldık. (Bir bid'at olarak) Türettikleri ruhbanlığı ise, Biz onlara yazmadık (emretmedik). Ancak Allah'ın rızasını aramak için (türettiler) ama buna da gerektiği gibi uymadılar. Bununla birlikte onlardan iman edenlere ecirlerini verdik, onlardan birçoğu da fasık olanlardır. Hadid suresi(27)

Tanrı türetilen ruhban sınıfını kendisinin emretmediğini bu ayette gayet açık söylüyor.Ama böyle bir sınıfın varlığını da kabullenmek zorunda kalmış gibi.Hülasa bu ayete dayanarak aşağıya aldığım görüşünüze katılmam mümkün değil.

Şu anda birisi olmalı evet. Yukarıda açıklarken şöyle demiştim; "ya bir peygamber, ya da bir vasi olması gerekir". Vasi, aslında miras alan kişidir, görevi miras alan kişi. Son peygamber olması, son vasi olacağı anlamına gelmiyor.

Ama söylediğiniz şeylerinde geçmişte de günümüzde de yaşandığını kabul ediyorum.Din adına birileri ortaya çıkıp çoğu zaman kendi çıkarları için yoksul ve cahil halkın sırtından geçinmesini bilmişlerdir.
Kur'anın ve İslam'ın kadınlar hakkındaki görüşleri feci derecede çarpıtılmış ve İslam ülkelerinde de feci derecede yanlış uygulanmaktadır. Malesef senin gördüklerin, duydukların veya okudukların gerçek dini yansıtmıyor. Hatta bu konuda uydurma hadis bile vardır kadınların akıl ve dinlerinin yarım olduğunu söyler.
Bu hadise uydurma diyemezsiniz sayın elmacik:
Diyemezsiniz çünkü Kütüb-ü sitte'ye girmiş bir hadistir.Peygamber Muhammedin bunu söylediği su kadar ekmek kadar gerçektir.Sizin akıl ve mantık kuralları çerçevesinde değerlendirerek olamaz dediğiniz şeyi inandığınız peygamber söylemiştir.
İslam dünyasının en büyük muhaddisi imam buharinin(ki kütub-u sittenin ilk kitabıdır)Sahih-i Buhari isimli eserinde yer alan bu hadise islam dünyasında hiç kimse itiraz edememiştir.Hadisler içinde en itibarlı olan mütevatir hadislerdendir.Bu yüzden sizin çokta haklı olarak itiraz ettiğiniz şey,aynı zamanda kabul ettiğiniz dinin de bir gerçeğidir.hadisi aynen naklediyorum.
Ebû Saîd-i Hudrî Şöyle demiştir: Bir Kurban, ya Ramazan bayramında Resûlu'llâh salla'llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, yanımıza namezgâha çıktı. Kadınların yanından geçti. Ve (onlara): "Kadınlar, sadaka veriniz. Zîrâ bana Cehennem halkı gösterildi, çoğu sizler idiniz." buyurdu. (Kadınlar): "Yâ Resûlâ'llâh, neden?" diye sordular. "Çünkü siz (ötekine, berikine) çokca lâ'net eder, zevclerinize karşı küfrân-ı ni'met gösterirsiniz. (Ne acîbdir ki kendini zapteden tam akıllı ve dîninde) hazimli kimsenin aklını sizin kadar eksik akıllı ve dîninde) hazimli kimsenin aklını sizin kadar eksik akıllı, eksik dinli hiç bir kimsenini çelebildiğini görmedim." buyurdu. "Aklımızın, dînimizin eksikliği nedir? Yâ Resûâ'llâh." dediler. "Kadının şahâdeti, erkeğin şahâdetinin yarısı değil midir?" diye sordu. "Evet." dediler. "İşte bu aklın eksikliğinden. Hayız gördüğü zaman da namaz kılmaz, oruç tutmaz değil mi?" buyurdular. "Evet." dediler. "İşte bu da dîninin eksikliğinden." cevâbını verdi.209
Yani kadın denen mahlükat islama göre erkekten sonra gelen ikinci sınıf bir yaratıktır.Türban için sokağa çıkan günümüz kadınlarını bu hadis üzerinde düşünmeye davet ederim.Çünkü kendi kurtuluşu için mücadele etmeyen kadınların bunu erkeklerden de beklemeye hakları olamaz.
 

mehmet

Profesör
Emektar
Katılım
9 Mayıs 2007
Mesajlar
2,699
Reaksiyon puanı
47
Puanları
228
Bu konuylada önceden karşılaşmış olmam münasebetiyle sizlerle aşağıdaki yazıyı paylaşıyorum
inşallah yeteri kadar bir cevap olmuş olur
Saygılarımla


Kadının Aklı ve Dini Yarım mı?

