Kur'an Müslümanlığı İddiası

Bu konuyu okuyanlar

Katılım
12 Mart 2011
Mesajlar
35,210
Reaksiyon puanı
10,324
Puanları
113
Kur'an Müslümanlığı İddiası
Kur'ân-ı Hakîm, İslâm ümmeti içinde ortaya çıkacak birtakım yanlışlıklara işaret ederek bu hususta Müslümanları uyarmıştır. Bunlardan biri de Kur'ân'ı açıklamada Peygamber Efendimiz'in (aleyhisselâm) hadîslerini devre dışı bırakma sapıklığıdır. Allah Teâlâ Kur'ân'ı gökten kâğıtlar hâlinde indirmeyip Peygamber olarak seçtiği zâtın kalbine vahyetti. O da kitabı insanlara tebliğ etti, açıkladı ve nasıl tatbik edeceklerini gösterdi.

Allah Teâlâ, Resûlüne uymanın farz olduğunu açıkça bildirmektedir. Meselâ bir âyette şöyle buyurur: "Peygamber size ne verirse onu alın, neyi men ederse onu bırakın."1 Bu mânâda başka âyetler de vardır. Buna rağmen Hicrî birinci asrın son çeyreğinde "Kur'ân Müslümanlığı" iddiasının ortaya çıktığını görüyoruz. Çok şükür ki, o dönemde henüz hayatta olan birkaç sahabî vardı. Bu iddiaya karşı Müslümanları uyardılar.

Suriye, Irak, İran, Mısır gibi yerlerin fethi ile hayli genişlemiş İslâm devletinin bazı şehirlerinde Kur'ân'ı sathî anlayan birtakım şahıslar şöyle demeye başladılar: "Kur'ân'da lüzumlu her şeyin bildirildiğine2, âyetlerinin iyice açıklandığına3, rehber olarak yeterli olduğuna4 dâir âyetler var. Bunlar, Kur'ân dışında bir kaynağa ihtiyaç olmadığını bildiriyor. Öte yandan şu mesele var: "Kur'ân'ın metni kesindir. Hâlbuki hadîslerin nakli kesin değildir. Mütevatir (kesin) hadîslerin sayısı yirmiyi bile bulmaz. Kesin olmayan hadîslerle Kur'ân'ı açıklamak doğru olmaz."

Bu iddia tamamen temelsizdir. Allah şu âyetinde Allah (celle celâluhu) ile Resûlü'nün (sallallahu aleyhi ve sellem) arasını ayırmak isteyenlerin ortaya çıkacağını haber vermiştir: "O kimseler ki Allah'ı da, resullerini de tanımaz ve Allah ile resullerinin arasını açmak isterler (…) İşte bunlar kâfirlerin ta kendileridir."5 Hadîsleri kabul etmemek, Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve sellem) risaletini iptal etmek, onun Allah ile münasebetini kesmek mânâsına gelir.6

Hz. Peygamber de (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle diyerek bu tehlikeyi haber vermiştir: "Şunu kesin olarak biliniz ki bana Kur'ân ve onun bir misli daha verildi. Karnı tok bir hâlde rahat koltuğunda kurularak: ‘Şu Kur'ân'a sarılınız; onda helâl olarak ne görmüşseniz onu helâl kabul ediniz, neyi de haram görmüşseniz onu haram biliniz.' diyecek bazı kimseler çok geçmeden gelecektir."7

Hadîsleri kabul etmeme, tek cümle ile şu demektir: "Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) yirmi üç sene boyunca susmuş, nakledilecek hiçbir söz söylememiş, hiçbir iş yapmamıştır." Böyle bir şey asla kabul edilemez. Kaba bir hesapla bir günde, söz ve davranış olarak O'nun (sallallahu aleyhi ve sellem) –en az– on cümlelik bir şey söylemesi pek normaldir. Yirmi senede altmış bin hadîs yapar. Unutmamak gerekir ki bu hadîsler yüzlerce sahabîden gelmektedir. Aynı söz ve davranış farklı hadîsler hâlinde nakledilmiştir. Tekrarları ve diğer bazı unsurları da düşelim. Yine de on bin civarında hadîs kalır. Bu kadar hadîsin olması da düşünülebilecek en az miktardır.

Hadîsleri red iddiası 2. ve 3. Hicrî asırlarda büyük âlimler tarafından ilmî delillerle çürütüldü. Meselâ İmam Şafii bu iddia sahiplerinin düşüncelerini ve onlara verdiği cevapları ayrıntılı olarak nakletmiştir.8 Üçüncü Hicrî asırdan sonra Sünnet'in dindeki yerini reddeden Müslüman bilmiyoruz. Bu durum Avrupa devletlerinin İslâm ülkelerini istilâ edip sömürgeleştirmelerinden sonra 19. asra kadar devam etti.

Sömürgeciler, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) aleyhindeki önyargıları ve duydukları nefret, keza İslâm medeniyetini çekememe sebebiyle Müslümanları zayıflatma ve bölme çareleri aradılar. Müslümanları ihtilâflı konularla meşgul ederken, hâkimiyetlerini kolayca sürdürme ve onların servetlerini yağmalama gayesiyle ihtilâflı meseleleri kurcalamaya giriştiler. Zaten kendi ülkelerinde yetiştirdikleri oryantalistler bu hususlarda kendilerine malzemeler de sunuyorlardı. Meselâ Aloys Sprenger (1813-1893) 1843'te hekim olarak Kalküta'ya gitmiş, İngiliz sömürge idaresinin asimilasyon atmosferinde idare ve eğitim alanında önemli roller üstlenmiş, devlet görevlilerini İslâm hukuku alanında yetiştiren bir yüksek okulun müdürlüğünü yapmıştı.

Oryantalistler kadar bazı Müslüman düşünürleri de etkileyen bu kişinin en bariz yönlerinden biri hadîsleri reddetmesidir.9 Abraham Geiger, İ. Goldziher, L. Caetani, H.Lammens, D. Margoliouth, R. Nicholson, J. Schacht, Ph. Hitti gibi oryantalistler de bu iddiada bulunan kimseler arasında yer alırlar.10 Hindistan, Mısır, Suriye, Türkiye gibi İslâm ülkelerinde 19. yüzyıldan beri dinin tek kaynağının Kur'ân olduğunu ileri sürüp Sünnet'i saf dışı bırakmak isteyen iddialar çıkmaya başladı.11

Pakistan'da bakan yardımcılığı yapmış ve Karaçi'de Tuluu İslâm Araştırma Merkezi'nde çalışan Ğulam Ahmed Perviz Kur'ân tefsirinde hadîslerin değer taşımadığını iddia etmesiyle kötü bir şöhret sahibi olmuştur. Makam-ı Hadîs adlı iki ciltlik eseri (1953) ile bu iddiasını revaçlandırmaya çalışmıştır.12 Mısır'da Muhammed Ebu Zeyd, Kur'ân-ı Kerîm'i Kur'ân âyetleriyle tefsir etme iddiasıyla ortaya çıkmış, el-Hidaye ve'l-irfan fi tefsiri'l-Kur'âni bi'l-Kur'ân (1931) kitabını yayımlamış, aşırı görüşleri sebebiyle Ezher uleması tarafından din dışına çıkmakla itham edilmiştir.13

Bu iddiada bulunanlar sayı olarak son derece azdır. Fakat aykırı olma sebebiyle uyandırdıkları merakla seslerini duyurabildiler. Âlimlerin güçlü delilleri karşısında bunlar fazla tesirli olamayıp ortadan kayboldular. Fakat o zamandan beri günümüze kadar bu konunun arada bir yeni isimler tarafından tekrar ısıtılıp gündeme getirildiğini görüyoruz. Bu da dış tesir ihtimalini artırıyor. Yabancılar da bu iddianın Müslümanlar arasında yerleşemeyeceğini biliyorlar. Ama hiç değilse bir fitne çıkarıp Müslümanları hayatî meseleleri ile meşgul olmaktan bir süre için de olsa engellemeleri ve onları ihtilafa düşürmeleri onlara kâfi gelmektedir. Maalesef her dönemde kulaklarına üflenecek beş-on gafil bulmak kendileri için zor olmamaktadır.

Peygamberimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem), Kur'ân-ı Kerîm hakkında üç görevi vardı: 1-Tebliğ 2-Tebyin 3-Tatbik. Tebliğ: Ulaştırma, nakletme mânâsına gelir ve Kur'ân bu görevi, bu kelimeyi kullanarak bildirir. Meselâ: "Ey Resûl! Rabb'in tarafından sana indirileni tebliğ et (belliğ)"14. Tebyin ise "Açıklama" demektir. Allah Teâlâ (celle celâluhu) şöyle buyurarak, gönderdiği Kur'ân'ı açıklama görev ve yetkisini, öncelikle Peygamberine verdiğini bildirmiştir: "Biz sana Zikr'i (Kur'ân'ı) indirdik. Ta ki insanlara, kendilerine ne indirildiğini açıklayasın ve ta ki insanlar fikirlerini iyice kullansınlar."15

Kur'ân Müslümanlığı iddiasında bulunanlar buna da "tebliğ" mânâsı vermek isterler; ama kendilerinden başkasını kandıramazlar. Çünkü durum çok açıktır. Bir yerde de Allah, Kur'ân'ı Resûlü'nün kalbine, hafızasına yerleştirme ve onu okumasını sağlama işinin Kendisine ait olduğunu belirtmesini müteakip "Ayrıca onu açıklamak da Bize ait bir iştir."16 buyurmuştur. Birçok müfessire göre buradaki açıklamaktan maksat, Hz. Peygamber'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) tebyin ve tefsir etmesidir.17

Tatbik ise, "Peygamber size ne verirse onu alın!"18 âyetinde belirtilir. Keza "Gerçekten, Allah'ın Resûlü'nde sizler için (…) en mükemmel bir numune vardır"19 âyeti, müminlerin onun tatbikatını örnek almalarını ister. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Kur'ân'daki birçok mücmel âyeti, keza uygulamaya dâir hükümleri açıklamıştır. Meselâ, Kur'ân'ın emrettiği en temel ibadet "salât" yani namazdır. Ama hadîsler olmaksızın "Bu farzın nasıl uygulanacağı; namazın kıyam, kıraat, rükû, sücud gibi rükünleri nelerdir? Rek'at ne demektir? Bu rükünleri ne miktar yapmak gerekir?" gibi soruların cevabını bilmek mümkün değildir.

Çünkü bir kişi bu rükünleri bir kere yapmakla salât emrini yaptığını söyleyebilir. Sabah namazının farzının iki, öğlenin dört, akşamın üç rekât olduğunu Kur'ân'da bulamayız. Keza âyette Allah Teâlâ "Namaza kalktığınızda yüzünüzü, dirseklere kadar kollarınızı (…) yıkayın"20 buyurarak abdest almayı emreder. Peygamberimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) sözlü açıklaması ve uygulaması ile öğreniyoruz ki, abdest bozulmadığı müddetçe birden fazla namaz kılınabilir. Yoksa her namaz için ayrı abdest almanın farz olduğu anlaşılırdı.

Yahut zekât emrine bakalım. Kur'ân sadece "Zekât verin!" buyurur. Ama nisab, yani alt sınırı bildirmez. Hadîs olmasa, elde olan her şeyin zekâtını vermek gerekirdi. Mülkiyetin üzerinden bir sene geçtikten sonra zekât gerektiğini de hadîs bildirir. Aksi hâlde süreye bakmaksızın hemen vermek gerekirdi. Zekâta tâbi olan mallar ve tâbi olmayan mallar hangileridir, tâbi olanlardan hangi miktar verilir (altın, gümüş ve nakitten kırkta bir, madenden beşte bir, ekinden onda bir, emekle sulanan ekinden yirmide bir olduğunu, keza koyun, inek, deve gibi hayvanların farklı zekât miktarlarının neler olduğunu) bunları hadîsler bildirir. Hâsılı, en temel ve kesin olan namaz ve zekât farzlarında bile en az elli mesele vardır ki hadîslerin açıklaması olmaksızın bunları anlamak ve uygulamak mümkün değildir.

Fakat kendilerine Ehl-i Kur'ân veya Kur'âniyyun adını veren bazı kimseler ilgili âyetleri kendi heveslerine göre tevil ederler. Nitekim Sünnet'in dinin kaynağı olduğunun delillerinden olarak az önce zikrettiğimiz; "Peygamber size ne verirse onu alın, neyi men ederse onu bırakın!"21 emrinin, ganimetin nasıl pay edileceği hâdisesi ile sınırlı olduğunu, başka konulara teşmil edilemeyeceğini ileri sürerler.

Oysa Kur'ân tefsirinde başta gelen birkaç sahabîden Abdullah İbn Mes'ud (radıyallahu anh), nüzul sebebini çok iyi bilmesine rağmen, bu emrin umum ifade ettiğini bildirmişti. Beni Esed kabilesinden bir kadın ona gelip şöyle dedi: "Ey Ebû Abdurrahman! Senin dövme yaptırana ve yapana, yüzündeki kılları aldırana ve dişlerini güzellik için birbirinden ayırana, yani seyreltene lânet ettiğini duydum." İbn Mes'ud (r.a) ona şu cevabı verdi: "Ben kim oluyorum ki Resûlullah'ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) lânet ettiğine ve Kur'ân'da belirtilene lânet etmeyeyim?" Kadın cevaben: "İki kapak arasındaki Kur'ân'ı (Kur'ân'ın tamamını) okudum. Fakat böyle bir şeye rastlamadım." deyince İbn Mes'ud'un cevabı şöyle oldu: "Eğer layığı veçhiyle okusaydın bulurdun. Zîrâ Allah Teâlâ buyuruyor ki: "Peygamber size ne verirse onu alın, neyi men ederse onu bırakın!"22

Şu hâlde ashabın en ileri gelen müfessirlerinden İbn Mes'ud'a göre, Sünnet'in öngördüğü bütün davranışlar, temelde Kur'ân'ın istediklerini yerine getirmektir. Mezkûr âyet, Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve sellem) Sünnet'ine bu işlevi vermiştir. Allah'ın yarattığını değiştirmeyi men eden Nisâ, 119. âyetinin maksat ve kapsamını ancak Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) anlayışı ve uygulamasıyla öğrenebiliriz.

Hadîsleri inkâr etmenin imkânsız olduğunu az önce söyledik. Hadîslerin korunması konusuna gelince, bu konuda; Kur'ân'ın prensipleri, Peygamberimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) uyarmaları, sahabenin uygulamaları ile mükemmel metotlar devreye girmiştir. Sonra gelen âlimlerin de bunlardan hareketle geliştirdikleri hadîs ilimleri vasıtasıyla, çağdaş tarih kritik ve eleştirilerini imrendirecek tedbirler sayesinde, pek zengin hadîs mirasına sahip bulunmaktayız. Ancak aklını yitirmiş, çılgın bir mirasyedi olmak lâzım ki, bunlardan vazgeçilsin.



Dipnotlar
1. Haşr 59/7.
2. Nahl 16/89.
3. Hud 11/1.
4. Ankebut 29/51.
5. Nisa 4/150.
7. Ebu Davud, Sünen, Sünne, 5.bab, hadîs no:4604.
8. Şafii, el-Ümm, Beyrut, 2005, IX, s-5-19.
9. İlhan Erdem, DİA (İslâm Ansiklopedisi), Sprenger md., XXXVII, 421.
10. M.Yaşar Kandemir, a.g.e., Hadîs md. XV,42-44; Tahsin Görgün, a.g.e.,Goldziher md. , XIV, s.109
11. "İslâm dünyasında XX. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmaya başlayan bu tavrın temelinde Avrupalı araştırmacıların tarihi tenkit metodu yatmaktadır. Bu metodu önce şarkiyatçılar, ardından da onlardan etkilenen Müslüman araştırmacılar, İslâm'ın dini metinleri olan Kur'ân ve hadîslere uygulamak istemişlerdir (…) Modern zihniyetli araştırmacılar, müsteşrikler gibi, hadîslerin büyük bir kısmının Hz. Peygamber'le ilgisi bulunmayıp ilk devir fukaha ve muhaddislerinin görüşü olduğunu ileri sürmüşlerdir" (M. Yaşar Kandemir, a.g.e., Hadîs md. XV, 47).
12. J. Baljon, Kur'ân Yorumunda Çağdaş Yönelimler, s.32 vd. trc. Şaban Ali Düzgün, Ankara, Fecr Yay. 1994. Baljon onun bu kitabı hakkında Pakistani views of Hadith (1958) başlıklı bir inceleme yayınladığını bildirmektedir.
13. İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, Ankara, 1985, s.302; J. Baljon, a.g.e, s.33.
14. Maide 5/67.
15. Nahl 16/44.
16. Kıyame 75/19.
17. Mukaddemetan, s. 195; Alusi, 29/142.
18. Haşr 59/7.
19. Ahzab 33/21.
20. Maide 5/6.
21. Haşr 59/7.

22. İbn Abdi'l-Berr, Cami'u beyani'l-ilm, II/188; Şatıbi, Muvafakat, IV/24.


Bu yazı Kur'an.org sitesinden alıntılanmıştır.
 

bilexsamet

Profesör
Katılım
18 Aralık 2013
Mesajlar
3,144
Reaksiyon puanı
2,415
Puanları
113
Elinize sağlık. Sonuna kadar okudum. İnananlar için çok faydalı bir paylaşım.


Şu iki yer aslında sünneti inkar edenlerin iddialarını Kur'an-ı Kerim'deki ayet ile çürütüyor:

Allah Teâlâ, Resûlüne uymanın farz olduğunu açıkça bildirmektedir. Meselâ bir âyette şöyle buyurur: "Peygamber size ne verirse onu alın, neyi men ederse onu bırakın." (Haşr Suresi 7. ayet)

Oysa Kur'ân tefsirinde başta gelen birkaç sahabîden Abdullah İbn Mes'ud (radıyallahu anh), nüzul sebebini çok iyi bilmesine rağmen, bu emrin umum ifade ettiğini bildirmişti. Beni Esed kabilesinden bir kadın ona gelip şöyle dedi: "Ey Ebû Abdurrahman! Senin dövme yaptırana ve yapana, yüzündeki kılları aldırana ve dişlerini güzellik için birbirinden ayırana, yani seyreltene lânet ettiğini duydum." İbn Mes'ud (r.a) ona şu cevabı verdi: "Ben kim oluyorum ki Resûlullah'ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) lânet ettiğine ve Kur'ân'da belirtilene lânet etmeyeyim?" Kadın cevaben: "İki kapak arasındaki Kur'ân'ı (Kur'ân'ın tamamını) okudum. Fakat böyle bir şeye rastlamadım." deyince İbn Mes'ud'un cevabı şöyle oldu: "Eğer layığı veçhiyle okusaydın bulurdun. Zîrâ Allah Teâlâ buyuruyor ki: "Peygamber size ne verirse onu alın, neyi men ederse onu bırakın!"
 

giskur11

Profesör
Katılım
9 Eylül 2012
Mesajlar
3,607
Reaksiyon puanı
160
Puanları
63
Elinize sağlık. Sonuna kadar okudum. İnananlar için çok faydalı bir paylaşım.


Şu iki yer aslında sünneti inkar edenlerin iddialarını Kur'an-ı Kerim'deki ayet ile çürütüyor:
Tamam da güzel kardeşim hadislerin peygamberin ağzından çıktığı şekilde yazıldığını nerden biliyorsun. İlk hadis peygamberden kaç yüz yıl sonra yazıldı. Hristiyanların incilin üstüne farklı kitaplar(hadis) yazması gibi siz de kendinize kitaplar yazdınız.
 

bilexsamet

Profesör
Katılım
18 Aralık 2013
Mesajlar
3,144
Reaksiyon puanı
2,415
Puanları
113
Tamam da güzel kardeşim hadislerin peygamberin ağzından çıktığı şekilde yazıldığını nerden biliyorsun. İlk hadis peygamberden kaç yüz yıl sonra yazıldı. Hristiyanların incilin üstüne farklı kitaplar(hadis) yazması gibi siz de kendinize kitaplar yazdınız.
Önce şu ayete inanın gerisine bakarız.
 
Katılım
12 Mart 2011
Mesajlar
35,210
Reaksiyon puanı
10,324
Puanları
113
Tamam da güzel kardeşim hadislerin peygamberin ağzından çıktığı şekilde yazıldığını nerden biliyorsun.

Eğer zahmet eder, hadis ilmi konusunda asgari bir bilgiye sahip olabilirseniz bu soruyu beyhude sorduğunuzu anlayacaksınız. Hadisler falan ağanın, filan efendinin kahve sohbetlerinde anlattıkları kahkahalı sohbetlerden derlenmedi güzel kardeşim. Bir sözün hadis olarak kabul edilmesi için oluşturulan kriterlerden haberin var mı senin? Ne olur beni uzun uzadıya bir makale yazdırma zahmetinde bırakmadan gerekli kaynaklardan biraz oku, zahmet et ve sonra da gelip burada ne sormak istiyorsan sor.
 
Katılım
21 Nisan 2020
Mesajlar
204
Reaksiyon puanı
150
Puanları
43
Eğer zahmet eder, hadis ilmi konusunda asgari bir bilgiye sahip olabilirseniz bu soruyu beyhude sorduğunuzu anlayacaksınız. Hadisler falan ağanın, filan efendinin kahve sohbetlerinde anlattıkları kahkahalı sohbetlerden derlenmedi güzel kardeşim. Bir sözün hadis olarak kabul edilmesi için oluşturulan kriterlerden haberin var mı senin? Ne olur beni uzun uzadıya bir makale yazdırma zahmetinde bırakmadan gerekli kaynaklardan biraz oku, zahmet et ve sonra da gelip burada ne sormak istiyorsan sor.
Efendim ne güzel konuşmuşsunuz öyle..
 

giskur11

Profesör
Katılım
9 Eylül 2012
Mesajlar
3,607
Reaksiyon puanı
160
Puanları
63
Eğer zahmet eder, hadis ilmi konusunda asgari bir bilgiye sahip olabilirseniz bu soruyu beyhude sorduğunuzu anlayacaksınız. Hadisler falan ağanın, filan efendinin kahve sohbetlerinde anlattıkları kahkahalı sohbetlerden derlenmedi güzel kardeşim. Bir sözün hadis olarak kabul edilmesi için oluşturulan kriterlerden haberin var mı senin? Ne olur beni uzun uzadıya bir makale yazdırma zahmetinde bırakmadan gerekli kaynaklardan biraz oku, zahmet et ve sonra da gelip burada ne sormak istiyorsan sor.
O zaman niye meshepler var niye ortak bir görüş yok. Şii sünni ayrımı var? Niye bazıları diğerlerinin hadislerine inanmayıp mesheplere bölündüler.
 
Katılım
12 Mart 2011
Mesajlar
35,210
Reaksiyon puanı
10,324
Puanları
113
O zaman niye meshepler var niye ortak bir görüş yok. Şii sünni ayrımı var? Niye bazıları diğerlerinin hadislerine inanmayıp mesheplere bölündüler.
Hadislere inanmamak diye birşey söz konusu değil. Şimdi ben sana kıssadan hisse bir şey anlatacağım. Bir gün Peygamber efendimiz namaz kılıyordu. O anda yanında olan zevcesi Hz. Aişe annemiz peygamberimizin yüzünde bir kan damlası farketti; Ve onu eliyle sildi. Peygamber efendimiz de namazını bozdu.

Şimdi olay bu şekilde anlatılmış; Lakin peygamberimizin namazı niye bozduğuna dair bir bilgi verilmemiş. Bu hadisten İmam Şafi "Peygamberimiz namazı kadın eli değdi" diye bozduğuna hükmetmiş, İmam-ı Azam Ebu Hanife ise, "Kan çıktı" diye bozduğuna hükmetmiş.

Gelelim bu iki farklı hükmün sonuçlarına... Hanefi mezhebi genel olarak şehirlerde yaygındır. Bir kişi şehirde ve kalabalıklarda yürürken her an elinin bir kadına değme, yahut tokalaşma vs. gibi ihtimali her zaman yüksektir. Eğer İmam-ı Azam "Kadın eli değdi, namaz bozuldu" hükmünde bulunsaydı bu ümmet çok büyük bir zorluk olacaktı. Halbuki şehirde yaşayan biri için kan çıkma ihtimali çok nadirattandır ve bu yöndeki bir hüküm insanlar için büyük bir kolaylıktır.

Şafii mezhebi ise genel itibariyle taşrada yaygın bir mezheptir. Tarlalarda, otluk ve dikenlik arazide rençberlik yapan insanların her an elinden ayağından kan çıkma ihtimali mevcuttur. Bu durumda da o insanlar için kan çıktığında bozulmama hükmü çok büyük bir kolaylık sağlıyor.

Bununla alakalı yazabileceğim daha birçok şey örnek vardır, lakin derdin inanmaksa inanırsın zaten, yok işin sadece yalanlamak ve inandığın her neyse insanları ona inandırmak gibi bir niyetin varsa da sana bir kitap bile yazsak sen yine inanmayacaksın.

Özetle, demem o ki, mezhepler ümmet için sadece bir kolaylıktır, asla birbirini yalanlayan, tekzib eden kurumlar değil.
 

Hafiyye-iAbdülhamid-iSani

Doçent
Cezalı
Katılım
11 Mayıs 2020
Mesajlar
929
Reaksiyon puanı
1,169
Puanları
93
Çok güzel bir konu olmuş. Hele de ki son zamanlarda yaygın olan bize sadece "KUR'AN YETER" diye insanların aklı çelişiyor.
Mesaj otomatik birleştirildi:

Üstadım ALLAH SİZLERDEN RAZI OLSUN İNŞALLAH
 
Katılım
12 Mart 2011
Mesajlar
35,210
Reaksiyon puanı
10,324
Puanları
113
Çok güzel bir konu olmuş. Hele de ki son zamanlarda yaygın olan bize sadece "KUR'AN YETER" diye insanların aklı çelişiyor.
Eyvallah, teşekkür ederim kardeşim. Bu "Kur'an bize yeter"cilerin asıl amacı aslında Kur'an'dan ve onun getirdiklerinden ebediyen uzaklaşmak içindir. Çünkü Peygamber hayatı ve sözleri Kur'an'ın hayat bulmuş halidir. İkisini birbirinden ayırınca zaten ortada din diye birşey kalmıyor.
 

giskur11

Profesör
Katılım
9 Eylül 2012
Mesajlar
3,607
Reaksiyon puanı
160
Puanları
63
Hadislere inanmamak diye birşey söz konusu değil. Şimdi ben sana kıssadan hisse bir şey anlatacağım. Bir gün Peygamber efendimiz namaz kılıyordu. O anda yanında olan zevcesi Hz. Aişe annemiz peygamberimizin yüzünde bir kan damlası farketti; Ve onu eliyle sildi. Peygamber efendimiz de namazını bozdu.

Şimdi olay bu şekilde anlatılmış; Lakin peygamberimizin namazı niye bozduğuna dair bir bilgi verilmemiş. Bu hadisten İmam Şafi "Peygamberimiz namazı kadın eli değdi" diye bozduğuna hükmetmiş, İmam-ı Azam Ebu Hanife ise, "Kan çıktı" diye bozduğuna hükmetmiş.

Gelelim bu iki farklı hükmün sonuçlarına... Hanefi mezhebi genel olarak şehirlerde yaygındır. Bir kişi şehirde ve kalabalıklarda yürürken her an elinin bir kadına değme, yahut tokalaşma vs. gibi ihtimali her zaman yüksektir. Eğer İmam-ı Azam "Kadın eli değdi, namaz bozuldu" hükmünde bulunsaydı bu ümmet çok büyük bir zorluk olacaktı. Halbuki şehirde yaşayan biri için kan çıkma ihtimali çok nadirattandır ve bu yöndeki bir hüküm insanlar için büyük bir kolaylıktır.

Şafii mezhebi ise genel itibariyle taşrada yaygın bir mezheptir. Tarlalarda, otluk ve dikenlik arazide rençberlik yapan insanların her an elinden ayağından kan çıkma ihtimali mevcuttur. Bu durumda da o insanlar için kan çıktığında bozulmama hükmü çok büyük bir kolaylık sağlıyor.

Bununla alakalı yazabileceğim daha birçok şey örnek vardır, lakin derdin inanmaksa inanırsın zaten, yok işin sadece yalanlamak ve inandığın her neyse insanları ona inandırmak gibi bir niyetin varsa da sana bir kitap bile yazsak sen yine inanmayacaksın.

Özetle, demem o ki, mezhepler ümmet için sadece bir kolaylıktır, asla birbirini yalanlayan, tekzib eden kurumlar değil.
Bahsetiğim konu tam bu işte kuranda kadınlara dokunulduğunda abdestin bozulacağını yazarken imam-ı azam nasıl bozulmaz diyebiliyor? Aşağıya ayetleri yazdım.
"Hasta, yahut yolcu iseniz, yahut biriniz tuvaletten gelmişse ya da kadınlara dokunmuş da su bulamamışsanız temiz toprağa teyemmüm edin, ondan yüzlerinize ve ellerinize sürün. Allah size güçlük çıkarmak istemiyor fakat sizi temizlemek ve size olan nimetini tamamlamak istiyor ki, şükredesiniz" (Maide: 6)
"Ey inananlar, sarhoşken namaza yaklaşmayın ki ne dediğinizi bilesiniz. Yoldan geçici olmanız dışında, cünüpken de yıkanıncaya kadar (namaza yaklaşmayın). Eğer hasta, yahut yolculukta iseniz, yahut biriniz tuvaletten gelmişse, yahut da kadınlara dokunmuşsanız (bu durumlarda) su bulamadığınız takdirde temiz toprağa teyemmüm edin, (Toprağı) yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz Allah, çok affeden, çok bağışlayandır" (Nisa: 43).
 
Katılım
12 Mart 2011
Mesajlar
35,210
Reaksiyon puanı
10,324
Puanları
113
kuranda kadınlara dokunulduğunda abdestin bozulacağını yazarken imam-ı azam nasıl bozulmaz diyebiliyor?
İmam-ı Azam'dan bahsederken bir köy çobanından bahseder gibisiniz. İmam-ı Azam'ın hayatını tepeden tırnağa okumanızı, sonra da hakkında konuşmanızı salık veririm giskur11.

Kaldı ki İmam-ı Azam görüşünde de yalnız değildir. Hz. Ali ve Hz. Abbas gibi ilmin iki büyük kalesi de aynı görüştedir. Keza müfessir Mücahid'de.

peki bu görüş nedir? Ayette geçen "Lems" ve "Mülamese" kelimelerinin eş anlamlısı olan "Mess" kelimesinin Kur'anda cinsi temas olarak anılmasını örnek göstererek yukarıda isimlerini andığım büyük sahabiler ve İmam-ı Azam ayette bahsedilen emrin cinsi temas olduğunu ve sadece el ile deri teması olmadığını bu yüzden de kadın eli değince abdestin bozulmadığı hükmüne varmışlar. Ama İbn-i Mes'ud ve İmam Şafii de kavramın mecazını değil de direkt "el ile deriye temas" kavramını alarak buradan hareketle fetva vermişlerdir.

Bak şunu da sana özellikle hatırlatayım güzel kardeşim! Eğer İmam Azam senin dediğin gibi fetva vermiş olsaydı, hiçbir şafii asla hac yapamazdı. Eğer hacca gittiysen bilirsin, o maşeri kalabalıkta bir erkeğin bir kadına değmemesinin fiziki olarak imkanı yoktur. Bu yüzden bütün Şaffiler hacdayken Hanefi mezhebini taklit ederek hac yaparlar.
 
Katılım
8 Ekim 2011
Mesajlar
53,871
Çözümler
1
Reaksiyon puanı
16,118
Puanları
113
adamın aklı fikri neyse zikri odur çalışırken yetkili kişi kadın olsa tokalaşmak gerekse o tokalaşma olmazsa iş de olmuyorsa genede tokalaşmıcan? yada tepe yamacında gidiyon bir kadın selfi çekerken düşüyor son anda yamacı tutuyor ama kendi başına çıkamıyor senden yardım istedi sen ona sana dokunamam mı diyeceksin? eğer düşer ölürse ölüme sebeb olmaktan yargılanırsın cümle aleme örnek hedef olursun...
suçlu bulunmasanda herkes katil der.
 
Üst