Bilim dünyasını şaşırtan buluş

Bu konuyu okuyanlar

mcht_z

Asistan
Katılım
12 Kasım 2010
Mesajlar
239
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
ashabulyemin ne yaptığı konusunda kendisi fikir sahibi olmadığı için, yazdıklarını okuyup, sorgulamadan buraya yazması açıkçası bu tartışmayı iyiye götürmek yerine batırıyor. Çünkü tartışmada herhangi bir taraf eğer kendi düşünceleri (yani dışarıdan öğrendiği şeyleri sorguladıktan sonra edindiği) ile tartışmazsa, bu onun konu hakkında bilgisizliğini gösterir.

Eğer taraf o yazılanların doğru olduğunu ve kendi düşünceleri ile uyuştuğunu iddia ediyor ise, zaten bu şekilde kopyala-yapıştıra gerek kalmadan, mantıklı bir şekilde açıklamalarını yapabilir.

Ancak sayfalarca yapıştırılan mesajlara göre ashabulyemin'in maalesef bilmediği bir konuda, sırf kendi inancıyla paralellik gösteriyor diye, herhangi bir bilgiyi sorgulamadan, ona inanıyor olması, acizlik ve bilgisizlik göstergesidir.

Bu da açıkçası üzücüdür ve genel olarak evrim teorisini reddeden insanların durumunu belirtmektedir. Bu da evrim teorisinin anlaşılmadan, hatta evrim teorisini çürütttüğü iddia edilen yazıların anlaşılmadan, bir fikir sahibi olunması demektir ki bu sadece ve sadece cahilliktir.

Umarım en kısa zamanda bu körlük ve bilgisizlik içinden çıkılacaktır.


En büyük kör sensin :) ve bunun yanında aciz ve bilgisizsin. ashabulyemin okumayı dahi bilmiyor olsa bile senden çok çok önde. Sen eksi noktadasın, bizim bulunduğumuz seviyeye gelmen için önce Allah'ı keşfetmen gerekiyor... Sonrasında belki şartlar eşit olur da ona göre konuşuruz...
 

ashabulyemin

Profesör
Katılım
6 Aralık 2008
Mesajlar
3,389
Reaksiyon puanı
20
Puanları
0
majesteye bir şey anlatmak için onunla birlikte cahilliğin cehaletin diplerine inmek gerekir.Bu ise belli seviyesi olan bizler için zuldür.
Kendisine ve atalarının maymun olduğunu iddia eden arkadaşlara kendilerinin ve atalarının şerefli bir insan olarak yaratıldığını maymunun maymun insanın insan olarak yaratıldığını söyledik ayet ve hadisle açıkladık IQ problemimi diyelim kapasitemi diyelim anlamadı bizde kendisine anlayacağı dilden yayına başladık
konu teknik bir konu ve bizim bilgimiz fizik profesörü boyutunda değildir makaleler yazmadık konumuz olan ve eğitim ve bilgimizin yettiğince açıkladık tabi biz kendisi gibi ünvanlı bir üniversite görevlisi!!!değiliz
Sen aynen past and copy yapıyorsun hemde evrim bataklığında çırpınıp duruyorsun
eğer biz bilmediğimizden dem vuruyorsak Hz Ali keremallahüvechehi örnek aldığımız içindir ''bilmediklerimi ayağımın altına koysam başım göğe ererdi buyurur ki Efendimiz[sav]ilmin şehr'i Ali kapısıdır[ra]
sitelerimizde majestelerin üstadlarıyla cebelleştiğimiz için biz şerbetliyiz malzememiz dökümanımız bol
Yönetimin bu saçma konuyu uzatmaması kesmesi gerekir
kendisi ve fikirdaşları devam ettiği müddetçe cevaplar devam edecektir.cevaplatr şu anda tüm kardeşlerimizin anlayabileceği dilde yapılmaktadır devamında teknik dil devreye girecek daha olmazsa urduca flemenkçe dahil bu kardeşlerimizin kafasının alacağı bir lisan bulana kadar devam edecektir
ben durumu kısaca özetleyeyim ve yayınlarımıza 8/9/10. sayfalarla devam edelim
Alimlerin kur'an tefsirlerinden anlıyoruz ki dünyaya gelme ve yeryüzünde yaratılma önceden programlanmış bir olay zinciridir
Elesti bezminde Rabbiimizin sorduğu Elesti bi Rabbikum sorusuna [rabbiniz kim]tüm insanlar kalu bela sensin ya Rabb dediler ve ruhlar belli abir zamanlamayla bedene büründürülerek dünya üzerinde yaratıldı[Sadece görebildiğimiz dünya için söylüyorum diğer alemleri Rabbim bilir]Bir imtihan diyelim her rızkın niğmetin refahın bela ve sıkıntının verildiği kul Allah[cc]a yeminde bağlı kalması yönünde imtihana tabi tutuldu varlıkta şükredenlere yokluktada sabr edeceksiniz buyruldu
Diğer hayvanlarda ayrı ayrı yaratıldı sizin gözleriniz ne yazıkki algılama özürlü kainatta cansız rabbini zikretmeyen bir tek canlı yok
Hoca şimdi çaktın ben inanmıyorum zikretmiyorum
ha çakan sensin ki kalbin dakikada en az 70 sefer zikrediyor Allah[cc]yazan kalb damarların şisip şişip duruyor bir dilin Allah[cc]demiyor ki oda ruz'u mahşerde senden davacıdır.
sinek kurba at atamız dediğiniz maymun insan ayrı ayrı tek tek ve özel yaratılır be hey gafil hani kışın başına gökten tesadüfen yağan kar tanecikleri bile tek tek ayrı ayrı yaratılırda görevli bir melek tarafından yeryüzüne atılmaz Rabbin zalim değildir atsa kafan gözün yarılır bırakılır
8/9/10

[h=2]Ya Hayat Ya Evrim[/h]Bir fare kapanının fare yakalayabilir olması için en azından tam bir fare kapanı olması gerekir. Fare kapanının yarısı fare tutmaz. Bir uçağın da uçuyor olabilmesi için tam bir uçak olması gerekir. Uçağın üçte biri ya da üçte ikisi uçmaz. Sözgelimi, uçağın üçte biri uçmaya yetseydi, o ‘üçte birlik’ kısmına ‘uçak’ diyecektik ve uçağın diğer üçte ikisine ihtiyaç duymayacaktık. Buraya kadar, az-buçuk muhakemesi olan bir insanla anlaşabilirsiniz. Ancak, fare kapanı ve uçak için sorduğumuz soruyu bir de göz için sorarsak, bazı akıllı insanlarla—en azından evrimcilerle—anlaşamayabilirsiniz. Gözün yarısı görebilir mi? Gözün yarısı görmeye yetiyorsa, diğer yarısına ne ihtiyaç var? Görmeye yeten bir ‘yarım göz,’ neden kendini illa da tamamlamak istesin? ‘Yarım göz’ denen şey görme işlevi görmüyorsa, yarım da olsa, göz olarak nitelendirilemez ki, göz olmaya doğru ‘evrimleşiyor’ olsun. Evrim teorisinin mimarı Darwin’in korktuğu da tam bu durumdu: “Eğer çok sayıda ardarda gelen ve gözle görülür küçüklükteki değişikliklerle oluşamayacak kadar kompleks bir organın var olduğu ortaya konulmuş olsaydı, benim teorim yerle bir olurdu. Ama ben böyle bir organ bulamadım.” (Türlerin Kökeni, Charles Darwin) Darwin’in bulamadığı organı artık bütün dünya biliyor: hücre. Darwin’in zamanında bütün canlı yapıların temelinin bir hücrenin karmaşık ve bütüncül işlevlerine dayandığı bilinmiyordu. Bir hücre, Darwin’in korkarak belirttiği gibi ‘kompleks bir organ’dır; dolayısıyla ‘ardarda gelen ve gözle görülür küçüklükteki değişikliklerle’ oluşması mümkün değildir. Tıpkı bir fare kapanının fare tutması, bir uçağın uçması gibi, ancak tamam olduğunda işlev görür. Eksik olduğunda işlevsizdir. Bir diğer deyişle, yarım hücre diye birşey mevcut değildir. Bir hücre ya vardır, ya yoktur. Bir hücrenin fonksiyonlarını yarıya bölmeniz mümkün değildir. Darwin ve takipçilerinin, biyokimyacıların bugünlerde ‘eksiltilemez karmaşıklık’ ya da ‘indirgenemez karmaşıklık’ diye seslendirdiği bu gerçekten haberlerinin olmaması ya da biraz daha kötümser bir bakışla, haberli olmamak istemeleri normal karşılanmalı. Çünkü, onların evrimin ‘doğal seleksiyon’una olan inançları bir hücrenin işleyişine olan inançlarından daha kuvvetli görünüyor. Doğal seleksiyon, tam da hücrede görünen gerçeğin tersini, bir sistemin zaman içinde kendi kendine deneye yanıla birbirine eklenebilen rastgele olumlu değişikliklerle oluştuğunu öngördüğüne göre, evrimcilerin önünde, görülmemesi gereken bir hücre var demektir. Ne çare ki, her canlı hücrelerden ibarettir. Aslında, Darwin’in ‘doğal seleksiyon’ fikrinin temelleri Darwin’den de öncesine dayanıyor ve Darwin’den sonra da sürmesine şaşırmamak gerek. ‘Evrim teorisi’ gibi bir anlayış, herşeyi parçalarına ayırarak anlamaya çalışan ‘indirgemeci’ bakış sayesinde başını gerçeğin arasından uzatabiliyor. Çünkü, hayatın bütünlüğe dayalı gerçeği, bu parçalanmışlık içinde unutuldu; kendi-kendine, rastgele, zaman içinde, yavaş yavaş, dereceli olarak gelişen bir hayat senaryosunun üretimine kapı açıldı. Gerçekte ise, hayatın hiçbir yanı parçalanmaya izin vermiyor. Hiçbir hücre, parçaların üstüste yığılması, rastgele biraraya gelmesi, uzun zaman içinde seleksiyonla seçilip ayakta kalması şeklindeki bir sanal tarihin uzantısı olmaya müsait değil. Hücrelerin moleküler yapısına dair bilgilerin ortaya çıkması, yeryüzünde canlılığın tâ başından beri bir ‘belirlenmişlik’ içinde olduğunu gösterir. Meselâ, canlı organizmaların karbon atomu üzerinde inşa edilmesi, karbon atomunun tâ başından beri var olan net özellikleriyle ilişkilidir. Örnek vermek gerekirse, suyun hayatı ağırlamaya müsait oluşu, tâ öteden beri kesin olarak belirlenmiş moleküler özelliklerine bağlıdır. En azından, karbon ve su için konuşursak, bu iki mikro-yapının hayata elverişliliği tıpkı bir bilgisayar komutunun dijital kesinliğine benzer. Bilgisayarda bir komut ya 0’dır ya da 1’dir. Bilgisayarın yapısı ne kadar karmaşık olursa olsun, ne kadar çok bilgi işleniyor olursa olsun, bilgi aktarımında 0 ve 1 arasında bir komut yoktur. Şu halde, karbon ve suyun özel yapılarının hayatın gerçekleşmesi için olumlu bir komutu temsil ettiklerini görüyoruz. Karbon ve suyun yapısı hayata ‘evet’ anlamında ‘1’ diyorlar; yani hayatın var olması yönünde başından beri var olan kesin bir iradenin olduğunu gösteriyorlar. Bu iradeden sonrası, hayata doğru giden kasıtlı bir inşadır, iradeye dayalı bir varediştir; rastgele, kendiliğinden, sürpriz biçimde, deneye yanıla süren bir ‘evrilme’ tasvirine denk düşmez. Ne var ki, evrim teorisinin öne sürdüğü ‘doğal seleksiyon’ anlayışı, ‘1’ ve ‘0’ arasında bir boşluk icad ediyor. Tüm bir hayatın bir belirsizliğin içinden geçen uzunca zamanların ‘hoşgörüsü’ sayesinde, ardarda gelen ‘şanslı’ kazanımların birikmesiyle gerçekleştiğini öne sürüyor. Darwin’in Kara Kutusu (Aksoy Yayıncılık, 1998) adlı kitabı yazarak aklı başında bilim adamlarının var olduğunu da hatırlatan biyokimyacı Michael J. Behe, son birkaç yıldır aklı evrimde kalmış meslektaşlarına işte bu 0-1 netliğini anlatmaya çalışıyor. Hayatın karmaşasının indirgenemez bir bütün olduğunu hatırlatıyor. Behe, özetle, bir hücrenin ya bütün olarak tâ başından var olması gerektiğini ya da hiç var olamayacağını söylüyor. Bir hücrenin fonksiyonlarının karmaşık ve birbirini sıkı sıkıya tamamlayan görüntüsü, hücrenin yarısının ya da birazcık azının evrim süreci içinde bir zamanda gerçekleşmesine izin vermiyor. Çünkü, bir hücre ancak yüzde yüz tam olduğunda fonksiyon görür, yoksa fonksiyonsuz kalır, fonksiyonsuz olduğu için de,—eğer varsa—doğal seleksiyon sürecinde işe yaramadığı için eleniyor olmalıdır. Behe’nin ‘eksiltilemez fonksiyon’ dediği bu gerçek, evrimcileri hayli şaşırtıyor ve ürkütüyor; çünkü Behe ne klasik evrim karşıtları gibi çok eskilere gidip fosillerden delil getirmeye kalkıyor, ne de Batılı ‘yaratılışçı’ların yaptığı gibi düşüncelerini evrenden kopuk, eşyadan ayrık olarak öne sürüyor. Behe ‘şimdi ve burada’ gördüklerinden hareketle evrimin rastgeleliğine karşı duruyor. Dr. Behe, Darwin’in evrim teorisinin bir haricî yakıştırmadan ibaret olduğunu, hayatın aslını ve özünü kaçırarak biçimlendiğini anlatırken bilgisayar örneğini veriyor. Bilgisayarın içini hiç bilmeyen biri, bilgisayarın düğmesine basıldığında, prize takıldığında, klavyesinin tuşlarına basıldığında ekranında birtakım işlemler yapıldığını zaman içinde öğrenebilir. Zaten, birçok bilgisayar kullanıcısı için bilgisayar dış kasasından ibarettir. Çoğu insan, kasanın içinde ne olup bittiği, işlemlerin nasıl sürdüğü konusunda kafa yormak zorunda değildir. Aynı şekilde, Darwin de, hayatı hep dışarıdan bir kasadan seyredegeldi. Sadece gördüklerinden yola çıkarak, hayatın oluşumuna kendince bir senaryo çizdi. Kasanın dışından, bazı şeylerin rastgele olabileceği, uzun zaman içinde şans eseri gelişebileceği izlenimine izin veren bir görüntü çıkarsadı. Ancak kasanın içinde olup bitenler kesin hesap ve kasıtlı tasarım işidir. Kasanın dışarıdan görünen fonksiyonu, kasanın içindeki eksiltilemez karmaşıklığa bağlıdır. Kasanın dış görüntüsü ne olursa olsun, kasanın içi her zaman için tamamlanmış durumdadır; çünkü bilgisayarın birazı ya da az eksiği fonksiyon görmez. İşte hücrenin iç yapısı ve moleküler fonksiyonları ‘kasanın içi’ ya da Behe’nin kitabının başlığında öne çıkardığı ismiyle Darwin’in henüz açmadığı ‘kara kutu’ydu. ‘Kara kutu’ açıldığında, hiçbir şeyin Darwin’in gördüğü gibi olmadığı ve olamayacağı rahatlıkla anlaşılacaktı. Behe, olabildiğince anlaşılır bir dille, ‘eksiltilemez karmaşa’ dediği hücre bütünlüğünü mütevazi bir fare kapanı örneğiyle anlatıyor: “Fare kapanının işlevi fare yakalamaktır ve fare kapanı birçok ayrı parçadan oluşmaktadır: bir zemin oluşturmak için tahta bir platform, fareyi yakalama görevini gerçekleştirecek metal kapan, fareyi yakalamak üzere metal kısmı platformun üzerine kapatacak uçları uzatılmış yay, hafif bir basınç meydana geldiğinde hemen kapanan hassas yakalayıcı ve tuzak çalıştıktan sonra yakalayıcıyı ve kapanı tekrar hassas eski durumuna getirecek bağlantıları tutan metal çubuk.” Sistemin ‘eksiltilemez karmaşıklıkta’ olup olmadığını anlamanın yolu, bir sistemin işlevi için bütün parçalarının gerekli olup olmadığı sorusudur. Bu örnekte cevap açıkça ‘evet’tir. Eğer fare kapanı dediğimiz şeyi fare tutma fonksiyonuna göre tanımlıyorsak, bir fare kapanı ya tam aksamıyla birlikte vardır ya da hiç yoktur. Bu da, fare kapanının başından bir bütün olarak belirlenmiş olmasını gerektirir. Şimdi aynısını canlıların alabildiğine karmaşık fonksiyonları için düşünün. Bir hücrenin hataya tahammül edebilir bir yapısı var mıdır? Bir hücre, meselâ hücre zarı olmaksızın işleyebilir mi? Bir hücrenin içindeki fonksiyonlar, meselâ su molekülünün yapısının hatalı ya da eksik duruşuyla tamam olabilir mi? Bu soruların cevabı, açıkça ‘hayır’dır. Tıpkı bilgisayar komutu gibi; keskin ve net; 1 ya da 0; ortası yok. Evrim teorisinin muhakemesini izlersek, bir sistemin zaman içinde kendi kendine gelişmeye açık olması, rastgele değişimlerden yararlanıyor olabilmesi için, gelişiminin herhangi bir aşamasında bir ‘işe yarıyor’ olması gerekir. Behe’nin ‘minimum fonksiyon’ dediği bu kural, değil son derece karmaşık bir canlı için, basit bir fare kapanı için bile geçerli değildir. Uygunsuz malzemeyle yapılan bir fare kapanı, bu minimum fonksiyon kriterine uymaz, işe yaramaz; yani fare tutamaz. Fare tutamayan bir malzeme yığını da, kimse tarafından ‘fare tutabilir bir fare kapanı’ olmak üzere evriltilmez ya da sözümona doğal seleksiyonun elinde saklanamaz. Burada çok ince bir noktaya işaret etmemiz gerek. Mesele, parçaların biraraya gelmesi değildir; parçalar biraraya rastgele geliyor olsa bile, biraradalığın bilinçli bir tasarıma konu edilmesi, bir bütünlük iradesinin parçaların yanında hazır olması gerekir. Bunu gösterebilmek için, dünyanın ilk küçük botuna ait motorun tasarlandığını ve pazara sürüldüğünü düşünelim. Motor kusursuzca işlemektedir: Benzini ekonomik olarak yakmakta, bütün gücü yaymakta ve pervaneyi hareket ettirmektedir. Ama pervane saatte sadece bir devir yapmaktadır. Bu etkileyici bir teknolojik beceridir, ancak benzini pervanenin yakınında bir yerde, bir teneke kutu içerisinde yakmak motoru çalıştırmak için yeterli olmayacaktır. Sorun motor ile benzinin yan yana durmasıyla bitmiyor. Motor ve benzinin anlamlı bir tasarım niyetiyle bütünleşmeleri gerekiyor. İşte indirgemeci bilim anlayışının bütünü parçalara ayıra ayıra göremediği ya da gözden kaçırdığı gerçek budur. Bütünleme niyeti, bir amaç etrafında tasarlama iradesi, ancak parçaların fonksiyon bütünlüğünü görmek üzere baktığınızda farkedilebilir. Bu noktada, motor minimum bir fonksiyon görmektedir. Ancak, minimum da olsa, bir fonksiyonun varlığından motor ile benzin arasında anlamlı bir ilişkinin tasarlanması sayesinde sözediyoruz. Zaman içinde maddenin rastgele etkileşiminden farklı olan, işte bu ilişkilendirmedir. Bu kasıtlı ilişkilendirme maddeyi aşan ve maddeyi bağlayan bir yönelimdir; ya başından vardır ya da hiç yoktur. Motor örneğinde, motoru ‘motor olmak üzere’ tanımlayan bu ilişkilendirmedir. Yoksa, bir motoru meydana getiren birbirinden habersiz ve bağımsız parçalar, üzerlerinden ne kadar süre geçerse geçsin, ne kadar çok şanslı mutasyonlara maruz kalırsa kalsın ‘motor olmak üzere’ yönelemezler. Tam da burada, ‘evrim’ fikrinin devreye girip motorun zaman içinde geliştiği; daha güçlü, daha ekonomik, daha hızlı, daha sessiz motorların bu motorun ardından geldiği söylenebilirdi. Ancak, bir ‘motor’ yapma fikri, başından belirlenmiş olmalıdır, bu belirleniş zamandan bağımsız olarak gerçekleşir. Eğer ‘motor yapma’ iradesi başından var olmasaydı, benzinin yanışı ile motorun mekanizması arasında bir irtibat kurulmaz; benzin yanabilir, ama motor bir işe yaramazdı. Benzinin yanmasını ve motorun hareketini anlamlı ve fonksiyonel kılan işte bu ‘bütünleme’ ve ‘ilişkilendirme’ iradesidir. Şimdi baştaki sorulara dönebiliriz: Bir göz de, en az bir fare kapanı kadar, en az bir uçak kadar, bütün aksamıyla tamam olduğunda işgörür. Yarım ya da eksik bir halden rastgele ve zamanla tamam olan birşey yoktur hayatta. Öyleyse evrimin, doğal seleksiyon ve mutasyon gibi rastgele mutasyonlar ve deneme-yanılmalar üzerine kurduğu senaryoda rol alacak herhangi bir canlı yoktur. Hayat için ‘ya hep ya hiç’ kuralı geçerlidir. Hayat, baştan bellidir; yaşamanın karmaşık fonksiyonları bir defalığına ve net olarak belirlenmiştir. Madde üzerinde hayattan yana kasıtlı bir yönlendirme yapılmıştır. ‘Ya hep ya hiç’ seçeneklerinden birincisi seçilmiş ve hayat ‘hep’ten ve ‘tamam’ olarak var edilmiştir. Allah’tan hayat ‘hep’ var edilmiş de, şimdi, burada, güzel ve eksiksiz bir hayatın orta yerinde, nefes nefese hayatın nasıl başladığını tartışıyoruz. ‘Hiç’ seçeneği gerçekleşseydi, şimdi hayatta olmayan evrimcilerle, hiç yürümeyen bir hayatı tartışmak hayli sıkıcı olurdu!