"Allah Resülü Ramazan veya Kurban Bayramında musallaya gitmek üzere yola çıktığında kadınlara rastladı ve şöyle dedi: " Ey kadınlar topluluğu sadaka veriniz, zira cehennem ehlinin çoğunluğunu sizlerin oluşturduğunu gördüm. Kadınlar neden ya Resullullah diye sorduğunda Allah Resulü "Çünkü kadınlar çok lanet ettiler ve kocalarına karşı da nankör oldular, cevabını vermiş ve devamla sizinn kadar eksik akıllı ve eksik dinli birinin akıllı ve dini sağlam bir kimsenin aklını çelebildiğini görmedim" demiştir.

Kadınlar: "Aklımızın ve dinimizin eksikliği nedir ya Resullullah" diye sorduğunda Allah Resulu : "İki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliği yerine geçmesi kadının aklının noksanlığı, hayızlı olduğu zaman namaz kılmaması ve oruç tutmaması da dininin noksanlığıdır, cevabını vermiştir."

İbn-i Hazm, kadının eksikliği ile ilgili hadisten, kadının faziletinin eksikliği gibi bir mana çıkarılamıyacağını söylemektedir. Peygamberimizin dokunduğu iki nokta dışında akılk ve din noksanlığından bahsetmenin mümkün olmadığını belirtmektedir.

Saidi, hadisten kadının aklının ve dinin eksik olduğu şeklinde bir mana çıkarılamıyacağını söylerken hadisin tamamının değil sadece "kadının aklı ve dini noksandır" kısmının dikkate alınmasından kaynaklandığını söylemektedir. "Kadının aklı ve dini noksandır." ifadesinde gerçek anlamada bir akıl ve din noksanlığı kastedilse idi kadının malları üzerinde tasarruf hakkına sahip olmaması, bu haklardan yararlanabilmesi için de eşinin ve velisinin izin vermesi şartının aranmasıo gerekirdii İslam hukukunda, kadın olmanın tasarruflarda bulunmayı engelleyen bir sebep olamayacağını belirterek İslam'ın kadına her türlü tasarruf ve mülk edinme ehliyetini verdiğini ayrıca tarihi geçeklerin de kadına akli bir eksiklik atfedilmesine mani olduğunu söylemektedir.

Mutevelli ise, akla uygun olmaması, Kur'an-ın açık hükümlerine ve tarihi geçeklere ters düşmesi sebebiyle bu hadisin mevzu olduğunu söylemektedir.

Bu eksiklik keyfiyet bakımından değil, kemmiyet bakımındandır. Kadın belirli zaman içinde namaz kılmamakla, ayni zamanda başka bir farzı yerine getirmektedir. Çünkü bu günler içinde kadının söz konusu ibadetleri yapmaması farz, yapması ise haramdır. Kadın namaz kılmazken de Allah'ın emrine uymakta ve sevabını almaktadır.

Kadının zeka ve idrak açısından eksik olduğu anlayışına karşı çıkan Kasım emin, böyle bir anlayışın ortaya çıkmasını, değişik asırlarda kadının ilmi ile meşguliyetinin az olması ve akli melekelerini geliştirecek faaliyette bulunmamasına bağlamaktadır. Farklılık yaratılıştan olmayıp, tecrübelerin azlığı ve çokluğundan kaynaklanmaktadır.

