Neden bu kadar çok hadis var? [hocaefendiden bir inceleme yazısı]

quasimodo

Profesör
Katılım
20 Aralık 2008
Mesajlar
1,929
Reaksiyon puanı
57
Puanları
0
Hadis-i şerifler hakkında söz söyleyen birtakım müsteşrikler ve onların İslâm dünyasındaki takipçileri, hadislerin sayısının çok yüksek olduğunu ve bilhassa bazı sahabilerin çok fazla hadis rivayet ettiklerini ileri sürmektedirler. Yazı Boyutu 10 12 14 16 Neden bu kadar çok hadis var?

Bu şekilde sahih hadislere ve sünnet-i sahihaya gölge düşürmeye çalışmakta ve bu kadar çok sayıda hadisin Efendimiz'den (sallallâhu aleyhi ve sellem) sâdır olmasının imkânsızlığını iddia etmektedirler.

Benzeri iddialar gibi böyle bir iddianın da mesnetsizliği ve tutarsızlığı ortadadır. Bir defa, hadisin İslâm dinindeki yeri ve Müslüman'ın hayatındaki ehemmiyeti çok büyüktür. Sahabe-i kiram hazerâtı (aleyhimürrahmetü ve'r-rıdvan) her zaman bunun şuurundaydı. Dünya ve ukbâ saadetini O'nun söz ve davranışlarının deşifre edilip hayata geçirilmesinde gören sahabi-nâm kudsîler topluluğu, O zâtın mübarek dudaklarından dökülecek her incinin en harîs talibiydiler. Bu itibarla da O'nun mübarek sözlerinin, fiil ve takrîrlerinin bir tekini bile kaçırmıyor, belliyor, müzakere ediyor ve hafızalarına nakşettikten sonra hayatlarına düstur ediniyorlardı.

Onlar, tam yirmi üç yıl aralarında kalan Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) her hareketini yakından takip ediyor, O'nu hayatlarının her safhasında, her faslında, her dönemecinde aynen taklit ediyorlardı. O da, hayatları ve ukbâları için her şeyi, hem onlara hem de kıyamete kadar gelecek bütün mü'minlere, anlayacakları şekilde ve bir bir anlatıyordu. Ebû Zeyd Amr b. Ahtab'ın ifadesiyle:

"Bazen, sabah namazını kıldırıp minbere çıkıyor ve öğleye kadar konuşuyordu. Öğle ezanı okununca, minberden inip öğle namazını kıldırıyor, tekrar minbere çıkıyor ve ikindi vaktine kadar konuşuyordu. İkindi ezanı okununca, inip ikindi namazını kıldırıyor; ardından tekrar minbere çıkıyor ve akşama kadar konuşuyordu. O, bütün bu konuşmalarında, kâinatın var edildiği andan kıyamete, ondan haşr ü neşrin meydana geleceği âna, ondan da Cennet ve Cehennem'in sergileneceği, teşhir edileceği âna kadar gelip geçen ve ileride meydana gelecek olan her şeyi şerhediyor ve gözler önüne seriyordu." (Müslim, fiten 25; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/341; Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr, 17/28)

Ve bir mânâda 23 yıl O'nunla beraber bulunan sahabe, bütün bunları belliyor ve yine O'nun ifadesiyle, bunlara âdeta "dişleriyle tutunuyordu." Sahabenin önünde namaz kıldırıyor, sonra dönüp, "Beni nasıl kılıyor görüyorsanız, siz de öyle kılın." (Buhârî, ezan 18; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/53) buyuruyordu. Ashabının önünde haccediyor ve, "Menâsikinizi benden alın." buyuruyordu. (Nesâî, menâsik 220; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/318)

Hatırası bile ipeklere sarılıp saklanırsa...

Bu durumda, elbette sahabe, O'nun her adımını, her sözünü takip edip belleyecek, hıfzedip hayatına hayat yapacak ve tabiî ki onları aynı zamanda gelecek nesillere de nakledecekti. Çünkü onlar, Allah Resûlü'ne çok bağlıydılar. O'nun her söz ve davranışının, Cennet'e açılan birer kapı olduğuna inanıyor -Biz de yürekten onun öyle olduğunu kabul ediyoruz- O'nu içten seviyor ve değil hadisini, saçının, sakalının mübarek bir telini bile kapıp kaçırıyor ve muhafaza mevzuunda âdeta birbirleriyle yarış ediyorlardı. O'ndan intikal eden her şey mübarek bir hatıra ve sonsuzdan gelmiş bir emanet gibi telakki ediliyordu.

Ben şahsen, gözümde büyüttüğüm bazı zatların benimle alâkalı, iltifatkâr veya ırgalayıcı sözlerini, terğîb ve terhîbe dair ifadelerini hiç unutmamış ve değirmen taşları gibi beni defaatle aralarında öğüten hâdiselere rağmen, onları hafızamda hep muhafaza etmişimdir. İhtimal, her Müslüman için de durum aynıdır.

Şimdi, her bir mü'min, gözünde büyüttüğü zatların, hem de Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) kapısının ancak kıtmîri olabilecek zatların, kendisiyle alâkalı sözlerini unutmaz ve hele onlardan kalan bazı hatıraları mukaddes birer emanet gibi ipeklere sarıp saklarsa, kendilerini birden vahşetten medeniyete, cehaletten insanların mürebbileri olmaya çıkaran Allah Resûlü'nün, her biri birer lâl ü güher olan sözlerini, davranışlarını hem de sahabe gibi temiz ve mert fıtratların unutmalarına imkân var mıdır? Yoktur ve unutmadılar da.

Siz, Ramazanlarda lihye-i saadeti (Efendimiz'in mübarek sakalları) görmek için camilere koşuşur, tabir caizse, kıran kırana mücadele verirsiniz; O'nu bu kadar yakından tanıyanların, O'nun hatıralarına hürmetsizlik edeceklerine nasıl ihtimal verebilirsiniz?

Enes, O'ndan kalan mestleri göğsüne bastırırken, biri kapıverir diye ödü kopuyordu. Şam'da, Mü'minlerin Emîri Muaviye'nin, birisinde Efendimiz'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) ait bir cübbe bulunduğunu duyunca o cübbeyi almak için o kişinin ağırlığınca altın teklif etmesi tabiî değil miydi? O'nun matarasını bile senelerce muhafaza ettiler. Oku, yayı ve daha bazı hatıraları bugün hâlâ Topkapı Sarayı'nda gözlerimize neş'e ve sevinç saçıyor. Yavuz, getirip Topkapı Sarayı'na yerleştirdiği o mukaddes emanetlerin başında, bir lâhza ara vermeden gece gündüz Kur'ân okuttu ve bu müstahsen âdet bugün hâlâ devam ediyor. Yedi değil, belki yetmiş düvele hükmeden ve üç kıt'ada hükümran olan Devlet-i Osmaniye'nin sultanı, Sultan Ahmed, O'nun mübarek ayağının bastığı çamur kalıbını tacına sorguç yapmayı düşünüyor ve, "N'ola tâcım gibi başımda gezdirsem kadem-i pâkini" diyerek tebcilde bulunuyordu.

Şimdi, asırlarca sonra gelenler O'nun mübarek hatıralarına böyle saygı gösterir de, O'nunla birlikte yaşamış sahabe-i kiram, O'na hiç hürmetsizlik eder mi? Asla! Kaldı ki, hatıra dediğimiz şeylerden hiçbirinin, mü'minin hayatı noktasında sünnetin bir meselesine denk olamayacağı açıktır. O'nun hatıraları böyle korunur ve temcid edilirken, hadisleri, sünneti elbette daha bir dikkatle korunacaktı ve öyle de oldu.

Hazreti Ömer'in Hassasiyeti

Ahmed İbn Hanbel naklediyor: Hz. Ömer Efendimiz (radıyallâhu anh), cuma namazına giderken, Hz. Abbas'ın evinin duvarının dibinden geçiyordu ki, o esnada, damdaki suyu savan oluktan iki damla kan Hz. Ömer'in cübbesine damladı. Emîrü'l-mü'minînin canı sıkıldı ve, "Kim bu damın üstünde hayvan boğazlıyor da, kanı oluktan aşağı damlayıp, üstümü kirletiyor!" diye, elinin ucuyla dokunup, oluğu aşağı düşürdü. Sonra da cübbesini değiştirip mescide geldi.. hutbesini irad buyurdu.. ardından, gördüğü yanlışlıklar mevzuunda her zaman yaptığı gibi, cemaati ikaz sadedinde: "Cemaat, yanlış şeyler yapıyorsunuz. Gelirken, falan duvarın dibinden geçiyordum. Bir oluktan üzerime kan damladı; ben de elimin tersiyle itip, o oluğu düşürdüm." dedi. Onun sözü henüz bitmişti ki, Hz. Abbas, beyninden vurulmuş gibi yerinden fırladı ve, "Yâ Ömer, sen ne yaptın? Ben bu gözlerimle gördüm; o oluğu oraya bizzat Resûl-i Ekrem kendi elleriyle koymuştu." dedi ve durdu.

Bu sözler Ömer'in ayaklarının bağını çözmeye yetmişti.. develerin boynunu büküp altına alan koca Ömer, minbere yıkılıverdi ve Hz. Abbas'a (radıyallâhu anh) and verdirdi:

"Vallahi, ben başımı o duvarın dibine koyacağım. Sen de, ayağınla başımın şurasına basacak ve çıkıp, elinle o oluğu yerine koyacaksın. Koyacağın âna kadar da başımı yerden kaldırmayacağım!"

... Ve gittiler.. dev halife, cihanın başına taç o mübarek başını Hz. Abbas'ın ayaklarının altına koydu; bir tarafta Allah Resûlü'nün koyduğu oluk, diğer tarafta, en yakın arkadaşı, Mü'minlerin Emîri, Halife-i Rûy-i Zemin, mülhemûndan büyük bir velinin başına basma arasında kalan Hz. Abbas. Bastı halifenin başına ve Allah Resûlü'nden geriye kalan oluğu yerine koydu. (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/210; İbnü'l-Cevzî, Sıfatü's-safve, 1/285)

Evet, O'ndan kalan en küçük hatıraya bile bu denli duyarlı, bu denli titiz olan bir cemaatin ve bu denli uyanık bir neslin, O'nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) hadislerine gözlerini kapaması herhâlde düşünülemez. Çünkü hadis, din demektir; hayat demektir; Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) hakikati, sufîlerin ifadesiyle "Hakikat-i Ahmediye" ve bizim de "dünya-ukbâ saadet köprümüz" demektir. Bu konuya inşaallah önümüzdeki hafta da devam edeceğiz.

ÖZETLE

1- Dünya ve ukbâ saadetini Efendimiz'in söz ve davranışlarının deşifre edilip hayata geçirilmesinde gören sahabi-nâm kudsîler topluluğu, O zâtın mübarek dudaklarından dökülecek her incinin en harîs talibiydiler.

2- Sahabe, Efendimiz'in değil hadisini, saçının, sakalının mübarek bir telini bile kapıp kaçırıyor ve muhafaza mevzuunda âdeta birbirleriyle yarış ediyorlardı. O'ndan intikal eden her şey sonsuzdan gelmiş bir emanet telakki ediliyordu.

3- Hatıra dediğimiz şeylerden hiçbiri, mü'minin hayatı noktasında sünnetin herhangi bir meselesine denk değildir. O'nun hatıraları bile böyle titizlikle korunurken, sünneti elbette daha bir dikkatle korunacaktı ve öyle de oldu.


fethullah gülen hocaefendi

http://www.samanyoluhaber.com/h_391383_neden-bu-kadar-cok-hadis-var-.html


hocaefendinin Efendimiz[sav]ye olan alakasını bu yazısıyla gördük
aleyhindeki yazılara o cevaplamadanda itibar etmiyoruz
 

Turab Garip

Dekan
Emektar
Katılım
30 Mayıs 2007
Mesajlar
6,902
Reaksiyon puanı
181
Puanları
1,243
Selamlar.

Öyle sanıyorum ki biz müslümanlar hadisin önemini anlamadığımız gibi, hadise önem verdiğimizde de sıhhatini önemsemiyoruz. Yani hadise gerçek değerini vermediğimiz gibi, peygamberimize yakışmayan ve İslam ile zıtlıklarla dolu şeyleri hadis diye başımıza tac ediyoruz.

Örneğin sayın Gülen diyor ki "Sahabe bunun farkındaydı ve 23 yılını onunla geçirmişlerdi". 23 Yıl gerçekten nisbi olarak uzun bir süre; ama 23 yıllık hadis yok ki elimizde? Bu 23 yılın sadece son bir kaç yılına ait hadisler var; sanki o 23 yılın 20'si tarihin sayfalarından silinmiş gibi. Buhari olsun, Müslim olsun, Kütub-u Sitte olsun, hadislerin en büyük çoğunluğu son bir kaç yıla ait.

Bunlar arasında da o kadar çok birbirine çelişik şeyler var ki, o 3 yıllık hadesatı bile murdar edecek neredeyse. Örneğin önemli hadis kaynaklarında resulullahtan şöyle kaydetmişler:

- Benden yanında Kur'andan başka bir şey yazan varsa onu yaksın. (Yani hadis yazmayın, Kur'an yeter.)

Bu mümkün müdür? Bu sözün kendisi bile bir hadistir, öyleyse kendi içinde çelişmektedir. Keza Resulullah birçok sahabesine "sözlerimi yazınız" buyuruyordu, veda hutbesinde "burada olanlar olmayanlara anlatsın olabilir ki dinleyen anlatandan daha iyi anlar" buyuruyor, hadis yazımını ve aktarımını özellikle teşvik ediyor hatta emrediyordu. Buna karşın, peygamberin vefatından hemen sonra hadisler toplanılıp "Kur'anla karışabilir" endişesiyle yakıldı. Örneğin:

Hulefâ-i râşidîn de asr-ı saadetteki sahabe kardeşleri gibi hadîslerin şifahî rivayetine önem veriyorlar, yazılmasına muhalefet ediyorlardı. Nitekim Hz. Ebû Bekir (r.a.), önce bâzı hadîsleri toplamış, sonra da onları yakmıştı. (Tezkiratu'l-huffâz, c. I, s.5)

Hz. Ebu Bekir bir hutbesinde şöyle dedi: Allah'ın elçisinden hiçbir hadis nakletmeyin. Sizden hadis nakletmenizi isteyenlere deyiniz ki: işte Allah'ın Kitabı, aranızda onun helalini helal kılın, haramını haram görün.

(Zehebi, Tezkiratul Huffaz 1-3, Buhari 1.cilt)

Gördüğünüz gibi, aslında elimizdeki hadisler çok değilmiş, azmış ve sebebi de sayın Gülen'in söylediği gibi sahabenin 23 yıl süresince hadise önem vermesi değil bilakis bazısının, hatta halifelerin özellikle hadislere engel olmasıdır. Halbuki gerçekte resulullah hadislerin yazımını engellemiyor bilakis teşvik ve emrediyordu. İlginç bir şekilde bunlar da yine aynı kitaplarda yer alır. Örneğin:

Sahabeden Abdullah İbnu Amr der ki:

"Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den işittiğim şeyleri ezberlemek arzusuyla yazıyordum. Kureyş beni menederek: "Sen Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan her duyduğunu yazıyorsun, halbuki Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir insandır, öfke ve rıza, her iki hâlde de konuşur" dediler. Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim. Ancak durumu da Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e arzettim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) parmağıyla mübârek ağızlarına işâret buyurarak: "Yaz, dedi Nefsimi elinde tutan Allah'a kasem ederim, buradan haktan başka bir şey çıkmaz".

Sadece mektuplar değerlendirilse bile Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in Kur'ân'dan başka bir şeyin yazılmasına sistematik, ısrarlı bir muhalefette bulunmadığı, tam tersine, medenî hayatta yazının geniş çapta kullanılmasına büyük ehemmiyet verdiği anlaşılır.

(İbrahim Canan, Kütüb-ü Sitte Tercüme ve Şerhi)

Sonra Ebu Hureyre, bahsettiğimiz bu sahabe Abdullah b. Amr hakkında der ki:

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den çok hadîs (bilmede) Abdullah İbnu Amr hâriç, bana yetişen yoktur. O, beni geçer, zira o yazardı, ben ise yazmazdım. (Buhari)

Ebu Hureyre, 23 yıllık nübbüvvetin son 2 yılında peygamberle birlikte olmasına rağmen "benden daha çok hadis nakleden yoktu" demiş, öyleyse sayın Fethullah Gülen'in söylediği gibi sahabe gerçekten hadis konusunu bu kadar önemsiyordu ise, Ebu Hureyre'den önceki 21 yıllık nübbüvvet dönemi nereye gitti? Gerçekte bu durum, yukarıda acizane belirttiğim gibi, hadislerin çokluğunu değil azlığını gösteriyor, sahabenin hadise ihtiramını değil bir kısmının onu yok edişini gösteriyor ve maalesef bu yok ediş, halifelerin eliyle, yani en umulmadık kişilerce yapılıyor.

Hepimiz peygamberimizden bir hatıra olsun da onunla teberrük etsek diye isteriz tabi ki, ama gerçekte resulullahın sakalı hadislerin yerini alıyorsa, bu resulullahın tam da "ümmetim için cehaletten korkuyorum" buyruğundaki gibi rahmet peygamberini endişelendirmekten başka bir şey yapmış olmayız. Çünkü yukarıda örneğin Resulullah'tan bizzat sayın Gülen "beni nasıl namaz kılıyor görürseniz siz de öyle kılın" hadisini rivayet etmiş olmasına rağmen, mezhep farklılıklarını açıklarken "resulullah öyle de yapmıştır böyle de" diyebiliyor. Halbuki Resulullah bunun farkında olmalı ki, "beni nasıl namaz kılıyor görürseniz siz de öyle kılın" buyurarak, çeşit çeşit şeyler icat edilmesinin önüne geçmek istiyor. Görüldüğü gibi daha sonra mezhepler arasında namazda bile birçok farklılığın ortaya çıkmasının sebebi, resulullahın bu hadisinin yerine abaya sarığa, sakala önem verilmiş olmasıdır. Gerçek manayı bırakarak daha maddi şeylere yönelinmesidir.

Keza normal şartlarda başkasının haklarına tecavüz edilmemesini emreden sözlerine karşın, hatta bunlar hadis de değil direkt Allah'ım emri olmasına karşın "dev halife nasıl başkasının hakkına tecavüz etmiş" demek yerine "dev halife nasıl da başını Abbas'ın ayağının altına koydu" demeyi tercih ediyoruz. Adalet yerine kişileri tercih ediyoruz, resulullahın emirleri yerine dünya makamlarını yeğ tutuyoruz.

Yahut da peygamberin adını yeryüzünden silmeye yemin etmiş Muaviye gibi bir kimseyi dahi sırf adı sahabe diye sayın Gülen'in yaptığı gibi başımıza tac ediyor ve resulullahı bırakıp onun düşmanlarını yüceltiyoruz. (Muaviye der ki: Haşim Oğullarından olanın adı her gün beş kez anılarak; "Eşhedü enne Muhammeden Resulullah" denilmektedir. Anan sana ağıt yaksın, bu varken bana ne ad, ne şan kalır ki?! Ama andolsun Allah'a, bu adı mutlaka toprağa gömeceğim! Mes'udi, Müruc'üz- Zeheb, c. 3, s. 454)

Allah şanını yüceltsin ey alemlere rahmet peygamber, Allah sana ve ailene özel salatıyla salat etsin, senin ilmini nesilden nesile aktarıp sana sadık kalan ashabını bizlere tanıtsın ve sana düşmanların edenlerin yüzünü kara çıkarsın.
 

quasimodo

Profesör
Katılım
20 Aralık 2008
Mesajlar
1,929
Reaksiyon puanı
57
Puanları
0
şimdi bazı akımlar var derine girmek istemiyorum kur'an bize yeter diyerek hadisişeriflerin işlerine gelmeyen bölümlerini bazende tümünü tanımıyorlar veya sahte veya ihtiyacımız yok diyorlar
halbuki kur'an öncelikle Efendimiz[sav]ye gelmiştir ve onunla birlikte kendisine ilimde verilmiştir
İlimlerin kapısı hz.Ali keremallahüvecheh hazretleri bir fatiha hakkında kırk deve yükü kitap yazabileceğinden bahsediyor demekki kur'andan anlayacağımız sınırlı çünkü bizde o ilim yok[nasib işi]
o zaman sahih hadisişeriflere sahip çıkmamız öğrenmemiz öğrendiğimizle amel etmemiz gerekir
hocaefendi bu noktada bu akımlara dikkat çekerek Efendimiz sav ye gereken değeri önemi vermemiz gerektiğini birkez daha hatırlatıyor
işte bu yazıyı alıntılamamdaki sebeb bu
selam ve dua ile
ashabulyemin
 

Turab Garip

Dekan
Emektar
Katılım
30 Mayıs 2007
Mesajlar
6,902
Reaksiyon puanı
181
Puanları
1,243
Selamlar.

Quasimodo kardeşim, maalesef dediğin gibi bazı akımlar çıkıp "Kur'an bize yeter" diyorlar, ama yine maalesef ki, bunlar bugün ortaya çıkmış şeyler değil. Daha resulullah hayattayken bile "Kur'an bize yeter" diyenler vardı. Örneğin:

Resulullah vefatına yakın ölüm döşeğinde şöyle buyurdu: "Bana bir kağıt ve mürekkep getirin size bir vasiyet yazdırayım ki benden sonra delalete düşmeyin". Oralardakilerden bazısı (bazı kaynaklarda Ömer b. Hattab olarak geçer) dediler ki: "Bu adam sayıklıyor, aramızda Allah'ın kitabı Kur'an var, Kur'an bize yeter (vasiyete gerek yok)".

(Sahih-i Buhari c.1, s.108; Sahih-i Müslim c.2, s.72)

Yine yukarıda yazdığım gibi:

Hz. Ebu Bekir bir hutbesinde şöyle dedi: Allah'ın elçisinden hiçbir hadis nakletmeyin. Sizden hadis nakletmenizi isteyenlere deyiniz ki: işte Allah'ın Kitabı, aranızda onun helalini helal kılın, haramını haram görün.

(Zehebi, Tezkiratul Huffaz 1-3, Buhari 1.cilt)


... Nitekim Hz. Ebû Bekir (r.a.), önce bâzı hadîsleri toplamış, sonra da onları yakmıştı.

(Tezkiratu'l-huffâz, c. I, s.5)

Yani maalesef daha resulullah hayattayken dahi, önemli sahabeler hatta halifeler tarafından hadislere karşı tavır alınmış ve "Kur'an yeter" anlayışı oluşmuştu. Resulullahın vefatından sonra da hadislerin büyük kısmı yakıldı.

quasimodo dedi ki:
halbuki kur'an öncelikle Efendimiz[sav]ye gelmiştir ve onunla birlikte kendisine ilimde verilmiştir
İlimlerin kapısı hz.Ali keremallahüvecheh hazretleri bir fatiha hakkında kırk deve yükü kitap yazabileceğinden bahsediyor demekki kur'andan anlayacağımız sınırlı çünkü bizde o ilim yok[nasib işi]

Evet kardeşim çok haklısın. İşte tam da bu noktada müslüman ümmeti ayrılıyor maalesef. Çünkü müslümanların çok büyük bir kısmı senin bu söylediklerinin farkında değiller, gerçekte bunu ümmet olarak idrak edebilmiş/edebiliyor olsaydık, bu kadar ayrılığa düşülmezdi.

Bu konuda diğer dinleri/insanları eleştirmekten kendi kusurlarımıza vakit ayıramıyoruz. Yukarıda acizane söylediğim gibi, sayın Fethullah Gülen resulullahtan "beni nasıl namaz kılıyor görürseniz siz de öyle kılın" hadisini kendisi naklettiği halde, "öyleyse neden o mezhep şöyle kılıyor da bu mezhep böyle kılıyor" diye sorulduğunda, bu hadisi düşünmek yerine, "evet resulullah nasıl kılıyordu öyleyse" diye sormak yerine, "onlar dağda yaşıyordu bunlar düzlükte, bu farklar o yüzden" şeklinde açıklamalar yapmaya çalışıyoruz. Resulullah'ın bunu düşünemediğini, düzlükte ve engebede tecrübesi/bilgisi olmadığını, dolayısıyla bizim daha iyi bilebileceğimizi düşünüyoruz. "Acaba resulullah nasıl namaz kılıyordu, hangi mezhebe göre" diye sormaktan korkuyoruz, ya bildiğimiz yanlış çıkarsa diye endişe edip sayın Gülen'in naklettiği o hadisi hep birlikte görmezden geliyoruz.

Halbuki senin de söylediğin gibi, bu dinin sahibi Allahtır ve ilmi de ancak Resulullahtadır. Ali'ye gelince, yine söylediğin gibi o da Resulullah'ın bu ilmi aktardığı ve "ben ilmin şehriyim Ali de kapısıdır, kim şehre girmek isterse kapıya gelsin" diye buyurduğu, yani "benim ilmime giriş Ali'den olur" dediği kişidir. Kısacası Resulullah'ın ilmi ancak Ali'den öğrenilir. (Çünkü Resulullah'ın buyurduğu gibi, şehre ancak kapıdan girilir.) Peki neden? Hep konuştuğumuz gibi; ayrılığa düşmememiz için. Eğer sadece bu hadis bile dikkate alınıp ilimler gerektiği yerden öğrenilseydi, yani tek kaynaktan, Resulullah'tan ve Ehl-i Beyt'inden öğrenilseydi, ayrılıklar, çatışmalar ve çelişkiler olur muydu?

Bize gelince; maalesef kardeşim bu "nasip" meselesi değil. Çünkü yüce Allah Kur'anda buyuruyor ki: "Ona (Kur'ana) ancak temiz olanlar dokunabilir".(Vakıa/79). Bu ise Allah'ın iradesi ile olur, şu ayette olduğu gibi: "Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden her türlü pisliği gidermeyi ve sizi tertemiz kılmayı irade etmiştir". (Ahzab/33) Yani Resulullah'ın "ben ilmin şehriyim Ali de onun kapısıdır" buyurduğu o Ehl-i Beyt, Allah'ın iradesi ile "temiz" olduğundan dolayı bahsettiğin o 40 deve yükü tefsir yazabilme ilmine sahiptir. Ve Fatiha'ya bile değil, sadece Besmele ayetine 40 deve yükü tefsir.

Peki nerede? Bunca ilim nereye gitti? Resulullah "benim ilmimi almak isteyen Ali'ye gelsin" buyurmuştu, Ali ölünce bu kadar ilim uçtu gitti mi? Ehl-i Beyt'e ne oldu? Resulullah'ın bize emanet ettiği, "onlar hakkında size Allah'ı hatırlatırım" diye uyardığı o ilimler, o Ehl-i Beyt nereye gitti, onlara ne oldu? İşte hadislerde bunları aramamız gerekir diye düşünüyorum.
 

El_JiHaD

Öğrenci
Katılım
17 Aralık 2009
Mesajlar
16
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Hadis inkarcılarının kasıtlı olacak çıkarmış olduğu konulara yorum yapmak istemiyorum.Hadisin hüccet olduğunu inkar edip şethlerinin üstadlarının hocaefendilerinin sözlerini hüccet kabul edenlere lanet edicilerin laneti üzerlerine olsun.
 

quasimodo

Profesör
Katılım
20 Aralık 2008
Mesajlar
1,929
Reaksiyon puanı
57
Puanları
0
öncelikle elmacık kardeşimin derin açıklamalarınq teşekkür ediyorum
bazıları israrla Wfendimiz[sav]yi aradan çıkarmaya çalışıyorlar akılları sıra kur'anı daha iyi!!!yorumlayacaklar kafalarına uyduracaklar!!!
bunlar ilim sahipleri!!!büyük medyalarda köşe başlarını tutmuş!!
Ehlibeytin yoluna kurban biz cemaat olarak bir ehlibeyti radyomuzda 3 saaat konuk edecek onu can kulağıyla dinleyecek ve hayır dualarını alacak kadar[kayıtlar lalegülfm den temin edilebilir]önem veriyoruz sadece bizmi nakşibendii yolunu takib edenler gereken sevgiyi hürmeti gösterirler[göstermeye çalışırlar]
ehlibeyt olayı biraz üzerine düşülmeyen titizlik gösterilmeyen bir olay
gerçek ehlibeytin ortaya çıkarılması lazım
bence en büyük iftira kendinin ehlibeyt olduğunu iddia etmesinin yalan olarak
ehlibeyt kıyamete kadar devam edecektir ve bizler onların bize bırakılan en önemli bir miras olduğunun bilincindeyiz en son ehlibeytte hz Mehdi hazretleridir
şimdi sahte alimler türemiş mehdiliğini iddia ediyor utanmadan ve kur'anı kendi aklınca tefsire yöneliyör
kur'anda ayetlerin üstünü örtenlerden bahsedilince irkiliyoruz ve kendimizi o guruba dahil etmemek için dikkat ediyoruz işte ilim sahibi oldukları halde hadisişerifleri tanımayanlar kuranın ayetlerini yok sayanlar tefsirde değiştirenler
bu konuda mihenk taşı müceddidi elfi sani imam-ı Rabbani ksa dır öncelikle mektubatı takip etmekte fayda var
hocaefendinin yazısını özellikle verdim abd özellikle nifak sokmak için uygulamaya devam ettiği büüyük ortadoğu projesi için ülkesinde bulunan hocaefendinin ağzından haberler konuşmalar yaymakta ve bunlar desteklediği basın tarafından dünyaya yayılmakta işte türk alimi bile böyle düşünüyor demektedir
işte bu anda alimimize sahip çıkmamız bu iftiralara uyup onu seven kardeşlerimizi rencide etmememiz gerekmektedir ve gelen haberlere
müşrikten bir haber geldiğinde.....hükümleri uygulanmalıdır
ülkemizdeki yıkılmaya çalışılan islam kardeşliğinin en azından onarılması için bu açıklamaları yaptım hakkınızı helal ediniz
 
Üst