(Zafer Dergisi Şubat 2002 - Senai Demirci)
http://www.sorularlaevrim.com/makale/ya-hayat--ya-evrim-215.html


[h=2]Evrimin Genom Oyunu[/h]Sahip olduğu sayısız açmaza rağmen hâlâ bilimsel bir gerçek gibi gösterilmeye çalışılan evrim teorisinin hayat bulduğu en büyük alanlardan biri de hiç kuşkusuz medyadır. Bazı kuruluşların yayınlarında evrim teorisini savunan ve teoriyi ispatlanmış bir gerçek gibi göstermeye çalışan haberlere düzenli olarak rastlamak mümkündür. Oysa evrim teorisi her türlü bilimsel dayanaktan yoksundur ve pek çok aleyhte delille tamamen çürütülmüş durumdadır. Son zamanlarda evrimciler İnsan Genomu Projesi çerçevesinde ortaya çıkarılan sonuçları da çarpıtmakta ve bu sonuçları bozuk mantık örgülerine malzeme edinmektedirler. Bu doğrultuda özellikle şempanzelerin genlerinin insan genleriyle %99 benzerlik gösterdiğini iddia ederek, bunun evrim teorisine bir delil oluşturduğunu ileri sürmektedirler. Oysa genomlar arasındaki benzerlik canlıların birbirlerinden türediklerini ispatlamaz. İnsan, genlerini pek çok canlıyla belli oranlarda paylaşmaktadır. Örneğin nematod solucanlarıyla… Bu solucanlarla insanın DNA'ları arasında %75'lik bir benzerlik vardır, ama bu durum insanın %75 solucan olduğunu göstermez. Aynı şekilde, şempanze ile insanın DNA'larındaki %99'luk benzerlik de, insanın %99 şempanze olduğu anlamına gelmemektedir. Geçen ay, Time dergisinde canlılar arasındaki genetik benzerliğin evrime işaret ettiği aldatmacasıyla ilgili bir makale yayınlandı. Zaman zaman evrim teorisiyle ilgili haberlere yer veren derginin Michael D. Lemonick ve Andrea Dorfman adlı yazarları tarafından kaleme alınan makale ''Bizi Farklı Kılan Ne?'' (What Makes Us Different?) başlığını taşıyor. Ne var ki evrimi çürüten gerçekler evrimci bakış açısıyla ele alınmış makalenin bizzat içinde gizli. Bu ifadelerden biri şöyle: ''Genom üzerindeki küçük değişiklikler aradaki tüm farkı ortaya çıkarmıştır. Tarım, dil, sanat, müzik, teknoloji ve felsefe gibi icraatlar bizleri şempanzelerden ayırır. Bunlar bizim genetik kodumuzda anlık fraksiyonlar içine kodlanmışlardır. Şimdiye kadar hiç kimse bunların nerede olduklarını ve nasıl çalıştıklarını bulamamıştır, fakat hücrelerimizin çekirdeği içerisinde bir yerlerde avuç dolusu amino asit vardır ve bunlar spesifik bir sıralamada düzenlenmişlerdir. Böylece şempanzelerden daha iyi düşünebilen ve daha iyi işler yapan beyin gücü ile donanmışızdır. Bunlar bize konuşma, yazma, okuma, senfoniler besteleme, şaheser resimler yapma ve moleküler biyolojiyi araştırma yeteneği vermektedirler.'' Görüldüğü gibi yazarlar şempanzeyle insanı ayıran özelliklerin farkında olsalar da, bu farklılıkların yine genlerden kaynaklandığını ve hücre çekirdeğinin içerisinde henüz keşfedilemeyen bir yerlerde saklı durduklarını ileri sürmektedirler. Oysa bu farklılık moleküllerle, amino asitlerle ifade edilebilecek kadar basit değildir. O yüzden, materyalist bakış açısına sahip evrimciler tarafından hiçbir zaman hücrenin gizli saklı kalmış bir köşesinde bulanamayacaktır. Evrim teorisini savunan bilim adamlarını bu kabil kördüğümlere götüren şey, maddî manevî her ne olursa, onu madde planında bulmayı umut eden bir bakış açısıdır. Nitekim şekerden, fosfattan ve karbon-hidrojen-azot-oksijen bileşiklerinden oluşan molekül zincirlerinin insana sevgi, saygı, sadakat, fedakârlık gibi asil duyguları, estetikten, sanattan zevk alma, sanat eserleri ortaya çıkarabilme, medeniyetler kurma, olayları analiz etme, okuma, yazma gibi yetenekleri kazandırabilecekleri, insan ruhu ve ondan da öte melekût boyutu devre dışı bırakılarak asla mantıkî bir çerçeveye oturtulamaz. Çünkü kendisi sadece bir program olan DNA ya da genlere yapıcı bir kudret isnad edildiği zaman, bunların insan vücudunda yapıyor göründükleri şeyleri neredeyse mutlak bir şuur ile yaptıklarını kabul etmek lâzım gelir. Halbuki böyle bir şuur, sadece kendi yaptığı işler üzerinde bir bilgi ve kudret sahibi olmaktan öte, etki yaptığı tüm beden hakkında, hatta bedenin ilişki içinde bulunduğu tüm kâinat hakkında bir bilgi sahibi olmayı zorunlu kılar. Bu durumun saçmalığı apaçık belli olmasına karşılık, materyalizmin gözünü kör ettiği evrimci bakış açısı, hücrede yahut genlerde gördüğü her faaliyeti, sadece bu yapıların maddesine atfetmeye âdeta kendisini mecbur bilmektedir. Evrimciler ruhu göz ardı etmektedirler. Oysa, ruh yok sayıldığı takdirde insandan geriye sadece bir et ve kemik yığını kalır. Bir et ve kemik yığınının ise düşünmesi, fikir yürütmesi, dinlediği bir müzikten zevk alması, baktığı bir manzaradan hoşlanması ve Lemonick ile Dorfman'in de yazılarında belirttikleri gibi senfoniler bestelemesi, şaheser resimler yapması ve moleküler biyolojiyi araştırma yeteneğine sahip olması mümkün değildir. Aslında DNA'daki benzerlikten yola çıkarak canlıların birbirlerinden türediklerini iddia etmenin mantıksızlığı pek çok evrimci tarafından da dile getirilmektedir. Örneğin Prof. Steven Jones muz ve insan arasında %50 genetik benzerlik bulunmasının insanın %50 muz olduğu anlamına gelmeyeceğini söylemektedir. Nitekim iki farklı canlıdaki genler aynı olsa bile, bunların tamamen farklı şekilde çalışabildikleri bilinmektedir. RIKEN Genomik Bilimler Merkezi'nden Todd Taylor ise şempanzenin 22. kromozomuyla insanın 21. kromozomunu karşılaştırmış, ardından Nature dergisi 27 Mayıs 2004 tarihli sayısında bu araştırmanın çok önemli farklılıklar ortaya çıkardığı haberine yer vererek araştırmayı, ''Şempanze Kromozomu Şaşkınlık Yarattı!'' başlığıyla duyurmuştur. Evrimcilerin genetik benzerliğin evrime delil teşkil ettiği yönündeki iddialarının çarpıklığı bazı proteinler üzerinde yapılan analizlerde ortaya çıkan sonuçlara bakarak da anlaşılmaktadır. Nitekim bu analizler insanı genetik olarak başka canlılara da yakın gibi göstermiştir. Örneğin Cambridge Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmanın sonucuna göre insan ve tavuk birbirlerine en yakın akraba olarak eşleşmektedir. Aynı araştırmaya göre insanın bir sonraki en yakın akrabası ise timsahtır! Evrimciler insanda 46, şempanze ve gorillerde ise 48 kromozom bulunmasını da insan ile maymun arasındaki genetik benzerlik konusuna bir başka delil olarak kullanırlar. Oysa patatesin kromozom sayısı da şempanzeninkiyle aynıdır ve evrimcilerin çarpık mantığına göre patates de insanın akrabası sayılmalıdır. Binlerce farklı bilimsel bulgu arasından sadece işlerine yarayanı ön plana çıkararak toplumu aldatmaya çalışan evrimciler maymun ile insan proteinlerinin bazılarının birbirine benzemesinden de ''maymunun insanın atası olduğu'' yönünde çarpık bir sonuç ortaya çıkarmaktadırlar. Oysa amino asit dizilimindeki bir başka proteine bakıldığında, bu kez insan tavuğa veya solucana benzer çıkabilmektedir. Tüm bunlardan anlaşılmaktadır ki, moleküler düzeyde hiçbir organizma bir diğerinin ''atası'' değildir ve diğerinden daha ''ilkel'' ya da ''gelişmiş'' de değildir. Üstelik insan bedeninin diğer canlılarla moleküler benzerliklerinin olması son derece olağandır, çünkü aynı elementlerden oluşmakta, aynı moleküllerden oluşan besinleri tüketmektedir. Elbette ki metabolizmaları ve dolayısıyla genetik yapıları birbirine benzeyecektir. Bu ortak malzeme evrimin değil, ortak yaratılışın bir göstergesidir. İnsan genomunun şifresini çözen bilim adamı gerçekleri anlatıyor: Önce İnsan Genomu Projesi'nin ne olduğunu ve neyi ortaya çıkardığını kısaca hatırlayalım. Bilindiği gibi evrimciler uzun bir süreden beri canlıların komplekslik düzeylerinin gen sayılarıyla orantılı olduğunu iddia ediyorlardı. Ancak genom projesi kapsamında elde edilen sonuçlar açıklandığında insan ile hiçbir evrimsel akrabalık kurulamayacak canlıların genetik yapılarının veya gen sayılarının insanınki ile büyük benzerlikler içinde olduğu anlaşıldı. Örneğin, insan gen sayısı mısır gen sayısı ile aynıydı. İnsan ile meyve sineği arasında ise çok küçük bir genetik farklılık bulunmaktaydı. Teorilerinin çok sayıdaki bilimsel açmazını genom projesi ile kapatmayı umut eden evrimciler, projenin bu çarpıcı sonuçlarıyla bir kez daha hayal kırıklığına uğramışlardı. Elde edilen bulgular hayali evrim şemalarını desteklemiyor, ne genler, ne fosiller, ne de canlıların morfolojik yapıları bu hayali şema ile hiçbir uyumlu özellik sergilemiyordu. Ne var ki bilim dünyasına çok önemli bir bilgi kazandıran ve evrimcilerin oyunlarını altüst eden İnsan Genomu Projesi'yle birlikte, kim olduğumuzun belirlenmesinde genlerin çok önemli bir rol oynadıkları yönünde yanlış bir kanaat oluşmaya başlamıştı. Bu bilimsel keşifle beraber bazıları, insanın tüm karakter özelliklerine kadar her türlü özelliğinin genlerinde kodlu olup, insan hayatının bir formülden ibaret olduğunu düşündüler. Oysa proje üzerinde çalışan bilim adamları genlere gerçek dışı bazı roller yüklemenin yanlış olacağını belirterek bu yanlış düşünceye karşı insanları uyarmışlardı. Projeyi yürüten Ulusal İnsan Genomu Araştırma Enstitüsü'nün Başkanı olan ve geçtiğimiz aylarda Allah'a iman ettiğini açıklayan Dr. Francis Collins de 2001 yılında insanın DNA tarafından inşa edilmiş bir makine olmadığını ifade ederek yaratılışa dikkat çekenlerden biriydi: ''Birçoğumuz için DNA'nın insanlığımızın esas maddesi olduğu fikrini reddetmek için bilimin mekaniğinin dışında çok güçlü bir neden daha var. Bu, çok büyük bir gücün varlığına olan inançtır. Ama bazı bilim adamları ve yazarlar manevî eğilimi tamamen hurafe olarak kabul etmektedirler. Nitekim Richard Dawkins, “Bizler DNA tarafından inşa edilmiş ve amacı aynı DNA'nın kopyalarını üretmek olan makineleriz. Bu her canlı nesnenin yaşamak için tek nedenidir,” tespitinde bulunmuştur. Oysa gerçekten öyle mi? İnsan olmayı, bir bakteri veya böcek olmaktan ayıran bir şey yok mu?'' Francis Collins genom şifresini çözdükten sonra The Sunday Times'a yaptığı açıklamada yaptığı keşifle ilgili şöyle demiştir: ''İnsanlık hakkındaki tüm bilgileri ve sırları içinde barındıran 3.1 milyar harflik bu kitap karşınıza çıktığında ve sayfaları tek tek incelemeye başladığınızda, büyük bir hayranlığa kapılmadan edemiyorsunuz. Ben de bu sayfalara birer birer baktım ve bunlar bana Allah'ın bilgisi ile ilgili önemli ipuçları verdi.'' Dr. Collins şöyle devam etmiştir: ''Bir Yaratıcı'nın varlığına inanmak için elimizde pek çok delil bulunuyor ve hiç kuşku yok bilimsel buluşlar insanı Allah'a yaklaştırıyor. Eğer bir buluşa imza atıyorsanız, bu bilim adına büyük bir coşku vesilesidir. Uzun zamandır bu iş üzerindesinizdir ve nihayet keşfediyorsunuzdur. Öte yandan bu aynı zamanda Yaratıcı'ya çok yakınlaştığınız bir andır, çünkü sizin bulduğunuz şeyi o âna kadar hiçbir insan bilmezken, Allah onu daha en başından bilmektedir.'' Sonuç olarak, evrimi yerle bir eden sayısız delile rağmen evrimciler yaratılışı, dolayısıyla insan ruhunun varlığını kabul etmek istemedikleri için insanı bir madde yığınından ibaret görmekte ve bu çarpık düşünceyi insanlara kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Genlere şuur atfetmeye çalışmalarının ardındaki sebep budur. Bu tutarsız iddiayı ileri sürmeleri ise, ne kadar zor durumda kaldıklarının bir göstergesidir. Görülmektedir ki, eskiden taş ve tahtadan yapılma putlarda akıl ve bilinç olduğunu ileri süren putperestlerin yerini, günümüzde moleküllerde ve bu molekülleri oluşturan cansız atomlarda akıl ve bilinç olduğunu iddia eden evrimciler almıştır.

(Zafer Dergisi 2006 Aralık Sayısı - Elif Kral)

http://www.sorularlaevrim.com/makale/evrimin-genom-oyunu-214.html


[h=2]Evrimde Süreç Yanılgısı[/h]
BİR ZAMAN ZARFINDA MÜKEMMELLEŞME
Evrimcilerin en büyük açmazı, süreç problemidir. Onlara göre, her bir canlı zamanla mükemmel hale gelir. Bir başka deyişle canlılar, basitten yüksek yapılılara doğru evrimleşir.
Şimdi burada onlara sormak istediğim şudur?
— Bir canlının hayatını devam ettirebilmesi için, bütün sisteminin noksansız olması gerektiği gerçeği nasıl göz ardı edilebilir?
İsterseniz bu soru ile neyi kastettiğimi biraz açayım.
Mesela bir uzay mekiği düşünün. Bunun yapısında binlerce ultra teknoloji parçası var. Bir vidasının gevşediğini, bir kablosunun koptuğunu veya takılmasının unutulduğunu, bunun da uzayda tüm sistemi geçersiz kıldığını düşünelim. Nitekim bunun benzer bir örneği, Hubble teleskopunun uzaya fırlatılmasından sonra yaşanmıştı. Mühendisler tarafından Aynanın açısında hesap hatası yapılmış, o da tüm sistemi işlevsiz hale getirmişti. Sonradan milyonlarca dolarlık harcamayla uzaya yeni bir ekip yollanıp gerekli tamirat yapıldı. Görüldüğü gibi, sistemin bir paçasının yanlış konumlandırılması bile tüm sistemi faydasız hale getirmekdedir.
Şimdi bu örnek gibi canlıların yapı taşı olan hücrenin bütün sistemleri dahi aynı anda var olmalı ki, o hücrede hayat olabilsin. Yani bir hücrede hayatın bulunması için, ilk anda her birimin tam olması gerekir. Hubble teleskopunda bir yapıtaşı eksik olunca sistem devam etmiyor iken, ondan ilmin sınırlarını zorlayacak kadar daha karmaşık olan DNA, RNA, endoplazmik retikulum ve mitokondri gibi pek çok organeli barındıran hücrenin, eksik sistemlerle çalışması nasıl mümkün olacaktır?
İsterseniz daha çarpıcı bir örnek olması bakımından, insanın anne rahmindeki gelişim sürecini dikkate alalım. İnsan embriyosu kendi başına hayatını devam ettireceği mükemmelliğe ulaşdığı doğum anına kadar annenin plesentası içerisinde dışarıdan bir destek ile beslenmesi korunması ve hücrelerinin bütün ihtiyaçlarının karşılanması gerekmekdedir. Eğer evrimcilerin iddaa ettikleri bir sistemin misali olarak, insan embriyosunu bir ormana koysak, orada bebek olarak gelişebilir mi? Yani bir rahim duvarına tutunmadan ve anneden beslenmeden bir embriyonun gelişim sürecini ormanda kendiliğinden tamamlaması mümkün müdür?
Bir başka misal olarak karaciğer pankreas gibi organlarin bünyesinde olan sayısız hormonları ele alalım. Eğer başlangıçta bu hormonlarin bir veya birkaçı yoksa hayat devam etmez. Hayat devam etmeyince, çevreye adapte süreci nasıl işleyecektir? Aynı şekilde, mesela yutak boşluğunda hava ile sıvının ayırımını yapıp ciğere ve mideye yönlendiren kapak için 10 000 sene lazım ise, o 10 000 senede o hayvan nasıl yaşayacaktır? Çünkü içtiği su bir anda akciğerine dolacak ve onun hayatına son verecektir.
Mesela yırtıcı bir kartalın pençeleri gelişmeye devam ettiği ve avını kavrayamadığı binlerce yıldan tutun, yılanın zehirinin daha henüz avını öldüremediği, örümceğin ağ yapmadığı, köpekbalığının kırılan dişlerinin yerine yenilerinin gelmediği, yavru yunusun annesinden ilk anda doğduğunda yüzmeyi henüz bilmediği, ceylanın yavrusunun saklanmayı öğrenemediği, kedinin henüz annelik içgüdülerinin olmadığı, iç kulaktaki denge merkezinin işlevsel olmadığı, koku duyusunun henüz hayata zarar verecek bir dış etkeni algılamadığı binlerce yıl. Yani tüm canlıların prototip halde binlerce yıl eksik organla yaşaması nasıl mümkün olacaktır? Böyle bir muhali kabul, bilimsel bir yaklaşım olabilir mi?
Bu örnekler çoğaltılabilir. Histolojiden endokrinolojiye, ürolojiden kardiyolojiye kadar milyarlarca sayfa tıp kitabının her satırını böyle örneklemek mümkündür. Görüldüğü gibi, canlılar âleminde eksik yapı ile hayat devam edemez. Dolayısıyla, evrimcilerin iddia ettikleri gibi, uzun bir zaman süreci içerisinde organların gelişimini tamamladığı görüşü hakikate uygun değildir.
Evrimcilerin iddialarındaki bir diğer paradoks, yani çelişki, ortam yanılgısıdır. Atomdan hücreye kadar teorilerinin dayandığı temel konu, varlıkların mükemmelliklerini ortamın içinde kazanmış olmalarıdır. Mesela bir kuş, onlara göre ortamda mükemmel hale gelmiştir. Hâlbuki bir kuş, kanatlari ile mükemmel aerodinamik sisteme sahip olmalı ki, ortamı olan havaya çıkabilsin. Eğer havaya çıkamadı ise, nasıl ortama adapte olacak? Yani kuş, bütün organlarıyla mükemmel olmalı ki, ortama girsin. Hâlbuki onlara göre canlılar ortama girince mükemmelleşiyor. İşte bu bir çelişkidir.
İşte size bir başka çelişki daha. Mesela bir göz, mevcut olmalı ki, ortamı olan ışığı bilsin ve kendini evrimci görüşe göre ona göre ortama adapte etsin. Hâlbuki göz daha ortamda mevcut değilken, bilmediği bir ortama kendini nasıl adapte edecek?
Bir başka paradoks: Bir sülük kanını emdiği canlının pıhtılaşma faktörünü, ortama gelmeden nasıl bilecek? Böyle bir ortam mevcut değilken kendisini ona göre nasıl ayarlayacak?
Demek ki, bütün bu canlılar âleminde olup bitenler, evrimcilerin ileri sürdüğü gibi, gelişigüzel veya tesadüflerin eseri olarak, basitten mükemmele doğru gitmiyor. Her bir canlının kendisine lazım olacak bütün cihazları, ilim, irade ve kudret sahibi bir Zat’ın emri ve tasarrufu ile verilmekte ve idare edilmektedir.
“Nasıl ki, meselâ Ayasofya kubbesindeki taşlar, eğer mimarının emrine ve san’atına tâbi' olmazlarsa; her bir taşı, Mimar Sinan gibi dülgerlik san’atında bir mahareti ve sair taşlara hem mahkûm, hem hâkim olmak, yani "Geliniz, düşmemek, sukut etmemek için baş başa vereceğiz." diye bir hüküm sahibi olması lâzımdır. Öyle de: Binler defa Ayasofya kubbesinden daha san'atlı, daha hayretli ve hikmetli olan masnuattaki zerreler, kâinat ustasının emrine tâbi' olmazlarsa; her birine Sâni'-i Kâinat'ın evsafı kadar evsaf-ı kemal verilmesi lâzım gelir.” [SUP][SUP]1[/SUP][/SUP]
Mimarlıkla kubbe kemer gibi yapılarda kilit taşı denilen ve tüm yapıyı ayakta tutan birimler vardır. Bir kubbede taşların çimento ile birleştirilmediğini farz etsek, o zaman tüm kubbe çökecektir. Burada, iskele ve mühendisi kabul etmeyenler için, mevzumuzun asıl konusu olan önemli bir nokta daha var ki, o da kubbedeki taşların ayni anda beraber olmadıkça bir kubbe oluşturamamasıdır.
Bir hücrenin hayat sahibi olabilmesi için, mitokondrisi mükemmel bir işleve sahip olmalıdır. Evrimcilerin yaklaşımı ile mitokondrinin belli bir işlevi görmesi için milyarlarca yıllık bir adaptasyona ihtiyaç vardır. Hâlbuki hücre, mitokondri mükemmel olmadığı için hayatta kalamayacaktır. Hayatta olmayan bir şey, nasıl adaptasyona veya evrime uğrayacaktır? Yani, kubbedeki taşların hepsinin aynı anda mükemmel olması zorunluluğu, bütün süreç teorilerini, yani evrimcilerin, her bir canlının zaman süreci içinde mükemmel hale geldiği görüşünü çürütmektedir.
1 Nursi, B. S. Sözler. Envar Neşriyat, İstanbul,1997, s. 554.

Gökhan DİLER

http://www.sorularlaevrim.com/makale/evrimde-surec-yanilgisi-199.html
 

Action3

Asistan
Katılım
1 Kasım 2010
Mesajlar
246
Reaksiyon puanı
2
Puanları
0
Ashabulyemin ustam ellerine emegine saglik.
Siz adam yerine koyupta ilgi gösterip zamaninizi verdiginiz kisi bu ilgiyi haketmiyor.
Ayrica ben bilimden anlarim deyipte sizin verdiginiz bilgileri okuyup degerlendiremedigini, inkär ettigini gördük.
Darwinin bilime bir kac katkisi vardir ama onun evrim hipothezi kaynaksiz, yalan belgeler ve bu ideolojiyi koruyanlarin acimasizca bilim icin calisanlari nasil devre disi biraktiklari, mesleklerinden ettikleri, okullarda körpe yavrularin bu yalan evrim inanci ile beyinlerinin yikandiklarini görüyoruz sonuc olarakta o insanligin yüzkarasi ve basbelasi olan evrim teorisi ile adlandirilan irkciligin ve insanliga hayvansal bir bakis acisini baslatip savaslara neden olan bir batil inanctir ve baska birsey degildir.
Bir tesadüften baslayip kaos icinde kendi kendine düzen bulan bir düsünceymis.

Düsünün bir TIRIN kasasi taslar ile dolu, kasayi tamper ile bosalttiginda simdiki mimarlarin insa ettigi ev ortaya gelecekmis. Neyse bir TIR dan vazgectik milyarlarca TIR kasasini bosaltacakmis ve tesadüfen aralarindan bir tane en konforlu ve en gelismis 21 yüzyilin mimarindan bir ev olusacak, iste ne tesadüf degilmi?

Ne aciz insanlariz degilmi? O kadar kendini bilime vermis kisi o kontrolünü sasirmiyan düzeni görüpte, gözlerini, kulaklarini ve insanlikta olan bütün his, algilama degerlerini, aklini bile kullanmadan bu tesadüf demesi, hic bir mantik isi degil.

Neyse onlarin saklandiklari bilim örtüsü delik desik olmus, firtinalar esiyor daha Galileouyu yakmak isteyen kilise gibi dünya düz diyorlar.
 

ashabulyemin

Profesör
Katılım
6 Aralık 2008
Mesajlar
3,389
Reaksiyon puanı
20
Puanları
0
Ashabulyemin ustam ellerine emegine saglik.
.
canım kardeşim
Darwinizm büyük bir ihtiyaçtan tez haline getirilmiştir.Ne yazıkki gayrimüslimler kur'anı bizden daha iyi takib etmekte incelemekte yaklaşan sonlarını daha iyi görebilmektedirler.
Korku bilinmeyenedir bilinmeyen nedir kur'anı inceledikleri için yakine gelip takılmaktadırlar.Bakıyorlarki ahirette sorgu dahi yok bilet önceden kesilmiş telaş başlıyor ömür su gibi akarken durdurulamıyor bu anda Darwin ortaya çıkmış hristiyan bilimadamları insanları toprak olacakları konusunda hayli etkileyici.
Ayet açık ve net ya leyteni küntü turaba işte dehşet anı ve bir hınzırı bir maymunu görüyorsunuz mizanda adalet sağlandıktan sonra toprak oluyorlar kendilerine bakıyorlarki Allah[cc]a inanmayanların alay ve inkar edenlerin şirk üzerine olanların gideceği yer uğrayacağı azab belli ve o zaman bağırıyor [tabi sesi çıkmaz o gün söz Alemlerin ve din gününün sahibi Allah[cc]ındır]ya leyteni!!!!!!Allahım küntü turaba keşke toprak olsaydım[gönseydim]ama yağma yok azab cektirilerek cehenneme sürüklenirler.

majeste kardeşim imansız değil şu anda boşlukta olan bir kardeşimiz onu o boşluktan alabilirsek ne mutlu
ha majeste kardeşim zannetme adam işsiz canı sıkılmış cevap yetiştiriyor hayır inan uyumaya dahi vaktim yok ama değer

devam edelim 11/12/13

[h=2]Yaratılış ve Evrim Görüşünün Karşılaştırılması[/h]Evrim Teorileri’nin ortak görüşü, “bitki ve hayvan bütün canlıların tek kaynaktan silsile hâlinde, tesadüflerin eseri olarak ve bir mücadele sonunda hasıl oldukları” şeklindedir. Başka bir ifadeyle, kâinattaki bütün var oluşlar ve değişimler tesadüflerin sonucu meydana gelir. Hiçbir iradenin bu olaya müdahalesi söz konusu değildir.
Şekil 1’te evrim ve yaratılış modelleri kıyaslanmaktadır. Evrimde tesadüf esastır ve canlı varlıklar tek temel tipin ürünüdür. Bütün değişmeler kendiliğinden ya da tabiatın bir ürünü olup, tamamen tesadüfidir, bu değişim ve başkalaşmada bir plân ve program söz konusu değildir.
Yaratılışçı yaklaşımda ise, her canlı grubu ayrı bir temel tiptir ve değişiklikler ancak bu temel tipler içerisinde olmaktadır. Varlıkların ortaya çıkması, hayatiyetlerinin devamı ve değişmeleri tamamıyla Allah’ın ilim ve iradesi altında, şuurlu ve plânlı olarak belirli bir hedefe yöneltilmiş şekilde cereyan eder.
evrim-yaratilis.jpg

Şekil 1. Evrim ve yaratılış modellerinin kıyaslanması.
Değişimin boyutları önemli değildir. Allah yoktan var ettiği gibi, bir türden yeni bir türü değiştirmek suretiyle de yaratabilir. Ancak “tür” denilince neyin anlaşılması gerektiği de tartışmalı bir konudur. Bu hususta biyologlar tam bir görüş birliğinde değildirler. Türlerin teşekkülü ve tür kavramı konusunda beş ayrı görüş vardır.
İnsanın var edilişi, yaratılış görüşünde ayrı bir yer işgal eder. İnsanın yaratılışı Kur’an’da oldukça detaylı anlatılmıştır. Diğer canlıların evveliyatı ile insanın geçmişi arasında bir alaka yoktur. Onun, kendi yaratılışı içinde tedricen kemale ulaşması söz konusudur.
Tahrif edilmemiş dinlerin asıl görevi, ferdin yaratıcısını tanımasını ve onun emri dairesinde hareket etmesini temindir. Kâinatta cereyan eden kanun ve nizamların işleyiş tarzına yaklaşım tarzı da bu açıdandır ve sadece Yaratıcı’nın kudret ve kuvvetinin bilinmesi için bunları nazara verir. Onun içindir ki, bu tip hususları çoğu zaman küçük bir işaret veya gizli bir remizle akla havale eder. Peygamberler eliyle gönderilen mucizeler ise, bazı hakikatlere kapı açarlar. Beşeri araştırma ve incelemeye teşvik eder. Kâinatta cereyan eden umumi kanunlar, dakik hikmetler ve ince sanatlarla Yaratıcı’nın bilinmesi istenir. Bütün görünen ve görünmeyen âlemlerin sahibinin O olduğu nazara verilir. Atomdan galaksilere kadar her şeyin O’nun tasarrufunda, idare ve hâkimiyetinde olduğu belirtilir.
Bu şekildeki bir telakki, incelemeye ve araştırmaya ket vurma, bilakis ona teşvik eder. Zira mevcut varlıkların ve bu varlıklar arasındaki kanunların, nihayetsiz ilim, irade, kudret, hikmet ve sanatın ürünü olduğunu bilerek bu mevcudat arasındaki gizli sırları araştırmak, bütün bunların gayesi ve şuursuz bir tesadüf rüzgârının eseri telakkisiyle araştırmaktan çok daha makul ve mantıkidir. Selimiye’yi Sinan’ın eseri bilerek incelemek, bu eserin bir tesadüf ve tabiat ürünü olduğunu kabul ederek incelemekten çok daha akla uygundur.
Antropolog Walker, Evrim Teorisi’nin savunulmasını, bu teorinin bir yaratıcıyı reddetmesine bağlar ve şunu belirtir:
“Birçok bilim adamı ve teknoloji uzmanının Darwin Teorisi’ni savunmalarının tek sebebi, bu teorinin bir yaratıcının varlığını reddetmesinde aranmalıdır”[SUP]348[/SUP].
Evrim Teorisi, bütün varlıkların ortaya çıkışını tesadüflerle açıklamaktadır. Pierre Grassé de, “tesadüf” kavramının bir ilah hâline getirildiğinden şikâyet eder ve şöyle der:
“‘Tesadüf’ kavramı, ateizm görüntüsü altında, kendisine tapınılan bir ilah hâline gelmiştir”[SUP]349[/SUP].
Evrim Teorisi, bütün varlıkların plânsız ve programsız şekilde rastlantılar sonunda ya da tesadüflerin ürünü olarak ortaya çıktığını; yaratılışlar ise, proton ve nötrondan galaksilere kadar her şeyin şuurlu, plânlı, hikmetli ve gayeli yaratıldığını belirtir. İşte, Evrim Teorisi’yle dinlerin çatıştığı nokta budur.
Bir başka ifadeyle, yaratılışçılarla evrimciler arasındaki fark, ilmî metotlarla elde edilen verilerin yorumlanmasındadır. Materyal, her ikisinde de kâinat içindeki varlıklardır. İnceleme metotları genelde birbirine benzerdir. Ancak yorum farklıdır.
Bu iki görüş arasındaki farklılığın derecesi nedir? Yani her husustaki yorumlar mutlaka bir başkalık mı arz etmektedir? Yaratılışı kabul, bir yaratıcıyı kabulü netice verir. Eşya arasındaki kanunların koyucusu ve varlıkların yaratılışlarıyla birlikte, hâlihazır durumda hayatiyetlerinin devamının da sağlayıcısı olarak, nihayetsiz kudret ve ilim sahibini gerekli görür.
Evrim Teorileri ise, çoğu zaman ilim platformundan çıkarılarak “uluhiyet” fikrini yıkmaya ve inkâr etmeye, kâinattaki etkili tek gücün “tesadüf, şuursuz sebepler ve tabiat” olduğunu ispat etmeye çalışan kasıtlı ve art niyetli davranışlara alet edilmektedir. Özellikle insanın kökeni hususunda dinî kaynakların detaylı bilgiler vermesi, Evrim Teorileri’nin de insanın evveliyatını maymun veya daha aşağı yapılı bir hayvana bağlamaları, tenkit ve itirazları bu konu üzerinde yoğunlaştırmıştır.
Genetik, paleontoloji, embriyoloji, istatistik ve biyokimya gibi bilim dallarının ortaya koyduğu yeni verilerin ışığında kâinatın ve insanın yaratılışıyla alakalı sorulara verilmeye çalışılan cevaplar devamlı olarak değişmekte ve zamanla gerçeğe daha fazla yaklaşılmaktadır. Bunda bilgi birikiminin yanında, konuyla ilgilenenlerin ideolojik saplantıdan, peşin hü­küm­lerden ve acele yorum yapma arzularından büyük oranda kaçınmalarının rolü fazladır.
Bu konudaki tartışmaların tamamen ortadan kalkacağını beklemek de çok büyük iyimserlik olur. Esas olan, farklı görüş ve düşüncelere saygılı olmak ve onlara karşı tolerans göstermektir. Zaten ilmin de metodu budur.

Prof.Dr. Adem Tatlı
http://www.sorularlaevrim.com/makale/yaratilis-ve-evrim-gorusunun-karsilastirilmasi-156.html


[h=2]Evrim Teorisi nasıl anlatılmalı?[/h]EVRİM TEORİSİ, bilindiği gibi, bu evrendeki varlıkları nasıl ortaya çıktığını ve günümüze kadar nasıl var olageldiklerine dair çeşidi açıklamalar getirmeye çalışan bir teoridir. Elbette bu varlıkların başında insan gelir.
Görüldüğü gibi, ele alınan konu hem çok geniş ve hem de geçmişle alâkalıdır. Dolayısıyla burada ortaya konacak görüş­ler, laboratuardan elde edilecek deliller değil, tamamen yorum ve değerlendirmelere dayanmaktadır.
Günümüzde ilkokuldan üniversitelere kadar, bütün eğitim birimlerinde bu ve benzer konulara materyalist ve diyalektik bir yaklaşımla cevap verilmeye çalışılır. Yani, "Atomdan ga­laksilere kadar bütün varlıklar, gelişigüzel ve tesadüfen orta­ya çıkmış ve günümüze ulaşmıştır. Her şey tabiat ve tesadü­fün eseridir." şeklinde anlatılır.
Aslında bu yaklaşım tarzının uzun bir geçmişi vardır. Ro­ma Devleti'nin Milâdî 100-150'lili yıllarında Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul etmesinin ardından bütün idari, siya­sî ve ilmî, çalışmalar bu dinin kurallarına göre şekillendirili­yordu. Aslında din olarak Hıristiyanlık siyasî ve toplumu ilgilendiren konularda çok fazla prensip ve düstur ortaya koy­muyordu. Fakat bütün boşluklar, din adına, başta papazlar ve idaredeki hâkim sınıflar bir takım kurallar koyarak, âdeta din namına insanlara zulüm ediyorlar, bilimsel düşünceye geçit vermiyorlardı.
İşte böyle bir ortamda 1789 yılında yapılan Fransız İhtila­li, dine ve din adına tahakküm eden hâkim sınıfa karşı bir başkaldırma idi. Bu ihtilalden sonra gerek Avrupa'da ve ge­rekse dünyanın başka yerlerinde fikrî yönden büyük bir de­ğişiklik gündeme geldi. Bütün siyasî, sosyolojik ve ilmî çalış­maların temeli ateizme dayandırılıyordu. Yaratıcı ve din, top­lumun bütün kesimlerinden uzaklaştırılmıştı. Her şey mater­yalist felsefe ile ve tesadüflerle açıklanmaya çalışılıyordu. Hı­ristiyanlık adına ileri sürülen bir takım yanlışlıklara karşı bir çıkış olduğu için, başlangıçta bu materyalist felsefe, geniş ta­raftar bulmuştu. Ama sınır burada kalmadı. İşin doğrusuna yanlışına bakılmadı. Bütün dinlere ve dinle alâkalı her türlü değerlendirme ve açıklamaya karşı savaş açıldı. Öncekiler if­rat etmişti, aşırı gitmişlerdi. Bunlar da tefrit ediyor, asla bir yaratıcı fikrini kabul etmiyorlardı.
1917 yılında Rusya'da yapılan komünist ihtilal kendisine, ateizme ve diyalektik materyalizme bağlı felsefeyi seçmişti. Her şey tesadüf ve tabiatla ifade edilmeli, bir yaratıcının varlığını hatırlatan bütün düşünce ve değerlendirmeler derhal bertaraf edilmeliydi. Bütün dünyaya hâkim olan bu felsefî akım ve düşünce sistemi, 1990' lı yıllarda komünist blokun çöküşüyle büyük bir destekçisini kaybetti. Böylece bilim sa­hasındaki çalışmalar ve düşünce sistemi, yavaş yavaş ideolo­jik platformdan ilmî platforma, yani normal sahasına çekil­meye başladı.
Varlıkların ortaya çıkışında tesadüflerin rolünün bulun­madığı, her şeyin belirli bir plân ve programla, ölçülü ve inti­zamlı olarak bir yaratıcı tarafından yapıldığı dillendirilmeye başlandı. Nitekim son aylarda Amerika'da "Akıllı Tasarım" veya "Bilinçli Dizayn" adı altında yeni ekoller gündeme geldi.
Kâinatta hiçbir şey kararında değildir. Daimî bir faaliyet söz konusudur. Gerek bitkiler, gerek hayvanlar ve gerekse insanlar tek hücre olarak varlık âlemine çıkmakta devamlı olarak değişme ve farklılaşma kanunlarına tâbi tutulmakta­dır. Bütün bu faaliyetleri tesadüf ve tabiatla açıklamaya çalış­mak, ne eğitimciyi ve ne de öğrenciyi tatmin etmemektedir. Bu konudan evrimciler de şikayetçidirler. Pierre Grasse bu rahatsızlığını şöyle dile getirir:
Tesadüf kavramı, ateizm görüntüsü altında, kendisine ta­pınılan bir ilâh hâline gelmiştir.[SUP]1[/SUP]
Sonuç olarak, Evrim Teorisi, bütün varlıkların plânsız ve programsız şekilde rastlantılar, sonunda, ya da tesadüflerin ürünü olarak ortaya çıktığını, yaratılışçılar ise, atomlardan galaksilere kadar her şeyin şuurlu, plânlı, hikmetli ve gayeli yaratıldığını belirtir. İşte Evrim Teorisiyle dinlerin çatıştığı nokta budur. Bir başka deyişle, yaratılışçılarla evrimciler ara­sındaki düşünce farkı, ilmî metotlarla elde edilen verilerin yorumlanmasındadır.
Materyal her ikisinde de kâinat içindeki varlıklardır. İnce­leme metotları da aynıdır. Ancak, yorum farklıdır. Selimiye'yi Mimar Sinan'nın eseri bilerek incelemek, bu eserin tesadüf ve tabiat ürünü olduğunu kabul ederek incelemekten çok daha akla uygundur. Dolayısıyla, bir hücreyi, ya da hücre içerisin­deki bir organeli bir yaratıcının eseri olarak tetkik etmek, in­celeme ve araştırmaya ket vurma değil, aksine araştırmaya teşvik eder. Çünkü araştırıcı, her şeyin mutlaka bir gayeye ve maksada ve plâna göre yapıldığını düşünür ve varlıklar ara­sındaki o gizli nizam ve intizamı bulmaya çalışır.
Birinci yüzyıldan 16. yüz yıla kadar, kâinattaki varlıkların yapısı din adına açıklanmaya çalışıldı ve bu konuda ifrat edil­di. 17. yüz yıldan 21. yüz yıla kadar da materyalist felsefe hâkimiyeti ele aldı. Bir yaratıcıyı inkâr ederek, her şe­yi tesadüf ve tabiatla açıklamaya çalışarak o da tefrit etti. 21. yüz yıl, akıl, mantık ve ilmin hâkim olduğu bir asırdır. Artık bu asırda, ifrat ve tefritten uzak, her iki görüşün değerlendir­me tarzlarına yer vererek, orta yolun bulunmasına gayret edilmelidir.
Netice olarak, konu ile alâkalananların, ideolojik yakla­şımlardan ve acele yorumlardan kaçınmaları gerekir. Tama­men materyalist felsefeyle meseleleri açıklama yerine, hem materyalist felsefe taraftarlarının ve hem de bir yaratıcıyı ka­bul edenlerin konuya yaklaşım tarzları nazara verilmelidir.
Bu konudaki tartışmaların tamamen ortadan kalkacağını beklemek de çok büyük iyimserlik olur. Buna gerek de yok­tur. Çünkü, farklı düşünce ve yaklaşım tarzları, bilimsel ge­lişmelere yol açar. Esas olan farklı görüş ve düşüncelere saygılı olmak ve onlara karşı tolerans göstermektir.
Bütün dünyanın eğitim sisteminde böyle bir metodun be­nimsenmesi, insanların birbirlerine karşı olan tolerans ve hoşgörüsünü de artıracak ve daha huzurlu ve yaşanılabilir bir dünyanın yolu açılmış olacaktır.
Prof.Dr. Adem Tatlı

Dipnotlar:
[SUP]
1- Evolution of Living Organisms. Academic Pres, New York, 1977, s.107.89. H.B.D. Kettleweil, Scientific American, Vol. 200, No. 3, p. 48, 1959.90. Gavin de Beer, Nature, Vol. 206, p. 331, 1956. Harcourt, Brace 8. World, Inc., New York, p. 466, 1965.

http://www.sorularlaevrim.com/makale/evrim-teorisi-nasil-anlatilmali-101.html

[h=2]Evrimi anlamada nirengi noktaları[/h]NİRENGİ, bir alanı üçgenlere bölerek haritası çıkarma işlemi­dir. Bir bölgenin nirengi noktalarını tayin etmeden, yani ha­ritasını çıkarmadan, bir alanın zemindeki yerini bulmak he­men hemen mümkün değildir.
Nirengi noktalarının bilinmesinde sadece arazi ve harita konularında değil, sanki her sahada ihtiyaç vardır. Zira, ana hatlarıyla sınırları bilinemeyen, ya da yanlış algılanan bir ko­nunun derinliğine inildiği zaman isabetli yaklaşımda bulunu­lmayacağı gayet açıktır.
Özellikle, bilimsel platformdan alınarak farklı yönlere çe­kilmek istenen evrimin nirengi noktalarının bilinmesine, her bilim dalından daha fazla ihtiyaç vardır. Çünkü, "evrim" terimi­nin kullanıcısına göre yönü ve derinliği değişmektedir. Bu konudaki farklı yaklaşımları en aza indirmede bilinmesi gereken, evrimin üç nirengi noktasının olduğudur. Bunlar;
1. Evrim, biyolojinin felsefesidir. Yani evrim, felsefî bir konudur.
2. Felsefî konularda bir fikrin doğruluğu ve yanlışlığı iddia edilmez.
3. Evrim terminolojisi yerinde ve doğru manada kullanıl­malıdır.
Şimdi bunlara kısa göz atalım.

[h=3]1- Evrim, biyolojinin felsefesidir[/h]HER ŞEYDEN ÖNCE, Evrimin neleri kendisine konu aldığının iyi bilinmesi gerekir. Gününmüzdeki kullanımı ile; her bir canlının ilk defa nasıl ortaya çıktığı ve günümüze ne gibi de­ğişiklikler- şayet olmuşsa- geçirerek geldiği, cansız ortamın nasıl var edildiği ve hangi yollardan geçerek bu güne ulaştı­ğı, bu canlı ve cansız varlıkların yaratılış gayelerinin ne oldu­ğu, yani, bir bütün olarak, kâinatın mahiyeti ve yapısının ne olduğu hususu evrimle açıklanmaya çalışılır.
Görüldüğü gibi, konu çok geniş ve hem de geçmişe aittir. Dolayısıyla bu kadar geniş bir geçmişin, bir değil, pek çok te­oriyle de açıklanması kolay değildir. En azından, açıklama ve ifadelerde gerçeğe ne kadar yaklaşıldığı bilinemeyecektir. Zi­ra, geçmişi yeniden yaşamak mümkün değildir. Bu konular­da doğruluğu laboratuvarda ispatlanan hususlar varsa, o za­ten felsefenin konusu olmaktan çıkmış, bilimsel kanunların mevzuu olmuştur.
O halde, Evrim adına ileriye sürülen görüşlerin felsefî bir düşünce tarzı olarak telekki edilmesi gerekir. Bu durumda, aynı konu hakkında birbirine tamamen zıt felsefî görüşler olabilecektir.

[h=3]2- Felsefi konularda bir fikrin doğruluğu veya yanlışlığı iddia edilmez[/h]FELSEFE terimi lügatta; "Varlığın veya bilginin ilmi olarak araştırılması, ya da felsefeciye göre hususi prensipler veya herkesin hususi fikri" olarak tarif edilir.
Tanımından da anlaşılacağı gibi, felsefi görüş, bir düşünce adamının her hangi bir konuda, hususi fikri ve değerlendir­meleridir. Bir fikrin doğru veya yanlışlığının ileri sürüklebilmesi için, bir kıstas, bir ölçü lazımdır. Bir fikir adamına "Senin fikrin yanlıştır" denildiği zaman, haklı olarak, neye göre yanlış olduğu sorulacaktır. Zira, birisinin yanlış telakki ettiği bir husus, bir başkasına göre doğru olabilir. Şayet o konunun bilimsel olarak, yani deneyle, doğruluğu veya yanlışlığı ispatlanmışsa, o zaten felsefenin konusu olmaktan çıkmıştır.
Ama konu felsefi açıdan değil de, Semavi Kitaplar açısın­dan ele alınıyorsa, o zaman, bir görüşün doğru veya yanlışlı­ğı bunlara kıyas edilecektir.
Aslında kainattaki varlıkların nasıl teşekkül ettiği, ne için yaratıldığı tarzındaki sorulara, Hz. Âdem'den beri cevap aranmış ve bu hususta iki değişik yol izlenegelmiştir. Birisi, akıl ve mantığı esas alan felsefecilerin takip ettiği yol, diğeri de Semavi kaynakların belirttiği yoldur.

[h=3]3- Evrim terminolojisi yerinde ve doğrumanada kullanılmalıdır[/h]HER SAHADA olduğu gibi, evrim konusunda da, Arapça, Farsça ve Osmanlıca kelimeleri dilden uzaklaştırma gayreti ile, mana nüansları birbirine yakın, fakat ayrı kavramları ifa­de eden pek çok kelime ve tâbir atılarak hepsi de tek kelime altında toplanmıştır. Bunlardan; tekâmül, tahavvül, terakki, istihale, tebdil, tebeddül, tağyir, tegayyür, sudur, tecdid, te­ceddüt, ontojeni, fılojeni ve evolusyon yerine "evrim" terimi konmuştur.
Değişme, başkalaşma, farklılaşma ve gelişme manalarının yüklendiği "evrim", biyolojide bilinen ve yaygın kullanımı ma­nası ile; tesadüfen bir canlıdan bir başka canlının, bir madde­den bir başkasının, tabiatın tesiriyle teşekkülünü ifade eder.
Tekâmül
Tekâmül, canlı veya cansız her hangi bir varlığın tedricen, ya da yavaş yavaş belirli bir olgunluğa erişmesi, mükemmel hale gelmesidir. Meselâ, yer yüzü ilk yaratılışından itibaren tekâmül ederek, insan ve diğer canlıların yaşayabileceği bir yapıya ulaşmıştır. Bir insan, başlangıçta tek hücreden ibaret iken, tedricen; cenin, bebek, çocuk, genç, yetişkin safhaya kadar gelişme gösterir. Aynı şekilde, bir şeftali çekirdeği embriyo safhasından itibaren tekâmül ederek filiz, fidan ve neticede ağaç safhasına ulaşır. Görüldüğü gibi, hem canlı ve hem de cansız âlemdeki bütün varlıklar tekâmül gösterirler. Bir başka deyişle, kâinattaki bütün varlıklar tedrici tekamül kanununa tabidirler.
Tahavvül
Evrim konusunda yanlış değerlendirmelere sebep olan tâbir­lerden birisi de tahavvüldür. Bunun yerine de evrim kelime­si kullanılmaktadır. Halbuki, tahavvül ile açıklanmaya çalışı­lan, atom veya moleküllerin bir mertebeden bir başka merte­beye geçişidir. Meselâ, insanın bünyesinde bulunan bir demir atomunun; kayaçtan toprağa, topraktan bitkiye ve oradan da insana geçişi, tahavvül ile açıklanmaya çalışılmıştır. Bilindiği gibi, gerek bitki, gerek hayvan ve gerekse insandaki bütün elementlerin alınışı benzer tarzdadır.Yani, evrende tahavvül kanunu hüküm sürmektedir.
Sonuç olarak, evrimin ifade ettiği, tesadüfen bir türden bir başkasının teşekkülü ile, tekâmül ve tahavvül kelimelerinin ifade ettiği manalar tamamen değişiktir. Tegayyür, tebeddül v.s gibi kelimerin ifade ettiği manalar da, farklılık göstermek­tedir.
Birisi;
"Evrim var mıdır, yok mudur?" dediği zaman haklı olarak sormamız gereken şudur:
- Siz Evrimle neyi kastediyorsunuz?
Eğer, tekâmül veya tahavvül manasında bir gelişmeyi kastediyorsa, evrenin tekâmül ve tahavvül kanunlarına tâbi olduğunu, ama tesadüfen bir türden veya bir varlıktan bir başkasının meydana gelmesini kastediyorsa, bunun felsefî bir görüş olduğunu, bilimsel verilerin böyle bir felsefî görüşü desteklemediğini söylemek her halde hakkımız olmalıdır.

Prof.Dr. Adem Tatlı
http://www.sorularlaevrim.com/makale/evrimi-anlamada-nirengi-noktalari-100.html


[/SUP]
 

Majeste

Profesör
Katılım
7 Mart 2007
Mesajlar
1,953
Reaksiyon puanı
21
Puanları
0
En büyük kör sensin :) ve bunun yanında aciz ve bilgisizsin. ashabulyemin okumayı dahi bilmiyor olsa bile senden çok çok önde. Sen eksi noktadasın, bizim bulunduğumuz seviyeye gelmen için önce Allah'ı keşfetmen gerekiyor... Sonrasında belki şartlar eşit olur da ona göre konuşuruz...

Sadece kişisel ve kendi çıkarlarına göre düşünmeyi bıraktığında, yani tarafsız olabildiğinde, şu söylediğinin ne kadar saçma olduğunu anlayacaksın.

majesteye bir şey anlatmak için onunla birlikte cahilliğin cehaletin diplerine inmek gerekir.Bu ise belli seviyesi olan bizler için zuldür.
Kendisine ve atalarının maymun olduğunu iddia eden arkadaşlara kendilerinin ve atalarının şerefli bir insan olarak yaratıldığını maymunun maymun insanın insan olarak yaratıldığını söyledik ayet ve hadisle açıkladık IQ problemimi diyelim kapasitemi diyelim anlamadı bizde kendisine anlayacağı dilden yayına başladık
konu teknik bir konu ve bizim bilgimiz fizik profesörü boyutunda değildir makaleler yazmadık konumuz olan ve eğitim ve bilgimizin yettiğince açıkladık tabi biz kendisi gibi ünvanlı bir üniversite görevlisi!!!değiliz
Sen aynen past and copy yapıyorsun hemde evrim bataklığında çırpınıp duruyorsun
eğer biz bilmediğimizden dem vuruyorsak Hz Ali keremallahüvechehi örnek aldığımız içindir ''bilmediklerimi ayağımın altına koysam başım göğe ererdi buyurur ki Efendimiz[sav]ilmin şehr'i Ali kapısıdır[ra]
sitelerimizde majestelerin üstadlarıyla cebelleştiğimiz için biz şerbetliyiz malzememiz dökümanımız bol
Yönetimin bu saçma konuyu uzatmaması kesmesi gerekir
kendisi ve fikirdaşları devam ettiği müddetçe cevaplar devam edecektir.cevaplatr şu anda tüm kardeşlerimizin anlayabileceği dilde yapılmaktadır devamında teknik dil devreye girecek daha olmazsa urduca flemenkçe dahil bu kardeşlerimizin kafasının alacağı bir lisan bulana kadar devam edecektir
ben durumu kısaca özetleyeyim ve yayınlarımıza

Eğer evrim teorisi konusunda gerçeği öğrenirsen, insanların maymundan gelmediğini öğrenir ve tek dayanağını böylece aşmış olursun. Evrim teorisi bilimsel kanıtlarla canlıların zaman içinde değiştiğini açıklarken eğer sen tüm canlıların aynı anda yaratıldığını savunuyorsan şu sorulara cevap verebilmesin;

1- Bu canlılar (sadece insan değil) nasıl oluştu?
2- Bu canlılar hep ilk oluştuğu halde mi?
3- Oluşan bu canlılardan zaman içinde yok olan var mıdır?
4- Kazılarda belirli canlıların sadece belirli katmanlarda bulunması ve yukarıya doğru kompleksliğin artmasına ne dersin?

Eğer bu ve bu gibi soruların cevabını bilimsel sonuçlara dayanarak verebiliyorsan, abiyogenez ve evrim teorilerine alternatif bir açıklama sunmuş olursun, ancak eğer veremiyorsan, bunları en iyi şekilde açıklayan abiyogenez ve evrim teorilerini öğrenebilirsin.

Evrim teorisine ait ön yargılarını attığında ancak bir şeyler anlayabilirsin. Çünkü hala yanlış biliyor ve yazdıklarının yanlışlığını göremiyorsun.

Buraya o yazıları yazmaya devam edebilirsin. Daha önce de açıkladığım gibi bunlar amacı belli ve gerçeği çarpıtmak olan ve inançlı insanların inançlarını kullanarak karşı düşünceyi yıkmaya çalışan yazılardır. Bu yazılar karşı düşünceyi bilimsel olarak almamakla beraber, sadece çarpıtmaktadır.

Eğer bir kere olsun paylaştığınız yazıyı okumayı denersin, yazının hiç tarafsız olmadığını görecek ve dolayısıyla, bilimsel olamayacağını anlayacaksın. Ancak evrim teorisi ile ilgili bilimsel yazılarda tarafsızlığı görebilir ve sorgulayabilirsin.

Ben üzgünüm ki, bundan sonra tartıştığı konuyu bilmeyen ve kişiliğime saldıran bir kişi ile tartışmayacağım.

Ashabulyemin ustam ellerine emegine saglik.
Siz adam yerine koyupta ilgi gösterip zamaninizi verdiginiz kisi bu ilgiyi haketmiyor.
Ayrica ben bilimden anlarim deyipte sizin verdiginiz bilgileri okuyup degerlendiremedigini, inkär ettigini gördük.
Darwinin bilime bir kac katkisi vardir ama onun evrim hipothezi kaynaksiz, yalan belgeler ve bu ideolojiyi koruyanlarin acimasizca bilim icin calisanlari nasil devre disi biraktiklari, mesleklerinden ettikleri, okullarda körpe yavrularin bu yalan evrim inanci ile beyinlerinin yikandiklarini görüyoruz sonuc olarakta o insanligin yüzkarasi ve basbelasi olan evrim teorisi ile adlandirilan irkciligin ve insanliga hayvansal bir bakis acisini baslatip savaslara neden olan bir batil inanctir ve baska birsey degildir.
Bir tesadüften baslayip kaos icinde kendi kendine düzen bulan bir düsünceymis.

Düsünün bir TIRIN kasasi taslar ile dolu, kasayi tamper ile bosalttiginda simdiki mimarlarin insa ettigi ev ortaya gelecekmis. Neyse bir TIR dan vazgectik milyarlarca TIR kasasini bosaltacakmis ve tesadüfen aralarindan bir tane en konforlu ve en gelismis 21 yüzyilin mimarindan bir ev olusacak, iste ne tesadüf degilmi?

Ne aciz insanlariz degilmi? O kadar kendini bilime vermis kisi o kontrolünü sasirmiyan düzeni görüpte, gözlerini, kulaklarini ve insanlikta olan bütün his, algilama degerlerini, aklini bile kullanmadan bu tesadüf demesi, hic bir mantik isi degil.

Neyse onlarin saklandiklari bilim örtüsü delik desik olmus, firtinalar esiyor daha Galileouyu yakmak isteyen kilise gibi dünya düz diyorlar.

İnkar etmekle, yanlışlığını göstermek arasındaki farkı algılayabileceğini ve yazılarımı tekrar okuman gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca, evrim teorisinin bir hipotez olmadığını ve inançlarla ilgili olmadığını da YİNELEMEK isterim.

Evrim teorisi ile ilgili hiçbir şey bilmiyorken, ırkçılıktan, savaşlardan bahsederek tartışmayı çarpıtmaya çalışman ise maalesef ucuz bir numaradır. Eğer gerçekten evrim teorisini çürütmeyi(!) düşünüyorsan, önce onu öğrenmelisin. Bu durumda tesadüfün ne anlama geldiği, verdiğin tır, ev karşılaşmasındaki uyumsuzluğu göreceksin.

Evrim teorisi çarpık anladığın tesadüf anlamını çok iyi bir şekilde açıklayabiliyorken, senin bunu bilmeyip acizliğini görememen, benim sorunum değildir.

En son paragraftaki kavram ve anlam kargaşası için de ek bir açıklama isterim. Zira, Dünya'yı düz sananların kimler olduğunu çok iyi biliyoruz. Ayrıca, Dünya'nın düz olmadığı kanıtlanınca, nasıl kıvırdıklarını da gördük. Eğer bu şekilde kendini çürütmeyi düşünüyorsan, buna hiç gerek yok. Burada evrim teorisini tartışıyoruz.
 

çağlar522

Doçent
Katılım
6 Ağustos 2009
Mesajlar
569
Reaksiyon puanı
5
Puanları
0
Arkadaşlar,dostlar araştırdım ve gördüm ki evrim diye bir gerçek var biz her ne kadarda kabullenemesekte böyle bir gerçek var ve bilim bunu onaylıyor,bilimin onayladıgını görmezden gelemeyiz,ve bilimin onayladıgını sorgulamak bize düşmez çünkü biz bilim insanı degiliz ki onları yalanlıyalım!adamlar evrim gibi bir iddaayı ortaya atarak ne gibi bir çıkarları olabilir,bilim tarafsızdır,biz kabul etsekte etmesekte...
 

DarKeN

Profesör
Katılım
5 Temmuz 2009
Mesajlar
1,184
Reaksiyon puanı
88
Puanları
48
Arkadaşlar,dostlar araştırdım ve gördüm ki evrim diye bir gerçek var biz her ne kadarda kabullenemesekte böyle bir gerçek var ve bilim bunu onaylıyor,bilimin onayladıgını görmezden gelemeyiz,ve bilimin onayladıgını sorgulamak bize düşmez çünkü biz bilim insanı degiliz ki onları yalanlıyalım!adamlar evrim gibi bir iddaayı ortaya atarak ne gibi bir çıkarları olabilir,bilim tarafsızdır,biz kabul etsekte etmesekte...
Haklısın dostum ama ne yaparsın işte burada onu anlayan kişi sayısı çok az. Şimdi sana kurandan iki ayet okuyup evrimi çürütürler. Sorsan kaynağını ve somut açıklamasını çünkü kuranda öyle yazıyor derler bu bilimsel bir şekilde evrimi çürütmek oluyor (!) onlara göre böyle bir zihniyetle tartışıyoruz. Bence artık kendimizi yormayalım çünkü bu konu uzadıkça uzar kimi gerçekleri görmek ister kimi klişeleri hayat görüşü diyelim ve noktayı koyalım ...
 

WolfeXtreme

Asistan
Katılım
30 Nisan 2009
Mesajlar
254
Reaksiyon puanı
1
Puanları
0
Anlayacak adama anlatılır, anlamayacak adama ne anlatsan boştur. En iyisi bırakacaksın kendi haline. Bu zihniyeti gördükten sonra darwinizmi aslında asrın en büyük fikri tağutu olduğunu anlıyorum. Sanki zamanın firavunu, nemrudu gibi. (bu sadece bir benzetmedir) Bu kadar da ateistlik olamaz yahu. Oluyor işte. Harikulade bir olay. Ateizmin sistemleşeceği son 150 yıllardan önce kimin aklına gelirdi. 150 yıldır dünyada neler oldu farkında mısınız? teknoloji gelişti... Ama hiç düşündünüz mü insanlık nereye gitti? Milyar hesabıyla kan döküldü. Savaşlar oldu, terör, anarşi, sevgisizlik ve en önemlisi dinsizlik çoğaldı.
 

y_ates

Dekan
Katılım
12 Nisan 2009
Mesajlar
5,165
Reaksiyon puanı
65
Puanları
0
Bilim tapılacak bir şey değildir arkadaşlar. İnsanlığın ilerlemesi için kullanılan bir yoldur sadece. Kesin bir doğruluğu da yoktur, bugün ak dediğine yarın hata yapmışız karaymış da diyebilir. Bilimin ötesinde de bazı şeyler vardır. Çok küçük bir kısmını anlayabildiğimiz, kalan kısmını ise belki de hiçbir zaman anlayamayacağımız şeyler. Merak ettiğiniz noktaları araştırın tabii ki, güvendiğiniz din alimlerine sorun. Ancak, inanç ile inançsızlık arasındaki çizgi çok incedir. Günahlarımız için af dileyebiliriz ama imanını kaybeden bir insan yok olmaya mahkumdur. Aklımın almadığı bir şeye nasıl inanacağım diyebilirsiniz. Ancak, iki rekat namaz kıldığınızda, orucunuzu tuttuğunuzda, insanlara yardım ettiğinizde, kul hakkı yemediğinizde aklınız almasa da içinizdeki mutluluk, dinginlik ve kuvvet size bir şeyler anlatacaktır. Aklınız almasa bile.

@ashabulyemin kardeşim, boşver artık yorma kendini. Ömrümde çok cahil gördüm ama @Majeste kadarına pek rastlamadım açıkçası. Biz hidayet dileyelim, gerisi kendisine kalmış. Anlatma ile anlayacak bir yapısı yok gibi. Konuşsun dursun, yanıt alamayınca kendi kendine konuşacak hali yok ya. Birçok insan huzursuz oldu artık, bu arkadaşla tartışmanın bir anlamı yok gördüğün üzere.
 

mcht_z

Asistan
Katılım
12 Kasım 2010
Mesajlar
239
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Bilim tapılacak bir şey değildir arkadaşlar. İnsanlığın ilerlemesi için kullanılan bir yoldur sadece. Kesin bir doğruluğu da yoktur, bugün ak dediğine yarın hata yapmışız karaymış da diyebilir. Bilimin ötesinde de bazı şeyler vardır. Çok küçük bir kısmını anlayabildiğimiz, kalan kısmını ise belki de hiçbir zaman anlayamayacağımız şeyler. Merak ettiğiniz noktaları araştırın tabii ki, güvendiğiniz din alimlerine sorun. Ancak, inanç ile inançsızlık arasındaki çizgi çok incedir. Günahlarımız için af dileyebiliriz ama imanını kaybeden bir insan yok olmaya mahkumdur. Aklımın almadığı bir şeye nasıl inanacağım diyebilirsiniz. Ancak, iki rekat namaz kıldığınızda, orucunuzu tuttuğunuzda, insanlara yardım ettiğinizde, kul hakkı yemediğinizde aklınız almasa da içinizdeki mutluluk, dinginlik ve kuvvet size bir şeyler anlatacaktır. Aklınız almasa bile.

@ashabulyemin kardeşim, boşver artık yorma kendini. Ömrümde çok cahil gördüm ama @Majeste kadarına pek rastlamadım açıkçası. Biz hidayet dileyelim, gerisi kendisine kalmış. Anlatma ile anlayacak bir yapısı yok gibi. Konuşsun dursun, yanıt alamayınca kendi kendine konuşacak hali yok ya. Birçok insan huzursuz oldu artık, bu arkadaşla tartışmanın bir anlamı yok gördüğün üzere.


Her kelimene tek tek katılıyorum. Ellerine sağlık...
 

limerick

Profesör
Katılım
28 Temmuz 2008
Mesajlar
1,188
Reaksiyon puanı
8
Puanları
38
Saygısızlık olarak görmezsen bende bir fikir atayım ortaya .
* Tanrı (saygısızlık olmasın diye islam dinindeki isimlerinden kullanmıyorum) her şeyi bilendir.
* İnsanların özgür iradesi vardır.
* Tanrı her şeyin nasıl biteceğini bildiği halde neden özgür irade vermiştir ?
* Yani benim cennete ya da cehenneme gideceğimi sadece tanrı biliyor. Ee bildiği bişeyi neden hala devam ettiriyor ?

Bu sorularıma "insanın aklının alamayacağı şeyler vardır" haricinde cevaplar bekliyorum.

Not : Tanrı eğer var ise bizi sonsuz gücünden yaratmıştır. Yani biz yoktan var olmadık. Onun gücünün bir parçasıyız. Yani biz onun parçasıyız , yarattığı her şey gibi.

Merhaba Neutral, ve majeste :)

Belkide Hersey olup bitti. kimimiz cennette kimimiz cehennemde su an. fakat soyle birsey var Allah birisinini kolundan tutup cennete atacagi zaman bu kisi soyle diyebilir. sen aklinda film gibi herseyi yazip cizmissin benide simdi atiyorsun hatta hadi benim bu yaptiklarimi istpatla -Dolayisiyla burada yasadiklarimiz oldukten sonra bize itham edilecek olan seylerin ispatidir.


Elbetteki ozgur iradeye sahibiz bir yol ayrimina geldigimizde saga mi gideyim, solami gideyim secebiliyoruz. Allah bugun tepeden bize baksaydi biz onu gorseydik herkes inanirdi evet bizi su tepedeki gorunen sahis yaratti derdi. Ama Allah demekki bunu istemiyor ve herseyi bir hikmet uzere yarattigini soyluyor. Gecen gun hikmet meselesini arastirirken cok ilginc seyler tespit ettim. mesala birseyin olabilmesi icin baska birseyin olmasi sart bu muhtesem birsey. ornegin suyun olmasi icin iki tane hidrojen ve bir tane okjizenin bir araya gelmesi sart. Biz hikmetleri bilemiyoruz keske bizede bildirse bundan ote kendi varliginin bile bir hikmeti var ve insan olarak bunu dusunen bilim adamlari kafayi yemisler.

Benim aklima soyle bir sey takildi gecen gunu bunuda paylasayim gonderdigi kitapda biryerde Sefkatim gazabima ustun geldi diyor. Bu bence soyle birsey manasina geliyor. benim icimde iyi ve kotu savasti ve iyilik kazandi. simdi aklima su soru geliyor eger ortada bir tek siz varsaniz baska hic bir canli ve cansiz nesne yoksa o zaman kime nasil kotuluk yapacaksiniz. Allahin ic dunyasinda kotuluk yine ustun gelebilirmi , daha once geldimiki , bunlari bilmek isterdim.

Herseyin bir plan , program dahilince calistigi malum. mesala dna, gece -gunduz, iyilik-kotuluk , arti - eksi, yaz - kis, atomlarin bir araya gelerek herseyi olusturmasi ve atomlari bir arada tutan bir enerjinin olmasi. velevki hadi diyelim evrimide bu plan program dahiline katalim. diyelim ki birisi yazmis cizmis Automasyon sistem yapmis ondan insan da cikiyor , kus da cikiyor galaxilerde :) Hatta oylede demiyelim Allahi inkar edenlerin soylemi ile aptalca bir deyisle hersey kendi kendine evrim ile oldu diyelim , ilk once her nasil olduysa quarklar oldu , atom oldu, balik oldu, sonra balik su disina cika cika ayaklandi 4 ayakli oldu sonra bu 4 ayak bana cok dedi iki ayakli insan oldu :)

O zaman sen bana sunlarin cevapini ver

1- o iki ayakli insandaki sevgiyi , nefreti, sefkati daha bir cok duyguyu nasil acilarsiniz onlarda evrim le mi oldu ?

2- Ilk madde nasil olustu. enerji den olustu dersen ilk enerji nereden geldi ?

3- Bir kolumuz veya bacağımız herhangibir mutasyona bağlı olarak oluşmuşsa bile diğer tarafımızda da nasıl hemen hemen aynı şekilde oluşuyor? yani simetri olayi.
bu simetri olayina bir arkadas soyle demisti iste deniz altind asimetrik canlilar var. insanin iki gozu icin de iste tehlike sagda ve solda oldugu icin oyle gelismis diyordu. dedim sen angut musun insanlar genelde arkalarindan bir cisimle vurularak oldurulur sinsice birisi gelir vurur, bir yirtici hayvan arkasindan kovalar yakalar insani yer. arkadan bicaklanir ama ne hikmetse yinede saginda solunda goz olmus ama arkasinda olmamis. yuh artik ben ne diyeyim.


cevap bekliyorum saygilar.

---------- Post added at 01:16 ---------- Previous post was at 01:11 ----------

Bilim tapılacak bir şey değildir arkadaşlar. İnsanlığın ilerlemesi için kullanılan bir yoldur sadece. Kesin bir doğruluğu da yoktur, bugün ak dediğine yarın hata yapmışız karaymış da diyebilir. Bilimin ötesinde de bazı şeyler vardır. Çok küçük bir kısmını anlayabildiğimiz, kalan kısmını ise belki de hiçbir zaman anlayamayacağımız şeyler. Merak ettiğiniz noktaları araştırın tabii ki, güvendiğiniz din alimlerine sorun. Ancak, inanç ile inançsızlık arasındaki çizgi çok incedir. Günahlarımız için af dileyebiliriz ama imanını kaybeden bir insan yok olmaya mahkumdur. Aklımın almadığı bir şeye nasıl inanacağım diyebilirsiniz. Ancak, iki rekat namaz kıldığınızda, orucunuzu tuttuğunuzda, insanlara yardım ettiğinizde, kul hakkı yemediğinizde aklınız almasa da içinizdeki mutluluk, dinginlik ve kuvvet size bir şeyler anlatacaktır. Aklınız almasa bile.

@ashabulyemin kardeşim, boşver artık yorma kendini. Ömrümde çok cahil gördüm ama @Majeste kadarına pek rastlamadım açıkçası. Biz hidayet dileyelim, gerisi kendisine kalmış. Anlatma ile anlayacak bir yapısı yok gibi. Konuşsun dursun, yanıt alamayınca kendi kendine konuşacak hali yok ya. Birçok insan huzursuz oldu artık, bu arkadaşla tartışmanın bir anlamı yok gördüğün üzere.

Ben hic huzursuz degilim. iki de bir insanlara cahil diye hitap etmen hos degil.. forum magandasimin sen :) madem muslumansin imandan bahsetiyorsun o zaman seni yapan kisinin yaptigi diger seylerede saygi ve sevgi goster. ona havele et ama icinden et :)
 

Action3

Asistan
Katılım
1 Kasım 2010
Mesajlar
246
Reaksiyon puanı
2
Puanları
0
<p style="text-align: center;"><strong><u>Domuz disi insan oluyor</u></strong><br>
</p><br>
<br>
1925 de bir mahkeme Evolutiontheorisinin Dayton (USA) kabulüne yardimda bulunuyor. Ilkokul ögretmeni John Scopes evolutiontheorisini ögrencilerine ögrettigi icin mahkemeye verilir. Bilimdünyasinin cogu evolutiontheorisi vaizcisi taraftari olurlar, baslarinda Chicago Universitesinden Professor H.H.Newman. Bu professor evolutiontheorisini savunmak icin zamanin en makbul belgesini ortaliga sunar oda Nebraska insanin belgesidir. Bu insanirki 1 milyon sene önce Nebraskada yasamis sayilir.<br>
Nebraska insaninin varligini bilimsel yönden belgelemenin kaynagi nereye dayanmakta?<br>
1922 de Harol Cook Nebraska insan denilen fosil artiklarini bulmus, yalniz bir dis.<br>
Bilimadamlarindan incelenen disin yasi 1 milyon sene oldugunu tahmin edilir. Bundan itibaren bu cok yasli insanirkindan genis capli literatür olusturulur.<br>
Illustrated London News bu kesfedilen insanIrki üzerine bütün bilgileri toplamak icin Amerikaya bir reportajci gönderirirler. <br>
<br>
Sonralari Illustrated London News dergisinde bir konu acilir ve resim ilede Nebraska insanin belgeleme altyapisi hazirlanir.<br>
Nebraska insanin görünümü tek bir disten rekostra yapilmis.<br>
Bilimadamlari arasinda atesli tartismalar baslar ve bazi arastirmacilar bu disin Pithecanthopus erectus (Homo erectus)un der, bazilarida bu modern insan tipine daha yakin der. <br>
1927 ama iskeletin öbür parcalarindan bazilarida bulunur ve önceden bulunan disin Nebraska insanindan degilde, gercekten bir Prosthennops, amerkida yasamis ve irki kesilmis bir yabani domuzun di$iymis. Paläontologe Professor Dr. William K. Gregory bu fundemental hatayi Science dergisinde aciklar (BD.66, 16.12.1927, S.579-581)<br>
<br>
Bu rezillikten sonra Nebraska insaninin bütün resimleri ve benzetilmeleri ve ailesi acilen evolutionliteratüründen ve müzelerden uzaklastirilir.<br>
<br>
<br>
<p style="text-align: center;"><img src="http://i1107.hizliresim.com/2011/7/9/1099.jpg" alt="" border="0"><br>
</p><br>
<em>Insanligin bir atasi, Nebraska insani tabiatta ve arkasinda develer ile. Bütün bunlar bir domuz disinden yola cikilarak ciziliyor.<br>
Sayilari sayilmiyacak kadar cocuklarin beyinlerine islenen gercek ve belge kabul edilen bu illusion ve fantazi rezillik ile sonlanir. Hersey ortaya cikinca bu resimler ve belgeler bütün evolutionliteratüründen ve müzelerden acilen uzaklastirilir. <br>
Tek zamanin gözkamastirici bir mahkeme olayinda bir domuz disi Evolutiontheorisi icin dünyanin gözleri önünde Amerkidada bir basariya imzayi atmistir.<br>
Kinofilmide mevcutmus (Iherit the Wind)</em>

---------- Post added at 23:21 ---------- Previous post was at 23:00 ----------

(Ilk sundugum istedigim gibi olmamis, baya zahmet ettik, degistirmiyorumda, bunu ilk sunudum yerine eklermisiniz?)

Domuz disi insan oluyor

1925 de bir mahkeme Evolutiontheorisinin Dayton (USA) kabulüne yardimda bulunuyor. Ilkokul ögretmeni John Scopes evolutiontheorisini ögrencilerine ögrettigi icin mahkemeye verilir. Bilimdünyasinin cogu evolutiontheorisi vaizcisi taraftari olurlar, baslarinda Chicago Universitesinden Professor H.H.Newman. Bu professor evolutiontheorisini savunmak icin zamanin en makbul belgesini ortaliga sunar oda Nebraska insanin belgesidir. Bu insanirki 1 milyon sene önce Nebraskada yasamis sayilir.<br>
Nebraska insaninin varligini bilimsel yönden belgelemenin kaynagi nereye dayanmakta?
1922 de Harol Cook Nebraska insan denilen fosil artiklarini bulmus, yalniz bir dis.
Bilimadamlarindan incelenen disin yasi 1 milyon sene oldugunu tahmin edilir. Bundan itibaren bu cok yasli insanirkindan genis capli literatür olusturulur.<br>
Illustrated London News bu kesfedilen insanIrki üzerine bütün bilgileri toplamak icin Amerikaya bir reportajci gönderirirler.
Sonralari Illustrated London News dergisinde bir konu acilir ve resim ilede Nebraska insanin belgeleme altyapisi hazirlanir.
Nebraska insanin görünümü tek bir disten rekostra yapilmis.<br>
Bilimadamlari arasinda atesli tartismalar baslar ve bazi arastirmacilar bu disin Pithecanthopus erectus (Homo erectus)un der, bazilarida bu modern insan tipine daha yakin der. <br>
1927 ama iskeletin öbür parcalarindan bazilarida bulunur ve önceden bulunan disin Nebraska insanindan degilde, gercekten bir Prosthennops, amerkida yasamis ve irki kesilmis bir yabani domuzun di$iymis. Paläontologe Professor Dr. William K. Gregory bu fundemental hatayi Science dergisinde aciklar (BD.66, 16.12.1927, S.579-581)

Bu rezillikten sonra Nebraska insaninin bütün resimleri ve benzetilmeleri ve ailesi acilen evolutionliteratüründen ve müzelerden uzaklastirilir.

1099.jpg

Insanligin bir atasi, Nebraska insani tabiatta ve arkasinda develer ile. Bütün bunlar bir domuz disinden yola cikilarak ciziliyor.
Sayilari sayilmiyacak kadar cocuklarin beyinlerine islenen gercek ve belge kabul edilen bu illusion ve fantazi rezillik ile sonlanir. Hersey ortaya cikinca bu resimler ve belgeler bütün evolutionliteratüründen ve müzelerden acilen uzaklastirilir.
Tek zamanin gözkamastirici bir mahkeme olayinda bir domuz disi Evolutiontheorisi icin dünyanin gözleri önünde Amerkidada bir basariya imzayi atmistir.
Kinofilmide mevcutmus (Iherit the Wind)
 

ashabulyemin

Profesör
Katılım
6 Aralık 2008
Mesajlar
3,389
Reaksiyon puanı
20
Puanları
0
[h=2]14

Evrimin sonsuz çıkmazları[/h]
ÖYLE VEYA BÖYLE, Evrimciler günümüzde gerçekten telâş içerisindedirler. Bu telâş sadece yaratılışçıların baskısından dolayı değil, aynı zamanda ve belki de daha ciddî olarak, ken­di iç uyuşmazlıklarından dolayıdır. Evrimcilerin, evrimin ge­nel kavramına her zaman kayıtsız şartsız teslim olmadıkları­nı ileri sürmelerine rağmen, evrim mekanizmasının başlıca destekçisi olan Neo-Darwinizm'in bütün yapısı, artık tama­mıyla çökmüştür. Evrimin Kederli Gözyaşları kitabının ya­yınlanmasından bu yana heyecan verici ve gürültülü yıllar geçti. Ancak bundan sonraki yıllar daha da gürültülü geçece­ğe benzemektedir.
ÖYLE VEYA BÖYLE, Evrimciler günümüzde gerçekten telâş içerisindedirler. Bu telâş sadece yaratılışçıların baskısından dolayı değil, aynı zamanda ve belki de daha ciddî olarak, ken­di iç uyuşmazlıklarından dolayıdır. Evrimcilerin, evrimin ge­nel kavramına her zaman kayıtsız şartsız teslim olmadıkları­nı ileri sürmelerine rağmen, evrim mekanizmasının başlıca destekçisi olan Neo-Darwinizm'in bütün yapısı, artık tama­mıyla çökmüştür. Evrimin Kederli Gözyaşları [SUP]1[/SUP] kitabının ya­yınlanmasından bu yana heyecan verici ve gürültülü yıllar geçti. Ancak bundan sonraki yıllar daha da gürültülü geçece­ğe benzemektedir.
[h=2]İzah edilemeyen başlangıç[/h]SADECE türlerin orijini değil, aynı zamanda hayatın kendisi­ni de izaha yeltenen evrim fikri, daha işin başlangıcı sayılan canlı ile cansız arasındaki boşluğu dahi açıklayamamaktadır. Şartlanmış evrimciler, hayatın kökenini daima tabiatçı te­mele dayalı bir felsefe ile açıklamaya çalışmışlardır. Ancak bunların düşünceleri gerçek bir vakıaya dayanmayıp, hiçbir zaman bir inanç olmaktan öteye gidememiştir. Bir zamanlar, evrimci ilim adamları tarafından da dünya çapında kabul edi­len spontan generasyon, ya da kendiliğinden meydana gelme inancı, şimdi artık hiç kimse tarafından rağbet görmemekte­dir. Bu inancın, Lamarcksizmde olduğu gibi, karşılaştığı prob­lem, denenebilirliği idi. Nitekim Louis Pasteur tarafından dik­katle denendiği zaman, tamamen yanlış olduğu ortaya çıktı. Ancak, en azından mutaassıp evrimciler tarafından kastedilen tek şey sadece, günümüzde hayatın cansız maddelerden meydana gelmiş olması değildir. Bunlar, kendilerinden çok daha emin bir şekilde, hayatın geçmişte, şartların farklı oldu­ğu bir zamanda her nasılsa meydana gelebildiğini söylemek­te ve tecrübe edilebilir olmadığından dolayı da bu iddia reddedilememektedir.
Böylece evrimciler, bilinmeyen bir hayat şeklinin, bilinme­yen bir kaynaktan oluşan, bilinmeyen enerjilerle beslenen, bilinmeyen bileşimdeki bir atmosferle temas halinde olan, bi­linmeyen kimyevî yapıdaki bir denizde, bilinmeyen bazı hâ­diselerle meydana geldiğini ileri sürmektedirler. Bu durum, bütün sistemi, denenebilirliğin çok ötesine götürmekte ve böylece Evrimciler için çok cazip hale gelmektedir. Bu senar­yo günümüzde hemen her biyoloji kitabının ayrılmaz parçası halindedir ve öğrenciye modern ilmin kesin sonuçları olarak takdim edilmektedir.
İngiltere'de Dr. John Gribbin'in son yayınladığı bir makale­sinde bu durum şöyle tenkit edilmektedir:
Dünyanın ilk atmosferinin oksijensiz olduğu, fakat oksi­jenle birleşebilen metan ve amonyak gibi hidrokarbonlarca zengin olduğu yaygın şekilde düşünülmüş ve öğretil­miştir... Bu faraziyenin arkasında yatan sebep, böyle bir atmosferin, kompleks fakat cansız hayatın başlangıcı ola­bilecek moleküllerin gelişmesi için ideal ve esas olabile­ceği inancıdır... Bu tablo, genel olarak hayalleri cezp et­miş, amonyak ve metandan oluşmuş bir atmosferle sarılı bir gezegenin, deniz ve göllerinde hayatın oluşumu hikâ­yesi, her okul öğrencisinin bildiği ilmi bir folklor haline gel­miştir. Böylece bir kuşağın "sigortalı bilimsel gerçeği" ikinci ku­şağın "bilimsel folkloru" olmuştur.[SUP]2[/SUP]
Monitör, oksijensiz atmosfer fikrinin hızla değiştiğine dik­kati çeker ve şöyle der:
Eski oksijensiz atmosfer fikrinin terk edilmesi, birçok evrim doğmalarından birisi olup, bu doğmalar günümüz­de parçalanırcasına değiştirilmekte veya terk edilmekte­dir. Oksijensiz atmosfer fikri son zamanlarda öyle hızlı bir şekilde çürütülmüştür ki, birçok evrimcinin bu durumdan haberi bile olmamıştır. Mars ve Venüs gezegenlerinin at­mosferleri ile ilgili uzay programları ve yer kürenin içeri­sindeki volkanik gazların bileşiminden elde edilen bilgiler, konuya vâkıf ciddi ilim adamlarının oksijensiz atmosfer fikrini terk etmelerinde büyük rol oynamıştır. Her ne kadar hayatın kökeni ile ilgilenen biyologlar, indir­genmiş gazlardan ibaret atmosferden sık sık bahseder­lerse de, bu durum, son gelişmelerden haberdar olmamak kadar, bu gelişmelere şiddetle karşı koymak isteğin­den kaynaklanmaktadır... Üç gezegenin hepsinde de ilk atmosferin oksijenli bir atmosfer olduğunun ortaya çık­ması, güneşin ültraviyole ışınları ile enerjisi sağlanan ve metan/amonyak gazlarından oluşmuş bir atmosfere sa­hip yer kürede, hayatın meydana geldiğini bildiren biyolo­ji kitaplarını yeniden yazma zamanının geldiğini gösterdi.[SUP]3[/SUP]
Clemmey de ilk atmosferin CO[SUB]2[/SUB] bakımından zengin oldu­ğunu belirtir:
İlk atmosferin oksijensiz atmosfer olduğunu gösterir şe­kilde takdim edilen jeolojik deliller, hem çelişkili ve hem de oldukça müphemdir. Son yapılan biyolojik ve geze­genler arası araştırmalar, CO[SUB]2[/SUB] bakımından zengin ve muhtemelen serbest moleküler oksijen ihtiva eden bir ilk atmosferin olduğunu destekler mahiyettedir.[SUP]4[/SUP]
Gribbin, ilk atmosferin yapısının, Evrimcilerin ileri sürdü­ğü tarzda olmadığını ve evrim görüşünü desteklemediğini, bu düşüncenin terk edilerek, kitapların son bulgulara göre yeni­den yazılması gerektiğini nazara vermekte ve bunun büyük bir mali yük getireceğini belirtmektedir:
"Şimdi, yeniden yazılmak mecburiyetinde olan ders ki­taplarını ve hiçbir zaman mevcut olmamış bu egzotik dünya şartlan altında hayatın nasıl meydana gelmiş olabi­leceğini göstermek için plânlanan anlamsız deneylere harcanmış olan milyonlarca doları düşünün... Hepimiz bütün bu ders kitaplarını yeniden yazmak ve her okul öğrencisinin, hayatın kökenini ve dünya atmosferinin evrimi konusunda en iyi teorinin hangisi olduğunu bilme­sini sağlamak zorundayız.[SUP]5[/SUP]
Dünün doğması, bugünün folkloru olduğundan, muhte­melen yarının devrini doldurmuş mitolojisi olacaktır. Dünya evrimleşmese bile, Evrim Teorisinin bizzat kendisi daima evrimleşmektedir.
hadean.jpg
Dünyanın ilk atmosferinin oksijensiz olduğu, fakat oksi­jenle birleşebilen
metan ve amonyak gibi hidrokarbonlarca zengin olduğu yaygın şekilde
düşünülmüş ve öğretil­miştir... Bu faraziyenin arkasında yatan sebep,
böyle bir atmosferin, kompleks fakat cansız hayatın başlangıcı ola­bilecek
moleküllerin gelişmesi için ideal ve esas olabile­ceği inancıdır...
[h=2]Yeryüzünün Canlılarla Şenlendirilmesi[/h]KÂİNATTA, yani evrende milyarlarca galaksi var. Her bir ga­laksi milyarlarca yıldızı içerisinde barındırıyor. Bu ne muhte­şem bir uzaydır ve ne harika bir düzenlemedir! Evrenin her yerinde esrarlı ve şuurlu bir tanzim ve büyüleyici bir güzellik var. Gözümüzü semadan yere indirdiğimiz zaman, son dere­ce harika güzellikler ve sırlarla örülmüş ve örtülmüş bitkiler ve hayvanlar gibi esrarengiz varlıkların etrafımızı kapladığı­nı görüyoruz.
ArkeaManzara.jpg
Kendimizi acayip bir dünyada bulduk.
Uzay niye bu kadar esrarlıdır?
Evren nereden ortaya çıktı ve biz nereden gel­dik?
Bu evren içinde bizim yerimiz nedir?
Ünlü uzay bilgini Prof. Stephen Hawking gibi çevremize bakarak şöyle diyoruz:
Kendimizi acayip bir dünyada bulduk. Uzay niye bu kadar esrarlıdır? Evren nereden ortaya çıktı ve biz nereden gel­dik? Bu evren içinde bizim yerimiz nedir?
Dünya üzerinde milyonlarca canlı türü yaşamakta. Hepsi de son derece mükemmel sistemlere sahip bulunan bu canlı­lar nasıl ortaya çıktı? Bu ve benzeri sorular insanlık tarihi bo­yunca hep sorulmuş ve bunlara cevaplar aranmıştır. Özellik­le konunun içerisinde insanın kendisinin bulunuyor olması, sadece ilim adamlarını değil, geçmişini anlama konusunda herkesi alâkadar eder hâle gelmiştir.
Çevremizdeki bu ağaçlar, böcekler, çiçekler ve hayvanlar ve hatta insanlar, hep aynı şekilde mi kalmaktadır, yoksa de­vamlı bir değişiklik içerisinde midir? Değişiklik varsa, bu de­ğişikliği kim yapmaktadır?
Çevremize küçük bir dikkat, bu sorunun cevabını kolayca bulmamızı sağlayacaktır. Dünyaya gelenlerin büyümesi, farklılaşması, büyüyenlerin yaşlanması, yaşlıların dünyadan gitmesi, etrafımızdaki hiçbir şeyin kararında kalmadığını ve her an değişime tâbi tutulduğunu göstermektedir. Elma çekir­değinin açılarak fîlizlikten fidanlığa, fidanlıktan ağaç ve hat­ta meyveli ağaç safhasına ulaşması neyin ifadesidir? Bir yu­murtanın civcive dönüşmesi, onun piliç ve horoz kademeleri­ne geçişi, insanın da yumurta safhasından bebeklik, çocuk­luk, gençlik ve olgunluk devreleri, hep bu değişikliğin ürünü değil midir? Her birimizin içinden yaşayarak geçip geldiğimiz bu safhaları unutmamız mümkün mü? Dünya da birden bire bu şekli almış değil.
Bu mânâda kâinatın tamamında her an ve devamlı, ama gayet yavaş işleyen bir değişiklik söz konusudur. Buna biz tedrici tekâmül de diyebiliriz. Yani, yavaş yavaş değişme. Bu manadaki değişiklik teori değil, bir kanundur. Yani kâinat, tedrici tekâmül kanununa tâbidir.
Evrime çok farklı mefhum ve manalar yükleniyor ve dola­yısıyla bu kelimeden herkesin anladığı mana farklılık göste­riyor.
Genellikle evrim; değişme, başkalaşma, farklılaşma ve bir canlıdan bir başka canlının tesadüfen meydana gelmesi ma­nalarında kullanılıyor. Eğer evrimden tekamülü veya embri­yodan itibaren bir canlının geçirdiği safhaları ifade eden ontojeni manasını kastediyorsak, bu manadaki değişiklik teori değil, bir kanundur. Ya da, elementlerin bir halden bir başka hâle geçmesini ifade eden değişiklik, yani bir molekülün atomlarına ayrılması ve yeni bileşikler vermek üzere birleş­mesiyle meydana gelen farklılaşmalar kastediliyorsa, bu ma­nadaki değişiklik de teori değil, bir kanundur.
Yok, eğer Evrim felsefesini savunanların ifade ettiği gibi, Evrimden; bir türden bir başka türün, bir canlıdan bir başka canlının tesadüfen meydana gelmesi kastediliyorsa, o mânâ­da bir evrim kâinatta mevcut değildir.
Dünya birden bire bu şekli almamış. Güneşten ayrıldıktan sonra belli devreleri geçirmiş. Önce soğuyarak kabuk bağla­mış. Sonra atmosfer yapılmış ve onun içerisine hava yerleşti­rilmiş. Denizlerde ve yerin altında sular biriktirilmiş. Yerküre üstünde canlı varlıkların barınabileceği bir hâle ulaşınca yer yüzüne, kademe kademe canlılar gönderilmiş. Önce bitkiler âleminden, daha kanaatkar ve güç şartlarda hayatiyetlerini devam ettirme özelliğine sahip olan yosunlar kendilerine yer edinmiş. Daha sonra yüksek yapılı bitkiler boyunlarını, gayp âleminden yeryüzüne uzatmışlar ve zemini rengarenk çiçek­ler ve yemyeşil çimenlerle bezetmişler. Arkadan çimeni ve ça­yırı, suyu ve havası hazırlanmış olan yeryüzüne, koyunlar, keçiler, arılar ve sinekler gönderilmiş.
Ya aksi olsa idi! Yani, çimenden önce koyun, çiçekten ön­ce arı gönderilseydi, o zavalılıların hâli nice olurdu. Hele su­ları, ya da teneffüs edecekleri havaları bulunmasa idi. Demek ki, kâinatın sahibi, herkesin yeryüzü sofrasını tamam ettik­ten sonra, onları hazır mekânlara davet etmiş.
Yeryüzü bu halde iken, yani koyunlar meleşir, kediler oy­naşır, kuşlar cıvıldaşırken meyve ağaçları da ormanların ara­sında, gayet leziz, tatlı ve hoş kokulu meyvelerini elleriyle uzatıp, yer yüzü sultanının gelip almasını bekler bir halde iken, Hz. Âdem babamız ve Hz. Havva validemiz yer yüzüne teşrif ediyorlar.
Artık yer yüzünde umumi bir şenlik başlamıştı. Kuşların ötüşü, arıların uçuşu, kuzuların meleyişi değişiyordu. Rüzgâr daha bir nazlı nazlı esiyor, bulutlar yağmur vermek için emir bekliyordu. Güneşin ışığı daha aydınlık, ısısı daha ısındırıcı, suların çağlayışı daha canlıydı. Çünkü, bütün varlıkların sü­sü, yeryüzünün halifesi, varlıkların efendisi gelmişti. O'nun gelişiyle yeryüzü şenlenmiş, gariplikten kurtulmuştu.
Dunyadan-Manzara.jpg
Dünya birden bire bu şekli almamış. Güneşten ayrıldıktan sonra belli devreleri geçirmiş. Önce soğuyarak kabuk bağla­mış. Sonra atmosfer yapılmış ve onun içerisine hava yerleşti­rilmiş. Denizlerde ve yerin altında sular biriktirilmiş. Yerküre üstünde canlı varlıkların barınabileceği bir hâle ulaşınca yer yüzüne, kademe kademe canlılar gönderilmiş. Önce bitkiler âleminden, daha kanaatkar ve güç şartlarda hayatiyetlerini devam ettirme özelliğine sahip olan yosunlar kendilerine yer edinmiş. Daha sonra yüksek yapılı bitkiler boyunlarını, gayp âleminden yeryüzüne uzatmışlar ve zemini rengarenk çiçek­ler ve yemyeşil çimenlerle bezetmişler. Arkadan çimeni ve ça­yırı, suyu ve havası hazırlanmış olan yeryüzüne, koyunlar, keçiler, arılar ve sinekler gönderilmiş.
Önceleri melâikeler yeryüzünde atın varlığına, devenin bulunmasına bir mânâ veremiyorlardı. Yer altında demirin, altının ve petrolün istif edilip yerleştirilmesini bir türlü anlayamamışlardı. Çünkü ne devenin ve ne de atın bunlara ihiyacı yoktu. Hele kömürün ne işe yarayacağını bir türlü açıklayamıyorlardı.
Yeryüzüne teşrif eden bu insan, diğer canlılara benzemi­yordu. Bütün varlıkların üzerinde bir kumandan gibiydi. Bü­tün yer yüzünün idaresi ve kontrolü ona verilmişti. Artık, yeryüzündeki varlıklar adına söz söyleme yetkisi ona aitti. Böylece, melâikelerin önceleri yaratılışlarına bir anlam vere­medikleri her bir canlının yaratılışının sebebi yavaş yavaş an­laşılmaya başlamıştı.
Dünyaya gönderilen bu insanın hiçbir ihtiyacı unutulma­mıştı. Bu şerefli misafirin ayağının altına bütün yeryüzü se­rilmiş, denizler emrine verilmiş, bitki ve hayvanlar sofrasına konmuş, gökyüzü de üstüne açılmıştı.
Bütün varlık âlemlerinin hayranlıkla takip ettiği bu misa­firin öyle engin duygu ve düşünceleri, öyle geniş hayal ve ta­savvurları vardı ki, bu dünya ona az geliyordu. Belli ki bu de­ğerli misafir, başka bir âlem için yaratılmış, sonsuzluğu iste­yen ve arayan duygu ve düşünceleri, ebedî bir âlemin varlı­ğından haber veriyordu. Zaten buraya da o âlemden gelme­miş miydi? Burada misafirliği bitince yoluna devam edecekti.
Prof.Dr. Adem Tatlı
http://www.sorularlaevrim.com/makale/evrimin-sonsuz-cikmazlari-99.html
 

burns206

Profesör
Katılım
31 Mart 2011
Mesajlar
1,866
Reaksiyon puanı
1
Puanları
0
herkes istedigine inansin , herseyin fazlasi zarar. :p

ki bukadar adaletsiz bir ortamda herkesin inandigi allaha guveni sadakati bukadar dusukse insanlarin . bu inanmayanlarin guvenmeyenlerin veya sadakati de yoksa gucune de inanmayanlarin kanitidir .

inanmak baska sey bilmek baska sey :p
allahin varligini bilmeden inanmak da yanlis bence .
Mesela bir dostunuz bisey soyler inanirsiniz ancak konu ciddiyse icinizde hep bir suphe kalir. ancak bunun dogru olduguna dair kanitlar varsa durum farkli olur.

allahin varligini bir seyin dogru veya yanlis olnasi tartismasiz yokediyosa. ki ewrim tanrinin varligini yokediyo diyo bicok insan . yani gozunuzde allahin yoksaymaya bu kadarcik sey yeterliyse . oturup inancinizi guveninizi ve bilginizin ne kadar derin oldugunu bi kontrol etmelisiniz.
 

Mta

Profesör
Katılım
27 Mart 2008
Mesajlar
1,257
Reaksiyon puanı
6
Puanları
38
Yeminle son kez yazıyorum :)

* İslama göre başlangıcı ve sonu olmayan "Yaratıcı" dır. Bu asla sorgulanamaz ve insan aklı alamaz.
* Bilime göre başlangıç maddedir. Sorgulanabilir , yargılanabilir , araştırılabilir.
Sizin kabul etmek istemediğiniz şu ; Tanrının varlığı ve ya yokluğu bilimsel olarak kanıtlanmış bir şey değil. Her şey bilimle açıklanamaz diyecekler olanlar. Şu on kullandığınız internet bile bilim sayesinde.

Ve islama inanmayanlar takıldığı çok karmaşık sorular var ; İslam Tanrının gözünde köleyle sahibine aynı gözle bakar. Sahibi köleyi üzerse onun bile hesabını sorar. Yani mevki makamı kim olursa olsun eşittir. Ama bir diğer yandan kuranda kölelerinize iyi davranın geçiyor. O devirde bilinen her şeye karşı çıkan herkesin tepkisini üstüne çeken islam bir tek kölelikten mi korktu acaba ? Yani her şeyde eşitlik isteyen din kölelikte ses çıkarmadı ? Köleliğe bugün kü gibi hizmetçilik diyenler olacak olursa ;
hizmetçiniz istediği an işi bırakıyorum der çeker gider. Ama o zamanda köle sahibinden izinsin evini terk ederse idam edilir.
Ne kadarda kardeş bir din değil mi ? Neden en kutsal kitapta kölelik olmaz yazmıyor ? Bugün bile insanların kanını en çok emen ülke abd , en güçlüsünün bile bir hizmetçisini ilişkiye zorladığı kanıtlansa adam hapise giriyor. Abd bile Tanrıdan daha mı adil ?

Ya 1 erkek eşitliği sağladı zamanlarda 3-4 eş edinebiliyor. Niye bir kadın 2 eş sahibi olamıyor ? Hem cennet annemizin ayaklarının altı hem 1 erkek 5 cennete sahip.

Neden kıble başka güzel bir yer değilde , o zamanın herkesin tapındığı bi yer ?

Mübarek olan cuma gününün o zamanın en büyük alışveriş günü olduğunu biliyor muydunuz ?

Tanrı en büyük gücünü kitabını bir günde indirerek göstermedi ? 40 yılda kitap yazıldı ? Tanrı olacakları mı bilmiyordu ? Olacaklara göre mi karar veriyor ?

Kuranda geçen bilimsel olayların zaten o zamanlarda bilindiğini ? Elektriğin bile m.ö 600 yıl önce bilindiğini ?

Firavun gibi yüzlerce saçı çürememiş mumya olduğunu ? Kimin gay olduğunu bile yazılı mısır belgelerinde neden koskaca firavunun denizin altında kaldığı yazılmamaktadır ?
Koskaca denizin ikiye bölündüğünü gören firavun salak mı ki hala denize girer ?




Ve en büyük sorunum ; Tanrı her şartta ve şekilde benim günahkar mı müslüman mı hristiyan mı ateist mi olacağımı şeytana mı tapacağımı zaten biliyor. Peki zaten biliyorsa bende ki nasıl bir özgürlük ? Hadi insanlar en aşağılık varlıklardanız ve aynı sonuçlada bitse bazı şeyler tekrar ediyoruz. Peki tanrı bildiği şeyi neden insanlara izletiyor ? Cennet ve cehennem sonsuzluksa , Tanrı annemizden ve babamızdan bile merhametliye neden bizi yanına almıyor ?
 

mcht_z

Asistan
Katılım
12 Kasım 2010
Mesajlar
239
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Yeminle son kez yazıyorum :)

* İslama göre başlangıcı ve sonu olmayan "Yaratıcı" dır. Bu asla sorgulanamaz ve insan aklı alamaz.
* Bilime göre başlangıç maddedir. Sorgulanabilir , yargılanabilir , araştırılabilir.
Sizin kabul etmek istemediğiniz şu ; Tanrının varlığı ve ya yokluğu bilimsel olarak kanıtlanmış bir şey değil. Her şey bilimle açıklanamaz diyecekler olanlar. Şu on kullandığınız internet bile bilim sayesinde.

Ve islama inanmayanlar takıldığı çok karmaşık sorular var ; İslam Tanrının gözünde köleyle sahibine aynı gözle bakar. Sahibi köleyi üzerse onun bile hesabını sorar. Yani mevki makamı kim olursa olsun eşittir. Ama bir diğer yandan kuranda kölelerinize iyi davranın geçiyor. O devirde bilinen her şeye karşı çıkan herkesin tepkisini üstüne çeken islam bir tek kölelikten mi korktu acaba ? Yani her şeyde eşitlik isteyen din kölelikte ses çıkarmadı ? Köleliğe bugün kü gibi hizmetçilik diyenler olacak olursa ;
hizmetçiniz istediği an işi bırakıyorum der çeker gider. Ama o zamanda köle sahibinden izinsin evini terk ederse idam edilir.
Ne kadarda kardeş bir din değil mi ? Neden en kutsal kitapta kölelik olmaz yazmıyor ? Bugün bile insanların kanını en çok emen ülke abd , en güçlüsünün bile bir hizmetçisini ilişkiye zorladığı kanıtlansa adam hapise giriyor. Abd bile Tanrıdan daha mı adil ?

Ya 1 erkek eşitliği sağladı zamanlarda 3-4 eş edinebiliyor. Niye bir kadın 2 eş sahibi olamıyor ? Hem cennet annemizin ayaklarının altı hem 1 erkek 5 cennete sahip.

Neden kıble başka güzel bir yer değilde , o zamanın herkesin tapındığı bi yer ?

Mübarek olan cuma gününün o zamanın en büyük alışveriş günü olduğunu biliyor muydunuz ?

Tanrı en büyük gücünü kitabını bir günde indirerek göstermedi ? 40 yılda kitap yazıldı ? Tanrı olacakları mı bilmiyordu ? Olacaklara göre mi karar veriyor ?

Kuranda geçen bilimsel olayların zaten o zamanlarda bilindiğini ? Elektriğin bile m.ö 600 yıl önce bilindiğini ?

Firavun gibi yüzlerce saçı çürememiş mumya olduğunu ? Kimin gay olduğunu bile yazılı mısır belgelerinde neden koskaca firavunun denizin altında kaldığı yazılmamaktadır ?
Koskaca denizin ikiye bölündüğünü gören firavun salak mı ki hala denize girer ?




Ve en büyük sorunum ; Tanrı her şartta ve şekilde benim günahkar mı müslüman mı hristiyan mı ateist mi olacağımı şeytana mı tapacağımı zaten biliyor. Peki zaten biliyorsa bende ki nasıl bir özgürlük ? Hadi insanlar en aşağılık varlıklardanız ve aynı sonuçlada bitse bazı şeyler tekrar ediyoruz. Peki tanrı bildiği şeyi neden insanlara izletiyor ? Cennet ve cehennem sonsuzluksa , Tanrı annemizden ve babamızdan bile merhametliye neden bizi yanına almıyor ?


Cümlelerin ve soruların maksatlı şekilde hazırlanmış, İslam'ın binlerce konusu içinden özel olarak seçilip, insanları çelişkiye düşürmek üzere servis edilmiştir. Tüm İslam karşıtları üç aşağı-beş yukarı bu argümanları kullanmaktadırlar. Buna benzer bir iki tane şey yazmıştın ama verdiğim cevaplara hiç bir şey yazmadın. Yanlış bilgileri burada servis ediyorsun ama doğrusu ortaya çıkınca da "aa öylemi ben yanlış biliyormuşum kusura bakmayın" da diyebilmelisin...

İslama göre Allah'ın başlangıcı ve sonu yoktur. Bu sorgulanabilir. İnsanın aklı alıyorsa da ne mutlu o insana... Lakin eğer insan aklı bunu çözmeye yeterli gelmiyorsa bu İslam'ın sorunu değildir. İnsan beyni de kainattaki her şeyi çözmek zorunda değildir, bu güne dek çözemememiştir ve çözemeyecektir de...

Ben sana bir şey sorayım; kainattaki her şey bilimsel olarak kanıtlanmış mıdır? Bu bilgilerin ne kadarına erişilebillmiştir? Erişilemeyen, ulaşılamayan bilgiler yok mudur? İnsan aklı ile çözemediği her şeyi yok hükmünde sayma lüksüne mi sahiptir?

İslam geldiğinde kölelik binlerce yıllık bir konuydu. Tek seferde kaldırılması sosyolojik anlamda bir çok zorlukları da beraberinde getiriyordu. O yüzden de kölelik statüsü kademeli şekilde farklılaşmıştır. İslam'daki kölelik anlayışı bugünün koşullarındaki "işçilik" den de çok daha moderndir. Bugün, asgari ücretle çalışan herkes İslam'ın kölelik sistemine göre çok daha aşağı bir noktadadır. İslamda, köleye, yediğinden yedirme, giydiğinden giydirme esası vardır. Bir köle isminin köle olması dışında, patronunun işçisi olması dışında, patronu ile aynı sosyal haklara sahip, yaşam standardı sahibi-patronu ile aynı seviyededir. Patronu onun "her türlü" ihtiyacını gidermekle yükümlüdür; eğitim, sağlık vb. Bugün bir kölenin sahibine maliyeti (İslamda) normal bir asgari ücretin en az üç-dört katı fazladır. Esas insan sömüren onlara köle demeden kanlarını emen sistem ise günümüzde mevcuttur.

Buna rağmen, İslamda kölelik müessesi oldukça zayıflamış ve neredeyse bitme seviyesine gelmiştir. Kölelik, sahiplere olağan üstü sorumluluk ve yükümlülükler getirdiğinden herkes tarafından uygulanabilir bir sistem olmaktan çıkmıştır. Yani bir şeye kesin ve şedit bir yasak koymaktansa kademeli bir geçiş tercih edilmiştir.

İnsan makine değildir. Tesadüflerle meydana gelmemiştir. Duyguları da tesadüfler sonucu oluşmamıştır. Dolayısıyla insan toplumları üzerinde etkisi bulunacak büyük ölçekteki kanun ve kurallar belli bir sosyolojik süreçten geçmek durumunda olabilir. Kölelik de buna bir örnektir. İçki hususu da buna bir kaç noktayısla benzer...

Eş konusu ise yine kölelik gibi şartları yerine getirilmesi oldukça zor İslami terimiyle bir "ruhsat" tır. Allah kur'an-ı kerim'de bir eşin erkekler için daha iyi olduğunu bildirerek, dört kadına kadar bir ruhsat vermiştir. Bu insan fıtratı ile doğrudan ilişkili bir mevzudur. Bir erkeğin cinsel dürtüleri ve ölçütleri ile kadınlarınki aynı değildir. Bunun yanı sora bir erkeğin birden fazla eşinin olması durumda insan fıtratına direkt olarak ters bir durum söz konusu değildir ama bir kadının birden fazla eşi olması siz de takdir edersiniz ki "mümkün değildir" buna hangi erkeğin fıtratı müsade edebilir?

Günümüzde batı kültürünü benimsemiş oluşumuzdan bugün bu konuya çok yabancıyız ve bizlere çok anormal geliyor. Fakat yüz sene önce benim ve sizlerin dedeleri birden çok eş edinebiliyordu ve bu toplumların hiç bir kesiminide, aile içinde tartışma konusus değildi. Biz böyle bir toplum olarak tam bin sene dünyaya hükmettik. Bunun sosyolojik olarak ne ahlaki ne de sosyolojik çöküntülere sebep olmadığı da aşikardır.

Bugün bu kuralın yeterince anlaşılamaması sonucu, boşanmalar, aldatmalar hat safhadadır. İslam'ın çok eşlilik kavramını eleştiren çevrelerde bir de bakarsınız ki çok ciddi sayılara ulaşan bir grup şu ve ya bu nedenlerle eşlerini metresleriyle, iş arkadaşlarıyla vb. aldatabilmektedir. Bunların sonucu ise çok ciddi sosyolojik ve toplumsal problemlere dönüşebilmektedir. Bu insanı yaratan Allah'ın yine onun fıtratını bilmesi sonucu ona sunuğu haklardan biridir. Onu günahtan alıkoymaya, toplumsal düzeni sağlamaya yöneliktir. Bunu günümüz mantığı ile anlamamız zor olabilir, ama bilmelisiniz ki günümüz mantığı batı mantığıdır. Batı'da on-üç yaşına gelip de bekaretini koruyan kızlara özürlü gözüyle bakıldığını da hatırlatmak isterim. Kadına, işçilere ve tüm insanlara en büyük hakları veren onları koruyup kollayan her daim Allah'tır. İslami sistemde kimsenin sömürülmesine yer yoktur.

Kıble konusunda ise senin bu soru sormaya haddin olduğunu düşünmüyorum. Herhalde Allah kıblenin ne tarafta olması gerektiğini bizlere sormayacaktı... Eğer Paris'te olsa neden Madrid'de değil diyebilirdin. Yine de konu ile ilgili olarak bir sıkıntın varsa ahirette sorarsın oradakilere neden Mekke'de olduğunu...

Yine yanlış başka bir bilgiden örnek vermişsin. Kur'an kırk değil yaklaşık olarak yirmi-iki senede tamamlanmıştır. Bu da sosyolojik bir konudur. Allah istese ne kur'an indirir ne de peygamber gönderirdi yer yüzüne. İstese herkes bir anda Müslüman oluverirdi. Sen ve Majeste'de buna dahil... Fakat burada her şey insan fıtratına ve sosyolojik düzene uygun şekilde tasarlanmıştır. Bu da İslam'ın ne kadar yüce ve özel bir din olduğunu gösterir. Örneğin, kırk yıldır içki içen birine, içki müptelası ayyaş birine, bir günde sen içki içmeyeceksin içki haramdır ve içersen şöyle şöyle olur demek yerine, önce "içkide faydalar olduğu kadar zararlar da vardır" demiş, sonra "içkili iken namaza yanaşmayanız" demiş, sonra "içkideki zararlar faydalarından çoktur" demiş, sonra "içki şeytanın pisliklerinden bir pisliktir" demiş daha sonra da "içki kötülüklerin anasıdır ve haramdır." denilmiştir. Yani zaman içerisinde insanlar içkiden kademeli olarak uzaklaştırılmışlardır. Allah'ın amacı güç gösterisi yapmak ya da insanları belirli kurallarla çıkmaza sokup onları cezalandırmak değildir. O yüzden de herşey bir anda gelip herkesten her kurala o anda uyması ve uymamaları durumunda cezalandırma öngörülmemiştir. Bu da Allah'ın merhametindendir sanıyorum ki...

Kur'an pozitif bilimler kitabı da değildir. Kur'anda yazan şeylerin gerçek bilimsel çalışmalarla da çelişmeyeceği aşikardır. Kur'anda yazılanların bazı bilimsel gerçeklikleri işaret ediyor oluşu meselenin özü ile de alakalı değildir. Yani kısacası Kur'an pozitif bilimle alakalı şeyleri herkesten önce ve icadından önce size bildiriyorum misyonuna sahip değildir. O yüzden de Kur'andan bilmem kaç yüz önce bir şeylerin bulunması Kur'an'ın ilgi alanında değildir.


Son ve en büyük sorunun ise, Allah'ın heşeyi bilen olması ve sonsuz ilim sahibi olması senin yapacaklarını değiştirmez. Bunu şöyle düşünebilirsin, Allah sana bir irade vermiştir ve ne yapacağına sen karar verirsin ama Allah herşeyi bilme kudretine sahip olduğundan istediği taktir de senin neler yapabileceğini de bilir. Yani aksi olsa şöyle olması lazımdı, seni dünyaya yolladı ve bir irade verdi ama dünya üzerinde neler yapabileceğini bilmiyor, süpriz! Böyle bir şey olabilir mi? Allah'ın bilemeyeceği bir şey olmaması ile ilgili bir konudur bu ama yine sen kendi istediğin gibi hareket edersin. Allah sana şunları yapacaksın ben seni bunları yapmak üzere programladım ve bunlardan başka bir şey yapamazsın zaten demez. Sen ne yaparsan yap ne yapacak olursan ol ben bunu bilirim der...

Allah'ın sonsuz bilmesi konusudur bu...

Allah çok merhametlidir. Şuan an senin bu yazıları yazmana, Majestenin bu yazıları yazmasına bir şey yapmıyorsa bu onun merhametindendir. Yarattığı varlığın onu reddetmesine hazmedebiliyorsa bu onun merhametindendir. Yaptığımız günahlar saatlerce amel defterimize yazılmaz, tövbe etmemiz beklenir ama işlediğimiz sevaplar anında defterimize yazılır işte bu Allah'ın merhametindendir.

Esasen cennete girmek kolay, cehenneme girmek zordur. İslam dini iyi incelendiğinde bu çok açık görülür. Yine Allah Müslüman olan tüm kullarına ebedi bir cenneti müjdelemiştir. Bu da onun merhametindendir. Yani günahlarımız olsa bile eninde-sonunda cennet bizimdir. Onu reddeden ve inanmayanlara karşı ise Allah'ın Cabbar sıfatı vardır. Allah'ın sıfatlarından sadece merhametli olanına bakmayın diğerlerine de bakın. Aynı zamanda o Kahhar ve Cabbar'dır da... Sanıyormusunuz ki dünyada kan dökenler zulüm edenler, O'na şirk koşanlar da merhamet göreceklerdir? Hayır. Onları ap açık bir azap beklemektedir...
 

Majeste

Profesör
Katılım
7 Mart 2007
Mesajlar
1,953
Reaksiyon puanı
21
Puanları
0
Anlayacak adama anlatılır, anlamayacak adama ne anlatsan boştur. En iyisi bırakacaksın kendi haline. Bu zihniyeti gördükten sonra darwinizmi aslında asrın en büyük fikri tağutu olduğunu anlıyorum. Sanki zamanın firavunu, nemrudu gibi. (bu sadece bir benzetmedir) Bu kadar da ateistlik olamaz yahu. Oluyor işte. Harikulade bir olay. Ateizmin sistemleşeceği son 150 yıllardan önce kimin aklına gelirdi. 150 yıldır dünyada neler oldu farkında mısınız? teknoloji gelişti... Ama hiç düşündünüz mü insanlık nereye gitti? Milyar hesabıyla kan döküldü. Savaşlar oldu, terör, anarşi, sevgisizlik ve en önemlisi dinsizlik çoğaldı.

Ben Darwinizm'i savunmuyorum. Darwinizm denen ideolojiyi kabul etmiyorum. Kendiniz uydurup, kendiniz çürütmeniz olan bu ideolojiyi de asla kabul etmeyeceğim. Çünkü bilim ideolojilerle yürümez. Bilimde tarafsız gerçekler vardır. Aynı şekilde Ateizm'in de bilimde yeri yoktur. Bilimde 93465083475 kere söylediğim gibi TARAFA yer yoktur. Eğer bilim yapacaksan, herhangi bir taraftanmışsın gibi değil, herkes adına temsilciymişsin gibi çalışırsın.

Dünya'daki savaşları Ateizm'e, Ateizm'i de evrime bağlayarak, çok alakasız bir şekilde mantık hataları yapıp, işleri kendin için zora sokuyorsun. Savaşların Ateizm'le bir ilgisi olmadığı gibi, evrimin de Ateizm ile bir ilgisi yoktur.

Eğer kafandan uydurduğunuz bu saçma ilgileri atarsaz, doğruya en iyi şekilde ulaşabilirsin. Aksi takdirde, sadece kendinizi kandırmış olursun.

Bilim tapılacak bir şey değildir arkadaşlar. İnsanlığın ilerlemesi için kullanılan bir yoldur sadece. Kesin bir doğruluğu da yoktur, bugün ak dediğine yarın hata yapmışız karaymış da diyebilir. Bilimin ötesinde de bazı şeyler vardır. Çok küçük bir kısmını anlayabildiğimiz, kalan kısmını ise belki de hiçbir zaman anlayamayacağımız şeyler. Merak ettiğiniz noktaları araştırın tabii ki, güvendiğiniz din alimlerine sorun. Ancak, inanç ile inançsızlık arasındaki çizgi çok incedir. Günahlarımız için af dileyebiliriz ama imanını kaybeden bir insan yok olmaya mahkumdur. Aklımın almadığı bir şeye nasıl inanacağım diyebilirsiniz. Ancak, iki rekat namaz kıldığınızda, orucunuzu tuttuğunuzda, insanlara yardım ettiğinizde, kul hakkı yemediğinizde aklınız almasa da içinizdeki mutluluk, dinginlik ve kuvvet size bir şeyler anlatacaktır. Aklınız almasa bile.

@ashabulyemin kardeşim, boşver artık yorma kendini. Ömrümde çok cahil gördüm ama @Majeste kadarına pek rastlamadım açıkçası. Biz hidayet dileyelim, gerisi kendisine kalmış. Anlatma ile anlayacak bir yapısı yok gibi. Konuşsun dursun, yanıt alamayınca kendi kendine konuşacak hali yok ya. Birçok insan huzursuz oldu artık, bu arkadaşla tartışmanın bir anlamı yok gördüğün üzere.

Bilime tapılmaz, inanılmaz... Doğrudur. Bilim sadece bir araçtır ancak insanlığın ilerlemesi değil de buna doğanın insanlar tarafından anlaşılması diyebiliriz. Çünkü insanlar ilerleme için teknoloji yaparlar. Elbette bu teknolojileri uygulayabilmek için bilim gerekir.

İnançlar ve insanlara kattıkları ayrı bir konudur. İnançlar zaten yapısı gereği sizlere anlayamayacağınız yerler bırakır. Yoksa zaten inanç olmaz. Ama bu demek değildir ki insanlar inanmayacak.

Ancak inanan insanlar kendilerine dürüst olup, bilimsel bir gerçeği okuyup anlamadan, uydurmalara kapılır, laf atmamalılar. Eğer herhangi bir tartışma yapacaklarsa (elbette bilimsel anlamda tartışma olmadan bilim yürümez) önce tartıştıkları konuları öğrenmeliler. Ancak burada, Darwinizm diye bir ideolojiden bahsetmek, insanların maymundan geldiklerini iddia etmek gibi şeyler direkt olarak konu hakkında insanların bilgisiz olduğunu gösterir.

Takip ettiysen, zaten kimse benimle tartışmıyor. Ben burada bilimsel gerçekleri söylerken onlar, bu gerçeklerin saptırılmış halleriyle kendi kendilerine tartışıyor. Kimi orada siyasetten bahsederken, diğeri felsefeye giriyor. Bir başkası Kur'an'dan ayetler yazıyor... Gördüğün gibi bunların hiçbiri evrim teorisi ile ilgili değil. Dolayısıyla zaten kimse benimle tartışmıyor. Tartışmak istiyorsanız, önce evrim teorisini öğrenirsiniz, sonra da gelir konuşursunuz.

O zaman sen bana sunlarin cevapini ver

1- o iki ayakli insandaki sevgiyi , nefreti, sefkati daha bir cok duyguyu nasil acilarsiniz onlarda evrim le mi oldu ?

2- Ilk madde nasil olustu. enerji den olustu dersen ilk enerji nereden geldi ?

3- Bir kolumuz veya bacağımız herhangibir mutasyona bağlı olarak oluşmuşsa bile diğer tarafımızda da nasıl hemen hemen aynı şekilde oluşuyor? yani simetri olayi.
bu simetri olayina bir arkadas soyle demisti iste deniz altind asimetrik canlilar var. insanin iki gozu icin de iste tehlike sagda ve solda oldugu icin oyle gelismis diyordu. dedim sen angut musun insanlar genelde arkalarindan bir cisimle vurularak oldurulur sinsice birisi gelir vurur, bir yirtici hayvan arkasindan kovalar yakalar insani yer. arkadan bicaklanir ama ne hikmetse yinede saginda solunda goz olmus ama arkasinda olmamis. yuh artik ben ne diyeyim.

Yazının ilk kısmında kendi içinde yaşadığın anlamsızlıklar olduğu için ona cevap vermem yerine sana bunları araştırmanı öneriyorum. Kavramlar nasıl ve neden oluşturulmuş gibi soruları sorarak bunun içinden çıkabilirsin. Önemli olan tarafsız bir şekilde yaklaşman.

İlk sorunda duygulardan bahsetmişsin. Duygular evrimsel süreçte çok eskiden oluşmuştur ve bu insanlara da aktarılmıştır. Genel olarak duyguların ortaya çıkması, onların bireylere avantaj sağlaması sebebiyledir. Bireyler duygulardan avantaj sağladığı için hayatta kalma ve üreme şanslarını artırmış ve genlerini çocuklarına aktarabilmiştir. Birkaç duygu örneği vereyim ve anlatayım.

Aşk. Bu duygu diğer hepsi gibi beyinden yönetilir ve populasyondaki bireylerin üreme şansını artırır. Bu özellik sayesinde birbirine aşık olan bireylerde cinsel ilişki isteği daha fazla görülür ve bu da türün devamlılığı anlamına gelir.

Korku. Korku, kesinlikle türlerin devamlılığı konusunda büyük bir rol oynar. Bu duygu sayesinde kendinizi tehlikelerden koruyabilirsiniz. Aşk gibi bu da bireylere avantaj sağladığı için korunmuştur. Korkup kaçan bireyler hayatta kalabilmiş, bu duyguya sahip olmayanlar ise kalıp, savaşarak ölmüş olabilir.

Eğer bunları uzun zamanlarda düşünürseniz, zaman içinde bu tarz özelliklerin populasyonda baskın hale gelmesini ve şu an ise tüm canlılarda olmasını anlayabilirsiniz. Elbette yine de istisnalar vardır ve bazı bireylerde korku duygusu gibi bazı duygular çok az olabilir.

İkinci sorun evrimin hatta Biyoloji'nin konusu bile değil. Direkt Fizik'i ilgilendirir. Üstelik, inanılmaz geniş bir konudur. Sana bilimsel olarak önerebileceğim Türkçe bir site şudur. İngilizce birçok yazı bulabilirsin.

Son sorun ise maalesef yine bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor. Aslında soruların güzel ama araştırıp öğrenmek yerine, sadece soruyorsun. Benden alacağın cevap yerine, internetten bulacağın cevaplar daha doyurucu olacaktır.

Arkadaşım asimetrik canlılar konusunda haklı. Birçok asimetrik canlılar bulunur ancak simetrik canlıalr da hiçbir zaman tam anlamıyla simetrik değildir. Örneğin baykuşların kulakları asimetriktir. Senin akciğerlerin asimetriktir. Örnekler çoğaltılabilir.

İnsanlardaki gözlerin direkt karşıyı görmesi, primatların hepsinde vardır. Tüm primatların ortak atasında gelişmiş olan bu özelliğin olumlu ve olumsuz yanları vardır ancak olumlu tarafları ağır bastığı için evrimsel süreç bu yönde olmuştur.

Örneğin, eğer gözlerin kuşlardaki gibi her iki yanda olsaydı, yan tarafları çok iyi görebilir ancak arkayı ve önü çok az bir açıyla (hatta arkası hiç) görürdün. Ancak gözlerin önde olması karşıyı çok net bir şekilde görme imkanı sağlar ve bu da avantajlıdır. İnsanların genellikle arkalarında vurularak öldürülmesi ise arkalarında gözleri olmadığı içindir. İnsan gözlerinin önde olması sebebiyle de birçok sayısız tehlikelerden korunur. Arkadan vurulması ile korunduğu tehlikeler arasında dağlar kadar fark vardır.

Eğer neden evrimsel süreçte insanın arkasında bir göz olmuşmamış diye soruyorsan, sana etrafındaki tüm canlılara bakmanı ve hangisinin bu özelliğe sahip olduğunu incelemeni öneririm.

Ayrıca gözlerle ilgili History Channel'ın Gözün Evrimi belgeselini şiddetle öneririm. Aşağıdaki adresten izleyebilirsin.
https://www.facebook.com/video/video.php?v=114176315335023
 

ashabulyemin

Profesör
Katılım
6 Aralık 2008
Mesajlar
3,389
Reaksiyon puanı
20
Puanları
0
Mta kardeşim burası din kültürü bölümü değileğer ilmin varsa tartışırız ama ilminin olmadığı yerde sus
majeste seni ateist veya darwinist taifesinden saymıyoruz sen şu anda boşlukta olan bir kardeşimizsin
biz devam edelim
15
[h=2]Gayelik ve Tesadüf[/h]
BÜTÜN KÂİNATIN anlaşılması ve izahı, bu iki sihirli kelime­de gizlidir. Gayelilik ve tesadüf. Yani, bu kâinattaki varlıklar, belirli bir plâna ve gayeye göre mi şekillendirilmişlerdir, yok­sa şans eseri tesadüfen mi ortaya çıkmışlardır?
Bu sihirli kelimelerdeki mânâyı anlama gayretleri, insan­lık tarihi kadar eskidir. Bütün felsefî düşünce ve gayretler, bu manaları açıklamaya yönelik olmuştur. Her bir varlık, her bir canlı ve özellikle insan için bu iki kelimenin ifade ettiği ma­nalar ortaya konmaya çalışılmıştır. Söz gelişi, güneşin orada, yer kürenin burada bulunuşu ve belli bir süratle dönmeleri, gayeli bir davranış mıdır? Plânlanmış bir hareket midir? Yoksa, gelişigüzelliğin bir sonucu mudur? Yer yüzünün hü­kümranı olan insan, acaba bir takım tesadüf ve rastlantıların ürünü müdür?
İnsanlık tarihi kadar eski olan bu sorulara cevap bulma gayreti, değişik düşünce akımlarının doğurmuştur. "Felsefî fikirler" olarak ifade edebileceğimiz bu görüşler, iki ana grup altında mütalaa edilebilir. Birisi, tesadüf ve rastlantıları esas alan düşünce tarzı, diğeri de her bir varlığın gayeli yaratıldı­ğını kabul eden görüş.
epicurus-democritus.jpg
Epicurus ve Democritus
Dikkate şayandır ki, tesadüf ve rastlantılarla varlıkların izahını yapmaya çalışan felsefecilerin görüşleri devamlı birbi­rini tekzip eder tarzda olmuştur. Her felsefeci, bu konuda, başka fikirlerin yetersiz , sadece kendisininkinin gerçek ol­duğunu ileri sürmüştür. Bu sebepten, neredeyse, felsefeci sa­yısı kadar farklı ifade tarzları ortaya çıkmıştır. Bunlardan, günümüzün evrim felsefesinin temelini teşkil eden tesadüfçü görüş, Milattan Önce 5. asırda Leucippus ve Democritus'la başlamış, Yunan Filozofu Epicurus tarafından Milattan Önce 300 yılları civarında iyice şekillendirilen bu görüş, atomcu felsefe tarzında şöhret bulmuştur. Bu felsefi düşünceye göre, canlılar dahil, kâinattaki her şey, atom olarak adlandırılan küçük parçacıklardan yapılmıştır. Bu atomların rast gele dav­ranışları sonunda, mümkün olan bütün canlı şekilleri teşek­kül etmiştir. Ancak, sadece canlılığını devam ettirip çoğalabi­len formlar daimî türler haline dönüşmüşlerdir. Bundan dolayı canlıların yapısında, bir gayeyi, bir plânı araştırmak gerek­sizdir. Meselâ, gözler görmek için yaratılmamış, şans eseri oluşmuştur. Hayvan şans eseri ona bir defa sahip olduğunda görmemesi imkânsızdır. Bu yüzden tabiattaki gözle görünen açık intizamın ve ahengin temel sebebi şans ve ihtiyaçlardır.
MichaelBehe.jpg
Michael Behe ve Darwin'in Kara Kutusu Kitabı
İlk insan Hz. Âdem'den itibaren gayeliliği esas alan düşünce sistemine göre ise, hiçbir şeyin başı boş ve tesadüf ese­ri olmadığı, bütün varlıkların belirli bir gaye ve hedefe göre plânlanarak yaratıldığı belirtilir. Günümüzde buna "Planlı Ta­sarım" deniyor. Amerikalı Biyokimyacı Michael Behe'nin ön­cülük yaptığı bu görüş, Darwin's Black Box (Darwin'nin Ka­ra Kutusu) kitabıyla şöhret buldu. Darwin Teorisine alterna­tif olarak ileri sürülen bu görüşe göre, Darwin zamanında hücrenin içini bilinmeyen bir "Kara kutu" olduğuna, hücrenin detayları anlaşıldıkça, burada "Çok kompleks bir tasarımın" bulunduğuna dikkat çekiliyor. Behe'ye göre, canlılardaki kompleks sistemlerin doğal seleksiyon ve mutasyonla, yani bilinçsiz mekanizmalarla ortaya çıkması imkânsızdır. Bu du­rum, hücrenin bilinçli bir şekilde tasarlandığını göstermekte­dir.
Yaratılış ve gayeliliği savunanlar; atomun etrafında sani­yede 50 bine yakın devir yapan elektronun, bir an bile tesa­düfle ve gelişgüzel hareket edemeyeceğini belirtilirler. Elekt­ronların gelişi güzel hareket ettiği farz edilse, o elektronun hızla yörüngesinden fırlayarak, diğer atom sistemlerinin par­çalanmasına ve neticede zincirleme atom reaksiyonlarıyla bir anda kâinatın atom bombası gibi infilak edebileceğine dikka­ti çekerler. Böylece, bir atom ve elektron hareketinin dahi ba­şıboş ve tesadüf eseri olamayacağını nazara verirler. Dolayı­sıyla, bütün varlıkların sonsuz bir kudret ve ilim sahibi tara­fından plânlı ve gayeli yaratılıp idare edildiğini kabul ederler.
Materyalist felsefeyi savunan evrimcilerin en çok üzerin­de durdukları konulardan birisi, "Varlıkların plânlı ve mak­satlı yaratılmış olduklarını ileri sürmenin 'bilimsel olmadığı', böyle bir düşüncenin 'doğmatik' olduğu ve tartışılamayacağı" iddialarıdır. Niçin bu iddialarında ısrarlıdırlar? Çünkü, Selimi­ye'yi kabul edip, Mimar Sinan'ı kabul etmemek mümkün de­ğildir. Dolayısıyla, "Selimiye Camii'ni bir ustanın yapmış ol­masını düşünmek bilimsel değildir" deyip mantıklı düşünme­nin önü kesiliyor ve her şey tesadüfe veriliyor. Tesadüfen çorba bile oluşmazken, dünyadaki sonsuz sayıdaki varlıkla­rın tesadüfen meydana geldiğini kabul, onlara göre, bilimsel bir düşünce tarzı oluyor!
Aslında plânsız ve tesadüflerin ürünü bir varlığı incelemek yerine, plânlı tasarımın bulunduğunu bilerek araştırmanın çok daha mantıklı ve araştırma ruhunu kamçılayıcı olduğunu onlar da kabul ediyor. Ama maalesef, materyalist düşünceye olan doğmatik yaklaşım, mantıklı düşünmeye de ket vuruyor.
Bir insanın kullandığı gözlüğün mutlaka bir ustasının olduğu ve bunun bir gayeye göre ve ölçülü yapıldığında herkes hem­fikirdir. Ama gözün yapısına gelince, o tesadüfe veriliyor!
Her saniye binlerce değişik ve plânlı reaksiyonların cere­yan ettiği hücreyi, bu materyalist felsefeye göre, bu hücrenin içersindeki DNA molekülleri idare etmektedir. Üstelik bunlar 'Akıllı moleküller' olarak adlandırılır. Bu moleküller hücrenin en ince ayrıntılarına kadar her şeyi bilecek, o canlının geçmiş ve geleceğini kavramış olacak. Tabiî bu yetmez, gerekli icra­atları yapacak, hücreler arasındaki organizasyonu sağlayacak kudrete sahip bulunacak. Velhasıl, bu moleküller bir ilah ka­dar ilim, irade ve kudrete sahip olmalıdır. Böyle bir düşünce­yi savunanlar, bir ilahı kabul etmeyip, atom ve moleküller adedince ilahları kabule mecbur kalıyorlar. İşin garibi, tek ila­hı kabul ederek meseleye yaklaşım bilimsel bir düşünce tarzı olmadığı gerekçesiyle hemen reddediliyor. Ama her bir atoma veya moleküle bir ilah kadar görev yüklemek, tek bilimsel düşünce sistemi olarak takdim ediliyor. Bize de, "Bu kadarı­na da pes doğrusu" demek düşüyor.
Prof.Dr. Adem Tatlı
http://www.sorularlaevrim.com/makale/gayelik-ve-tesaduf-98.html


Mta hemen pes etme kaynaklarımız harika yayınlamaya başlayacağız ama sizler yorumlamazsanız flood olur oda yasak hadi kardeşim devam et
 

Neutral

Profesör
Katılım
14 Mart 2009
Mesajlar
1,947
Reaksiyon puanı
179
Puanları
63
Yaş
40
Merhaba Neutral, ve majeste :)

Belkide Hersey olup bitti. kimimiz cennette kimimiz cehennemde su an. fakat soyle birsey var Allah birisinini kolundan tutup cennete atacagi zaman bu kisi soyle diyebilir. sen aklinda film gibi herseyi yazip cizmissin benide simdi atiyorsun hatta hadi benim bu yaptiklarimi istpatla -Dolayisiyla burada yasadiklarimiz oldukten sonra bize itham edilecek olan seylerin ispatidir.


Elbetteki ozgur iradeye sahibiz bir yol ayrimina geldigimizde saga mi gideyim, solami gideyim secebiliyoruz. Allah bugun tepeden bize baksaydi biz onu gorseydik herkes inanirdi evet bizi su tepedeki gorunen sahis yaratti derdi. Ama Allah demekki bunu istemiyor ve herseyi bir hikmet uzere yarattigini soyluyor. Gecen gun hikmet meselesini arastirirken cok ilginc seyler tespit ettim. mesala birseyin olabilmesi icin baska birseyin olmasi sart bu muhtesem birsey. ornegin suyun olmasi icin iki tane hidrojen ve bir tane okjizenin bir araya gelmesi sart. Biz hikmetleri bilemiyoruz keske bizede bildirse bundan ote kendi varliginin bile bir hikmeti var ve insan olarak bunu dusunen bilim adamlari kafayi yemisler.

Benim aklima soyle bir sey takildi gecen gunu bunuda paylasayim gonderdigi kitapda biryerde Sefkatim gazabima ustun geldi diyor. Bu bence soyle birsey manasina geliyor. benim icimde iyi ve kotu savasti ve iyilik kazandi. simdi aklima su soru geliyor eger ortada bir tek siz varsaniz baska hic bir canli ve cansiz nesne yoksa o zaman kime nasil kotuluk yapacaksiniz. Allahin ic dunyasinda kotuluk yine ustun gelebilirmi , daha once geldimiki , bunlari bilmek isterdim.

Herseyin bir plan , program dahilince calistigi malum. mesala dna, gece -gunduz, iyilik-kotuluk , arti - eksi, yaz - kis, atomlarin bir araya gelerek herseyi olusturmasi ve atomlari bir arada tutan bir enerjinin olmasi. velevki hadi diyelim evrimide bu plan program dahiline katalim. diyelim ki birisi yazmis cizmis Automasyon sistem yapmis ondan insan da cikiyor , kus da cikiyor galaxilerde :) Hatta oylede demiyelim Allahi inkar edenlerin soylemi ile aptalca bir deyisle hersey kendi kendine evrim ile oldu diyelim , ilk once her nasil olduysa quarklar oldu , atom oldu, balik oldu, sonra balik su disina cika cika ayaklandi 4 ayakli oldu sonra bu 4 ayak bana cok dedi iki ayakli insan oldu :)

O zaman sen bana sunlarin cevapini ver

1- o iki ayakli insandaki sevgiyi , nefreti, sefkati daha bir cok duyguyu nasil acilarsiniz onlarda evrim le mi oldu ?

2- Ilk madde nasil olustu. enerji den olustu dersen ilk enerji nereden geldi ?

3- Bir kolumuz veya bacağımız herhangibir mutasyona bağlı olarak oluşmuşsa bile diğer tarafımızda da nasıl hemen hemen aynı şekilde oluşuyor? yani simetri olayi.
bu simetri olayina bir arkadas soyle demisti iste deniz altind asimetrik canlilar var. insanin iki gozu icin de iste tehlike sagda ve solda oldugu icin oyle gelismis diyordu. dedim sen angut musun insanlar genelde arkalarindan bir cisimle vurularak oldurulur sinsice birisi gelir vurur, bir yirtici hayvan arkasindan kovalar yakalar insani yer. arkadan bicaklanir ama ne hikmetse yinede saginda solunda goz olmus ama arkasinda olmamis. yuh artik ben ne diyeyim.


cevap bekliyorum saygilar.


Güzel Arkadaşım cevap istedin, cevap verdim oradaki ana temayı almadın sanırım :) Sorgulamaktan bahsettim, Yaratıcı olarak lanse edilen olguyu her zaman ''iyi gösterme'' ergumanından bahsettim. Tekrardan iyi gösterme olgusundan etkilenerek konuyu sürdürmüşsün. Her şeyin Allah'tan geldiği MUTLAK'tır inançlara göre. Yaşanan o kadar savaşlarda O'ndan geldi o zaman, insanların yüzyıllardır verdiği açlık mücadelesi de, tecavüz vakaları, haksızlığa uğrayan insanların durumları da... Doğuştan gelen beyinsel yada fiziksel özürler de bunlara dahil. Neden böyle bir kötülük düşünsün Yaratıcı ? Neden halen müdahale etmesin. Dünya düzenine göre planlı projeli hareketlerden milyonlarca kişi zararlı çıkıyor şu an neden hissetmiyor bir Hakk olduğunu... Nasıl ? sabretmek mi. Pardon Asırlar sürüpte milyarlarca insanın ölmesi bana hak olarak gelmiyor. Asırların sabrı ne demek ?

Gelelim ''Allah bunu istemiyor demekki bir Hikmeti var'' diye sürdüğün konuya :) Nasıl oluyorda diye açıklama bekleyen şaşıran insanlara. Eğer Evrim var ise ilk atomu kim çıkardı diye. Dediğim üzere Allah çıkardı yaptı dersen bir kilit vurursun ve konu kapanır sorgulamazsın günaha da girmezsin düşüncesine. Milyarlarca yıldan bahsediliyor atom çıktı ve Kuran-ı Kerim'e göre 6 günde yaratılmadı. Peki hangi 6 gün o evrelerde ne oldu nasıl Dünya oksijene diğer elementlere kavuştu bunun anatomisini o 6 günlük süreçte aktarılmıyor. Katmalar (ki o kadar katman olmadığı daha çok olduğunu biraz araştır Google'dan 2. sayfaya gelmeden görebilirsin) çivi diye çakılan dağlar (ki Dünyayı sağlam tutan dağlar olmadığını da araştır hemen görebilirsin) bir kaç gün daha ve Adem yaratılıyor. Geleceklerini bildiği halde Cehennemden kovulma hikayesi buna benzer olayı isimlerini değiştir daha önceki yıllarda da görebilirsin efsane diye anlatılanlardan. Gılgamış sümerlere bak destanlarına bak istersen.

Doğal seçilim yolu diye bir şey var. Ha Allah evrimleşme süreçlerini de iyiye doğru yöneltiyor dersen ve düşüncen halen bu ise buradan sonrasını okuma. Her şeyin birden olduğunu yani balıklar çıktı karalara nasıl olduysa hemen nefes alabildiler derseniz bu üzyıllar süren bir seçilim yoluyla ilerleyen kısımdır. Daha bir kaç ay öncesinden denizden çıkıp kanatlarını geliştirerek uçan balıkların videoları vardı. Aniden mi oldu yoksa. Ona bu aklı kim mi verdi. Peki o akıl veren denizden çıkmasını neden istesin ayrı olarak karada canlı yaratmıyor mu ? Tüm canlılar doğaya göre buna ayak uydurarak yaşamlarını sürdürler yani insan için çevre koşulları gelişmemiştir insan ve diğer canlılar çevreye göre kendilerini seçilim yoluyla geliştirerek evrimleşmiştir vurgusu vardır. O zaman insan normal koşullar gibi Antartikada yaşasın. Diyelim yaşadı ona göre vücudunda kısmi ufak evrimleşme meydana gelecektir. Soğuktan korunması için göz kapakları daha yağlı olup onu tipiden daha az zararla çıkmasını sağlayacaktır. Kan dolaşımı normalinden daha hızlı akıp metabolizma soğuya karşı da dirençli olacaktır. Oradaki yaşam standartlarına göre yiyecek ihtiyaçları da kısa zamanda değişecektir. İşte sana insana göre düzenlenmiş bir Dünya.!!!

O zaman sen bana sunlarin cevapini ver

1- o iki ayakli insandaki sevgiyi , nefreti, sefkati daha bir cok duyguyu nasil acilarsiniz onlarda evrim le mi oldu ?

2- Ilk madde nasil olustu. enerji den olustu dersen ilk enerji nereden geldi ?

3- Bir kolumuz veya bacağımız herhangibir mutasyona bağlı olarak oluşmuşsa bile diğer tarafımızda da nasıl hemen hemen aynı şekilde oluşuyor? yani simetri olayi.
bu simetri olayina bir arkadas soyle demisti iste deniz altind asimetrik canlilar var. insanin iki gozu icin de iste tehlike sagda ve solda oldugu icin oyle gelismis diyordu. dedim sen angut musun insanlar genelde arkalarindan bir cisimle vurularak oldurulur sinsice birisi gelir vurur, bir yirtici hayvan arkasindan kovalar yakalar insani yer. arkadan bicaklanir ama ne hikmetse yinede saginda solunda goz olmus ama arkasinda olmamis. yuh artik ben ne diyeyim.

1- O iki ayaklı insanda ki nefreti, açgözlülüğü, haksızlığı, öldürmeyi Allah'ın iyi bir yaptırım gücü altında bunun konusu içinde de açıklayalayım. Hayvanların duygusu yok mudur ? Şimdi yine O yaptı derseniz konu yine kapanır tıkanır sorgulanamaz felsefeye geri dönersiniz. Herşeyin kesildikçe, engelledikçe bir karşılığı vardır Doğa Düzeni budur. Ağacın dalını keserseniz dah çok uzar saçınızı keserseniz daha çok uzamak için sertleşir korumaya alır kendisini ve yine uzar. Hayvanlarda da karşı gelme vardır. koruma durumu ihtiyaçlarını gidermek için savaşma duygusu gelişmiştir. Milyarlarca yılda doğal seçilim yolu ile süregelen bir yapılanmadır bu. İnsan da neden olmasın. Ortalama 2000-25000 yıl önce bir düşünce akımı çıkıyor ve Dünyanın daha yeni ortaya çıkmışcasına insanlara iletiler yağıyorlar. Herşey birden varoldu insanı da yaratıcı yaptı diye.

2- Bu evrenin içini, onun açık mı kapalı mı olduğunu henüz tam bilinememekte. Büyük Patlama ve genişleyen evren hakkında da tam böyle oldu düşüncesi hakim değil. Büyük patlama sonrasında genişleyen evren teorisi doğru olsa bile öncesinde ne oldu ? Hiç bir varlık yokken birdenbire madde mi ortaya çıktı, bu nasıl oldu ? Bir çok kültürün genel cevabı bir Yaratıcının evreni yoktan var ettiği yönündedir. Herşeye rağmen bu fikrin peşinden gidilse dahi sonraki soruyu sormamız gerekiyor. Tanrı nereden geldi. Bunu yanıtsız bir soru olarak kabul edersek evrenin oluşumuna da yanıtsız soru olduğunu neden kabul etmeyelim. Tanrı her zaman vardı desek bile Evreninde her zaman var olduğunu neden kabul etmeyelim. Yaratılmasına gerek yoktu, zaten her zaman buradaydı. Bunlar kolay meseleler değil. Kozmoloji bizleri daha önce sadece Din ve Mitlerin ele aldığı derin sorularla yüzleştiriyor.

Kim hangi kesin bilgiye sahip ki ? Kim tamamen açıklayabilir ? Ne zaman Evren doğdu ? Ne zaman yaratıldık ? Tanrı'lar Dünyanın oluşumundan sonra ortaya çıktı. Peki Dünyanın kökenini kim bilebilir ? Ne zaman yaratıldığımızı ya da bunu Tanrı'nın bulutlar üzerinden (yada herkesin içinde olup izlediğini sanarak) bizi izlerken yapıp yapmadığını nereden bilebileceğiz. Sadece kendisi bilebilir. Veya O bile bilmiyor. Bu kelimeler ( otalama ) 3500 yıllık. Rig-veda eski bir Sanskrit İlahi serisinden yazılıdır kardeşim. En Sofistike kozmoloji bilgileri Asya ve Hindistan'dan gelmiş. Geleneksel bir şüpheci yaklaşıma sahip ve büyük kozmik gizemleri küçümseyerek ele almaktaydı. Günlük yaşam içerisinde hasat ve harman zamanlarında insanlar hep şunu düşündüler. Evren nereden geldi ? Bu soru, türümüzün mihenk taşı olmuştur. Evrenin kökenini anlamak konusunda doğal bir tutkumuz var oldu hep. Kozmik bir Tanrıçanın çiftleşmesi yada Kozmik yumurtanın çatlaması veya belki sihirli sözler. Bunların yanında sonraki zamanlarda çeşitli ve birbirlerinden ayrı hükümler çıkartan İlahi olarak adlandırılan kitaplar. Birisi İsa Tanr'nın oğludur deri diğeri bunu kesinlikle yalanlar o Kitap bozulmuştur der. Bozulmuş olarak gösterilen Kitap ise kendisinden sonra gelen Kitaba yalan der...

3- Bunun cevabını maddelerden önceki yazımda rahatlıkla bulabilirsin.! Biraz daha ekleyeyim. Kendi yaşama koşulları içerisinde yaşayabilecek mutasyonlarla ilerleyen bir canlının arkada gözü kulağı olmasını gerektiren ne olabilr ki. Bunlar ani gelişen hareketler ve her ani gelişen bıçaklanma veya diğer olumsuz olaylar için nasıl bir evrimleşme içerinde yapıya bürünmesini istemektesin. Şunu düşünelim (Hayvanları örnek alalım). Düşmanlarından kurtulmak için pençeleri gelişmiş ve ağaca tırmanabiliyor veya hızlı koşma kapasitesini arttırmış. Yani ön tarafta işini görecek bir çift göz var iken ve işini görebilirken sonraki olaylar için bulunduğu ortama göre geliştirebileceği dinamizmi oluşturabilir.
 

Mta

Profesör
Katılım
27 Mart 2008
Mesajlar
1,257
Reaksiyon puanı
6
Puanları
38
Allah çok merhametlidir. Şuan an senin bu yazıları yazmana, Majestenin bu yazıları yazmasına bir şey yapmıyorsa bu onun merhametindendir. Yarattığı varlığın onu reddetmesine hazmedebiliyorsa bu onun merhametindendir. Yaptığımız günahlar saatlerce amel defterimize yazılmaz, tövbe etmemiz beklenir ama işlediğimiz sevaplar anında defterimize yazılır işte bu Allah'ın merhametindendir.

Esasen cennete girmek kolay, cehenneme girmek zordur. İslam dini iyi incelendiğinde bu çok açık görülür. Yine Allah Müslüman olan tüm kullarına ebedi bir cenneti müjdelemiştir. Bu da onun merhametindendir. Yani günahlarımız olsa bile eninde-sonunda cennet bizimdir. Onu reddeden ve inanmayanlara karşı ise Allah'ın Cabbar sıfatı vardır. Allah'ın sıfatlarından sadece merhametli olanına bakmayın diğerlerine de bakın. Aynı zamanda o Kahhar ve Cabbar'dır da... Sanıyormusunuz ki dünyada kan dökenler zulüm edenler, O'na şirk koşanlar da merhamet göreceklerdir? Hayır. Onları ap açık bir azap beklemektedir...

Hep merhamet zaten hep merhamet. Başkalarını taş etmek , dağları yıkmak , denizi ikiye bölmek. Ama nedense bizim çağımızda ki insanlara çok merhametli. İste olurdu istese ederdi. İlmin yetmez. Sen anlamıyorsan suç sende. Şeytana uşaklık ediyorsun. Ahiret günü hesap vereceksin.

Şeytan bile isyan edebilmiş Tanrı'ya. Ki inandıklarınıza göre yaratılmışların en güçlüsü en zekisi insan. O bile Tanrı'nın huzurunda isyan edip azaptan yuzyıllar boyu yırttıyorsa bende yırtarım , cehennem için sıkmayın canınızı. Kıble konusunu sormak benim ne haddime ki ? Her şeyin en iyisini bilen ve gören daha iyisini bilir. Bütün putların yıkılmasını emreder amma oldukları yerlerin yıkılmasına ne gerek var. İslam haricinde dinlere özenilmesi bile iyi olarak görülmezken , putların olduğu bir yere kıble demek ?
Basit insanlar bile bir kitapla kendilerine o kadar hayran kitlesi topluyor.
Tanrı ? Ne kadar güçlü ki , insan kanı dökülmeden insanlara tek bir şey bile öğretememiş. Eğer yaratıcı diye bir güç varsa o kadar basit bir kitap yollamaz.

Bilime gelince herşeye kanıt , Tanrı'ya gelince kanıt bile gerekmez demi ?

Sizlere göre merhamet bana göre ölüm korkusu .
 

kuyuduzu

Asistan
Katılım
15 Haziran 2008
Mesajlar
219
Reaksiyon puanı
1
Puanları
18
Her insan yaşadığı cağın çağdaşıdır.
Ayrıca resim habere hic yakışmamış. Çünkü binlerce yıl öncesinde yaşamış insan da biz de fiziksel olarak ayınıyız, resimdeki maymuna benzetme ne o öyle ayıptır... Neyse haber gösteriyor ki insan oğlu hep aynı...
 

mcht_z

Asistan
Katılım
12 Kasım 2010
Mesajlar
239
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Hep merhamet zaten hep merhamet. Başkalarını taş etmek , dağları yıkmak , denizi ikiye bölmek. Ama nedense bizim çağımızda ki insanlara çok merhametli. İste olurdu istese ederdi. İlmin yetmez. Sen anlamıyorsan suç sende. Şeytana uşaklık ediyorsun. Ahiret günü hesap vereceksin.

Şeytan bile isyan edebilmiş Tanrı'ya. Ki inandıklarınıza göre yaratılmışların en güçlüsü en zekisi insan. O bile Tanrı'nın huzurunda isyan edip azaptan yuzyıllar boyu yırttıyorsa bende yırtarım , cehennem için sıkmayın canınızı. Kıble konusunu sormak benim ne haddime ki ? Her şeyin en iyisini bilen ve gören daha iyisini bilir. Bütün putların yıkılmasını emreder amma oldukları yerlerin yıkılmasına ne gerek var. İslam haricinde dinlere özenilmesi bile iyi olarak görülmezken , putların olduğu bir yere kıble demek ?
Basit insanlar bile bir kitapla kendilerine o kadar hayran kitlesi topluyor.
Tanrı ? Ne kadar güçlü ki , insan kanı dökülmeden insanlara tek bir şey bile öğretememiş. Eğer yaratıcı diye bir güç varsa o kadar basit bir kitap yollamaz.

Bilime gelince herşeye kanıt , Tanrı'ya gelince kanıt bile gerekmez demi ?

Sizlere göre merhamet bana göre ölüm korkusu .


Hep merhamet değil! Bunu yazımda da belirttim. Senin gibi Allah'ı ve dinini küçümseyenler için Allah'ın Cebbâr, Dâr, Hâfıd, Halîm, Kahhâr, Müzil, Sabûr, Zülcelâl-i vel-İkrâm isimleri vardır. Bunları incelemeni şiddetle tavsiye ederim. Özellikle Halîm ve Sabûr isimlerine dikkat et. Senin ilmin elbetteki Allah'ın ilminden çok ama çok azdır, dolayısıyla kainatta olup bitenlerin tamamını aklınla kavrayamayacağın aşikardır. Bu Allah'a inanmayanlar için de böyledir. İlk paragrafta yazdıklarının çoğu doğru muhakkak hesap vereceğiz, sen hesabı kolay verenlerden olursun inşallah...

Yüzyıllar boyu azaptan yırtmak, hmm... Yine yanlış bir bilgi bak bu kaç oldu? İnsanlar öldükleri andan itibaren ki takdir edersiniz ki bu maksimum yüz sene civarıdır; dünyadaki yaşantılarına göre bir muameleye tabi tutulurlar. Kabir azabı denen bir şey vardır; Müslüman olmayanlar ya da kötü amel sahibi olanlar için kabir cehennem çukurlarından bir çukurdur. Aksine inanan ve Mü'min insanlar için ise orası cennet bahçelerinden bir bahçedir. Öldükten sonra kıyamet gününe kadar "on dönüm bostan yan gel Osman" mantığı yoktur :) haklımızın bir deyişiyle... Umarım sen cennet bahçelerinden bir bahçede olursun öldüğünde... Bu kıble konusuna girmeye ise hiç gerek görmüyorum orada yazdıkların cevap vermeye değmeyen cümlelerden ibaret...

Önce kendine gel ve söylediklerinden dolayı inanmasan da Allah'ın var olma ihtimaline karşı tövbe et. O'nun kitabına basit demek senin haddin değildir. Dünyada var olan en mükemmel kitaptır o. Milyarlarca da inananı seveni vardır. Sen hangi hakla böyle konuşabilirsin? Allah'ı bizim mantığımız kanıtlıyor sen rahat ol. Kanıt bulamamak senin sorunun, bir gün bulabilirsin inşallah...


Dediğim gibi, iyi bir Müslüman olur da bir takım günahlarının da olduğunu düşünürde halim ne olacak acaba dersen, Allah'ın Rahmân ismine ümit bağlayabilirsin, o merhametlilerin en merhametlisidir benim günahlarımı affeder diyebilirsin ama eğer O'na inanmıyor ve reddediyor, hatta küçük görüyorsan o zaman senin ilgilenmen gereken Allah'ın ismi ve özelliği çok farklıdır, yukarıda yazdım tek tek incele...

İnsanların, bugün kışlada komutanlarına, şirketlerinde patronlarına, okullarında öğretmenlerine "niye-neden" demeye cesaret bile edemediği bir ortamda Allah'a karşı bu kadar küstahça davranmaları karşısında Allah'ın gerçekten Rahmân, Halîm ve Sabûr olduğunu bir kez daha bana ve biz inananlara hatırlattın. Allah sana hidayet nasip etsin...
 

Mta

Profesör
Katılım
27 Mart 2008
Mesajlar
1,257
Reaksiyon puanı
6
Puanları
38
İnsanların, bugün kışlada komutanlarına, şirketlerinde patronlarına, okullarında öğretmenlerine "niye-neden" demeye cesaret bile edemediği bir ortamda Allah'a karşı bu kadar küstahça davranmaları karşısında Allah'ın gerçekten Rahmân, Halîm ve Sabûr olduğunu bir kez daha bana ve biz inananlara hatırlattın. Allah sana hidayet nasip etsin...

O senin dediğin sıradan insanlar için. Hafızamda hatırladığım kadarıyla her zaman insanların cevap veremeyeceği şeyler sordum. Bu arada ben "Yaradan" yok demiyorum. Sadece insanlarının yazdıklarının din olması beni çok şaşırtıyor. Ve bana göre din sadece insanları yönetmek için yazılan şeyler. Ben dine inanmıyorum. Ve bende hiç bir eksiklik olduğunu sanmıyorum. Yalan söylemekten hesap vereceğim diye değil güzel bir şey olmadığı için yapmıyorum. Hırslığı kimse görmese bile bir gün hesap verecek olmamdan korktuğum için değil yanlış bişey olmadığı için yapmıyorum. İnsanlar din olmadan da çok mutlu bir şekilde yaşayabilir. Zaten insan nufüsü çoğalmadan din diye bişey yoktu. Yani islama göre din aslında haksız adeletsiz bir din. Hz. Muhammed'ten önce yaşayanlar ne olacak ? Galubela'dan beri , yani daha dünyaya gelmeden önce ruhlarımız yemin etmiş müslümanız diye. Ama Tanrı ettirdiği bu yemini unuttu mu insanlara başka dinler getirdi ?

Zamanında uçan cisimleri Tanrı sanıyordu bu insanoğlu. Ve zaman gelecek dinlerin yalanları kanıtlanacak. Hani müslümanlar diyor ki hristiyanlık gerçek din olamaz neden ? Çünkü bunun kanıtları var. O kadar çok kişi farklı şekilde yazmışki. Sonra binlercesi içinden 4 tanesi kitap olarak toplanmış. Bu yüzden müslümanlar hristiyanlığa inanmazlar.
Yani bilimsel bir kanıtı var. Ama bilimsel bir kanıtı olduğu halde dünyada 2.5 milyar hristiyan var. Bu da insanoğlunun din konusunda ne kadar aptal olduğunu gösteriyor . Haksız mıyım arkadaş ?
 

topalsolucan

Rektör
Katılım
25 Mart 2010
Mesajlar
15,674
Reaksiyon puanı
555
Puanları
113
Hep merhamet zaten hep merhamet. Başkalarını taş etmek , dağları yıkmak , denizi ikiye bölmek. Ama nedense bizim çağımızda ki insanlara çok merhametli. İste olurdu istese ederdi. İlmin yetmez. Sen anlamıyorsan suç sende. Şeytana uşaklık ediyorsun. Ahiret günü hesap vereceksin.

Şeytan bile isyan edebilmiş Tanrı'ya. Ki inandıklarınıza göre yaratılmışların en güçlüsü en zekisi insan. O bile Tanrı'nın huzurunda isyan edip azaptan yuzyıllar boyu yırttıyorsa bende yırtarım , cehennem için sıkmayın canınızı. Kıble konusunu sormak benim ne haddime ki ? Her şeyin en iyisini bilen ve gören daha iyisini bilir. Bütün putların yıkılmasını emreder amma oldukları yerlerin yıkılmasına ne gerek var. İslam haricinde dinlere özenilmesi bile iyi olarak görülmezken , putların olduğu bir yere kıble demek ?
Basit insanlar bile bir kitapla kendilerine o kadar hayran kitlesi topluyor.
Tanrı ? Ne kadar güçlü ki , insan kanı dökülmeden insanlara tek bir şey bile öğretememiş. Eğer yaratıcı diye bir güç varsa o kadar basit bir kitap yollamaz.

Bilime gelince herşeye kanıt , Tanrı'ya gelince kanıt bile gerekmez demi ?

Sizlere göre merhamet bana göre ölüm korkusu .

hani konuya son mesajını yazıyordun? bu ney?

yemin etmeyenler gibi oldun:)
 

mcht_z

Asistan
Katılım
12 Kasım 2010
Mesajlar
239
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
O senin dediğin sıradan insanlar için. Hafızamda hatırladığım kadarıyla her zaman insanların cevap veremeyeceği şeyler sordum. Bu arada ben "Yaradan" yok demiyorum. Sadece insanlarının yazdıklarının din olması beni çok şaşırtıyor. Ve bana göre din sadece insanları yönetmek için yazılan şeyler. Ben dine inanmıyorum. Ve bende hiç bir eksiklik olduğunu sanmıyorum. Yalan söylemekten hesap vereceğim diye değil güzel bir şey olmadığı için yapmıyorum. Hırslığı kimse görmese bile bir gün hesap verecek olmamdan korktuğum için değil yanlış bişey olmadığı için yapmıyorum. İnsanlar din olmadan da çok mutlu bir şekilde yaşayabilir. Zaten insan nufüsü çoğalmadan din diye bişey yoktu. Yani islama göre din aslında haksız adeletsiz bir din. Hz. Muhammed'ten önce yaşayanlar ne olacak ? Galubela'dan beri , yani daha dünyaya gelmeden önce ruhlarımız yemin etmiş müslümanız diye. Ama Tanrı ettirdiği bu yemini unuttu mu insanlara başka dinler getirdi ?

Zamanında uçan cisimleri Tanrı sanıyordu bu insanoğlu. Ve zaman gelecek dinlerin yalanları kanıtlanacak. Hani müslümanlar diyor ki hristiyanlık gerçek din olamaz neden ? Çünkü bunun kanıtları var. O kadar çok kişi farklı şekilde yazmışki. Sonra binlercesi içinden 4 tanesi kitap olarak toplanmış. Bu yüzden müslümanlar hristiyanlığa inanmazlar.
Yani bilimsel bir kanıtı var. Ama bilimsel bir kanıtı olduğu halde dünyada 2.5 milyar hristiyan var. Bu da insanoğlunun din konusunda ne kadar aptal olduğunu gösteriyor . Haksız mıyım arkadaş ?


Sıradan insanlar için değil herkes için o cümleler. Bunu iyi düşündeüğünde farkına varaacaksın... İnsanların yazdıkları değildir din. Allah'ın kelamıdır. Öyleyse sen diyorsun ki yaratan bir tanrı var ama, o dünya üzerindeki her türlü kötülüğü cezasız bırakacak, hırsızlar, katiller, yalancılar, dolandırıcılar... Tam aksine dünya üzerinde her türlü iyliği yapanları da mükafatlandırmayacak. Sence böyle bir şey mümkün olabilir mi? Biz Allah'ın adaletinden eminiz. O bir iğne ucu kadar kötülüğü de, iyiliği de kayıt altına alandır. İnsanlar din olmadan mutlu olamazlar, hayatlarını bir düzen içerisinde geçiremezler. "Yani aslında İslama göre din, aslında haksız adaletsiz bir din" demişsin. Bu cümlenden bir şey anlayamadım ama sonrasında kurduğun cümlelere cevap vereyim, Allah'ın Hz.Muhammed'den önce peygamber göndermediği tek bir kavim dahi yoktur. Allah tüm insan topluluklarına bir peygamber göndermiştir. Bu konuda da yanlış bir bilgin bulunuyor.

Dinden uzak biri olduğun belli şöyle izah edeyim. Allah yüzlerce farklı din getirmemiştir. Hepsi tek bir dindir buna da İslam denir. Allah'ın şeriatı tektir. İnsanlar kendilerine yollanan dini tahrif ettikleri, din yolundan saptıkları için farklı peygamberlerle yine Allah'ın şeriatı tebliğ edilmiştir. Hristiyanlığı ele alacak olursak, Hz. İsa döneminde ve ondan sonraki dönemde hakiki birer Hristiyan olanlar cennete gireceklerdir. Onlar Allah'ın şeriatını kabul etmişlerdir. Keza Yahudiler için de öyle... Hz. Musa zamanında Allah'a iman edenler ve Allah'ın şeriatına iman eden Yahudiler de cennete gireceklerdir. Burada önemli olan Allah'a ve gönderdiği dine imandır. Dinlerin ismi önemli değildir... Dünyadaki iki-buçuk milyar hristiyana gelince, bir çoğu gerekli araştırma ve arayış içerisinde olmadıkları için şu an hala Hristiyan'dırlar... İngiltere'de her yıl yaklaşık beş-bin kişi müslüman olmaktadır. Dünya üzerinde çok şiddetli bir biçimde Müslümanlığa geçiş vardır. Bu yüzden de dünya üzerinde İslami-Terör imajı sürekli canlı tutulmak istenmektedir. Batı dünyasına, batı halklarına Müslümanları birer terörist olarak gösterip, onlara ve dinlerine insanların sempati ile yaklaşması engellenmeye çalışılmaktadır. İnsanları Müslümanlığa karşı kin ve nefretle doldurmaktadırlar.

İnsanlar aptal değiller. Yalnızca çok daha akıllı olan diğer insanların oyunlarına gelmektedirler...

Ben yanlışlarımı Müslüman olduğum için değil, yanlış olduğunu bildiğim için yapmıyorum demişsin ama durum böyle değil. Verdiğin örnekler uç örnekler olduğu için mantıklı gelebilir sana ama dinin binlerce etkisi vardır insan yaşamına ve sen bu olumlu etkilerin pek azına sahip olabilirsin inanmayan biri olarak. İyi bir insan olabilirsin, fıtratın kötülük yapmaya da uygun değildir. Bu elbette olabilir. Yani inanmayanlar, katildir, hırsızdır gibi bir şey söyleyemez hiç kimse ama detaylara indiğinde bir Müslüman kadar iyi ve doğru olman mümkün değildir.
 

ashabulyemin

Profesör
Katılım
6 Aralık 2008
Mesajlar
3,389
Reaksiyon puanı
20
Puanları
0
Hep merhamet zaten hep merhamet. Başkalarını taş etmek , dağları yıkmak , denizi ikiye bölmek. Ama nedense bizim çağımızda ki insanlara çok merhametli. İste olurdu istese ederdi. İlmin yetmez. Sen anlamıyorsan suç sende. Şeytana uşaklık ediyorsun. Ahiret günü hesap vereceksin.

Şeytan bile isyan edebilmiş Tanrı'ya. Ki inandıklarınıza göre yaratılmışların en güçlüsü en zekisi insan. O bile Tanrı'nın huzurunda isyan edip azaptan yuzyıllar boyu yırttıyorsa bende yırtarım , cehennem için sıkmayın canınızı. Kıble konusunu sormak benim ne haddime ki ? Her şeyin en iyisini bilen ve gören daha iyisini bilir. Bütün putların yıkılmasını emreder amma oldukları yerlerin yıkılmasına ne gerek var. İslam haricinde dinlere özenilmesi bile iyi olarak görülmezken , putların olduğu bir yere kıble demek ?
Basit insanlar bile bir kitapla kendilerine o kadar hayran kitlesi topluyor.
Tanrı ? Ne kadar güçlü ki , insan kanı dökülmeden insanlara tek bir şey bile öğretememiş. Eğer yaratıcı diye bir güç varsa o kadar basit bir kitap yollamaz.

Bilime gelince herşeye kanıt , Tanrı'ya gelince kanıt bile gerekmez demi ?

Sizlere göre merhamet bana göre ölüm korkusu .
Hep merhamet zaten hep merhamet. Başkalarını taş etmek , dağları yıkmak , denizi ikiye bölmek. Ama nedense bizim çağımızda ki insanlara çok merhametli. İste olurdu istese ederdi. İlmin yetmez. Sen anlamıyorsan suç sende. Şeytana uşaklık ediyorsun. Ahiret günü hesap vereceksin.

Şeytan bile isyan edebilmiş Tanrı'ya. Ki inandıklarınıza göre yaratılmışların en güçlüsü en zekisi insan. O bile Tanrı'nın huzurunda isyan edip azaptan yuzyıllar boyu yırttıyorsa bende yırtarım , cehennem için sıkmayın canınızı. Kıble konusunu sormak benim ne haddime ki ? Her şeyin en iyisini bilen ve gören daha iyisini bilir. Bütün putların yıkılmasını emreder amma oldukları yerlerin yıkılmasına ne gerek var. İslam haricinde dinlere özenilmesi bile iyi olarak görülmezken , putların olduğu bir yere kıble demek ?
Basit insanlar bile bir kitapla kendilerine o kadar hayran kitlesi topluyor.
Tanrı ? Ne kadar güçlü ki , insan kanı dökülmeden insanlara tek bir şey bile öğretememiş. Eğer yaratıcı diye bir güç varsa o kadar basit bir kitap yollamaz.

Bilime gelince herşeye kanıt , Tanrı'ya gelince kanıt bile gerekmez demi ?

Sizlere göre merhamet bana göre ölüm korkusu .

kardeşim elli sefer söyledik kendinizi güncelleyin hala tanrıya mı inanıyorsun ben inanmıyorum 1000 sene önce atalarım tanrıya yapmayıda inanmayıda bırakmışlar yani teng teng-ri tan tanrısıyla ipleri koparmışız.
Şeytan Alleyilla'ne 15000 ahiret senesi meleklere ders vermiş alim bir cin idi ama gurur onu Hz.Adem[as]ye secdeden alıkoydu ve mühlert verilenlerden oldu rahmetten kovuldu buda yaklaşık 100 sayfalık bir mevzu konuyu tıkamayayım
Sende kendini güncelle tanrıyı elinle kenara it istersen yık çiğne ve deki ben alemleri yaradan aziz ve celil olan Allah[cc]a inandım de
Sen ateist takılmaya çalışıyorsun onu bile beceremiyorsun yazık
Şimdi kabeden söz ediyorsun ki o ilk mesciddir Allah[cc]ın emri ile yıkık temellerine Halil İbrahim[as]tarafından bina edilmiştir eski arap kavimler sizler gibi değil Allah[cc]a inanıyorlardıda putları araya koyuyorlardı o putların yıkılışı 1400 sene öncedirve kabe arştaki kabenin izdüşümüdür bu konuları sana anlatmaya kalksam günler yazmaya kalksam binlerce sayfa sürer yani sen gündemi ortalama 1200 sene geriden takip ediyorsun ama update olamıyorsan donanımın yetersizdir upgrade olmanda fayda var
bu konular seni aşar sen şu maymun işine gel darwinzme gel mendell yasalarına gel gelki emeğim boşa gitmesin mahrum kalma diye bin sayfayı aşkın cevap yayınlanmak için sıra bekliyor ha biter diye üzülme yenileri geliyor Bediüzzaman hazretleri[Rha]indende örnekler vereceğim bak zerre nasıl olurmuş
biz devam edelim
17-
[h=2]Evrim Teorisi Termodinamiğin İkinci Kanununa terstir[/h]
TERMODİNAMİĞİN İKİNCİ KANUNU:
Gözlenen her şeyde, düzenlilikten düzensizliğe doğru bir gidiş vardır. Bu, gelecekteki transformasyonlar için mevcut enerjinin dağılımını yansıtır.[SUP]1[/SUP]

İKİNCİ KANUN, bir başka şekilde şöyle ifade edilir:
Kâinatta*ki her şeyin devamlı olarak, enerji vererek, düzenli halden daha düzensiz bir hale dönüşme eğilimidir.[SUP]2[/SUP]
Bu kanunu biz de kendi çevremizde gözleyebiliriz. Odamı*zı düzeltmek için bir gayret sarf ederiz, fakat kendi haline bı*raktığımızda hızla ve kolayca dağılır. Binaları, makinaları ve vücudumuzu mükemmelen çalışan bir düzende yapmak ne kadar zorsa, bütün bunları tahrip etmek ve bozmak da o de*rece kolaydır. Gerçekten yapacağımız tek şey hiçbir şey yap*mamaktır; her şey, enerji vererek, kendiliğinden bozulup, çarpışarak parçalanacaktır. İşte ikinci kanunun mahiyeti bu*dur.[SUP]3[/SUP]
Şimdi termodinamiğin ikinci kanununu, Huxley tarafın*dan, tarif edilen şekliyle Evrim Teorisiyle karşılaştıralım:
Evrim geniş manada; zaman içinde vuku bulan basitten yüksek yapılı canlılara doğru yüksek seviyede bir organi*zasyonu netice veren bir işlem olarak tarif edilir.[SUP]4[/SUP]
Gözlenen bütün tabiî sistemlerde düzensizliğe doğru gitme eğilimi vardır. Bu gerçek hem mikro hem de makro seviyeler*de olmak üzere bütün kâinatta geçerlidir. Bu eğilimin zıddına cereyan eden bir olaya şimdiye kadar tesadüf edilmemiştir. Çünkü bu bir tabiat kanunudur.
Diğer taraftan Huxley'in tarif ettiği şekliyle genel Evrim Teorisine göre, tabiî sistemlerin daha da yüksek seviyede bir karmaşıklığa sahip olacak şekilde düzensizlikten düzenliliğe doğru eğilimleri vardır. Bu temayül, güya ister mikro, ister makro seviyede olsun kâinatın her noktasında geçerlidir. So*nuç olarak; toz parçacıklarının insana evrimleştiğine inanıl*maktadır.
Böyle seçkin bir insanın, bu iki hadise arasındaki temel tezatı görmemesi cidden anlaşılması zor bir şey. Her ikisinin de doğru olamayacağı aşikârdır. Fakat hiçbir modern bilim ada*mı termodinamiğin ikinci kanununa karşı çıkacak cesareti kendinde bulamaz.
Evrimciler tarafından bu iki hadise karşısında verilen her zamanki cevap termodinamiğin ikinci kanununun yalnız kapalı sistemler için geçerli olduğudur. İddialarına göre, eğer sistem bir dış enerji kaynağına açıksa, dışarıdan sağlanan enerjinin harcanmasıyla bu sistem içinde karmaşık bir düzen oluşturulup devam ettirilebilir.
Nitekim güneş sistemimiz bir açık sistemdir ve güneşten dünyaya enerji sağlanmaktadır. Evrim olayı esnasında yeryü*zündeki entropi azalması veya bir başka ifade ile düzenliliğin artması güneşteki entropi artışı ve düzenlilik azalmasından daha çok gerçekleşmektedir. Sonuç olarak, düzenlilikte net bir azalış meydana gelerek termodinamiğin ikinci kanunu*nun bozulmadığı söylenmektedir.
Düzenli halin teşekkülü ve devamı için açık bir sistem ve uygun bir dış enerji kaynağı gerekli fakat yeterli olmayan şartlardır. Çünkü yönlendirilmemiş kontrolsuz enerji yapıcı değil yıkıcıdır.
Meselâ, güneşten gelen ultraviyole ışığın büyük bir kısmı*nı absorbe eden atmosferin üst kısmındaki koruyucu ozon ta*bakası olmaksızın yeryüzünde hayattan bahsedilemez. Böyle radyasyonlara maruz kalan bakteriler bir kaç saniyede ölür*ler. Çünkü ultraviyole ışınlar veya herhangi bir radyasyon çe*şidi kimyevî bağları parçalar ve proteinlerle DNA molekülleri gibi biyolojik yönden aktif makro moleküllerin oldukça kompleks olan yapılarını bozar. Hayatî öneme sahip bu önemli moleküllerin bozulmasını hemen ölüm takip eder.
Kompleks moleküllerin ve sistemlerin daha basit bileşik*lerden teşekkülünde, bir dış enerjiden başka şeylere de ihti*yaç olduğunu, Simpson ve Beck'in şu ifadesinden anlamakta*yız:
"Düzenin tesisi ve devamı için basit bir enerji sarfiyatı ye*terli değildir. Bir çini dükkânında bir boğa iş yapabilir, fa*kat hiçbir zaman bir organizasyon ortaya çıkaramaz. İş yapma, belirli bir çalışmayı gerektirir ve bunun için de bir*çok hususiyetlerin olması gerekir. Her şeyden önce, nasıl iş görüleceğinin bilinmesi icap eder.[SUP]5[/SUP]
Nitekim, yeşil bir bitki, sahip olduğu son derece karmaşık fotosentez sistemi sayesinde güneşten gelen ışık enerjisini yakalar ve bu ışık enerjisini kimyevî enerjiye dönüştürür. Ye*şil bitkideki diğer kompleks sistemler sayesinde bu kimyevî enerji basit bileşiklerden kompleks molekül ve sistemlerin ya*pılmasında kullanılır. Çok önemli bir husus da yeşil bitkilerin bu kompleks enerji dönüşüm mekanizmalarını yönlendirme, devam ettirme ve çoğaltma görevlerini üstlenen bir genetik sisteme sahip olmalarıdır. Bu genetik sistem olmaksızın hüc*re içi olayların cereyanında hiçbir hususiyet olmayacak, bir kaos ortaya çıkacak ve hayat imkânsız hale gelecektir.
Öyleyse bir sistemde kompleksliğin teşekkülü için şu dört şartın yerine getirilmesi lâzımdır:
1— Sistem, bir açık sistem olmalıdır.
2— Uygun bir dış enerji kaynağı bulunmalıdır.
3— Sistemin enerji dönüştürme mekanizması olmalıdır.
4— Bu enerji dönüşüm mekanizmalarını yönetme, devam ettirme ve çoğaltma için bir kontrol mekanizması bulunmalı*dır.
Evrim açısından çözülemeyen bir problem de böyle komp*leks enerji dönüşüm mekanizmalarının ve genetik sistemlerin, nasıl ortaya çıktığıdır. Çünkü termodinamiğin ikinci ka*nunu olarak ifade edilen ve kâinatta geçerli bir tabiat kanu*nuna göre, sistemlerin düzensizliğe doğru tabiî eğilimleri var*dır. Daha basit bir ifadeyle; makineleri yapmak için makinalara ve bu makinaları işletecek birilerine veya bir şeylere ih*tiyaç vardır.
Yaratılışa inanan birisi, tamamen bilim dışı olan evrim hi*potezine karşı çıkar. Bu âlemin bütün ileri kompleksleriyle beraber ortaya çıkmasını ve devamını tabiat üstü bir Yaratı*cıya verir ve kâinattaki ince ve hassas nizamın kurucusu ve işleticisi olarak bir yaratıcıyı görür. Yaratılışçılık bilim üstü bir modeldir. Fakat ilmin en belirgin kanunlarıyla çelişen evrim hipotezi gibi bilim dışı değildir.
Prof.Dr. Adem Tatlı
Dipnotlar:
[SUP]1- R. B. Lindsay, American Scientist, Voi. 56, p. 100, 1968.
[/SUP][SUP]2- H. Blum, American Scientist, Vol. 43, p. 595, 1955.
[/SUP][SUP]3- 1. Asimov, Smithsonian Institute Journal, June, p. 6, 1970.
[/SUP][SUP]4- J. Huxley, «Evolution and Genetics» in What Is Science?, J. R. Newman, Ed., Simon and Schuster, New York, p. 272,1955.
[/SUP][SUP]5- G. G. Simpson and W. S. Beck. Life: An Introduction to Biology, 2 nd Ed.,
http://www.sorularlaevrim.com/makale/evrim-teorisi-termodinamigin-ikinci-kanununa-terstir-96.html

17. sayfa ile evrim çıkmazı konumuzu tamamladık konularımız önce kardeşlerimizin anlayacağı düzeyde verilecektir [/SUP]
 

WolfeXtreme

Asistan
Katılım
30 Nisan 2009
Mesajlar
254
Reaksiyon puanı
1
Puanları
0
evrim teorisi insanların imanını gerçekten çalıyormuş. şu an bunu görüyorum. maddiyuncu, tabiiyuncu takılmayı marifet sananlar Allah'ı unuttu. ateistlikleri bile çok net değildir. neyi savunduklarının farkında bile değiller. gerçekte ateist olmadıkları açıktır. ancak kafaları dehşet derecede karışık orası belli. maddeciliğin, tabiatçılığın, tesadüfçülüğün, yaratılışın inkarının, Yaratıcının inkarının doruk noktası olan darwinizm bilime yerleştikten sonra ilim ve fennin etkisiyle insanların -en iyi ihtimal- imanları köreldi. yani darwinizm düpedüz dinsizliğin propagandasıdır. hiç bir bilimsel dayanağı yoktur. darwinizmi ayakta tutabilmek için yıllardır bilimi kullandılar, istismar ettiler. gerçek bilimin pabucu dama atıldı.
 

Majeste

Profesör
Katılım
7 Mart 2007
Mesajlar
1,953
Reaksiyon puanı
21
Puanları
0
evrim teorisi insanların imanını gerçekten çalıyormuş. şu an bunu görüyorum. maddiyuncu, tabiiyuncu takılmayı marifet sananlar Allah'ı unuttu. ateistlikleri bile çok net değildir. neyi savunduklarının farkında bile değiller. gerçekte ateist olmadıkları açıktır. ancak kafaları dehşet derecede karışık orası belli. maddeciliğin, tabiatçılığın, tesadüfçülüğün, yaratılışın inkarının, Yaratıcının inkarının doruk noktası olan darwinizm bilime yerleştikten sonra ilim ve fennin etkisiyle insanların -en iyi ihtimal- imanları köreldi. yani darwinizm düpedüz dinsizliğin propagandasıdır. hiç bir bilimsel dayanağı yoktur. darwinizmi ayakta tutabilmek için yıllardır bilimi kullandılar, istismar ettiler. gerçek bilimin pabucu dama atıldı.

Maalesef bahsettiğin kavramlar evrim teorisine bilim-dışı kimseler tarafından yapıştırılmıştır ve evrim teorisi bir bilim olarak hiçbir zaman bunları açıklamalarına eklemez. Bu kavramlar Darwinizm (bu ideoloji direkt olarak uydurulmuştur, hiçbir geçerliliği yoktur), materyalizm, ateizm vs.

Eğer siz gerçek bilimi araştırır ve öğrenirsen, tüm bunların evrim teorisi ile ilgili olmadığını ve bilimin doğru bir şekilde evrim teorisini nasıl açıkladığını görürsün. Her bilimsel teori gibi evrim teorisi de deney ve gözlemlere dayalı olarak açıklanır ve birçok alandan kanıtlarla desteklenir. Örneğin paleontoloji, biyolojik evrimi açıklamada çok önemli roller oynamıştır.

Eğer bunlar bilimsel yayınlardan tarafsız bir şekilde öğrenirsen, tüm ön yargılarından kurtulacağını düşünüyorum. Örneğin Douglas Futuyma'nın Prof. Dr. Aykut Kence (ODTÜ) tarafından çevirilen Evrim kitabını okuyabilirsin. Bu sayede evrim teorisini öğrenirken, Darwinizm, materyalizm ve ateizm gibi tüm kavramları elemiş olursun.
 

Son mesajlar

Üst