Hz.Aişe'nin ilmi sahada gösterdiği başarı ancak akli yeterliliğine sahip bir kişinin gösterebileceği bir başarıdır. Sahabeden en büyük fakihler bile, fıkhı meselelerde "Hz.Aişe'ye danışıyordu. Urve'nin Hz.aişe hakkında; Hz.Aişe'nin şiir bilgisine hayret etmiyorum, çünkü Ebu Bekir'in kızıdır. Fıkıh konusundaki ilmine de hayret etmiyorum, çünkü Hz.Peygamber'in zevcesi idi. Fakat tıp konusunda ki bilgisi beni hayrete düşürüyor." dediği nakledilmektedir.

İslam toplumunda kadınlar sadece Hz.Peygamber konusunda değil, bütün devirlerde önemli roller üstlenmiştir, hatta erkeklere hocalık yapacak seviyeye ulaşmışlardır.
Hz. Ömer halifeliği esnasında kadınlarla istişare de bulunuyor, onların görüşlerini alıyordu. Hz. Ömer kızı Hafsa'ya kadınların kocalarından ne kadar sure ayrı kalmaya sabredeceklerini sormuş, kızının ona verdiği cevaba uygun olarak bu süreyi dört ay olarak belirtmiştir.

Açıklanan bu örneklerin kadın için aklı ve dini açıdan herhangi bir eksikliğin söz konusu olmadığını açıkça göstermektedir. Kadının aklının eksik olduğu kabul edilirse, yükümlülük için aklının sihhatinin şart olduğunu, akli yöndeneksik olan bir varlığın herhangi bir dini sorumluluğunun olmaması gerekirdi. Halbuki kadın ve erkek her müslümanın Allah'ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmak konusunda aynı derece yükümlü oldukları Kur'an-ı Kerim'de açıkça belirtilmiştir.

Kaynak:
Büyük Kadın İlmihali, Rauf PEHLİVAN
 

orcagada

Doçent
Katılım
8 Temmuz 2007
Mesajlar
521
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Sevgili arkadaşlarım,

Lütfen gerçeklere bu kadar kapalı olmayı sadece bize yüklemeyin.İki halife kızına bişey danışmayla (ki biri zaten peygamber karısıdır) islam kadına değer verir gibi bir mana çıkarılmasının imkanı yoktur.

Verilen örnek de zaten başlı başına komik,soruya bak "ne kadar erkeksiz kalabilirsiniz" öyle bir hava verilmiş ki sanki devletin en önemli meselesinde kadının fikri alınmış gibi.

Daha 2000'li yıllara kadar suudi araplar bayanların kimliği bile yoktu eşinin kimliğini kullanmak zorundaydı ve araba kullansada ehliyet alamıyordu.

Şimdi yine diyeceksiniz ki islam yanlış yorumlanıyor.İyi de kardeşlerim şu şeyi doğru yorumlayan yok mu hiç?

Hadi bir yanlış oldu,iki oldu kimse "ya bakın bu böyle değil haydi müslümanlar bunu düzeltelim" dememiş mi?

Ya da kimse bunun doğruluğunu sorgulamıyor çünkü emredilenler açıkça bunlar.

Arap yarımadası islamın doğduğu,arapça okunduğu için kuranın en rahat anlaşılacağı yer değil mi?Tüm suudlar 1400 yıldır yanlış yapıyor kimse de farketmemiş yani bu mudur savunmanız?

İyi düşünün aslında yanlış yapmıyorlar sadece islam ne öngördüyse onu yapıyorlar.Yani bütün bu zorlamalı açıklamalar esası değiştirmiyor.

Saygılar...
 

mehmet

Profesör
Emektar
Katılım
9 Mayıs 2007
Mesajlar
2,699
Reaksiyon puanı
47
Puanları
228
değerli arkadaşlar

dediğiniz gibi lütfen gerçeklere bu kadar kapalı kalmayalım

islamiyetten önceki kadınların haline bir bakalım

kadınlar diri diri gömülürken ve bütün hakları bir kenara bırakıp hayat ve yaşama hakları ellerinden alınırken islamiyet ne getirdi?

ona bir bakalım

hangi hakları verdi?onlara bakalım

Erkek olsun, kadın olsun, her kim inanmış olarak iyi fiiller gerçekleştirirse onu mutlaka güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle mutlaka veririz". (Nahl, 97)

birde efendimiz veda hutbesinde

Ey insanlar!

Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu konuda Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah'ın emâneti olarak aldınız. Onların nâmus ve ismetlerini Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki haklarınız, âile nâmusu ve şerefinizi kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer onlar sizden izinsiz râzı olmadığnız kimseleri âile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe dövüp korkutabilirsiniz. Kadınların sizin üzerinizdeki hakları ise, örfe göre her türlü (meşru ihtiyaçlarını), yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.

buyuruyor.

Peki sizler basit bir insanın emanetine ve sözüne ne kadar sadık olursunuz bilmem ama
Bu emanet ve söz Allah'a verilmiş isee onu korumak,muhafaza etmek,onu üzmemek için elinizden gelen herşeyi yapmaz iseniz inanın Allah'ın emanetine ve verdiğiniz söze tam manasıyla sadık kalmamanızın cezasını katmerli bir şekilde vereceksiniz.

Bu verilmiş emanet ve söz basit bir kimseye verilmiş söz değil.
ALLAH'A VERİLMİŞ BİR SÖZ
ALLAH'TAN ALINMIŞ BİR EMANET


İşte islamiyetin kadına verdiği önem ve değer.

Saygılarımla

 

Berkin Bozdoğan

Profesör
Katılım
18 Mayıs 2005
Mesajlar
4,926
Reaksiyon puanı
39
Puanları
0
Değerli Dostlar,

Zaten bu "emanet" tabiri, burada bu konuya itiraz eden, kaygılarını dile getiren arkadaşların takıldığı nokta. Tartışma aynen sürecektir. :)

Kolay gelsin, güzel günler dilerim.
 

orcagada

Doçent
Katılım
8 Temmuz 2007
Mesajlar
521
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Mehmet1101 kardeş,

Veda hutbesinde kadınları hafifçe dövün demiş koca islam peygamberi.Bravo sizde bunu verilen değer olarak anlamışsınız yahut eşitlik.

Orda kadına niye dememiş erkeğinizin gidişatı kötüye doğruysa gece uyurken kafasına odunu geçirin zira uyanıkken gücünüz yetmeyebilir diye.

Tabi bu komik olurdu ama en azından sizde gidişatı kötü olan hayırlı olmayan kocalarınıza karşı kadınlık vazifelerinizi kısın ki onlara da ders olsun falan diyebilirdi.

Bu eşitlik falan değil değerli dostum fukara avuntusu.

Saygılar...
 

mehmet

Profesör
Emektar
Katılım
9 Mayıs 2007
Mesajlar
2,699
Reaksiyon puanı
47
Puanları
228
değerli arkadaşlarım
bilhassa bu yazımı benim gibi düşünmeyen kardeşlerim için yazıyorum

bir meseleyi,aklımıza takılan bir soruyu,kafamızda şüphe oluşturan bir durumu halletmenin en güzel çaresi ve yolu işin en başından başlamaktır.
ve o işi erbabına sorup cevabını o ilime ve bilime hayatını vakfetmiş insanlardan alabilmek en doğrusu olacaktır.

Bakın ben hoca değilim
Acizane özel sektörda çalışan bir işciyim
Gerçi biraz dini ve fıkhi konularda eğitimim var ama yinede bildiklerim her müslümanın bildiklerinden öte geçeceğini sanmıyorum.

hal ve vaziyetim böyle iken
inanın şu son bir iki haftadır karşılaştığım sorular çok çetin ve zor.
ama inanın hiçbiride cevapsız değil
o meseleleri anlayabilmek için öncelikle bazı temellerin olması şart.
eğer o temeller olmassa verilen cevaplar ne kadar mükemmel olursa olsun temel sağlam olmadığı için kesinlikle bir noktalara takılacaktır.

onun için benim gibi düşünmeyen arkadaşlarımdan ricam;
önce bir temel oluşturalım
sonra sorularımızı o temel üzerine bina edelim ki;
ileride o temelle ilgili bir sıkınta yaşamayalım
şu anda inanın ben ve sizler o sıkıntıyı yaşıyoruz.
temelimiz ne derseniz (gerçi biliyorsunuzdur)

imanın 6 şartına inanmak
Nelerdir derseniz,

Allah Teala'ya inanmak,
Meleklerine inanmak,
Kitaplarına inanmak,
Peygamberlerine inanmak,
Ahiret gününe inanmak,
Kader ve kazaya inanmak.

Eğer bunlara inanmadan diğer mevzulara bakmamız bence hep karşımıza cevap içerisinde soru getirecektir.
ve bunun sonu olmayacaktır.
ve işin en kötüsüde bir yerlere varamıyacağımız oluşudur.

Burdan bir kaç defa tekrar ettiğim gibi herşeyden önce Allah'ın varlığına ve birliğine inanıyor muyuz?

Cevabımız evet ise ikincisine geçebiliriz
Cevabımız hayır ise önce ondan başlayalım

Saygılarımla
 

hacicavcav

Asistan
Katılım
22 Şubat 2008
Mesajlar
150
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
sevgili mehmet1101 ;

Kadınlar: "Aklımızın ve dinimizin eksikliği nedir ya Resullullah" diye sorduğunda Allah Resulu : "İki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliği yerine geçmesi kadının aklının noksanlığı, hayızlı olduğu zaman namaz kılmaması ve oruç tutmaması da dininin noksanlığıdır, cevabını vermiştir."

İbn-i Hazm, kadının eksikliği ile ilgili hadisten, kadının faziletinin eksikliği gibi bir mana çıkarılamıyacağını söylemektedir.

Bende zaten öyle bir mana çıkarmadım,direkt olarak kadının akli melekeleri açısından erkeğe göre yarım akıllı olmasından bahsediyorum.İslama göre iki tane kadını yanyana koyduğunuzda bir erkeğin aklı kadar akıllı olabilecekleri savunulur.Ayet gayet açık islam hukukunda bir erkeğin şahitliğine karşılık,en az iki kadın şahitlik yapabilir.
Sizin burada ''kadının faziletlerine''şeklinde durumu kurtarmak için tevil yoluna sapmanız hem ayete,hem hadise aykırıdır.Mantıken de düşünecek olursak islama göre aklı eksik olan kadının faziletli olmasıda beklenemez.
Alıntı yaptığınız yazarların büyük kısmı da kadının şeriat hükümleri gereğince zavallı duruma sokulmuş olması,kocasına itaatkar kılınmış olması,evliliğin kadın bakımından ''kölelik''sayılması,boşanma hakkının sadece kocaya bırakılmış olması ,çok karılı yaşam tarzı gibi şeyleri de kadın açısından küçültücü olarak görmezler.
İslamın egemen olduğu coğrafyada kadının insan hakları bakımından geride olması tesadüfi değildir.Doğrudan doğruya şeriatın kadına bakışıyla ilgilidir.Bakara suresinde gerektiğinde kadının dövülebileceğine dair ayet vardır.Mirasta kadının payı erkeğin yarısıdır.
Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu konuda Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah'ın emâneti olarak aldınız. Onların nâmus ve ismetlerini Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki haklarınız, âile nâmusu ve şerefinizi kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer onlar sizden izinsiz râzı olmadığnız kimseleri âile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe dövüp korkutabilirsiniz. Kadınların sizin üzerinizdeki hakları ise, örfe göre her türlü (meşru ihtiyaçlarını), yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.
İslamın kadına klasik bakışıdır bu.Kadın dört duvar arasında erkeğin heva'sını(cinsel ihtiyacını)gideren,ona çocuklar doğuran biridir.Aklen de eksik olduğundan arada bir cennetten çıkma sopayla orasını burasını
terbiye etmek gerekir.
 

