Ali Haydar Ahıskavi[ksa]hazretlerini yad 1 ağustos

Bu konuyu okuyanlar

quasimodo

Profesör
Katılım
20 Aralık 2008
Mesajlar
1,929
Reaksiyon puanı
57
Puanları
0
Şimdiye kadar ölümün okları hiç hedef şaşırmadı. Güçlü ordular, muhkem surlar ölüm meleğinin görevini infaz etmesine engel olamadı. Ecel, Allah Teala’nın belirlediği tarihten ne bir saniye ileriye ne de geriye alınabildi.
Sebepler farklı fakat ölüm hep aynıdır. Herkes aynı Allah’ın huzuruna gidiyor. Gidişler aynı fakat giderken yaşanılan haller farklı. Allah dostları için “şeb-i arus” olan ölüm, Allah ve Resül düşmanları için derin ve tükenmez ızdırap kaynağıdır. İmam-ı Rabbani Hazretleri, Allah dostlarına nispetle ölümü anlatırken: “Ölüm, dostu dosta taşıyan bir köprüdür.” buyurur.
Takvimler 1960 Temmuz’unun sonlarını gösterirken Ali Haydar Efendi yeryüzü ızdırabına elveda demeye hazırlanıyordu. Takipler, tevkifler bitecekti. Çünkü dostun dosta yürüyüş zamanı gelmişti.
Yeryüzü hayatının sonlarına doğru takatsizliği arttı. Öyle ki yataktan kalkmaya mecali kalmamıştı. Kalbi zikrullahda, gözleri kapıda ölüm meleğini bekliyordu. Oğlu anlatıyor: “Vefat edeceği an hayret dolu bakışlarımız arasında o heybet dolu vücuduyla yattıkları yerden kalktı, bizim duyacağımız derecede yüksek bir sesle “Onların davalarının sonu Elhamdülillahi Rabbil Alemin demektir” mealindeki ayeti okudu. Babamın son sözü bu ayetti.
Giderken okuduğu ayetle, hamd ediyordu. Çünkü geride İsmet Efendi Tekkesi farklı bir kubbenin altında da olsa yeni mürşidi ile müridanını Hakk’a taşımaya devam edecekti. Bir mürşit için yolunun devam etmesinden daha güzel ne olabilirdi. Bu büyük ihsana hamd ediyordu. Doksanbeş yıllık ömrünü küfürle mücadeleye adama azmini veren Allah’a hamd ediyordu. Hamd ediyordu, çünkü uğruna binbir meşakkate göğüs gerdiği ebedi dost olan Allah’a gidiyordu.
İsmet Efendi Tekkesi’nin bu büyük buluşmaya tanıklık ettiği, yani Ali Haydar Efendi’nin irtihal ettiği gün takvimler 1 Ağustos 1960’ı gösteriyordu.
1960’lı yılların haberleşme imkanı sınırlı olan Türkiye’sinde Ali Haydar Efendi’nin irtihal haberi gönülden gönüle birden on binlere ulaştı. Çarşamba, tarihinin en büyük kalabalığına şahitlik etti. Kalabalık, 60 ihtilaliyle yönetime el koyan askeri idareyi tedirgin etti. Öyle ki çok sayıda güvenlik görevlisi bölgeye sevk edildi. Civardaki konakların çatılarına silahlı güçler yerleştirildi. İsmet Efendi Tekkesi havadan askeri helikopterlerle gözlem altına alındı. Tanıkların ifadesine göre civarda konuşlanan askeri gücün sayısı binlerle ifade ediliyordu.
Tabutun etrafında gözyaşı döken bağlıları manzarayı şu cümlelerle ifade ediyorlar:
“Hayatında olduğu gibi mematında da zavallılar ve sadıklar onu yalnız bırakmadı. İlki korktuğundan ikincisi de sevdiğinden onu takip etti.
Ali Haydar Efendi Fatih Camii’nin haziresine defnedilecekti. Zira Selatin Camileri’nin hazireleriyle ilgili teamül bunu gerektiriyordu. Söz konusu camilerinin hazirelerinde defnedilecek şahısta, camiyi yaptıran kişinin ailesinden, meydan muharebelerine katılma ya da caminin medresesinde dersiam olma şartı aranıyordu. Ali Haydar Efendi Fatih Camii dersiamlarındandı. Dolayısıyla orada defnedilmeliydi. Bu hakkı teyid etmek için 1956’da devrin hükümetine müracaat edilerek izinde alınmıştı. Herkes defnedileceği ana kadar O’nun Fatih’in haziresinde hocası Ahmet Efendi’nin yanında kendisi için ayrılan yerde olacağını düşünüyordu. Fakat öyle olmadı. İstanbul valisi Refik Tulga değil Fatih’te defnedilmesine orada namazının dahi kılınmasına müsaade etmedi.”
1956 tarihli iznin gereğini yapmak için valilikle tekke arasında gün boyu git-geller devam etti. Fakat bütün turlar nafileydi. Karşı taraf Ali Haydar Efendi’ye karşı olmanın gereğini yapıyordu. Kararlılığını göstermek için de Fatih Camii’nin etrafını ablukaya aldı. Vali cenaze namazı için toplanan cemaatin inkılap hazırlığı içinde olduğunu iddia ediyor, Fatih’te namazın kılınmasını bunun için yasakladığını söylüyordu.
***
1 Ağustos günü göklerden Ali Haydar Efendi’nin kabrine nur, Valinin yüreğine ise korku yağıyordu. Alarma geçirilen güvenlik güçleri muhtemel bir tehlikeden değil işte bu korkudan dolayı Çarşamba’ya sevk edilmişti.
Doksan beş yıllık ömrünü İslam’a ve bu memlekete adayan bir alimin son yolculuğu böyle mi olmalıydı? Çanakkale cephesinde bu vatan için ölümle yüzleşen alim bir gaziye iki metre karelik yer niçin çok görülmüştü?
Valinin red kararıyla sabrı tükenen kalabalık cemaati yatıştırmak için Bekir Haki ve Mahmud Efendiler yoğun gayret sarf etti.
Bütün bu gelişmeler yirmi dört saate sığmıştı. Ali Haydar Efendi’nin bağlıları Fatih olmayınca defin için Edirnekapı’da acele ettiler. Zira Türkiye ihtilalciler tarafından mezarından alınıp bilinmeyen(!) bir yere götürülen Bediüzzaman Said Nursi tecrübesini henüz yaşamıştı. Kalabalığın ürküttüğü yönetim aynı yolu Ali Haydar Efendi için de pekala deneyebilirdi.
Cenaze namazı Yavuz Selim Camii’nde Mahmud Sami Efendi tarafından on binlerin katılımıyla kılındı. Ve aynı kalabalığın parmak uçlarında Yavuz Selim’den Edirnekapı-Sakızağacı mezarlığına götürüldü.
Nur, Ali Haydar Efendi’ye sağnak sağnak aktıktan, Fatihalar, Yasinler O’na gönderildikten sonra kabri ha Fatih’in Hazire’sinde ha Sakızağacı Mezarlığı’nda olmuş ne değişir ki? Hem şimdi Ali Haydar Efendi hiçbir gücün takip edemediği dolayısıyla da tevkif edemeyeceği ahiret meclislerinde sınırsız hürriyeti yaşıyor. Allah Resulü’nün etrafında halkalanan sıddıkların, salihlerin meclisinde “cemali ba kemale” tanıklık edeceği günü bekliyor. Ahiret meclislerine hangi güç irtica-mürteci yaygaralarıyla baskın yapıp adam tevkif edebilir? Yeryüzünün mazlumları, irtica suçluları(!) ahiret meclislerinde muteber şahsiyet muamelesi görüyor.

1 aĞustos efendİ babamizi [alİ haydar efendİ hazretlerİnİ ] unutmayalim - itibarHaber Forum
 

Son mesajlar

Üst