EHL-İ SÜNNET'İ SAVUNMAK SANA KALDIYSA...[Dr. Ebubekir Sifil]

habibineccar

Asistan
Katılım
15 Mart 2009
Mesajlar
273
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
EHL-İ SÜNNET'İ SAVUNMAK SANA KALDIYSA...


Milli Gazete - 22 Mart 2003



1970 öncesi "Erbakancı" olduğunu ve telfik-i mezahibi savunan yazılar yazdığını, ancak daha sonra tevbe ederek siyaseti de, mezhepsizliği de bırakıp kurtulduğunu söyleyen yazara, bana iftira içeren ifadelerini tashih etmeden gazetesinde yayımlatması halinde ismini ifşa edeceğimi söylemiştim. Yazılarını olduğu gibi neşredip bana iftirasını "belge" haline getirdiği için adını açıklamakta bir beis görmüyorum: Bundan sonra kendisinden "müfteri" diye bahsedeceğim kişi, Türkiye Gazetesi'nde "Sohbet" köşesini yazan Mehmet Ali Demirbaş'tır.

Hadis ilmi ile mübtedi seviyesinde iştigal edenlerin bile tanımına yabancı olmadığı uydurma rivayetlerin, bir kısım Ehl-i Sünnet alimlerin eserlerinden geçtik, "din kitaplarında" bulunmadığını sayıklayacak kadar "vukufiyet sahibi" olan bu müfteriyi muhatap kabul etmekle –"Din nasihattir" hadisi doğrultusunda kendisine nasihat görevimi yerine getirmiş olmanın verdiği itmi'nan olmasa– onca zamanı heba ettiğimi düşüneceğim.

Uydurma rivayetleri "din kitaplarında" değil, "fen kitaplarında" aramamız gerekir demeye gelen telkiniyle literatüre geçmeyi hak etmiş bir "vak'a" örneği olan müfteri yazar, cirmine bakmadan aklınca Ehl-i Sünnet savunusu yapıyor! Kendisinden, Ehl-i Sünnet alimlerin kitaplarında uydurma hadis olmadığını söyleyen ve Hadis ilminde otoritesi müsellem olan "bir tek" isim istediğimde cevabı şu oldu: "Seyyid Abdülhakim (Arvasi) efendi hazretleridir. İkinci delilim ise bu zatın dedesi olan Resulullah efendimizdir. O buyuruyor ki, "Alim hata ederse bir sevap alır."

Buna, "Allah şifa versin" demekten başka ne yapılabilir ki!..

Bir rivayete hangi durumlarda "uydurma" denebileceğini ve "Ehl-i Sünnet alimlerin eserlerinde uydurma hadis vardır" sözünün izahını daha sonraya bırakıyorum. Burada ise müfteri yazarı "Din kitaplarında uydurma hadis yoktur" iddiasında bulunmaya sevk eden esas sebep üzerinde biraz duralım:

Seadet-i Ebediye isimli malum ve meşhur eserde (413 vd.) zikredildiğine göre Seyyid Abdülhakim Arvasi, kendisine yöneltilen bazı soruları muhtevi bir mektubu cevaplandırırken bu meseleye de temas etmiş ve Ehl-i Sünnet alimlerin eserlerinde mevzu hadis bulunmadığını söylemiştir. Seyyid Abdülhakim Arvasi'ye nisbet edilen –ve es-Sehâvî, Ali el-Karî gibi alimlerin kadrini tenkis ettiği dikkat çeken– bu mektup gerçekten ona ait ise, orada bazı eserleri savunmaktan imtina ettiği görülüyor. Mesela İhyâ'nın pek çok bahsinin olduğu gibi –muhterem hocam Prof. Dr. Bilal Saklan'ın tesbitine göre– içerdiği rivayetlerin yarıdan fazlasının da kaynağı olan Kûtu'l-Kulûb, "dinin temel bilgilerini bildiren bir kitap olmadığı" ve "Melahim" türü kitaplar, "dinin temelini kuran kitaplardan olmadığı" gerekçesiyle Seyyid Abdülhakim Arvasi tarafından müdafaya değer bulunmamış.

Müfteri yazar ise hızını alamayıp Seyyid Abdülhakim Aravsi'nin durduğu sınırın da ötesine geçerek, Ehl-i Sünnet alimlerin kitaplarının, hatta "Din kitapları"nın hiçbirisinde uydurma hadis bulunmadığını iddia edecek kadar uçuyor!
Bu müfteriye, bu yaşında kendisini rencide etmeyeyim diye "Arapça biliyor musun" yahut, "Usul-i Hadis'ten neleri okudun" klasiğini tekrarlamadım; çünkü cevabın kocaman bir "tıssss" olacağını biliyordum. İmam es-Süyûtî'nin, bir eserinde uydurma olduğunu söylediği birçok rivayeti başka eserlerinde zikrettiğini gösteren deliller karşısında, keza ed-Deylemî'den "naklettiği" bir hadisin yerini sorduğumda, "kem-küm"e yetecek kadar bile malzemesi olmadığından, yutkunarak susmayı tercih etmiş; sonra da sıkılmadan "Sorduklarınızın hepsini cevapladım" demişti.
Ebubekir Sifil
 

wenus

Asistan
Katılım
14 Haziran 2009
Mesajlar
126
Reaksiyon puanı
3
Puanları
0
2003 yılının makalesini yayınlamak hiçbir fayda getirmeyeceği gibi iki değerli yazar ve okuyucuları arasında fitnenin,tefrikanın yayılmasına vesile oluyor.2003 yılından sonra derelerin altından ne sular geçti..



burdaki olaya kaynak vs tefsilatına girmeden olayı kısaca özetlemem gerekirse,bir yazarımız değerli Alimlerimizin kitabında uydurma hadis rivayet olmaz deyip kaynak olaraktan Abdulhakim Arvadasi hazreterini ve hadisi şerifi delil gösteriyor..

diğer yazarımızsa insandır hatada eder beşerdir şaşar deyip vardır diye idda ediyor..sifiln bir makalesini okumuştum ,mevdu hadis konusunda alimlerin ihtilafları var,iki türlüde düşünen alimlerimiz var diye,konusu imamı buhari hazretleri uydurma hadis aldımı sahihi buhariye idi..

kendisi bile iki görüşte alimler var diye bilgi verdikten sonra Sayın Mehmet Ali Demirbaşa bu kadar kızmasına gerek yokmuş.demekki sayın Mehmet Ali Demirbaş uydurma almaz diyenlerin tarafında.

buda suç olmasa gerek,bugün kuran eksiktir diyenleride gördük,değilki alimlerin kaynak kitaplarınamı leke gelmesin,aslında olağanşeyler gibi duruyor..


şahsi fikrim gelince..

evet Alimler uydurma hadis ve rivayet almaz kitabına ama bakın hakiki Ehlisünnet büyük alimler almazlar.

şimdi mantığa göre bile yorumlarsak ..

600 sene önce asırlar önce yaşamış alimler,hadis imamları bazıları peygamberimizi gören sahabeyi görmüşler misal İmamı Azam Ebuhanife haretleri gibi ,şimdi bu alimlerinmi yanlış bilgi aktarma olasılığı var yoksa günümüzde herşeyin çorba olduğu bir zamanda,bütün hadislerin ıslahata uğradığı bir zamanda,kitapların tahrip edildiği bir dönemde,abdestsiz namaz kılınır fetvalarının uçuştuğu bir zamanda mı hadislerin uydurma olduğu anlaşılır..


selametle kalınız.

ekleme olarak..


Ehlisünnet ,islamiyet kimsenin tapulu mali değil ,herkez elinden geldiğince değerlerine sahip çıkacak savunacak tabiki..

NEMRUT, Hz. İbrahim’i ateşe attığı zaman karınca, İbrahim’i yakan ateşi söndürmek için ağzıyla su taşıyordu. Karıncanın gösterdiği bu asil davranış olaraktan yorumluyorum Mehmet Ali Demirbaş ın bu çabasını..

üstelik her arapça bilen insan alim olsaydı bugün sayın sifil alimlerin kitabında uydurma hadis vardır demezdi..

Mehmet Ali Demirbaş ı küçük ve hakir görmüş..

büyük velîlerden Seyyid Ahmed Rıfai rahmetullahi aleyh, talebeleri ile sohbet ederken, insanların kendini beğenmesi ile ilgili bir soru sorulduğunda buyurdular ki:

İlminin fazla, amelinin çok olması ile gurura kapılan kimse, marifet sahibi değildir. Çünkü şeytan da pek fazla bilgiye sahipti. Mantık yürütmek suretiyle, ateşin topraktan daha hayırlı olduğunu iddia etti. Halbuki meleklere hocalık yapıyordu. Sonunda kendi nefsinin üstün olduğunu söyleyip kibirlendi. Böylece, ALLAHü tealanın gadabına uğradı ve lanete müstehak oldu..ebedî olarak rahmet dergahından kovuldu..

Ey oğlum!

Sakın..!

Çok sakın!

İyi ibadetlerine, yüksek ilmine aldanma.. Çünkü Belamı Baura ve Bersisa, en çok ibadet edenlerden idiler.. Fakat sonunda, nefs ve şeytana uyarak dünyaya bağlandılar. Ahiretlerini ziyân ettiler. Rezil-rüsva oldular..



aklıma bir menkibe geldi paylaşayım sizlerle..
Benî İsrail'den bir fasığın kötülüğünü duymayan kalmamıştı. Soylu bir âbid de ibâdetiyle şöhret bulmuştu. Kötü kimse, bu âbidin yanından geçerken, (Gideyim, şu âbidin yanına oturayım, belki Allahü teâlâ onun hürmetine beni affeder) diye düşündü. Gidip âbidin yanına oturdu. Âbid ise, üzerinde bulutun gölgelendirdiği bir zat olduğu için, üstünlüğüyle böbürlenip, (Bu fasık, benimle niye oturuyor?) diyerek, oradan kalktı. Fasık da çekip gitti; fakat âbidin üzerindeki bulut, fasıkla beraber gitti. Allahü teâlâ zamanın Peygamberine, (Allah insanların niyetlerine göre muamele eder. Fasığın yaptıklarını iyi niyetinden dolayı affettim. Âbidin yaptıklarını da kibri sebebiyle yok ettim) diye vahyetti. Âbidin, imanlı fasığı hakir, yani aşağı görmesi felaketine sebep oldu.
 

batucan72

Asistan
Katılım
27 Nisan 2009
Mesajlar
112
Reaksiyon puanı
1
Puanları
0
2003 yılının makalesini yayınlamak hiçbir fayda getirmeyeceği gibi iki değerli yazar ve okuyucuları arasında fitnenin,tefrikanın yayılmasına vesile oluyor.2003 yılından sonra derelerin altından ne sular geçti..



burdaki olaya kaynak vs tefsilatına girmeden olayı kısaca özetlemem gerekirse,bir yazarımız değerli Alimlerimizin kitabında uydurma hadis rivayet olmaz deyip kaynak olaraktan Abdulhakim Arvadasi hazreterini ve hadisi şerifi delil gösteriyor..

diğer yazarımızsa insandır hatada eder beşerdir şaşar deyip vardır diye idda ediyor..sifiln bir makalesini okumuştum ,mevdu hadis konusunda alimlerin ihtilafları var,iki türlüde düşünen alimlerimiz var diye,konusu imamı buhari hazretleri uydurma hadis aldımı sahihi buhariye idi..

kendisi bile iki görüşte alimler var diye bilgi verdikten sonra Sayın Mehmet Ali Demirbaşa bu kadar kızmasına gerek yokmuş.demekki sayın Mehmet Ali Demirbaş uydurma almaz diyenlerin tarafında.

buda suç olmasa gerek,bugün kuran eksiktir diyenleride gördük,değilki alimlerin kaynak kitaplarınamı leke gelmesin,aslında olağanşeyler gibi duruyor..


şahsi fikrim gelince..

evet Alimler uydurma hadis ve rivayet almaz kitabına ama bakın hakiki Ehlisünnet büyük alimler almazlar.

şimdi mantığa göre bile yorumlarsak ..

600 sene önce asırlar önce yaşamış alimler,hadis imamları bazıları peygamberimizi gören sahabeyi görmüşler misal İmamı Azam Ebuhanife haretleri gibi ,şimdi bu alimlerinmi yanlış bilgi aktarma olasılığı var yoksa günümüzde herşeyin çorba olduğu bir zamanda,bütün hadislerin ıslahata uğradığı bir zamanda,kitapların tahrip edildiği bir dönemde,abdestsiz namaz kılınır fetvalarının uçuştuğu bir zamanda mı hadislerin uydurma olduğu anlaşılır..


selametle kalınız.

ekleme olarak..


Ehlisünnet ,islamiyet kimsenin tapulu mali değil ,herkez elinden geldiğince değerlerine sahip çıkacak savunacak tabiki..

NEMRUT, Hz. İbrahim’i ateşe attığı zaman karınca, İbrahim’i yakan ateşi söndürmek için ağzıyla su taşıyordu. Karıncanın gösterdiği bu asil davranış olaraktan yorumluyorum Mehmet Ali Demirbaş ın bu çabasını..

üstelik her arapça bilen insan alim olsaydı bugün sayın sifil alimlerin kitabında uydurma hadis vardır demezdi..

Mehmet Ali Demirbaş ı küçük ve hakir görmüş..

büyük velîlerden Seyyid Ahmed Rıfai rahmetullahi aleyh, talebeleri ile sohbet ederken, insanların kendini beğenmesi ile ilgili bir soru sorulduğunda buyurdular ki:

İlminin fazla, amelinin çok olması ile gurura kapılan kimse, marifet sahibi değildir. Çünkü şeytan da pek fazla bilgiye sahipti. Mantık yürütmek suretiyle, ateşin topraktan daha hayırlı olduğunu iddia etti. Halbuki meleklere hocalık yapıyordu. Sonunda kendi nefsinin üstün olduğunu söyleyip kibirlendi. Böylece, ALLAHü tealanın gadabına uğradı ve lanete müstehak oldu..ebedî olarak rahmet dergahından kovuldu..

Ey oğlum!

Sakın..!

Çok sakın!

İyi ibadetlerine, yüksek ilmine aldanma.. Çünkü Belamı Baura ve Bersisa, en çok ibadet edenlerden idiler.. Fakat sonunda, nefs ve şeytana uyarak dünyaya bağlandılar. Ahiretlerini ziyân ettiler. Rezil-rüsva oldular..


aklıma bir menkibe geldi paylaşayım sizlerle..

Benî İsrail'den bir fasığın kötülüğünü duymayan kalmamıştı. Soylu bir âbid de ibâdetiyle şöhret bulmuştu. Kötü kimse, bu âbidin yanından geçerken, (Gideyim, şu âbidin yanına oturayım, belki Allahü teâlâ onun hürmetine beni affeder) diye düşündü. Gidip âbidin yanına oturdu. Âbid ise, üzerinde bulutun gölgelendirdiği bir zat olduğu için, üstünlüğüyle böbürlenip, (Bu fasık, benimle niye oturuyor?) diyerek, oradan kalktı. Fasık da çekip gitti; fakat âbidin üzerindeki bulut, fasıkla beraber gitti. Allahü teâlâ zamanın Peygamberine, (Allah insanların niyetlerine göre muamele eder. Fasığın yaptıklarını iyi niyetinden dolayı affettim. Âbidin yaptıklarını da kibri sebebiyle yok ettim) diye vahyetti. Âbidin, imanlı fasığı hakir, yani aşağı görmesi felaketine sebep oldu.

Fazla söze gerek yok sanırım.
 

wenus

Asistan
Katılım
14 Haziran 2009
Mesajlar
126
Reaksiyon puanı
3
Puanları
0
İnşallah İsmail Çetin Efendi yede cahil,müfteri demezler..!

ZAYIF HADİS TASAVVUF MESELESİ

Şeyh İsmail Çetin Efendi Tasavvuf


ZAİF HADİS BULUNDUĞU MÜDDETÇE FUKAHA VE EHLİ TASAVVUF KIYASTAN KAÇINIR

Uzun asırlardan beri bir taife ehli hadise, sofilere saldırarak zaif ve mevdu’ hadisleri kitablarında yazdıklarını iddia ederler.

Son son zaman geçtikçe bazı ehli hadis ve hatta suri ve zahiri ulemadan bir taife, tasavvufun aslının felsefe olduğunu ve İslamda yeri olmadığını iddia ederler.

Bu iddialarının hepsi batıldır.Mesela Reis-ut-Taifeyn Cüneyd Bağdadi, sofilerin meşhur imamlarından biridir; diyor ki:” Allah Azze ve Celle’ye giden yolların hepsi, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in eserlerine = sünnetine = şeriatine tabi olandan başkasına kapanmıştır.

Buna delilimiz,”Andolsun Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’de sizin için güzel örnekler vardır...” mealindeki ayettir.Kutb-ul-Hakkani Seyyid Şeyh Abdulkadir Geylani, Şeyh Ebu Hasen Şazeli, İmam Rabbani gibi zevatlar hepsi bu yolda zihab ettiler. Binaenaleyh bunları inkar etmek, dini inkar etmekten ibarettir.

Evet inkar etmiyoruz ; sofilerden bir kısmı, kendilerine hal galebe çaldığı için bazı şatahatlarda bulunmuşlardır. Bunlar, normal bir müdakkik alimin şeriatten anladığı kadar şeriatle yaşamışlardır. Fakat bununla beraber, sekir hallerinde bazı sözler söylemişlerdir. Sonra kendilerine geldikleri vakitte d , dedikleri sözleri inkar etmişlerdir.

Bir kısım da, Ehli Sünnet vel’Cemaatin itikadından ayrılıp iddia edildiği gibi sünnet-i seniyye dairesinden çıkmışlar ve hadlerini aşmışlar; kimisi Batıni, kimisi Hululi, kimisi Vücudi olmuşlardır.

Bunların yüzünden bir milyondan aşkın eser yazan tasavvuf ulemasını inkar etmek, aklın karı değildir. En azında tasavvufun varlığı tevatürle sabittir, temeli ayet ve hadistir.

Ehli hadisten bir kısmı, imam Ahmed bin Hanbel ile el-Haris = el-Hars bin Esed el-Muhasibi Ebu Abdullah arasındaki münazarayı görünce, zanneder ki İmam Ahmed bin Hanbel ve tabileri tasavvufa karşıdır; amma iş öyle değildir.

Bilmiş ol ki, İmam Ahmed bin Hanbel radıyallahu anh, istenmedik şeylere sirayet edeceğinden endişe ettiği için kelam ilminde konuşanlardan yüz çevirirdi

Bazılar: ”Sofiler, mürsel, munkatı ve zaif hadisleri rivayet ederler. İhyau-l-Ulum’da zaif hadisler var.” Demekle gençleri ehli ehli tasavvuf ulemasından vazgeçirmeye çalışarak ,onları feyz-u kemalatlarından mahrum etmeye sebeb olur; ve bu yüzden gençler, Allah’ın dostlarını sevecekleri yerine, meşru olmayan sevgilere çarpılır; hayatın dalgalarının dehşetine yakalanır ve sayıklar.

Hafız Zebidi, Ğazali’den i’tizar ederek diyor ki :”Sonra Musannif İhyası’da bazı mürsel, maktu ve senedlerinde söz edilen hadisleri rivayet etmektedir. Çoğu zaman maktu ve mürsel; imamların rivayet ettikleri bazı müsned hadislerden daha sahih olur.Vera’da, bu suretle yapmak, birkaç sebebden dolayı caizdir...

Kaldı ki biz, Mü’min olan selefimizde, kendilerinin bizden daha hayrlı olmalarına inanmaya memuruz.

Biz Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem üzerinde ve tabilerinin üzerinde söz uydurmazken, nasıl onlara söz uydurmayı yakıştırabiliriz?

Çünkü onlar bizim çok fevkimizdedirler.

Ve nitekim çok zaif hadisler, çok sahih senedlerle gelmektedir. Çünkü başka bir yoldan sahih senedlerle hadisin rivayet edilmesi muhtemel olduğu için zaif senedlerle sahih hadislerin reddedilmesi de mümkündür.

Çünkü ilmin hepsini ihata edemedik.

Yahudda hadislerin onunla muaattal olduğu ve hadis ravilerinin tad’if edildiği bazı şeyler, fukaha ve Arif-u Billah olan ulema nezdinde cerh ve ta’dil sayılmaz..

Bakınız nice Acluni gibi hadis hafızları, ehli tasavvufa itirazda bulunmayıp sözlerini tasdik ederler. Kaldı ki sofilerin içerisinde de birçok ehli hadis var dır . Vesselam.

Tahkim-i Sadat Şerhi Mişkat c.3 s.73 Üstaz Fakih Şeyh İsmail bin Mahfuz el Abbasi rahimehullah
 

wenus

Asistan
Katılım
14 Haziran 2009
Mesajlar
126
Reaksiyon puanı
3
Puanları
0
3- Sünnet: Mezhep İmamları'nın içtihatlarının büyük bir kısmının Sünnet'e dayanıyor olması ve Sünnet'in ve hadislerin birçok noktada rasyonel bakış açısına aykırılıklar arz ettiğinin kabul edilmesi, temelde akılcılığa (rasyonalizm) dayanan reformist/modernist hareketi, Sünnet'i ve hadisleri de "sorgulamaya" itmiştir.

Tabiatiyle modern akla ve bugünkü bilimsel verilere uymadığı kabul edilen birçok hadis, bu bakış açısı tarafından "uydurma" olarak kabul edildi.

Bu yaklaşımı desteklemek için, sadece Kur'an'ın ilahî garanti altında olduğu ve Sünnet için böyle bir garantiden söz edilemeyeceği temel bir tez olarak ısrarla işlendi.


Zira işin içine beşer unsuru girdiği anda şüpheci davranmak "bilimsel" davranışın bir gereği idi.

Geçmiş alimler tarafından sahih olarak kabul edilmiş olsa da, pek çok hadis, reformist/modernist çevreler tarafından "uydurma" olarak damgalandı.


Böylece Sünnet'in büyük bir kısmından kurtulma imkânı doğmuş oluyordu.

Burada, alimlerin (buradaki "alimler"den kastımız, özellikle Fıkıh ve Usûl-i Fıkıh alimleridir), mütevatir ve meşhur kategorisine girmeyen hadisleri "ahad hadis" (veya "haber-i vâhid") olarak değerlendirmeleri ve bu tür hadislerin ilim bildirmeyeceğini söylemeleri de, reformist/modernist çevreler tarafından iddialarını destekleyici bir unsur olarak kullanıldı.


Burada üzerinde durulması gereken bir diğer nokta da, "Kur'an'a aykırı hadis olamayacağı" söylemidir. Bu söyleme göre eğer herhangi bir hadis –isterse eski alimler tarafından mütevatir olduğu söylenmiş olsun– Kur'an'a aykırılık teşkil ediyorsa, onun sahih olarak kabul edilmesi söz konusu olamaz.

Oysa Kur'an'a aykırı görüldüğü gerekçesiyle uydurma olduğu söylenen hadisler hakkında, meseleyi bütün veçheleriyle araştırmadan verilen bu hükümler, Hz. Peygamber (s.a.v)'in Sünneti'nin büyük bir kısmının iptal edilmesinden başka bir anlama gelmemektedir.

Meselenin bir diğer yönü de, Sünnet'in yol göstericiliğine baş vurmadan Kur'an'a doğrudan gitme söyleminin bünyesinde barındırdığı tehlikeler ile karşımıza çıkmaktadır. Tam bu noktada 4. merhale ile karşı karşıya geliyoruz ki, meselenin en can alıcı noktasını da burası oluşturmaktadır.

4- Kur'an: Kur'an ayetlerinin anlamı ve ihtiva ettiği hükümlerin anlaşılıp uygulanması noktasında Sünnet'in otoritesi de dahil olmak üzere hiçbir vasıta kabul etmeye yanaşmayan reformist/modernist anlayış, bu aşamada artık önünde uçsuz bucaksız bir hareket alanı bulmaktadır.

"Fikir hürriyeti", "ALLAH'ın Kitabı'na aracısız olarak baş vurmak", "Kur'an'ın, kendisini "açık/anlaşılır" bir kitap olarak nitelendirmesi"... gibi pek çok söylem burada devreye girdi ve artık her isteyen, Kur'an ayetlerinden istediği hükmü çıkarma "özgürlüğüne" kavuşmuş oldu. !!!


Yüzyıllar içinde bitmez tükenmez samimi çabalarla ve tam bir ehliyetle vücuda getirilmiş olan Tefsir ve Fıkıh kitapları, Müfessirler, Fakihler ve diğer ulema, binbir ithamla töhmet altında bırakıldı ve asırların bilgi birikimi hoyratça çiğnenerek devre dışı bırakıldı. !!!


Oysa Kur'an'ın doğru anlaşılması ve tefsiri[9] için öncelikle ilmîliği ispatlanmış bir metot geliştirilmesi gerekir. Böyle bir metot olmadan Kur'an'dan hüküm çıkarmak, onu tahrif etmekle eş anlamlıdır. Nitekim günümüzde bunun büyük bir rahatlıkla yapıldığını görmekteyiz. Her isteyen, Kur'an'dan istediği hükmü çıkarmakta ve "ben böyle anlıyorum" diyerek işin içinden sıyrılmaktadır. !



Dr.Ebubekir SİFİL
 

Son mesajlar

Üst