hacicavcav

Asistan
Katılım
22 Şubat 2008
Mesajlar
150
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
İslamda Allah yada tanrı erildir.Yani ayet ve hadislere bakacak olursanız allahı dişil olarak düşünemezsiniz.Aynı şekilde meleklerde erildir.Bilindiği üzere toplumumuzda melek ismi kadınlara takılır.Hiristiyanlarda melek dişildir,kanatlı olarak resim ve ikonalarda tasvir edilir.Ama iş islamiyete gelince asırlarca dişil olarak kabul edilen melekler birden bire erkeğe dönüşmüştür.Cibril(Cebrail)erkektir.Kimi hadislerde 600 kanadı olduğu rivayet edilir.Öyleki her bir kanadının semayı(gökyüzünü)kapladığı söylenir.(Nasıl saymışlar o kadar kanadı diye bana sormayın)Diğer meleklerde Mikail,İsrafil ve dahi Azrail de erkektir.
Biz melekleri dişil olarak düşünürken ,melek ismini kızlara takarken İslam inancında melekler neden erkek olarak düşünülmüştür?
Bunu bir düşünelim derim.
sağlıcakla kalın.
 

mehmet

Profesör
Emektar
Katılım
9 Mayıs 2007
Mesajlar
2,699
Reaksiyon puanı
47
Puanları
228
Doğru diyorsunuz.
Tevil etmek bana düşmez.
Gerçekten Kuran'nın hükümlerinide ziyadesiyle biliyorsunuz hacicavcav arkadaşım.
Sizin bildiğiniz kadar olmasa da bende biraz islami bilim ve fıkıh mevzularını okudum.

Benim kadınlara bakış açımla sizin açınız farklı olduğu için daha doğrusu tevilleri ikimizde kendimize göre yorumladığım için çıkmaz bir yola giriyoruz.
Misal olarak

sizin elinizde beyaz bir ayna var
benim elimde kırmızı bir ayna var

Siz hakikatleri beyaz görüyorsunuz
Ben hakikatleri kırmızı görüyorum

Ben Veda hutbesinde kadınların Allah'ın bir emaneti olduğunu ve bu emaneti şartlar ne olursa olsun sahibine en güzel bir şekilde teslim edilmesi gerekir diye anlıyorum

Sizler de erkeğin himayesine verilmiş,erkek istediği gibi kullanan bir varlık olarak anlıyorsunuz.

Bu iş bu şekilde çözülmez.
Önce Efendimiz kimdir?
Onun yaşayış tarzı nasıldır?
O hanımlarına karşı nasıl davranmıştır?
O bir önder olarak bize hanımlarımıza nasıl davranacağımız konusunda neler öğretmiştir?
Daha doğrusu O'nun bir peygamber olduğuna inancımız nedir?
Önce O peygamber mi değil mi?
Onu bir halledelim.
Sonra veda hutbesine gelelim.

Ayrıca Lütfen 174 no'lu yazımıda değerlendirmenizi istirham ediyorum hacicavcav arkadaşım.

saygılarımla
 

orcagada

Doçent
Katılım
8 Temmuz 2007
Mesajlar
521
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Sayın Mehmet1101 arkadaşım,

174 sayılı yazınızda belirttiğiniz mevhumu kabullenmek zaten tartışmamızı bitirir.Yerinde bir teklif olmaz bu öneriniz.Eğer iman sahibi olduğumuzu ama bize bunların ters geldiğini söylersek zaten riyakar ve iki yüzlü oluruz.

Şahsım adına teklifinizi yerinde bulmadığım gibi kesinlikle reddediyorum.Eğer iman etmek sizinle tartışmayı devam ettirmenin tek yolu ise burda kalması gerekecek.

Bu konularda sizden kesin cevaplar beklemediğimi sadece konuyu yorumlamanızı beklediğimi belirtmek isterim.

Zira konuyu tartıştığım hiçbir dindar bu sorulara yeterli cevabı veremeyecektir.Çünkü temeliniz islam ve kitabı kuran tanrıdan ziyade insan yapısı görünümü arz etmekte olduğundan oradan alınan cevaplarda kısır kalacaktır.

Hacıcavcav arkadaşımı da tebrik etmemek bu araştırmacı şahsiyet karşısında saygıyla eğilmemek mümkün değil.

Saygılar...
 

hacicavcav

Asistan
Katılım
22 Şubat 2008
Mesajlar
150
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
mehmet1101 arkadaş;
Sizler de erkeğin himayesine verilmiş,erkek istediği gibi kullanan bir varlık olarak anlıyorsunuz.

Yanlış anlama olmasın bunlar benim şahsi görüşüm değildir.Ben örneklerimi kuran ve hadislerden veririm.Dolayısıyle söylediğim şeyler benim kendi görüşlerim değil,Tanrının ve Peygamberi Muhammedin görüş ve düşünceleridir.Yukarıdaki alıntını da bu çerçevede değerlendirerek kendi görüşüm olmadığını,hadisler ve kuranda yazılanın bu olduğunu,dolayısıyle islamın kadına bakışının bu olduğunu vurgulamak istemiştim.Ama siz sanki benim görüşümmüş gibi algılayıp yazmışsınız.Buna itiraz etmek istedim.

İkinci olarak;
Bu iş bu şekilde çözülmez.
Önce Efendimiz kimdir?
Onun yaşayış tarzı nasıldır?
O hanımlarına karşı nasıl davranmıştır?
O bir önder olarak bize hanımlarımıza nasıl davranacağımız konusunda neler öğretmiştir?
Daha doğrusu O'nun bir peygamber olduğuna inancımız nedir?
Önce O peygamber mi değil mi?
Onu bir halledelim.
Sonra veda hutbesine gelelim.

Nasıl isterseniz.Bu konuda bilgilerinizi bende paylaşmak isterim.Peygamberin bu konuda örnek bir insan olduğu hususu hadis,kuran ve siyer kitaplarında örnekleriyle birlikte bolca yer almıştır.Sizin konuya bir girizgah yapmanızı bekliyorum.Daha sonra benimde ekleyeceğim şeyler olacaktır kuşkusuz.

174 sayılı yazıya atfen;şöyle diyorsunuz.

onun için benim gibi düşünmeyen arkadaşlarımdan ricam;
önce bir temel oluşturalım
sonra sorularımızı o temel üzerine bina edelim ki;
ileride o temelle ilgili bir sıkınta yaşamayalım
şu anda inanın ben ve sizler o sıkıntıyı yaşıyoruz.
temelimiz ne derseniz (gerçi biliyorsunuzdur)

imanın 6 şartına inanmak
Nelerdir derseniz,

Allah Teala'ya inanmak,
Meleklerine inanmak,
Kitaplarına inanmak,
Peygamberlerine inanmak,
Ahiret gününe inanmak,
Kader ve kazaya inanmak.

Kaza ve kaderi daha önce burada elmacik kardeşle birlikte teferruatlı bir şekilde konuştuk.Ben herzamanki gibi kuran ve hadislerden örnekler verdim.Verdiğim örnekler yoruma muhtaç olmayan oldukça sarih ayetler olmasına rağmen Elmacik kardeşim bunları kendince yorumlayarak buraya aktardı.Bence çok açık,ne neddiği hemen anlaşılabilen ayetlerin yorumlanmaya çalışılması benim için kabul edilemez.Hülasa söylemek istediğim,çok açık bir ayeti bile anlamakta farklılıklar yaşıyorsak daha karmaşık konularda nasıl anlaşıp bir temel oluşturacağız bilemiyorum.Ama ben denemekten çekinmem.nasıl isterseniz.
Yukarıya aldığım alıntınıza ek olarak şunu söyleyebilirim.
Tartışmalara bir temel oluşturma isteğinden bahsediyorsunuz,aslında bu temel vardır.Kuran ve hadisler,fıkıh ve kelam yüzyıllardır bu temeli oluşturmaya çalışıyor.Sözün özü bu temel islam şeriatıdır.
Ben bunu tartışmaya açıyorum.Burada siz değerli kardeşlerim mehmet1101 ve elmacik bey bazen şeriata aykırı olarak kendinize göre islama makul ve mantıklı cevaplar vermeye çalışıyorsunuz.Bunlar hoşuma gitmekle beraber şeriata,kurana ve hadislere aykırı yorumlardır.Yeri geldikçe bunlardan da örnekler vereceğim.
Lafı daha fazla uzatmadan yukarıdaki teklifinizin gereği girizgahınızı beklerim.bende olabilirse aklımın yettiği,dilimin döndüğünce görüşlerimi aktarmak isterim.
Böyle bir imkanı sağladığınız için size teşekkürü borç bilirim.Lütfen kabul buyurun...
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst