İnanmak... Ateist

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

dead_ghost

Profesör
Katılım
15 Kasım 2007
Mesajlar
2,257
Reaksiyon puanı
1
Puanları
0
Her insan inanmaya muhtaçtır.Ateistlerde inanır bu tezden yola çıkarsak.Onlarda yaradanın olmadığına ( tevbe tevbe ) inanırlar. Onlar materyalist akımdan etkilenenlerdir yani madde haricinde hiçbirşeye inanmayanlar.Görmeden inanmazlar yani.mucize onların lugatında yoktur.Elbet birgün göreceklerdir herşey bittiği zaman...
 

ersen64

Asistan
Katılım
11 Ocak 2008
Mesajlar
161
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Madem mevcudat var ve inkar edilmiyor.öyle ise bu mevcudatı ya diyeceksin ki,tabiat yapıyor ya kendi kendine oluyor..ya sebepler yapıyor..ya da allah tarafından yaratılıyor.....önceki üç ihtimalin hiç bişey yapamadığı ispat edilse, allah ın yarattığının da delilleri varsa, öyle ise isteyerk ya da ismeyerek allah yapıyor, yaratıyor demek zorundasınız...çünki başka ihtimal yoktur.....



Mod.Not: Lütfen yazılarımızın hepsini büyük harfle yazmayalım
 

Turab Garip

Dekan
Emektar
Katılım
30 Mayıs 2007
Mesajlar
6,902
Reaksiyon puanı
181
Puanları
1,243
Ersen kardeşim, ben inanmayan birisi olsaydım, senin yazdıklarından sonra inanca karşı daha da soğuk hissederdim.

"Yeter ki samimi olalım" demişsin, ama inanmayanların samimiyetlerini bilmiyorsun ki? Senin kastettiğin samimiyet, inandıktan sonraki samimiyettir. İnandıktan sonra da zaten "Allah var mı yok mu" gibi soruları çoktan geçmişsindir. O yüzden yanlış bir önerme olmuş. Çünkü inanmazdan evvelki samimiyet kalple ilgili bir şeydir, bize göre yaratıcının fıtrat dediğimiz yaratışıdır; yani insanın doğasında olan şeylerdir. Örneğin yumuşak huylu olmak, güzel ahlaklı olmak, iyilik etmek vs gibi. Bunlara sahip olmak için de inanmak bir şart değildir; aksine inanmak için bunlar şarttır. Buradan anladığımız; inançsız insanlar da samimi olabilirler.

Bir gün Allah meleklerinden bir tanesini bir kulunun ihtiyacını gidermek üzere görevlendirdi. Melek, kendisine gösterilen kulu görünce şaşkınlıktan kalakaldı. Çünkü Roma işaret edilmişti. Ve şaşkınlığını dile getirdi; "rabbim, yardım etmemi ve isteğini yerine getirmemi emrettiğin kulun bir putperest ve şu anda da bir putun önüne diz çökmüş ona dua ediyor; hacetini o puttan istiyor". Allah ise karşılığında şöyle buyurdu; "ben onun rabbine yakarışını sevdim".

O şahıs putu çoktan geçmişti. (Bu bir hikaye değildir onu da belirtelim.)

Müslüman bir babanın Hristiyanlıktan Müslümanlığa geçiş yapan bir adama kızını verdiği için, kızın itiraz eden abilerine (yani kendi oğullarına) verdiği cevap sürekli gelir aklıma; "biz bu hazineyi (İslam) babadan miras aldık, ancak o, kendi bileğinin hakkıyla kazandı".
 

orcagada

Doçent
Katılım
8 Temmuz 2007
Mesajlar
521
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Tekrar merhaba,
Arkadaşlar birden fazla din ve peygamber olması sizce de bir tuhaflık değil mi?Bence inançlı biri olsam ilk baş bu küfür gibi gelirdi bana.Tanrının ilk gönderdiğini tutturamamış arkasından da diğerlerini göndermiş olması ihtimali bile tanrısallığa uygun değil.
Şimdi esas olarak kuranda yazdığı şekli cevap olarak vermeyin lütfen.Biliyorum orda yazanı hepsi esasında müslümandı diyerek kestirip kapatıyor.Bizim teologlar da onlar da müslüman ama yok kitaplarına insan eli değdi,yok değişti diyerek buna destek oluyorlar.
O zaman da şunu sormak gerekiyor çünkü kuranı koruyacak olan benim diyor tanrı bir ayette diğerlerini korumak gibi bir şeye niye kalkışmamış?Diğer dinleri başı boş mu bırakmış?Ya da onlardaki bu değişime rıza mı göstermiş?
Sebep ne olursa olsun bu en basit çelişkidir.
Çelişki şüphe yaratır.Saygılar...
 

Turab Garip

Dekan
Emektar
Katılım
30 Mayıs 2007
Mesajlar
6,902
Reaksiyon puanı
181
Puanları
1,243
Küçük bir paragraf yazdın ama büyük bir soru sordun Orcagada :) Doğrusunu istersen bana göre üzerinde kocaman kitap yazılacak bir soru. Bazı şeylerin "evet" veya "hayır" gibi cevapları yok malesef. Bazen de bir sorunun kısa bir cevabı olsa bile birden fazla cevabı da olur.

Ben sana kendi fikrimi söyleyeyim; üniversiteye girdiğinde vatandaşın, "ya bu ne saçmalık, bu kadar okulu kuantum teorisini öğrenmek için mi okuduk, ilkokulda öğretselerdi ya" demesi ne kadar anlamsız olursa, insanlara herşeyi birden bire yüklemek de o kadar anlamsız olur. Örneğin küçük yaşta çocuğa fazla dini bilgi verirsen, çocuk bunu kaldıramaz hatta ters teper. Canlı örneğini gördüm; çocuk bir kaç yıl ailesinden uzakta kalmış. 5 yaşına kadar çoğunlukla dede ve nenesiyle büyümüş ve sürekli çocuğa "gelenekselleşmiş" dini bilgiler verilmiş. Çocuksa bunları kaldıramamış, bir defa yanında namaz kılarken, "niye namaz kılıyorsun, şeytana tapsana" dedi bana. Özlücesi, insanın belli bir doğası vardır, o doğa vasattır; onu artı yönde de eksi yönde de zorlamak kötü olur. Nitekim diğer yönün de canlı örneği var; çocuk anasınıfına gidiyor, yani yine 5-6 yaş civarı. Öğretmeni çocuğun ailesini bir sebepten okula çağırmak zorunda kalıyor. O da şudur ki; çocuk kız öğrencileri sürekli taciz ediyormuş, bazı açık seçik sözler söyleyip laf atıyormuş. (Evet o yaşta.) Çocuğun okula gelen annesi, durumu görüşmek üzere kendisini çağıran öğretmene bağırıp çağırıyor; "ben çocuğumu modern bir bakış açısıyla büyütüyorum, ona şimdiden herşeyi öğretiyorum, siz ne diyorsunuz ben bunları öğretebilmek için onun önünde bilmem ne yaptım" gibi sözler sarf ediyor. Sonuç ortada.

Kısacası, insanın aklı birden bire olgunluğa ulaşmaz. Belli aşamalardan geçmesi gerekir. "Sınav" dediğimiz şeyin de anlamı budur. Bize ilkokulda adenozin tri fostafı sormazlar. Ama lisede de sormazlar, artık onun yerine glikolizi sorarlar. Üniversitede ise daha da karmaşıklaşır, gelişir.

Bunun din olgusundaki örneğini istersen, işte o zaman tarihe bakabiliriz. İslam'da bile, yani görünürde en son ilahi dinde bile alkollü içecekler aşama aşama yasaklanmıştır. Çünkü İslam'ın ilk yıllarında İslam için savaşan hatta ölenler bile şarap içiyorlardı. Zamanla onun zararlarını öğrendiler, zamanla da içmemeleri gerektiğini. Bu elbette bir çok örnekten bir tanesi.

Bütün bu aşamalara rağmen, yine de İslam peygamberi insanları uyarmış ve şunu söylemiştir; "benden size bir hadis ulaşırsa hemen reddetmeyin, çünkü bilmiyorsunuz". Ve şunu da söylemiştir; "insan bilmediği şeyin düşmanıdır". Bazen öyle şeyler oluyor ki ilk duyduğumuzda "hadi canım, hiç olur mu" dediğimiz ya da sertçe karşı çıktığımız şeyler, bir süre sonra bize mantıklı gelmeye başlıyor. Örneğin çok sevdiğin bir kişinin sana ihanet ettiğini söylediklerinde bunun olamayacağını söylüyorsun, onu savunuyorsun ama daha sonra gerçek olduğunu görüyorsun. Ya da ilk önce düşman olduğun biriyle daha sonra can ciğer dost oluyorsun..

İslam ve diğer bütün dinler, sadece aklı temel alırlar. Aklın olmadığı yerde din, sadece zarar getirir. Çünkü mutlaka bir noktada yobazlık hakim olur; nitekim bugün olmuş da. Bugün bir çok İslam ülkesi perişan halde. Başına takke takıp şalvarı giyinmekle hoca olduğunu zannedenler var. Hatta bu şekilde insanların arasında dolaşarak bunu bir övünç vesilesi görenler var. Bilim kenara itilmiş durumda, sorgulama yasaklanmış, dinde olmayan şeyler icat edilmiş. Örnekleri çoğaltabiliriz, ama muhtemelen ne dediğimi zaten anladınız. Kötü olan, artık cehalet düzleminde de aynı örnekler verilir olmuş.

Ancak akıl, mutlaka üstün bir gücün varlığını görüyor. Sadece bazen kabul etmek istemiyor. İslam'da ve aslında diğer bütün dinlerde sorumluluğun yegane ölçütü akıldır. Akıldan başka hiç bir ölçüt yoktur. Akıl dediğimiz olay zekadan çok farklı, bambaşka birşeydir. Ve kendisinden büyük bir gücün olduğunu mutlaka görebilen bir olaydır. Sadece basit bir sorgulamayla, karmakarışık olan ve zekanın yetmediği sınırların nasıl hatasız çizildiğinin sorusuna rahatlıkla cevap bulunabilir. İster uzaylılar diyelim, ister bazılarına göre yüce ışık diyelim, ister tanrı diyelim. Ne dersek diyelim, akıl mutlaka böyle bir gücün varlığını kabul edecektir.

Bunun tek ölçüt olduğuna dair İslam peygamberinden küçük bir alıntı yapalım. Onun anlattığına göre, Cebrail isimli melek, ilk insan olan Adem'e geldi ve dedi ki, sana üç şey getirdim. Bunlar akıl, din ve ahlak. Hangisini seçersen o seninle kalacak, diğerlerini götüreceğim. Adem aklı seçti. Cebrail ise peki dedi, din ve ahlakı alarak "gidiyoruz" deyince, onlar "olmaz" dediler. "Biz akıl ile birlikte kalmaya emrolunduk" dediler. Cebrail de emredildiğinizi yapın diyerek hepsini bıraktı. İlk bakışta çok öykümsü görünüyor göze. Yani "akıl, din ve ahlak" sanki ete kemiğe büründü de lafa geldi konuşuyor. Bunun en güzel cevabı insanın kendi vicdani sesidir. Bazen insan, kendi yaptığından farklı bir şey söyler. Aslında televizyonlarda gördüğümüz o bir yandan beyaz meleğin "bunu yapma uf olursun" deyişiyle diğer yanda kırmızı şeytanın "hadi yap çok güzel olacak" deyişini kendi içimizde çok yaşıyoruz. Mutlaka içimizde iyi ve kötü dürtüleri duyarız. Zaten soyut boyutta olan şeylerin de fiziksel açıklaması olmak zorunda değil; tek boyuta hapsolmamamız gerekir. Örneğin aşkın maddesel tanımını yapamaz ve onu fiziksel bir sınır içerisine hapsedemeyiz. İşte aklın, dinin ve ahlakın dile gelmesi de böyle olur. Burada "Adem'in daha önceden aklı yok muydu" sorusu sorulabilir. O ayrı bir felsefik tartışma konusudur, ama şu kadarını söyleyebiliriz, herkesin yaratılışında bir aklı vardır. Orada amaç Adem'in aklını ne kadar kullandığını sorgulamaktır. Adem ise sınavı başarıyla vermiştir.

"Tanrı neden diğer kitapları korumadı?" sorusundan önce şunu da sorabiliriz. "Tanrı neden şeytan denilen varlığı yarattı madem bu kadar kötü?" veya "Madem günahlara/kötülüklere şeytan sebep oluyor, o halde tanrı neden onu ortadan kaldırmıyor?". Bu ve benzer soruların hepsinin cevabı aynı. Tanrıya göre, herkesin vermesi gereken bir sınav var. Bu sınavdan aklı ölçüsünde geçenler başarılı sayılacak. Aklını kullanmayıp kalanlar ise başarısız sayılacaklar. Tanrı diğer kitapları koruyacak olsaydı, o halde baştan bütün insanların inanmasını sağlayabilirdi. Çünkü kalplere hükmedebilir. O halde bunu yapacak olsaydı o zaman da herkesi baştan cennete götürebilirdi. O zaman da iyi ve kötü yanyana olurdu.

Onlara mutlaka kendilerinden sonra gelecek olanların müjdesini verdi ki iyiler ümitsizliğe düşmesinler, kötüler de kendilerine çeki düzen verip akıllarını başlarına toplasınlar. Bir örnek vereyim; zamanında peygamberlerden bir tanesi, kavminin yaptıklarına dayanamadı ve azap gelmesini istedi. Allah ise "bir hurma tanesini ek, onu yetiştir ve büyük, o meyve verdğikten sonra azap gelecek". O peygamber de etrafındaki inançlı insanlara bu sevinçli haberi verdi, biraz daha dayanın, kötülerin zulmünden kurtulacaksınız. Peygamber denileni yaptı, hurma meyve verdi ama azap gelmedi. Tekrar duada bulundu, cevabında bir hurma yetiştirmesi ve onun meyve vermesini beklemesi söylendi kendisine. Peygamber de bunu etrafındaki inançlı insanlara duyurdu, bir hurma daha dedi. Ancak inançlı insanlardan bir kısmı inancından vazgeçti. Böyle böyle, peygamberin etrafında bir elin parmakları kadar insan kaldı sadece. O zaman da Allah azap indirdi. Böylece gerçekten yi olanları ve gerçekten inananları ayıklamış oldu. Baştan da ayıklayabilirdi diye sorulabilir, işte o zaman ölçüt akıl olmazdı, yaratıcının kendi gücü ölçüt olurdu. Ya da tanrı yalancı mı ki ilk hurmada göndermedi diye sorulabilir, o zaman da tanrının belli bir gün vermediğini ve gerçekten inananları ayıklamak istediğini görürüz.

Peki o zaman İslam'ı niye koruyor? Çünkü İslam ile, insanlar yeterli olgunluğa ulaştılar. Artık üniversiteden mezun oldular. Ve bu, insanlığın iş bulabilmek için son şansı. İşte bu sebeplerden, tanrı dediğimiz güç gönderdiği son dini koruyor. Aslına bakarsanız sadece Kur'anın ayetlerini koruyor ki sınav devam edebilsin. Yoksa dinin başka hiç bir şeyini korumaya garanti vermemiş. Görüldüğü kadarıyla da zaten İslam içine bir sürü yanlış bilgi ve "hurafe" sokulmuş. Yani her zaman olduğu gibi insanların çoğu sınavlarında başarısız olmuşlar. Ama bundan başka bir din göndermeyeceğine göre, "bu işin doğrusu nedir" diye sorulduğunda cevabın bulunabilir olması için açık kapı bırakmak adına Kur'anı koruyacağına dair bir garanti vermiştir.

Birden fazla din olmasının insanları yetiştirmekten hariç diğer bir amacı da, onları bir arada tutmak ve aslında akıllarını kullanmada onlara yardımcı olmaktır. Nasıl? İnsanların çoğu aklından önce nefsini dinlediği için;
- Bir kısmı sadece kendi ailesinden olan birine güvenirdi.
- Bir kısmı en azından kendi kabilesinden olan birine güvenirdi.
- Bir kısmı kıskançlıktan kendi kendine din üretirdi.
- Belki 10 kişi inanacakken sadece 1 kişi inanırdı, çünkü mutlaka "din" kuralları bazı kişilerce kendi çıkarları doğrultusunda değiştirilmeye çalışırdı..

O zaman baştan tüm dini korumaya alması gerekirdi tanrının. O zaman yine başa döneriz; herkes inanır ve iyi ile kötü, (ying ile yang :) ) yan yana olurdu. Bunlar sadece şu anda aklıma gelenler.

Şimdi bu kadar yazı bile tekrar okuduğumda çok yetersiz kalıyor görüyorum. Hatta ve hatta, şüpheniz olmasın, kendi yazdığım yazıya anti-tez bile yazabilirim. (Yazının bazı yerlerine serpiştirdiğimi de zaten görmüşsünüzdür okuduysanız.) Kendi yazıma anti-tez yazabilecek sorgulamayı yapıyor olmama rağmen neden hala inanıyorum? Çünkü sorguladığım zaman cevabı gelmeyen soru şimdiye kadar olmadı. Yani bu yazının anti-tezini de yazacak sorgulamayı yapsam, ki çok yaptım şimdiye kadar, akıl eleğinde hepsinin bir cevabı var.

Sevgiler.
 

mehmet

Profesör
Emektar
Katılım
9 Mayıs 2007
Mesajlar
2,699
Reaksiyon puanı
47
Puanları
228
maşallah,berakallah demekten kendimi alamıyorum elmacık kardeşim

keşke şimdi vaktim müsait olsa da bende bir seninki kadar yazı yazabilsem;
neyse inşallah o zamanlarda gelecektir.

Saygılar
 

ersen64

Asistan
Katılım
11 Ocak 2008
Mesajlar
161
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Asırlara göre şeriatlar-şartlar yani dinler- değişir; belki, bir asırda kavimlere-milletlere- göre ayrı ayrı şeriatlar, peygamberler gelebilir ve gelmiştir. Hâtemü'l-Enbiyâdan-son peygamberden- sonra, Şeriat-ı Kübrâsı-dini- her asırda, her kavme kâfi geldiğinden, muhtelif şeriatlara ihtiyaç kalmamıştır. Fakat, teferruâtta bir derece ayrı ayrı mezheblere ihtiyaç kalmıştır.

Evet, nasıl ki mevsimlerin değişmesiyle elbiseler değişir, mîzaçlara göre ilâçlar tebeddül eder; öyle de, asırlara göre şeriatlar değişir, milletlerin istidadına göre ahkâm tahavvül eder. ((((((Çünkü, ahkâm-ı şer'iyenin teferruât kısmı ahvâl-i beşeriyeye bakar, ona göre gelir, ilâç olur.))))))

Enbiyâ-i sâlife-ilk peygamberler- zamanında tabakât-ı beşeriye birbirinden çok uzak ve seciyeleri hem bir derece kaba, hem şiddetli ve efkârca ibtidâî ve bedeviyete yakın olduğundan, o zamandaki şeriatlar, onların haline muvâfık bir tarzda, ayrı ayrı gelmiştir. Hattâ, bir kıtada, bir asırda ayrı ayrı peygamberler ve şeriatlar bulunurmuş. Sonra, âhirzaman Peygamberinin gelmesiyle, insanlar, güyâ iptidâî-ilkokul- derecesinden idâdiye-lise- derecesine terakkî ettiğinden, çok inkılâbât ve ihtilâtât ile, akvâm-ı beşeriye bir tek ders alacak, bir tek muallimi dinleyecek, bir tek şeriatla amel edecek vaziyete geldiğinden, ayrı ayrı şeriata ihtiyaç kalmamıştır, ayrı ayrı muallime de lüzum görülmemiştir. Fakat, tamamen bir seviyeye gelmediğinden ve bir tarz-ı hayat-ı içtimâiyede gitmediğinden, mezhebler taaddüd etmiştir. Eğer beşerin ekseriyet-i mutlakası bir mekteb-i âlînin talebesi gibi, bir tarz-ı hayat-ı içtimâiyeyi giyse, bir seviyeye girse, o vakit mezhebler tevhid edilebilir. Fakat, bu hal-i âlem, o hale müsaade etmediği gibi, mezâhib-mezhepler- de bir olmaz.

((((((Eğer desen: "Hak bir olur. Nasıl böyle dört ve on iki mezhebin muhtelif ahkâmları hak olabilir?")))))9

Elcevap: Bir su, beş muhtelif mîzaçlı hastalara göre nasıl beş hüküm alır, şöyle ki: Birisine, hastalığının mîzâcına göre, su, ilâçtır; tıbben vâcibdir. Diğer birisine, hastalığı için zehir gibi muzırdır; tıbben ona haramdır. Diğer birisine, az zarar verir; tıbben ona mekruhtur. Diğer birisine, zararsız menfaat verir; tıbben ona sünnettir. Diğer birisine, ne zarardır, ne menfaattir, âfiyetle içsin; tıbben ona mübahtır. İşte hak burada taaddüd etti. Beşi de haktır. Sen diyebilir misin ki, "Su yalnız ilâçtır, yalnız vâcibdir, başka hükmü yoktur"?

İşte bunun gibi, ahkâm-ı İlâhiye, mezheblere, hikmet-i İlâhiyenin sevkiyle ittibâ edenlere göre değişir; hem, hak olarak değişir ve herbirisi de hak olur, maslahat olur. Meselâ, hikmet-i İlâhiyenin tensibiyle İmâm-ı Şâfiîye ittibâ eden, ekseriyet itibâriyle Hanefîlere nispeten köylülüğe ve bedevîliğe daha yakın olup, cemaati bir tek vücud hükmüne getiren hayat-ı içtimâiye de nâkıs olduğundan, her biri bizzat dergâh-ı Kâdiü'l-Hâcâtta kendi derdini söylemek ve hususi matlûbunu istemek için, imam arkasında Fâtihayı birer birer okuyorlar. Hem, ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir. İmâm-ı âzama ittibâ edenler ekseriyet-i mutlaka itibâriyle, İslâmî hükümetlerin ekserîsi o mezhebi iltizam etmesiyle, medeniyete, şehirliliğe daha yakın ve hayat-ı içtimâiyeye müstaid olduğundan, bir cemaat bir şahıs hükmüne girip, birtek adam umum nâmına söyler; umum, kalben onu tasdik ve rabt-ı kalb edip-onun sözü umumun sözü hükmüne geçtiğinden, Hanefî mezhebine göre imam arkasında Fâtiha okunmaz. Okunmaması ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir.
Lütfen dikkatlice okuyunuz, birkaç kez okuyunuz..Sorularınıza çok harika cevaplar bulabileceksiniz....saygı ve sevgilerimle
 

ersen64

Asistan
Katılım
11 Ocak 2008
Mesajlar
161
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Sayın Elmacık arkadaşım,
samimiyetten maksadım,konuştuğumuz sözün dışında, başkaca bir art niyet olmamasıdır.Senin dediğin gibi,şerde de samimi olunur.Ben madem mevcudat var ve inkar edilmez ve yeniden, yeniye yaratılıyor..ya bunu sebep yapıyor ya tabiat ya kendi kendine oluyor..Ya da ALLAH yaratıyor.Bu önerme yanlış mı?Ne konuştuğumuzu bilirsek anlaşabiliriz zannediyorum....Selamlar...
 

Turab Garip

Dekan
Emektar
Katılım
30 Mayıs 2007
Mesajlar
6,902
Reaksiyon puanı
181
Puanları
1,243
Ersen kardeşim, öncelikle yukarıdaki alıntı yazın konuya cevap olmaktan çok uzak. İkinci olarak, üslup olarak da "Allah var mı, yok mu" sorusunun sorulduğu ortamda kesinlikle anlaşılamayacak bir yazı. Üçüncüsü de, inanmayan birisi olsam, bu üslup beni inançtan daha çok soğutur.

Samimiyet konusuna gelince, inanmayan insanları kullar fazlalık görebilirler bu dünyada; ama Allah onları fazlalık görmüyor ki yaşatıyor, besliyor, hacetlerini gideriyor. Samimiyet sadece kelime tevhidi söyledikten sonra gelişen bir duygu değildir. Samimiyet, fıtratın ne derece bozulduğuyla ilgilidir. Dolayısıyla İslam olmamış bir kimse bile rabbine karşı samimi olabilir. Yukarıdaki uzun mesajımda Allah'tan verdiğim örnek tam olarak bunu açıklıyor.
 

ersen64

Asistan
Katılım
11 Ocak 2008
Mesajlar
161
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Sayın Elmacık Kardeşim,
hep kendini soğutmayı hedeflemişsin galiba.samimiyet konusunda söylediklerine hak vermiştim zaten....Yukarıda Allah ın varlığı konusundaki sorum aynı zamanda Allahı tanıttırmayı da içeren bi konudur. ama cevap yazmadın? konu ateistlik olunca ne yaparsınız....
yukarıda yazdığım mesele aslında orcagadaya bakıyor...Siz ona cevap yazmışsınız ya ben de daha öz ifade edeyim dedim.İnsanlar bu kadar uzun yazıyı okurlar mı bilmem..? Dolambaçlı yollarda, tehlikeler çok olur da.İncittiysem hakkınızı helal edin..
 

Turab Garip

Dekan
Emektar
Katılım
30 Mayıs 2007
Mesajlar
6,902
Reaksiyon puanı
181
Puanları
1,243
Selamlar yeniden. Ersencim, ben empati yapmaya çalışıyorum. İnançsız birisi mutlaka senin bu "siz yanlışsınız gelin bakalım bende doğrusu var, kapatın çenenizi de dinleyin öğrenin" tarzındaki uslübun karşısında kendini doğal olarak haklı bulacaktır. Belki sen böyle düşünmüyorsun, ama konuşma tarzındaki "aklınızı şeytana kurban etmeyin" tarzındaki ifade, ne şeytanın, ne de Allah'ın varlığını kabul eden birisi için çok anlamsız ve hatta itici olur. Sadece kendini inançsız birisinin yerine koyman yeter. Nitekim onlar da bize göre aynı yaratıcının kulları değil mi? Bizler onlarla bu bağlamda eşit değil miyiz? O halde onların da insan olduğunu bilerek ve akılsız muamelesi yapmadan yaklaşmak zorundayız. Yoksa Allah'ın zalim olduğunu söylememiz gerekir. Neden? Çünkü madem İslam hak din, o halde bazı insanların diğer dinlerde, bazı insanların putperest bölgelerde doğması haksızlık olurdu. O halde doğduğu yerde ateist felsefe ile büyümüş olan birisinin aklını sorgulamadan önce, sahip olduğumuz inancı nasıl kalbimize yerleştirdiğimizi ve bunun başka insanlar için de nasıl mümkün olduğunu düşünmeliyiz. "Ben de ateist bir ailede dünyaya gelseydim belki ben de onun gibi olacaktım" diyebilmeliyiz. Bu bize empati kazandırır. Ve hiç kimseyi "kazanmak" zorunda olmadığımızı kanıtlar.

Kısacası bizim insanları İslam etmek gibi bir vazfemizin de olmadığını anlamış oluruz. Hatta İslam inancına zahirde sahip olmayan kişilerin de var olduğuna inandığımız cennete gidebileceklerini da anlamış oluruz. Daha da açık ifade edeyim; zahirde İslam olmuş görünen bir çok kişinin başı şeytanlarla belada iken, yanına şeytanın yaklaşamadığı inançsız insanların da var olması gayet muhtemeldir.

Yukarıdaki yazıya gelince; Ersen kardeşim, o yazıyı sen anlarsın, ben anlarım, Mehmet kardeşim anlar, belki başkaları da anlar, ama "Allah yok" diyen birisinden o yazıyı anlamasını bekleme. İçinde kullanılan dil inançlı insanların bile anlamakta zorlandığı bir dilken, inanmayan insanların onu okuyup anlayabilmesi çok uzak bir ihtimal. Ve tekrar söylüyorum, sorulan sorulara da yanıt olmaktan uzak.

Benim yazım uzun oldu evet, ama peygamberimizin bir sözü vardır, "biz peygamberler, insanlara akılları ölçüsünde konuşmaya emrolunduk". Yani bizim peygamberimiz bir sorunun cevabını herkese farklı verirdi. Herkesin aklı ne kadarını alıyorsa ona göre cevap verirdi. Herkesin aynı sözden aynı anlamı çıkarmasını da beklememeliyiz. Bu durumda bizim de, diğerlerinin de kendine göre aklı var. O ölçüyü aştığımız zaman olaylar, sözler mutlaka ters teper. Yukarıda örneği var okursan. Henüz 5 yaşındaki bir kız çocuğu, bu ters tepmenin neticesinde "niye şeytana tapmıyorsun" gibi sorular sorup Exorsist filminden çıkmış gibi davranıyor.

Sonuçta güzel kardeşim, Allah'ın varlığını kabul etmeyen birisine Allah'ı, özellikle bu şekilde, tanıtmak doğru ve gerekli değildir. Tanıtmak gerekirse de, en güzeli Allah peygamberinin üslubudur. Yani güzel ahlak ve yumuşak kalplilik.

"Allah'ın rahmetiyle onlara karşı yumuşak davrandın, yoksa kaba ve katı yürekli olsaydın mutlaka yanından ayrılıp giderlerdi. (Al-i İmran / 159)"

Sevgiler.
 

yedihill

Öğrenci
Katılım
25 Aralık 2006
Mesajlar
56
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
orcagada dedi ki:
Tekrar merhaba,
Arkadaşlar birden fazla din ve peygamber olması sizce de bir tuhaflık değil mi?Bence inançlı biri olsam ilk baş bu küfür gibi gelirdi bana.Tanrının ilk gönderdiğini tutturamamış arkasından da diğerlerini göndermiş olması ihtimali bile tanrısallığa uygun değil.
Şimdi esas olarak kuranda yazdığı şekli cevap olarak vermeyin lütfen.Biliyorum orda yazanı hepsi esasında müslümandı diyerek kestirip kapatıyor.Bizim teologlar da onlar da müslüman ama yok kitaplarına insan eli değdi,yok değişti diyerek buna destek oluyorlar.
O zaman da şunu sormak gerekiyor çünkü kuranı koruyacak olan benim diyor tanrı bir ayette diğerlerini korumak gibi bir şeye niye kalkışmamış?Diğer dinleri başı boş mu bırakmış?Ya da onlardaki bu değişime rıza mı göstermiş?
Sebep ne olursa olsun bu en basit çelişkidir.
Çelişki şüphe yaratır.Saygılar...

bu soruya benzer soruyu 8. sayfada cihat olarak bende sormuştum.
"2. soru: CİHAT, nedir? din uğruna yapılan savaş, kime karşı müslüman olmayanlara karşı, ee önceki dinler ne olacak ve onlara inananlara ne olacak. windows bir sonraki sürümde bir öncekini destekliyor."
ortacağda islam dininden habersiz yaşayan bir sürü insan vardı ve onlar hristiyan olarak öldüler yada inandıkları din uğruna. demek istediğim islam bilgisi bunlara hiç ulaşmadı seçme sanşsıları yoktu, yanlış mı inanmışlardı?
 

ersen64

Asistan
Katılım
11 Ocak 2008
Mesajlar
161
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
yedihil arkadaşın merhaba,
dikkatle bakıldığında islamiyette şüphe çelişki bulmzsınız.Görünüşte çelişki gibi görünür.Aslında mükemmeliktir.Bizim anlayış tarzımız, ona yetişemiyor.Eğer diğer sayfadaki yazımı dikkatle okusaydınız- dört ve 12 mezhep nasıl hak olabilir hakkındaki- çelişki olmadığını farkedersiniz....saygılar..




Elma arkadaşıma şu cümle ne demek mesela,
-yanına şeytanın yaklaşamadığı inançsız insanların da var olması gayet muhtemeldir-
açıklarmısınız...




Ayrıca şeytan niye yartılmış, bunu bir çözmek lazım gibi değil mi?

Mod.not: Değerli arkadaşım lütfen forum kuralları gereği üst üste mesaj yazmamaya çalışalım
 

Turab Garip

Dekan
Emektar
Katılım
30 Mayıs 2007
Mesajlar
6,902
Reaksiyon puanı
181
Puanları
1,243
@yedihill, "Allah", İslam dini ile birlikte var olan bir olgu veya düşünce değildir. Aynı inanca göre Allah herşeyi yaratan ve aslında bütün dinlerin sahibidir. Yani kısacası zahirde adı İslam olan dinden önce de yaratıcının doğruları öğretmede adı başka olan dinleri vardı. Başka öğreticileri vardı. Dolayısıyla "İslam'dan habersiz bir sürü insan vardı" demek doğru bir sonuç olmaz. Çünkü İslam öncesinde de aynı yaratıcı vardı ve onun öğretileri de yine vardı. Yine dolyısıyla, İslam öncesindeki insanlar da aynı eşitliğie sahiptiler. Hatta bugün bile İslam'dan haberi olmayan varsa, o dahi aynı eşitlik ve haklara sahiptir. İslam herkesi aklı ve bildiği ölçüsünde sorgular.

Cihat nedir sorusuna gelince. Çok kapsamlı bir cevap veremeyeceğim ama özellikle neyi sormak istediğini tahmin ettiğim için ona göre cevap vereyim. Bu da cihat'ın daha çok ne olmadığı ile ilgili.

Cihat, İslam olmayan herkesle savaşmak, onları öldürmek asla değildir. İslam'da iki türlü cihat vardır. Birincisi küçük cihattır. Allah için fiziken savaş ortamında savaşmaktır. Bu savaş, İslam peygamberi dönemi boyunca kesinlikle "İslamı yaymak" veya herhangi bir saldırı politikasıyla yapılmamış, sadece savunma ve korunma amaçlı yapılmıştır. Dolayısıyla İslam'da kesinlikle İslam olmayan kişilerle savaşılmalıdır mantığı asla güdülmez. Hele İslam'ı yaymak için kesinlikle savaşılmaz.

İkinci cihat ise büyük cihattır, o da nefisle yapılan savaştır. Çünkü insan, yaratılışından itibaren içinde iki sesin yükseldiğini duyar. Birincisi onu iyi olmaya davet eder. Doğru söylemeye, güzel ahlaklı olmaya vs. Diğeri ise onu yanlış bile olsa dünya zevkleri ve lezzetlerine sevk eder. Örneğin evlilik dışı ilişki, yenilmesi ve içilmesi bedene ve ruha zararlı olan nesnelerin tüketilmesi, hırsızlık yapmak vs gibi. İşte kötü olana davet eden olgu ile mücadele büyük cihattır. Bunun içine anne babaya iyi davranmak, kardeş, eş, akraba haklarını gözetmek vs hepsi girer.

Ayrıca çok peygamber ve din gönderilmesinin bir başka nedenini daha ekleyeyim. Dünyanın var oluşundan bu yana çok fazla insan yaşadı. Bunları hepsini tek merkezde toplamak yaratıcı için mümkün olsa da, bu toplama işlemi harici bir güç kullanmayı gerektireceği için insanların kendi tercihlerini yansıtmazdı. Bu tarihsel süreç boyunca yaşayan insanlar arasında onları doğru olana sevk edecek yeni kişilerin gelmesi gerekirdi. İslam inancına göre de dünyada herhangi bir anda kesinlikle bir peygamber veya bir peygamberin varisi olmalıdır. Dolayısıyla, yaratıcı tarafından doğruya yönlendirmek üzere görevlendirilmiş bir kişinin bulunmadığı hiç bir zaman dilimi yoktur. Bu olay bugün için de geçerlidir.

Sevgiler.
 

Turab Garip

Dekan
Emektar
Katılım
30 Mayıs 2007
Mesajlar
6,902
Reaksiyon puanı
181
Puanları
1,243
Mehmetçim, yazılar uzun olduğu için ayrı fikir alış verişine ayrı bir mesaj olmasından dolayı bunu ayrı yazıyorum kusuruma bakma.

Ersen kardeşim, selamlar. Eğer dikkat ettiysen burada asıl konu "İslam'da çelişki mi vardır" değil, "Allah var mıdır, din olgusu var mıdır, varsa nedir" sorularıdır.

Benim inançsız insanlar hakkında yazdığım soruna gelince; Allah'ın insanları sorgulamadaki ölçütleri fıtrattır. Yani kelime-i tevdihi söyleyen herkes kurtulacak, söylemeyen herkes yanacak gibi bir inanış yoktur İslam'da. Kabirde hep sorulacağı bize öğretilen "rabbin kimdir, peygamberin kimdir, kitabın nedir" soruları aslında bu kadar basit sorular değildir. Çünkü orada "rabbim Allah'tır" diyen cennetlik olacak, diyemeyen de cehenneme gidecek gibi bir durum kesinlikle söz konusu değildir. Orada asıl amaç, rabbini bulmadaki ölçüttür. Yani rabbim Allahtır deyip kurtulmak mümkün değildir, "neden Allah" sorusunun cevabını verebilmek gerekir. İşte bundan dolayı inançsız insanların bile cennete gitme ihtimali vardır. O da bozulmamış fıtratla olur. Çünkü dediğim gibi, İslam'a göre insanların sorgulanması dildeki şehadet kelimeleri ile değil, kalpteki bozulmamış yaratılışı ile olur. Örneğin güzel ahlak, iyi huylulul, yumuşak kalpli ve yumuşak sözlülük, alçak gönüllülük, cömertlik gibi ölçütlerle. Bunlar da pek ala şehadeteyni söylememiş insanlarda da bulunabilir. Yoksa başka inançlardan insanların İslam'a geçmesi nasıl mümkün olabilir?

Şeytanın yaratılışındaki amacı sorman da sorunun odak noktasına göre farklı cevaplanabilir. Şeytan "hadi sen de kötülük yap da ben de kullarımı test edeyim" şeklinde basit ve adaletsiz bir amaca hizmet etmek için yaratılmamıştır. Şeytan Kur'anın ifadesine göre cin taifesinden olan birisidir, rivayetlere göre de Adem'in insanların babası oluşu gibi o da cinlerin babasıdır. Yani aslında yaratılışında özel bir durumu yoktur.
 

ersen64

Asistan
Katılım
11 Ocak 2008
Mesajlar
161
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Sayın Elmacık arkadaşım Şimdi bu ne demek?İşte bundan dolayı inançsız insanların bile cennete gitme ihtimali vardır. O da bozulmamış fıtratla olur....Yani bozulmamış fıtrat olacak ve inançsız olacak öyle mi? Bu dediğin heralde sana göre böyledir...Kuranın mealini okursanız inanmayanların nereye gideceğini öğrenebilrsiniz...Öz ile sözü birbirinden ayırırsan işin içnde çıkamazsın... öz başka,söz başka ise o zaten bozuktur. İslamiyette en büyük günah yalandır. Allahı inkar bütün mevcudatı yalanlamaktır...Şeytan niçin yaratıldı, hikmeti nedir yani? Yoksa şeytanın ailesini sormadım ki? sorulara bilmiyorum demek te bir ilimdir, yoksa cevap yazacağız diye doğruluğundan emin olmadığımız şeyleri yazmak, vebal ister....Ayrıca önceki kendi cümlene cevap yazmamışsınız, çelişkiyi farketmeniz gerekir...hakkı bulmak niyetiyle...
 

Turab Garip

Dekan
Emektar
Katılım
30 Mayıs 2007
Mesajlar
6,902
Reaksiyon puanı
181
Puanları
1,243
Ersen kardeşim, sana göre Allah şeytanı kötülük yapması için mi yarattı? Bilmiyorum demek ilim değil erdemdir. Ben alim bile değilken, İslam peygamberinin "bilmediğine bilmiyorum diyen alime Allah rahmet etsin" buyurmuş olması karşısında benim hiç bir savunmam olamaz.

Ancak babadan miras olarak alınmış olan bir din ile kelime-i tevhidi söylemek insanı kurtarmaz. Bir önceki sayfada yazdığım mesajımda Allah'ın putperest bir kuldan nasıl hoşnut olduğunu örnek vermiştim. "İnançsız" demek sadece kelime-i tevhid-i söylememiş olmak demekse elbette cennete gidebilir. Çünkü ölçüt iki kelime söylemek değildir. "Sen la ilahe illallah dedin ama bir sürü günah işledin, haydi cennete; sen de çok iyi bir insandın ama la ilahe illlallah demedin haydi yanmaya" diye bir olay yoktur İslam'da. Eğer varsa, o zaman Allah adil de değildir (zalimdir), aynı zamanda Latif de değildir, cimridir.

Çünkü böyle bir durum varsa, "Allah'ım beni niye en İslam ailede dünyaya getirmedin" diye sorarım. Allah o zaman benden nasıl hesap soracak? Veya İslam öncesi dönemde bozulmuş dinlerin varlığı döneminde sana göre hiç kurtulan yok mu? (Hz. Peygamberin henüz zuhur etmediği, hatta henüz doğmadığı dönemde.)

İslam'da ölçüt dil değildir. Ameldir. Amelin en güzeli de güzel ahlaktır. O halde güzel ahlaklı olana, İslam'ın öngördüğü erdemlere sahip olana "sen dilinle böyle söylemedin yanacaksın" demek Allah'ın adına karar vermektir; ki büyük günahtır.

Sevgiler.
 

hacicavcav

Asistan
Katılım
22 Şubat 2008
Mesajlar
150
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Hiç şüphesiz, biz her şeyi kader ile yarattık. (KAMER SURESİ / 49)
Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kur'an'dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiç bir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (YUNUS SURESİ / 61)
Ümmetlerden hiçbiri, kendisine tesbit edilmiş eceli ne öne alabilir, ne erteleyebilir. (MÜ'MİNUN SURESİ / 43)
Allah sana bir zarar dokunduracak olsa, O'ndan başka bunu senden kaldıracak yoktur. Ve eğer sana bir hayır isterse, O'nun bol fazlını geri çevirecek de yoktur. Kullarından dilediğine bundan isabet ettirir. O, bağışlayandır, esirgeyendir. (YUNUS SURESİ / 107)
"Eğer Allah sizi azdırmayı dilemişse, ben size öğüt vermek istesem de, öğüdümün size yararı olmaz. O sizin Rabbinizdir ve O'na döndürüleceksiniz." (HUD SURESİ / 34)
Özellikle son ayet Kaderimizin tanrı tarafından yazıldığına önemli bir kanıt niteliğindedir.Kaderimizi kendimiz belirleriz tanrının buna müdahalesi yoktur diyenlere bu ayetleri ithaf ediyorum.
İkinci bir nokta;
İster insanlar kendi kaderlerini kendileri çizsin,isterse de bunu tanrı ta ezelden beri yazmış olsun,sonuçta ortada tanrı tarfından yazılan bir şey vardır.Burada benim kafama takılan şey şu,İnsan burada yazılan yazının dışına çıkabilirmi.Kendi isteğiyle bunu değiştirebilirmi?Mesala insan kendi ecelini erteleyebilirmi?Anladığım kadarı ile islam şeriatı buna hayır diyor.İnsanın kaderi değişmez,nasıl yazıldıysa onu gerçekleştirmeye tanrının gücü ve kudreti yeter diyor.Aksi halde insanlara sözünü geçiremeyen bir tanrıyla karşı karşıyayız demektir.O halde yazılanı değiştiremiyorsak,neden dua ederiz.Nasıl olsa sonuç değişmeyecek.Yazılan ne ise o olacak.O halde dua etmekle bir şeyi değiştiremeyeceğimize göre dua etmek sizcede saçma değilmi?
Konuya vakıf arkadaşların ilgi ve şefkatlerini bekler saygılar sunarım.
 

Turab Garip

Dekan
Emektar
Katılım
30 Mayıs 2007
Mesajlar
6,902
Reaksiyon puanı
181
Puanları
1,243
@Hacicavcav, o ayetlerin çoğunda tercüme hatası var öncelikle bunu söyleyelim. İkinici olarak, o ayetlerde geçen kelimelerin anlamları bir kelimeye bir kelime çevrilecek kadar kısıtlı değildir. Örnek olsun diye söylüyorum, "hubb" ve "meveddet" kelimelerinin ikisi de Türkçe'ye "sevmek" olarak çevrilir. Halbuki meveddet kelimesinde sevgiyle itaat etmek anlamı vardır. Ya da örneğin "havf" ve "haşyet" kelimeleri de "korku" olarak çevrilir. Halbuki havf kelimesi saf korkuyu ifade ederken, haşyet kelimesi saygıdan dolayı çekinmek anlamı taşır. Bunlar da büyük farklardır. Bu bilgi ışında konuya gelecek olursak; yaratıcının bilmesi ile insanın bilmesi birbirleriyle farklı şeylerdir. Onun için ikisini aynı açıdan bakarak değerlendirmemek gerekir. Yoksa elbette "madem biliyor demek o yaptırıyor" sonucu çıkar.

Yaratıcının bilmesi, onun görmesi ve duyması, insanın bilme ve duyması gibi değildir. Bizlerin görmek için bir göze ihtiyacımız var. Oysa yaratıcının böyle bir ihtiyacı yok. Bilmemiz için, kavramamız için bir akıl ve zekaya ihtiyacımız var. Oysa yaratıcının yok, çünkü zaten akıl ve zekayı var eden o. O halde, onun olacak şeyleri önceden biliyor olması, onun yaptırdığı anlamına kesinlikle gelmez. Onun bilmesiyle insanın bilmesi bir değilken bile, daha önceden verdiğim örnekteki gibi, senin bir insanın bir olay karşısında vereceği tepkiyi bilmen, o konuda seni sorumlu kılmaz. Örneğin birisinin kardeşine "ufaklık" dediği zaman kardeşinin "ben ufaklık değilim" diyeceğini biliyorsun. O halde bunu ona sen mi söyletmiş oluyorsun? Oldukça anlamsız görünüyor öyle değil mi? Kaldı ki bu, bizim bilincimizdir. Yaratıcının sahip olduğu ilim insan aklının üstünde olmasaydı zaten yaratıcılığının bir anlamı olmazdı. Kısacası onun bilme ilmi onun yaratıcılığı ile ilgilidir, herşeyi kendisinin yaptırmasıyla ilgili değil. Öyle bir yaratıcı da çocuk aklına sahip, zalim ve adaletsiz sıradan bir insan gibi olurdu.

Tiyatro örneğini bu konuda sen verdin yanlış hatırlamıyorsam; bence çok yerinde olmuştu. insan, dünya üzerinde bir oyuncudur, sadece oyununu oynar ve gider. "Ben bu dünyada değil, falan gezegende doğmak istiyorum, falan kişi anne-babam olsun istiyorum" gibi seçme şansı yoktur. İnsan, sahneye bırakılmış ve tamamen doğaçlama olan oyununu oynaması istenmiştir. Bu da kısıtlı bir irade demektir. Kısacası bir çemberin içine bırakılmış olan insan, çember içinde serbesttir ancak çemberin dışına çıkmasına da engel olunmuştur.

Ayrıca İslam'da kaderin değişmez olduğuna dair akıllarda kalan bilgi yanlış bir bilgidir. Bu "babadan hocadan" öğrenilmiş ve "sus sen daha mı iyi bileceksin" korkutmasıyla pekiştirilmiş yanlış bir bilgidir. Kader değişir, değişmeyen şey yaratıcının bilme ilmidir. Bu inanca göre yaratıcı sıfatına sahip olabilmesi için herşeyi bilmesi gerekir. Yani değişecek olan kaderleri de bilmesi gerekir.

Nedense özellikle bizim toplumumuzda kader deyince sabit bir yazı varmış da ona göre yaşıyormuşuz çağrışımı olur hemen. Hatta bu, sözlüklerimize kader kelimesinin anlamı olarak girmiştir ki İslam'da kesinlikle böyle değildir. Kadercilik inancına sahip tarikatlar olsa da bu, İslam'ın görüşünü yansıtmıyor.

***

İnsan kendi ecelini erteyelebilir mi? Yine kısıtlı iradeye geliyor konu. Elbette erteleyebilir. Ama "hadi ben bugün değil de yarın öleyim" diyerek yapamaz bunu. Çünkü Kur'an a göre herkesin eceli bellidir ve kimse onu geri veya ileri saramaz. Ancak yaratıcı, ecelin ileri alınması için bir takım formüller tanıtmıştır insana. Bu formüllere geniş anlamda amel deniliyor. Örneğin akrabaları ziyaret etmek ömrü uzatıyor. Kabeyi hacc etmek de öyle. Ömrü kısaltan ameller de mevcut. Ama işte bütün bunlar, yaratıcının bilme ilmine bir halel getirmiyor. Yani yaratıcı yine de biliyor bizim amelimizin sonucunu. Bu da tamamen ve sadece onun bilme ilmiyle ilgilidir.

Bu konuda ısrarla kaderin değişmez olduğunu ve tamamen yaratıcı tarafından tayin edildiğini söylüyorsun, ben de ısrarla İslam'da kesinlikle böyle bir inanış olmadığını söylüyorum. :) Yukarıda alıntıladığın ayetlerin anlamı da aslında çevrilenden çok farklı. Ama Yunus Suresinin alıntıladığın 61nci ayeti bütün yanlış veya eksik çevirmelere rağmen çok açıklayıcı. Yaratıcı, yapılan işlere mutlaka şahittir. Yani onun herhangi bir şeyi görmüyor, duymuyor veya bilmiyor olması söz konusu bile olamaz. Bu da kısıtlı irade olduğunun kanıtıdır. Yaratıcı "sizin her yaptığınızı görüyorum" demekle "siz doğaçlama oyununuzu sergilerken sizi izlediğimi unutmayın" izlenimini bariz bir şekilde meydana çıkarıyor.

Sevgiler.
 

hacicavcav

Asistan
Katılım
22 Şubat 2008
Mesajlar
150
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Ersen64 arkadaşım;
yedihil arkadaşın merhaba,
dikkatle bakıldığında islamiyette şüphe çelişki bulmzsınız.Görünüşte çelişki gibi görünür.Aslında mükemmeliktir.Bizim anlayış tarzımız, ona yetişemiyor.Eğer diğer sayfadaki yazımı dikkatle okusaydınız- dört ve 12 mezhep nasıl hak olabilir hakkındaki- çelişki olmadığını farkedersiniz....saygılar..
şeklinde görüşlerini açıklamışlar.Ama buna katılmak benim açımdan pek mümkün görülmemektedir.Şöyle izah edeyim.Kuran'da nasih ve mensuh meselesi vardır.Yani bir ayetin hükmünün daha sonradan gelen ikinci bir ayetle kaldırılması meselesi...
Ben derim ki,bir ayetin hükmü ,tam tersini söyleyen başka bir ayetle ortadan kaldırılıyorsa(görüş değiştiren tanrı)ortada bir çelişkinin olmaması mümkün değildir.isterseniz kurandaki çelişkilere ve bilime aykırılıklara yeni bir başlık altında devam edebiliriz.Mod. arkadaşlar bu konuda yardımcı olurlarsa çok makbule geçer.Yada bir mahsuru yoksa konuya buradanda devam edebiliriz.
*Not:Evime internet bağlayamadığımdan iş yerinden fırsat buldukça yazabiliyorum.O nedenle yanıtlarım gecikebilir.Ama bilgim dahilinde sorularınızı yanıtlamaya çalışacağım.Saygılar sunarım.
 

Turab Garip

Dekan
Emektar
Katılım
30 Mayıs 2007
Mesajlar
6,902
Reaksiyon puanı
181
Puanları
1,243
@Hacicavcav, ben kendimi bu tür soru-cevaplar konusunda yeterli görmüyorum, ama eğer yeterli bilgiye sahip birisiyle münazara yapabilirseniz zevkle okurum.

Nasih mensuh meselesi de aslında çok genişçe bir konudur, "önceden bu vardı hadi hoppala şimdi tam tersi var" gibi algılanmaması lazım. Bu her zaman verilen yetiştirme örneğidir. Örneğin eroine alışmış birisine birden bire hiç bir tedavi uygulamadan bırakacaksın dersen bunu kesinlikle yapamaz. Kur'an daki nasih ve mensuhların hepsi birer tedavidir. Hem zaten Kur'an bu açıdan da eleştirilmiyor mu? Örneğin bir çok kimse Kur'an ın bilime o yıllarda bile yol göstericiliğini görmezden gelerek "1400 yıl öncesinin çöl kanunları bugünün ihtiyaçlarına cevap vermekten çok uzak" demiyor mu? Oysa sen de tam tersini söylüyorsun, yani hükümlerde değişme oluyor bu bir çelişkidir diyorsun. Hükümlerdeki bir gelişimdir. Zamanın ihtiyaçlarına cevap vermektir. Kur'an ın inen en son ayetlerinden bir tanesi "Bugün üzerinizdeki nimetimi tamamladım, dininizi kamil (eksiksiz, tam) kıldım" demektedir. Yani insanları adım adım yetiştirmiştir yaratıcı. Düşünsene "ben eskiden 2x2 dört eder diye biliyordum şimdi 3x3 dokuz ediyor diye öğretiyorlar bu bir çelişki" demem sence de anlamsız olmaz mı? "İkisi de çarpma işlemi ama argümanlar ve sonuç farklı bu bir çelişki" demek de aynı oranda anlamsız ve yanlış olur. Çünkü zamanla yaratıcı insanlara yeni şeyler öğretmiş, aynen Kur'an da söylediği gibi, insanlara taşıyabileceklerinden fazla yükü yüklememiştir.
 

hacicavcav

Asistan
Katılım
22 Şubat 2008
Mesajlar
150
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Elmacik;
İnsan kendi ecelini erteyelebilir mi? Yine kısıtlı iradeye geliyor konu. Elbette erteleyebilir. Ama "hadi ben bugün değil de yarın öleyim" diyerek yapamaz bunu. Çünkü Kur'an a göre herkesin eceli bellidir ve kimse onu geri veya ileri saramaz. Ancak yaratıcı, ecelin ileri alınması için bir takım formüller tanıtmıştır insana. Bu formüllere geniş anlamda amel deniliyor. Örneğin akrabaları ziyaret etmek ömrü uzatıyor. Kabeyi hacc etmek de öyle. Ömrü kısaltan ameller de mevcut. Ama işte bütün bunlar, yaratıcının bilme ilmine bir halel getirmiyor. Yani yaratıcı yine de biliyor bizim amelimizin sonucunu. Bu da tamamen ve sadece onun bilme ilmiyle ilgilidir.

Yukarıda açıklamlar sizin kendi yorumunuzmu yoksa konuya ilişkin kaynak varmı.
Yazımı okuduğuna göre benim alıntılarımı Kurandan yaptığımı görmüşsündür.Yani kaynak Kuranın kendisidir.Sizin Kaynağınız nedir.Bilirsek dahada faydalanırız diye düşünüyorum.
İkinci olarak ayetlerin yorumunda farklılıklardan bahsetmişsin.Bu konuda bende size katılıyorum.Her devirde ve toplumlardan toplumlara kuran yorumları farklılık göstermektedir.Hatta aynı toplum içerisinde ama farklı devirlerde kuranın da farklı farklı yorumlandığına şahit oluruz.Ama benim yukarıda verdiğim örnekler günümüz yorumlarıdır.Bir eksiklik ,hata yada kusur varsa nakledende değil...
 

hacicavcav

Asistan
Katılım
22 Şubat 2008
Mesajlar
150
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
sayın Elmacik;
Çünkü zamanla yaratıcı insanlara yeni şeyler öğretmiş, aynen Kur'an da söylediği gibi, insanlara taşıyabileceklerinden fazla yükü yüklememiştir.demişsiniz.
Bildiğiniz üzre kuran islami inanca göre tanrı kelamıdır.İnsanlar yanılabilir.Bugün doğru kabul ettiği bir gerçeği yarın reddedebilir.Ama bunu herşeyi gören,her şeyi bilen bir tanrı için düşünebilirmiyiz.Burada tanrı önceki ayette söylediğini,daha sonradan gelen bir ayetle değiştiriyor.Kuranda bu türden 250 ye yakın ayet olduğunu söyleyen araştırmacı müellif vs.var.Oysa kuranda ''Tanrı katında söz değişmez''diye bir ayet olduğunu okudum.Şu an hangisi olduğunu hatırlamıyorum ama istenirse arayıp bulurum bu ayeti.Tanrı katında söz değişmiyorsa tanrı nasıl bir ayetin hükmünü kaldırıp diğerini getiriyor.
Söylediğim sizcede doğru değil mi?
 

Turab Garip

Dekan
Emektar
Katılım
30 Mayıs 2007
Mesajlar
6,902
Reaksiyon puanı
181
Puanları
1,243
Hacicavcav, açıklığın için çok teşekkür ederim.

Eğer ecel konusunda geciktirilebilir veya erkene alınabilirlik meselesinde kaynak soruyorsan Kur'andan ayet olduğunu hatırlamıyorum bununla ilgili; onlar Kur'an ın öğreticisinin öğretisi. Yani hepsi hadis. Hangi kitapta yazıyor dersen, buraya tek tek yazmam uzun sürebilir. Bu benim eksikliğim, çünkü okuduğum herşey aklımda kalmıyor. :) Hadis dediğimiz şey de Kur'an gibi değişmez değildir; uydurma çok fazla hadis mevcuttur. Ondan dolayı da aklımda kalanlar, hakkında seçici davrandığım hadislerdir. Kısacası alıntıladığın yazım benim görüşümü değil, İslam peygamberinin Kur'andan öğretisini yansıtıyor.

(Bu arada alıntı yaparken [nobbc][quote]alıntı metni[/quote][/nobbc] yaparsan neyin alıntı neyin de senin fikrin olduğu daha belli olur; okuyanların kafası karışmasın. :) )

Kur'anı tek kaynak olarak görmek büyük bir eksikliktir. Çünkü Kur'an açıklanması gereken bir kitaptır. Bunu kendi ayetleriyle bildirir. Bazı ayetlerin manasını sadece ilimde derinleşmiş olanların bilebileceği, Kur'anı sadece temiz olanların anlayabileceğini belirten ayetler vardır.

Daha önceki mesajlarımdan birinde söylediğim gibi, İslam'a göre, yeryüzünde hiç bir zaman dilimi yoktur ki o anda Allah tarafından bizzat görevlendirilmiş bir peygamber veya vasi olmasın. Dolayısıyla da yanlış bilineni doğrultmak, doğru bilgileri öğretmek bu kişinin vazifesidir. Ondan dolayı da Kur'ana yapılan kişisel yorumlar geçerliliğe sahip değildir. Çünkü Kur'an yorumlanmaz, öğretilir ve öğrenilir. İçindeki geniş bilgiyi öğretecek olan kişi ya mutlaka peygamber olmalıdır, ya da mutlaka onun öğretmek üzere görevlendirdiği birisi olmalıdır. Hüküm konusunda ve Kur'an konusunda İslam'da "bence veya sence" yoktur. Aksi halde şu anda olduğu gibi müslümanların kimisi cahillikten, kimisi maddi çıkarlardan, kimisi koltuk sevdasından kendine göre anlamlar çıkarıp birbirleriyle zıt hükümler verebilir ve birbirleriyle karşı karşıya kalmak durumuna gelebilirler. Gelmişlerdir de. Bugün müslüman ülkelerin diğer ülkelere göre yaşam standartlarının çok kötü olmasının en temel sebebi, hükümleri ve Kur'anı kendilerince yorumlamalarıdır.

Zaten Zekeriya Beyaz veya Yaşar Nuri Öztürk gibi ilahiyatçı profesörlerin nasıl oyun oynar gibi yorumlar yaptıklarını görüyoruz.

Peki o zaman bugün kimden öğrenecek müslümanlar Kur'anı? Bu sorunun cevabı basitçe verilir. "Falan şahıs" diye de söyleyebilir bilenler; ama bu şahıs kesinlikle ve kesinlikle Allah tarafından görevlendirildiğini belgeleyen peygamber onayına sahip olmalıdır. Yoksa öğretirken hata yapması pek doğal olacağı için bugün yaşanan dini felaketlere sebep olacaktır, olmuştur.

İslam bir sorgulama dinidir; yukarıdaki sorunun cevabını aramak her müslümanın İslam'a göre görevidir. Çünkü İslam peygamberi "ilim öğrenmek, her müslümanın hakkı ve görevidir" diyor. Bu konu aslında apayrı bir konu ve bugüne kadar hakkında onlarca kitap yazılmıştır. Onun için basit cevaplar verip konunun rotasını değiştirmek istemiyorum. Bu konu için özelden konuşmak isteyen olursa ayrıca konuşabiliriz.

Ayetlerle hükümlerin değişmesine gelince; ben bildiğim ve gördüğüm kadarını söyledim. Bu aynen çarpma örneğinde olduğu gibi aşama aşama insanların yetiştirilmesidir; hükümlerin değişmesi değil. "2x2 = 4" işlemini öğrenen bir kişi "çarpma işleminin sonucu dörttür" gibi basit bir bilgiye sahip olur. Bu doğru bilgidir, ancak eksiktir. Daha sonra "3x3 = 9" işlemini öğrendiğinde, bir adım ileriye gitmiştir ancak bunu "çelişki" diye yorumlamaktadır. Yani "önceden çarpma işleminin sonucu dörttü, şimdi dokuz diyorlar, bu bir çelişki" demek çok yanlış olur. Çünkü çarpma işlemi argümanlara ihtiyaç duyar ve bir tek cevabı olmasından çok daha geniş bir işlemdir.

Tarihsel bir iki örnek vereyim;

Zamanın halifesi peygamberin torunlarından olan bir çocuğu bilgisinden ötürü kıskandığından onu alt etmek üzere alimleri toplamış ve alimlerin o çocuğun cevaplayamayacağı bir soru sormalarını istemiş. Çocuğa şu soruyu sormuşlar; "ihramdayken (hacc görevini yaparken), av öldüren birinin hükmü nedir". Normalde ihramdayken kan dökmek haramdır. Buna binaen o çocuğun da basitçe "falanca hükümdür" demesini bekliyorsanız yanılgıya düşersiniz. Çünkü "çarpma işleminin sonucu kaçtır" sorusu eksik bir sorudur. Bu soruyu sorduğunuz kişi size şöyle diyecektir; "kaçla kaçın çarpmasının sonucunu soruyorsun". İşte aynen o çocuk da böyle cevap vermiştir; tam onlara epeyce soru sormuştur karşılığında. Örneğin o sorulardan bazıları;

- Kişi akıllı mıdır yoksa akli dengesi yerinde değil midir?
- Bilerek mi öldürmüştür yoksa kaza mı olmuştur?
- Hayvan eti yenen bir hayvan mıdır yoksa haram mıdır?
- Hayvan evcil midir yoksa vahşi midir?
- Yavru mudur yoksa yetişkin midir?
...

Böylece uzun bir listeden sonra alimler yanılgıya düştüklerini anlayıp "bize hepsini anlatsan da yazsak" demişler, çocuk hepsinin hükmünü ayrı ayrı açıklamış ve o bilgi bugüne kadar da ulaşmıştır. Şimdi dersek ki "yahu falan kişi de ihramda av öldürdü, filan kişi de aynı şeyi yaptı ama ikisine farklı hüküm uyguladılar, bu nasıl çelişki"; işte o zaman o alimlerin yanılgısına düşmüş oluruz. İnsanın sahip olduğu akıl ve zekanın herşeyi birden bire kavrayabileceğini düşünmek çok büyük yanılgıya sebep olur.

Bu gibi örnekler çok çok fazla vardır.
 

mehmet

Profesör
Emektar
Katılım
9 Mayıs 2007
Mesajlar
2,699
Reaksiyon puanı
47
Puanları
228
hayırlı akşamlar arkadaşlar

kendimi bu tatlı sohbetlerinize katılamadığım için çok üzgün hissediyorum.
bunu tüm samimiyetimle bildiriyorum.

Gerçi elmacık arkadaşımızdan allah binlerce kez razı olsun.ilmine ve kendilerine buradan saygılarımı sunuyorum.Çünkü o kadar cevapları ve yazıları yazmak herkesin harcı değil.

Ben de ancak böyle "teşekkür ederim" "çok güzel paylaşımdı" gibi basit ve adi cümlelerle aranıza katılıyorum.
haklarınızı helal etmeniz ve kusuruma bakmamanız temennisiyle

Saygılar

 

Turab Garip

Dekan
Emektar
Katılım
30 Mayıs 2007
Mesajlar
6,902
Reaksiyon puanı
181
Puanları
1,243
Selamlar Mehmetçim, aslında teşekkür edilecek olan arkadaş konuyu açan ve soruları soran arkadaşlar.

Bütün samimiyetimle söylüyorum, cevap vermek için yeterli bilgimin olmadığı veya bildiğimi anlatabilecek yeterli belagatımın olmadığı soruların bile sorulması beni mutlu ediyor. Çünkü İslam gerçekten sorgulama dinidir; hikmet dinidir. Sormak öğrenmektir diyor bizim hadislerimiz. Dolayısıyla inanan arkadaşlara da, inanmayan arkadaşlara da acizane tavsiyem, akıllarına takılanı, bildiğini düşündüğü kişilere veya kitaplara mutlaka, ama mutlaka sormak. Sormaktan utanmak cahillerin işidir, bu da hadistir.
 

annttiigs

Profesör
Katılım
7 Şubat 2007
Mesajlar
2,589
Reaksiyon puanı
24
Puanları
218
allah senden razı olsun elmack vallahi fazla söze gerek bırakmamışsın...
 

orcagada

Doçent
Katılım
8 Temmuz 2007
Mesajlar
521
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Merhaba arkadaşlar,

(Not 1:Keşke daha bunun gibi binlerce seviyeli tartışma platformu açılsa ve Elmacık gibi müstesna insanları tanıma şansı elde etsem.

Öncelikle kuranda bir sonrakiyle geçersiz kılınan ayetler konusunda birşeyler gerçek anlamda ters.Madem sonradan geçersiz olacaktı niye var denmeliydi.Toplumun o anki ihtiyacına göre fikri değiştirmek tanrınıza yakışmadı.Daha da kötüsü sizin hem dindeki sabitliği hemde şartlara göre değişkenliği tanrısal saymanız da oldukça düşündürücü.Nasıl bir tanrı ki kullarına göre muamele yapıyor?Bence bunlar durumu kurtarmak için boş hayaller.

Maksadımız insanlık kazansın,geçmişin hurafe ve kör inançlarını kesinlikle reddediyorum.Aslında bunun sebebi de dinsizliğin aslında inanç faktörlerinin tamamından daha stabil olması.

Dinin yorumlanmasını ele alacak olursak şimdiye kadar tvde izlediğim hiç bir teoloğun diğeriyle anlaşamaması veya okuduğum kuran veya hadis çevirilerinde rastladığım farklılıklar inananların daha neye inandıklarını bile idrak edemediklerinin ispatıdır.Ben en azından bu kargaşadan kurtuldum.

Ve düşünecek olursak her insan din gibi kapsamlı bir mevhumu en azından kutsal kitabını okuyarak anlayabilmeli,tanrısal bir kitap da bir o kadar açık ve sabit olmalıydı.Eğer bir tanrı olsaydı eminim ki öyle de olacaktı.
Çeşit çeşit manalara gelen,geçerliliğini artık kaybetmiş ayetler var bu malumunuz.Bu çelişkili durumlar insanın dini duygulara sahip ve mantıklı olmasını önündeki bir duvardır bence.

Artık şu da görülmeli ve layığı verilmeli.Tarih boyunca haçlı seferlerini,cihat fetvalarını,ikiz kulelerin bombalanmasını,incil basıyorlar diye kurşuna dizilmeleri,Madımak otelini yakılmasını ve binlerce başka din sebepli cinayet,savaş veya suçu ateistler yapmadı.Dinler uğruna kan dökülmesinin sebebi de yine bizler değiliz.

Artık bizle uğraşmayın lütfen.Çünkü esas çıban biz değiliz.

(not 2:Biraz kızgınım ama sizde buraya yazdığımdan beri mailime gelen küfür ve tehditleri okusaydınız hak verirdiniz.Daha fazla yazacaktım ama kafam yerinde değil.Kendine müslüman diyenlerin,dinimiz hoşgörü dinidir diyenlerin bana yazdıklarını bir bilseydiniz eminim ki bu tip kendini dinin koruyucusu ya da mücahiti gören magara adamı zihniyetlilerle aynı tarafta olmadığım için ne denli mutlu olduğumu anlardınız.)

Saygılar...
 

Turab Garip

Dekan
Emektar
Katılım
30 Mayıs 2007
Mesajlar
6,902
Reaksiyon puanı
181
Puanları
1,243
Selamlar Orcagada, bize küstün mü diye düşünmüştüm ben de, sen yazmayınca. :)

Değişen hükümleri aslında önceki mesajlarımda kendi çapımda da olsa örneklerle açıkladığımı düşünüyorum. Bugün bütün ülkelerdeki kanunlar bile aynı mantıkla yapılır. Yani ekmek çalana da milyon dolar çalana da aynı cezayı mı vereceksiniz? Şartlara göre hükümlerin elbette değişmesi gerekir; değişmeseydi bu büyük bir adaletsizlik ve zulüm olurdu.

Ancak "Kur'an da geçerliliğini yitiren ayetler var malum" denildiğinde bunun için ayrıntılı bir analiz yapmamız lazım. Çünkü benim hiç geçerliliğini yitiren bir ayetten haberim yok? Yani geçerliliğini kime göre yitirdi? Ne zaman yitirdi?

Geçerliliğini yitiren hiç bir ayet yoktur. Kapsamı değişen, daha fazla anlam taşıyan, şartlara göre hükümleri değiştiren ayetler vardır.

Kur'an ın anlaşılabilirliğine gelince; iddia ediyorum, inanmayan insanlar bile eğer gerçekten Arapça edebiyatını bilseler okumaktan zevk duyarlar. Mutlaka da çok güzel anlamlar çıkarırlar içinden. Yani Kur'an anlaşılmaz bir kitap değildir. "Biz anlamayız bırakalım hocalar okusun" diyen müslümanlar da bu noktada hata ediyorlar.

Peki, niye anlamı anlaşılmayan ayetler var? Yok ki. :) Dünyanın her ülkesinde, konuşulan her dilde "sesteş" sözcükler yok mu? Ya da kinayeli anlatımlar? Tevriyeli, icazlı, tarizli veya mecazlı cümleler? :) Kur'an gibi bütün dünyayı hedef alan, geldiği dönemden itibaren bütün geleceğe hitab eden bir kitabın, sadece bir kaç yüz sayfa ile herşeyi anlatmasını nasıl bekleyebiliriz? İşte onun için her ayetin görünenden hariç onlarca anlamı vardır. Bunu çok güzel ifade eden bir hadisi aktarayım;

"Kur'an ın bir zahiri (görünen) vardır ki, onu okuyan herkes anlar. Bir de zahirin bâtını (gizlisi) vardır ki onu herkes anlayamaz; her bâtının da 70 bâtını vardır."

Buna çok güzel örnek teşkil eden başka bir hadis daha söyleyeyim;

"Ben geçmişte neler olduğunu, bugün neler olmakta olduğunu ve gelecekte neler olacağının hepsinin bilgisini bilirim. Bütün bunları Allah'ın kitabı Kur'andan öğrendim."

(Tabi hemen not düşelim, gelecekte neler olacağından kasıt Ahmet nereye gidecek, Mehmet ne zaman ölecek gibi basit şeylerden bahsedilmiyor, dünyanın geleceğinden bahsediliyor.)

Dolayısıyla bu kadar geniş bilgiyi üç beş cümleyle anlatırsa o tanrı çok aciz bir tanrı olurdu. Demek ki Kur'anı okuyan herkes anlayabilir. Derin manaları ise öğreten bilir; kendine göre yorumlayanlar o noktada yanılgıya düşerler.

Yorumlamaya bugünün açısından bakınca da müslümanların büyük bir felaket içinde oldukları rahatlıkla görülür. Çünkü TV lerde gördüğünüz veya gazetelerde yazanlar hatta kitap basanların çoğu bu işin maddi kaygısı içindeler. Hatta bu işi samimiyetle yapanlar bile geçmişten gelen hatalı temellerden dolayı çok sıkıntıya düşüyorlar. Dolayısıyla bu kişiler veya onların yorumları İslam için kesinlikle bir ölçüt değildir. Onların yanılgıları, yanlış yorumları İslam'a mal edilmemelidir. Zaten Allah Kur'anın bir çok ayetinde müslümanlara güzel şeyler anlattığı gibi, bir çok ayetinde de onları azarlıyor ve insanların çoğunun yanlış yaptığını bildiriyor. (İnsanları çoğu. Üstelik bu insanlar inanan insanlar..) Hatta bir ayette "vay o namaz kılanların haline ki kıldıkları namazı bilmiyorlar" diyerek sonlarının iyi olmadığını haber veriyor. (Maun suresi 4 ve 5nci ayetleri.)

Hatalı temel, geçmişte meydana gelen ayrışımlardan kaynaklanıyor. İslam, hiç bir zaman yayılmak veya maddi çıkar sağlamak amacıyla savaşa izin vermez. Hatta İslam peygamberi döneminde gerekli şartlar olmadığı için kendilerine zulüm eden, mallarını gasp edip yağmalayan canlarına kasteden kişilere bile savaş açmayı aceleye getirmemiştir "tanrı". Haçlı seferleri de, İslam peygamberinden sonraki dönemlerki "cihatlar" da "yayılmak" amacıyla veya üstünlük sağlamak için yapılan savaşlar olup büyük birer hatadır. Onlar, rastgele bir yöneticinin "cihat" ilan etmesiyle gerçekleşen, aslında Allah için olmayan, kan dökmek ve İslam'ı yanlış tanıtmaktan başka hiç bir şey yapmamış olan savaşlardır. (Bu da aslında lider ve öğretici olan kişinin yaratıcı tarafından seçilmesi gerektiğinin çok basit ve güzel bir kanıtı.)

Şüphen olmasın, "İslam hoşgörü dinidir" deyip sana küfür yazanlardan çok daha fazla küfür eden ateistler var. Sonuç itibarı ile eğer insanların yaptıkları yanlışları tartışacak olursak ömrümüz yetmez. :) Esas olan kendi hatalarımızı düzeltmemizdir. Yoksa bana soracak olursan ateist olup da senin gibi ahlaklı olan bir tek kişi bile görmedim. Senin işittiğin küfürlerin, benim ateistlerden işittiklerimin yanında çok hafif kalacağını tahmin ediyorum. :) Çünkü İlam adına leke getiren o kişilerin çoğunluğu hiç değilse şahsi hakaret sayılabilecek şeyler söylüyor. Oysa genellikle ateist olanlar ahlakı ve ağzı bozuk olduklarından cinsel içerikli küfürler kullanıyorlar. Hem de öyle böyle değil, bu konuda ihtisas yapmış kadar varlar. :)

Nasıl ki diğer ateistlerin bu tavrı sana kötü davranılması için bir sebep değilse, bence senin de İslam görünüp bozuk ahlaklı olanları ölçüt kabul etmemen gerekir.
 

hacicavcav

Asistan
Katılım
22 Şubat 2008
Mesajlar
150
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Sayın Elmacik ;
Alıntının nasıl yapıldığını bilmiyorum.Bilgisayar kullanımı konusunda cahil biri olduğumu kabul etmenizi rica ederim.Görüşlerinize ayrı ayrı cevap vermeye çalışacağım,copy-paste işini deneyeceğim ama yapabilirmiyim bilmiyorum.Gelelim sadete;
Kur'anı tek kaynak olarak görmek büyük bir eksikliktir. Çünkü Kur'an açıklanması gereken bir kitaptır.
Aynen katılıyorum.Kuranda öyle konular vardırki anlamak için hadislere,İncil ve eski Ahide(yahudilerin kitabı) dahi bakmak gerekir.
Bu nedenle hadisler uydurmadır,sadece kuranı esas alalım diyenler,hadisler olmazsa bazen kuranda anlatılmak istenen şeyleri anlamayabilirler.Bu birinci nokta...
İkinci olarak ben daha çok kurandan örnekler vermek istiyorum.Çünki neticede herkes söylediğimiz şeylerin asıl kaynağa,yani kurana dayanıp dayanmadığına bakar.
Ecel konusunda verdiğin örneği kabul etmek bence pek mümkün görülmemektedir.Bir örnekle izah edeyim.
Diyelik tanrı benim 1970 yılında doğup, 2000 yılında ölmemi buyurdu,Sizin savunmanıza göre iyi amel sahibi kişi yaptığı iyilikler karşılığında (akraba ziyaretleri mesela) ömrünü uzatabilir.Atıyorum 2001 yılında ölebilir.Bu durumda ikinci kader,yada karar yada her ne diyorsanız deyin birinci kaderle çelişmezmi.Zira birinde 2000 yılında ölecekken diğerinde 2001 yılında ölmek sözkonusu.
Daha önceki mesajlarımdan birinde söylediğim gibi, İslam'a göre, yeryüzünde hiç bir zaman dilimi yoktur ki o anda Allah tarafından bizzat görevlendirilmiş bir peygamber veya vasi olmasın. Dolayısıyla da yanlış bilineni doğrultmak, doğru bilgileri öğretmek bu kişinin vazifesidir.
Bu durumda günümüz peygamberi yada din biliri sizce kimdir.Mesela Fetullah Gülen olabilirmi(ismi örnek olması maksadıyla verdim).
Başka bir peygamberin gelmeyeceği islam inancının temelidir.Bunu muhakkak sizde bilirsiniz.Yeni bir peygamber gelemiyeceğine göre hangi din bilginin tanrı tarafından gönderildiğini yine hangi kriterlere göre belirlediğinizi de buradan öğrenmek isterim.Yok eğer böyle biri yoktur,ya da olamaz diyor iseniz elimizde inanabileceğimiz yegane şey Kuran ve hadisler değilmidir.
Çünkü İslam peygamberi "ilim öğrenmek, her müslümanın hakkı ve görevidir"
Sizin bura asıl anlatmak istediğiniz şeyi anlıyorum ama ben bu arada şu soruyu sormak isterim.
İslamda ilim derken neyi kastediyorsunuz.Ya da soruyu şu şekildede sorabiliriz.Kuranda ilimden bahsedilirken kastedilen nedir.Fizik,kimya,biyoloji,matematik vs.gibi müspet bilimlerimi anlamalıyız,yoksa kuran ve ayetlerin yorumları,hadisler,fıkıh vs.şeylerin bilgisine mi ilim denmektedir.
Ayetlerle hükümlerin değişmesine gelince; ben bildiğim ve gördüğüm kadarını söyledim. Bu aynen çarpma örneğinde olduğu gibi aşama aşama insanların yetiştirilmesidir; hükümlerin değişmesi değil.
demişsiniz.
Maalesef bu görüşünüzede katılamayacağım.Yine kurandan bir örnekle konuyu açmaya çalışacağım.
Ayetleri şu an hatırlamıyorum.Ayetin birinde şu anlamda açıklama var.Deniyorki sizden 1 kişiniz kafirlerden 100 kişiyi,sizden 100 kişiniz kafirlerden 1000 kişiyi alt eder.
Başka bir ayettede tanrı anladı bildiki sizden 100 kişiniz 200 kafiri,sizden 1000 kişiniz 2000 kafiri alt eder.
Burada sizin verdiğiniz örneğin aksine bir hüküm farkı vardır.
Bunun gibi birkaç çelişki daha verip şimdilik bu konuyu es geçmeyi düşünüyorum.

“Dinde zorlama yoktur... “(Bakara Suresi, ayet 256.)derken diğer bir ayette

“...Müşrikleri (puta tapanları) bulduğunuz yerde öldürün... “(Tevbe Suresi, ayet 5.)denmektedir.

yada;

Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, ama o, istediğini saptırır, istediğini doğru yola eriştirir. İşlediklerinizden, andolsun ki, sorumlu tutulacaksınız...”
(Nahl Suresi, ayet 93; ayrıca bkz. Fatır Suresi, ayet 8; Müddessir Suresi, ayet 31, 42)
“Allah dileseydi bütün insanları doğru yola sevk ederdi...”(Rad Suresi, ayet 31.)derken aşağıdaki ayette ise

“Kahrolası insan! Ne inkarcıdır!..”(Abese Suresi, ayet 17) diyebilmektedir.
Yukarıdaki ayetleri kaderimizi kendimiz yaratırız diyenlere atfediyorum.

İnsanları hidayete erdirmek senin tekelinde olacak,kimini inanan kimini de inanmayan yapacaksın sonrada :
Kahrolası insan ne inkarcıdır.diye hesap soracaksın.

yine başka bir ayet.

“Allah dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı... Allah’ın izni olmadan hiç kimse inanamaz...”(Yunus Suresi, ayet 100.)

“Yaptıklarınızdan dolayı mutlaka sorguya çekileceksiniz…”(Nahl Suresi, ayet 93.)

İnsanların inanıp inanmaması allahın istemesiyle olur,Allahın izni olmadan hiç kimse inanamaz diyor ayet.Bu durumda kendi kaderimizi kendimiz nasıl çiziyoruz sayın Elmacik.
Hem beni inançsız biri yapacaksın hemde yaptıklarımdan dolayı sorguya çekileceğim öylemi.
Ne diyorsunuz buna ; İlahi Adalet mi.

Hülasası Tanrı ilmiyle senin ne yapacağını önceden gördüğü,bildiği için kaderini yazıyor ,ancak sana müdahale etmiyor diyorsun ya,
Kuran senin tam tersini söylüyor.Bir insanın dilemisini bile tanrının iznine bağlamış.Tanrı dilemedikçe siz dileyemezsiniz diyor kuran.

Tamda burada bir soru sormak isterim;
sevgi ve saygılar sunarım.
Kuranda yazılanlar mı doğru,yoksa sizin söyledikleriniz mi?
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst