Ayşe Arman'ın,Tesetüre Saldırışının İç yüzü!!!

Bu konuyu okuyanlar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

ATmaCA53

Müdavim
Katılım
21 Nisan 2009
Mesajlar
3,993
Reaksiyon puanı
35
Puanları
0
Ayşe Arman yine yaptı yapacağını... Önce soyunarak gündeme oturdu şimdi ise tesettüre girdi... Evet evet... Yanlış duymadınız bu kez de tesettüre girdi...

Geçtiğimiz günlerde bu konudan biraz çıtlatmıştı okurlarına zaten. 'Önce soyundum, şimdi giyinip geliyorum' demişti... Bekliyorduk Arman'ın böyle bir şey yapacağını. Peki Arman arka mahallede neler yaşadı?

ARMAN ARKA MAHALLEDE
Türbanıyla gitmiş Reina Club'un kapısına, ama içeri bile alınmamış... İstanbul yetmemiş İzmir'e gitmiş. Alsancak'ta yürümüş, Kordon'da çarşafa girmiş. Ege'de karşı mahallenin tatil köylerini gezip, haşema giyip yüzmüş.
Türbanla vapura, uçağa, minibüse binmiş... Sonra da mini etekle Fatih İsmailağa Caddesi'nde dolaşmış... Bütün bunların sonrasında da 'mahalle baskısını' ölçüp hissettiklerini yazmış...

Hürriyet'in yazı dizi yarından itibaren başlıyor... Bekleyip göreceğiz bakalım Ayşe Arman neler hissetmiş?
1247316913-1.jpg




---------------------------------



Ayşe Arman tesettüre girdi. Gece Reina'nın kapısını zorladı.

istanbul yetmedi izmir'e gitti. Alsancak'ta yürüdü, Kordon'da çarşafa girdi.

Ege'de karşı mahallenin tatil köylerini gezdi. Haşema giyip yüzdü.

Türbanla vapura, uçağa, minibüse bindi.

Mahalle baskısını ölçtü. Hissettiklerini yazdı.

Sonra da mini etekle Fatih İsmailağa Caddesi'nde dolaştı.

Soluk soluğa okuyacağınız yazı dizisi.

YARIN HÜRRİYET PAZAR'DA


-------------------------------------

Tesetürün bile kabül etmediği o kareler;
1247316955-3.jpg

1247316974-4.jpg

1247316992-5.jpg

1247317042-8.jpg


ŞEYTANIN TÜRKİYE TEMSİLCİSİ AYŞE ARMAN!


------------------------------------------

İşte Hain provakatör çakma gazetecinin,toplumu galyana getirecek küstah yazısı;
İşte her şey, bu kışkırtıcı mesajla başladı.

Mesajı atan kişinin herhalde aklına gelecek son şey, benim bu sözleri ciddiye almamdı.

Ama aldım.

Çünkü merak ettim.

O herkesin diline düşmüş, milleti de birbirine düşürmüş "bez parçası"nı kafama bağlayıp, şehri İstanbul’da bir o semte, bir bu semte gidecektim.
8387910.jpg

Bütün toplu taşıma araçlarına binecektim.

Kafelere, barlara, gece kulüplerine girecektim.

Bir süreliğine, "karşı mahalle"ye geçecektim.

Şurası kesin ki, hem çok eğlenecek hem de çok şey öğrenecektim.

İnsan, tek başına eğlenemiyor!

Biri gerekiyor, bir arkadaş.

İşte Demet, burada...

Kızım ile kızı kanka: Alya ve Lila.

Müthiş ikililer.

Kızlar da yaramaz, anneleri de!

Demet’e "İstanbul’da benimle birlikte birkaç gün İslami hayat tarzına uygun takılır mısın?" diyorum.

Şaşırıyor, "Ne yapacağız yani?" diyor.

"Başımızı örteceğiz, sokaklara çıkıp dolaşacağız. Tabii ki, türbanlıların gerçek ruh halini anlayabilmemiz mümkün değil. Zaten bizim iddiamız da, ’karşı mahallenin kadınlarını anladık’ olmayacak. Biz sadece şeklen de olsa, neler hissettik, nelerle karşılaştık, onu anlatacağız..."

"Tamam" diyor, "Ben varım..."

*

Şimdiye kadar hep "Nasıl açılacağız?" diye düşünmüşüz.

İş, kapanmaya gelince bir hayli zorlandık! Ne giyeceğiz, nasıl yapacağız, nasıl örtüneceğiz, kural nedir, ne yaparsan komik olursun, ne yaparsan ciddiye alınırsın... Bilmiyoruz.

Ama azimliyiz, öğreniyoruz.

Demet, evden bir pardösü getiriyor, jean üzerine giyiyor, belini de sıkıyor, kafaya da bir eşarp, aman Allah’ım Fransız gibi oluyor.

"Yok" diyorum, "Olmadı. Bizimkilerin örtüsü bu kadar Avrupai değil. Başka bir çözüm bulmak lazım..."

İmdadımıza, Tekbir yetişiyor.

Tesettür giyimin önde gelen markalarından. Çok yardımcı oluyorlar, kıyafet yolluyorlar.

Önce, spor takılmaya karar veriyoruz. Ben pantolon üzerine tunik gibi bir şey giyiyorum, Demet etek-ceket. Ama asıl değişimi, kafamız kapanınca yaşıyoruz.

*

"Duyamıyorum seni Demet!"

Maruz kaldığımız ilk şey, ses kaybı.

Şöyle ki, türbanın altına bir "bone" takılıyor.

Kaymasın diye. İşte o bone, kulakları kapatıyor. Bir de tepesine türban... Etti mi sana iki kat...

Duy, duyabilirsen... Ben kendimi uçakta gibi hissettim. Hani basınç değişince kulakların tıkanır ya, o hesap...

Biri bir şey söylediğinde, elimle kulağımı dışarı çıkarma ihtiyacı hissediyorum. Cep telefonunu da bonenin içine sokmaya çalışıyorum.

Leman, sağ olsun, kafamızı hediye paketi haline getiriyor, ilk iğne boynumuzun altına... Ötekiler çeşitli yerlere...

İşte hazırız!

Bekleyin bizi sokaklar geliyoruz...

Nişantaşı Abdi İpekçi’de şöyle bir baştan aşağı yürümeye karar veriyoruz.

Sonra House Cafe, Beymen Brasserie, Allah ne verdiyse...

Uzun uzun Louis Vuitton’un önünde dikiliyoruz, vitrine bakıyoruz.

Benim kolumda çakma bir Louis Vuitton var, "karşı mahalle"nin bir kısmı da çok meraklı hem marka çantaya, hem da eşarba... Longchamp, Hermes, Dior tercih ettikleri markalar... Ama en çok Burberrys eşarp seviyorlar...

Hayvan desenli olduğu için Versace tercih edilmiyormuş.

Cama yansıyan görüntümüze bakıyorum ve "Bu, ben miyim?" diye şaşırıyorum.

Leman’ın sözleri kulağımda o esnada, "Seni okuyan bir sürü türbanlı var, hepsiyle aranı bozacaksın. Sakın bütün hissettiklerini yazma" demişti.

Bakın, bozulmak, darılmak yok... Ne hissediyorsam yazacağım... Amacım, kimseyi yargılamak değil... Ama size yalan söylemek istemiyorum, lafı kıvırmak da...

Benim türbanla uyum sağlayabilmem mümkün değil. Bir kere yakıştıramıyorum kendime, olmuyor, aynada başka biri çıkıyor karşıma...

Şu anda da kafamı cendereye sokulmuş gibi hissediyorum.

Öyle bir baskı, sıkışıklık, rahatsızlık...

Her tarafım terliyor, şıpır şıpır, sırtım, gıdım, ensem, şakaklarım...

Yanımda yürüyen Demet’le konuşabilmek için, kafamı çevirmem yetmiyor, tüm bedenimle dönmem gerekiyor, dünyayı 180 derece algılayamıyorum...

Şaşırtıcı bir tespit, eskiden yolda yürürken insanlar bana bakardı.

Gazeteci olduğum, beni tanıdıkları için değil, evvel eski bakarlardı.

Bir enerjim vardı, hayat akardı içimden, geçerdi, hissederdiniz, hissederdim.

O şimdi yok. Ben sanki matlaştım.

Kimse, benimle göz göze gelmek istemiyor. Yokum sanki.

Acayip bir duygu.

Hayat boyu ayrışmaya, farklı olmaya çalışmışım. O da şimdi yok.

Bedenim bile sanki benim değil.

Demek ki, saç deyip geçmemek gerekiyor, bir bildikleri var ki kadınların kapanmasını istiyorlar, çünkü saç kapanınca, insanın yüzünün anlattığı şey azalıyor, kaba hatları çıkıyor, burnu öne fırlıyor...

Ve sizi temin ederim en büyük yalan "Türban göze vurgu yapıyor, gözün güzelliğini ortaya çıkarıyor..."

E bir şeyle avutacaklar kadınları!

Dezavantajı o kadar fazla ki, avantajından söz edilemez bile...

*

Aklımda bunlar, Abdi İpekçi’yi boydan boya yürüyoruz, Beymen’in yanından arka caddeye geçiyoruz...

Doğru ya doğru, Nişantaşılılardan bir tepki bekliyoruz, "Hooop!" filan desinler ya da kötü bakışlar fırlatsınlar...

Hiçbir şey olmuyor. Yeryüzünde kimsenin umurumda değiliz. Bir bakış fırlatıp hayatlarına devam ediyorlar.

Laf yok, hakaret yok.

Mahalle baskısı yok.

*

House Cafe’de latte’mizi içiyoruz.

Yine problem yok. Biraz hüzünlü bakışlar var, o kadar. Bir müdahale, bir aşağılama? Asla. Bir ara bana power pilates yaptıran hocam Hakan’ı görüyorum. Şöyle bir bakıyor suratıma, tanımıyor. Alıştım, birkaç tane daha tanıdıkla karşılaşıyorum, herkes kös bakıp geçiyor.

O yüzden zaten "karşı mahallenin kadınları" kafalarına renkli renkli baş örtüleri takıyorlar.

Bir top kumaşa dönüyorlar. Kendilerini bir şekilde göstermek istiyorlar.

Bu da çok anlaşılır, çok insani...

O mahalle, bu mahalle, hepimiz beğenilmek isteyen kadınlarız aslında...

Hüsrev Gerede’ye giriyoruz, kayınpederimin evine doğru yürüyoruz...

Deniz Seki’ye iletilmesi için bir mektup vermek istiyor.

Bari elden alayım...

İşte Haldun Dormen en şeker haliyle karşımda...

Bana diyor ki, "Kapıcıya bırakmıştım mektubu, aksilik işte, kapıcı da gezmeye gitmiş, buraya kadar boşuna geldiniz, üzgünüm..."

"Önemi yok" diyorum, "Ayşe yarın gelip kapıcıdan alır..."

"Yok yok, Ayşe zahmet etmesin" diyor, "Alya var, işi gücü var..."

İnanmayacaksınız ama kayınpederim benimle konuştuğunun farkında değil!

"Haldun Bey, benim Ayşe" diyorum.

"Nasıl yani!" diyor.

*

Sıra Beymen Brasserie’de.

Brasserie, Nişantaşı’nın sembolü...

Gidip en öne kuruluyoruz, salata ve diet kola söylüyoruz. Bakalım ne olacak? Bir iki masa biraz acayip bakıyor. Çok az bir küçümseme...

Ama o kadar.

Personel çok kibar. Çok anlayışlı.

Bence şöyle görünüyoruz, "Brasserie’de hep oturmak istemişler ama hiçbir zaman cesaret edememişler, bugün başarmışlar, kırmayalım, onlar da bizim insanımız. Kucaklayalım. Hem zaten asıl müşterimiz Güney’de tatilde, İstanbul da biraz boş, ne olur yani gelseler..."

Bir ara garsona soruyoruz, "Çok rahat ettik burada, teşekkür ederiz!"

"Ne demek!" diyor. "Eskiden olsa bu muhitte yadırganabilirdiniz ama artık alıştılar. Ayrıca bunda yadırganacak ne var, benim ailem de sizin gibi kapalı. Ben ve arkadaşlarım, biz herkese aynı muameleyi yapıyoruz. Hepimiz müşterilerimizsiniz. Her zaman gelebilirsiniz..."

Sonra hızımızı alamıyoruz, kendimizi başka semtlere atıyoruz. Vapurla şöyle bir Üsküdar yapsak nasıl olur?

Mısır alıp, motora biniyoruz.

Tabii alışmamış başta, türban adam gibi durmuyor, rüzgár yüzünden bazen saçma sapan hallere giriyor. Birbirimizin örtüsünü kolluyoruz.

Boğaz’ın rüzgárı, saçlarımızda gezinemiyor diye hüzünleniyoruz. Üsküdar’da, kalabalıklarda kayboluyoruz.

Her yer bize benzeyen insan dolu.

Varız ama yokuz.

Minibüsle sahil boyu gidiyoruz, otobüsle geri geliyoruz. Neşelenmek için çiçek alıyoruz, kağıt helvalı dondurma alıyoruz, kalabalıkla birlikte meydanda oturuyoruz, gelen geçeni izliyoruz. Bir ara bir ayakkabıcı takılıyor gözüme, ayakkabımı boyatıyorum. Ayakkabıcıyla sohbet ediyorum.

"Hadi" diyor Demet, "Karşıya, alkolsüz kokteyller içmeye, hafiflemeye..."

*

Ortaköy Four Seasons’da limonata içiyoruz... Herkes güler yüzlü...

Kılık kıyafetimiz hiç sorun olmuyor.

Ortaköy Meydanı’na yürüyoruz, hava da nasıl sıcak, pişiyorum.

Üzerimdeki her şey fazla geliyor.

Ortaköy acayip kalabalık...

Gözlükler deniyoruz, esnafın biri "Bunlar manken!" diyor, ay bir mutlu oluyoruz, yaşasın sonunda biri bizi beğendi, baktı ilgilendi...

Muhtemelen ondan alışveriş yapalım diye ama olsun hoşumuza gidiyor.

Hem "eski manken" demedi...

Algıda seçicilik bu olsa gerek, bir eşarpçı görüyoruz, güzelleşebilmek için tek şansımızın farklı renkte eşarp takmak olduğunu biliyoruz, dükkanın sahibi çok kibar, "İçeride oğlum var, söyleyeyim çıksın, siz deneyin eşarpları" diyor...

Da...

Leman ve iğneler yok...

Kafamızı açarsak yeniden nasıl bağlayacağız?

Dükkanın sahibi, bir tuhaflık olduğunu fark ediyor, "Yeni mi kapandınız?" diye soruyor.

Acıyarak, şefkatle...

Ama yargılayarak değil...

Kem küm edip geçiştiriyoruz.

Demet, pembe bir eşarp seçiyor kendine, ben mavi...

Ortaköy meydanına gidiyoruz, Levent arkamızda gölge gibi takip ediyor bizi. Bir süre kayıkların üzerinde oturuyoruz, geleni geçeni izliyoruz.

Şimdi istikamet Ortaköy House Cafe ...

Boğaz’ın en güzel yerindeki kafeye girince, "Oh be" diyoruz, bir güzel bara kuruluyoruz. Her çeşit insan var içeride, kimse kafasını bile kaldırmıyor.

"Bugünün en heyecan verici alkolsüz kokteyli ne?" diye soruyorum.

Bir Mohito geliyor ki...

İçine atla o kadar güzel, o kadar serin...

Bir ara aklıma düşüyor, "Yoksa bunlar bizimle dalga mı geçiyorlar?" diyorum, anladılar da numara mı yapıyorlar...Yooo, gerçekten tanımıyorlar.

Servis iyi ve hızlı...

Orada Demet’le kara kara düşünüyoruz... Hiç beklediğimiz gibi çıkmadı...

Mahalle baskısı sıfır... Yandık... Bunun haber değeri yok... Ya da var mı?

Birilerinin bağırıp, çağırması lazımdı...

"Gidin, defolun, sizi istemiyoruz" demesi...

Demediler...

Neyse ne, olan bu...

Bir de Reina’yı deneyelim...

Oraya girmeye çalışalım...

Ne bileyim İzmir’e gidelim, Kordon’da çarşafla dolaşalım...

Haşemayla yüzelim...

Tüm bunları, alkolsüz kokteyl içerken düşündük.

Bir de alkollü içseydik!

Fatih’te minik etekle dolaşma fikri de o anda ortaya çıktı...

"Madem bizim mahallede türbanlı dolaştık... Bir de karşı mahallede mini etekle dolaşalım... Bakalım ne olacak?"

Aaaaaa, şurada dikilen Ferzan Özpetek değil mi?
8387911.jpg


Üzerinde bir tişört, bir bermuda, ayağında parmaktan geçme terlikler, Teşvikiye Palas’ın önünde birini bekliyor, yoldan gelip geçenlere bakıyor, bizi de tepeden aşağıya şöyle bir süzüyor. Ona doğru yürümeye başlayınca, yüzünde rahatsız bir ifade görüyorum.

Türbanlılar bu kadar direkt, doğrudan davranmıyor galiba, daha çekingenler, bizim gibi erkeklerin üzerine üzerine yürümüyorlar.

Yanında duruyorum ve "Beni tanımadın mı?" diyorum.

"Tanışmış mıydık?" diyor.

"Ne demek tanışmış mıydık!"

Benim onunla bir hukukum, bir arkadaşlığım var. Gözlerini, yüzümde gezdiriyor, tanıdık bir şey arıyor; bulamıyor. Deli mi ne, gerçekten tanımıyor.

"Benim ben!" diyorum, "Ayşe..."

"Hangi Ayşe?" oluyor.

Hálá tık yok.

Aman Allah’ım bu kadar mı değiştim?

Kim olduğumu söylüyorum, şaşkınlıktan küçük dilini yutuyor, "Hiçbir şekilde tanımadım" diyor, ekliyor "Ama ikinizin de beden dilinde bir tuhaflık var, tam kapalılar gibi değilsiniz. Sonradan kapanmış gibi duruyorsunuz. Kocasının baskısıyla filan..."

Abiye tesettür olayına da girdik
8387912.jpg

Merak ettiğimiz bir şey daha var.

Normal tesettür var tamam ama, bunun bir de lüksü var.

O nasıl tepkiyle karşılanıyor acaba?

Bir başka deyişle "abiye tesettür".

Demet siyahlara bürünüyor, ben beyazlara.

Gözümüze kalem-malem de çekiyoruz.

Şimdi kendimizi daha bir kadın gibi hissediyoruz.

En büyük nedeni de ayağımızdaki topuklular.

Daha zengin bir görüntümüz var, zavallı gibi durmuyoruz.

Şöyle bir gözlemimiz oldu; zenginlik, genel olarak insanların sinirine dokunuyor, daha önceki kıyafetleri giydiğimizde bize şefkatle bakanlar, şimdi kaşlarını kaldırıyorlar..

"Ne işiniz var burada" ya da "Para el değiştirdi, artık bunların parası var" gibisinden.

Ama yine de mahalle baskısı yok.

Biz, iki kadın, çok eğleniyoruz.

Bu halimizle bir sürü yere gidiyoruz.

Derken soluğu Akaretler’deki W Otel’de alıyoruz.

Direkt içeri giriyoruz, bara çıkıyoruz, hiç sorun olmuyor.

Sonra Der Die Das’a uğruyoruz.

Nihat Odabaşı, Aslı Altan, Deniz Akkaya, Mahmut Anlar, Ender Sanal, Murat Patavi bir ekip halinde oradalar.

Nihat, benim Nihat, "Michael Jackson anısına siyah ve beyaz giyinmiş iki kadın geldi" diye espri yapmış.

Ama tanımamış!

Bebek Kahve’deyiz

Olmaz demeyin oluyor...

Bebek Kahve’ye gidiyorsun, bin yıllık Selo seni tanımıyor.
8387914.jpg


Oysa, her şey aynı...

Her zaman oturduğun yere oturuyorsun.

Her zamanki gibi büyük Adaçayı istiyorsun.

Farklı olan tek şey, kafandaki türban...

Biz "Hop! Burası size uygun bir yer değil! İkileyin" türünden itici bir tepki bekliyorduk.

Olmadı.

Her zamanki Bebek Kahve’ydi.

Parayı ödemek için içeri Selo’nun yanına gidiyorum.

Tanımıyor.

Parayı ödüyorum.

"Özcan nerede?" diyorum.

"Ameliyat oldu."

"Aaa çok geçmiş olsun ne ameliyatı?"

"Tiroid" diyor, "Telefonu kaç? Bir arayayım" diyorum, "Bilmiyorum ki" diyor. "İnsan bu kadar yakını olan birinin telefonunu bilmez mi?" diyorum.

Selo, ona sürekli sorular soran türbanlı kıza sinir oluyor, numarayı veriyor ve "Hadi işim var hadi, hadiiiii..." diyor.

Abi, bu ayrımcılık ne b.k yiyeceğiz?

Reina komedisi

Reina’ya girmek için kendimize isim uyduruyoruz:
8387915.jpg

Fatima Abbas ve Rana Ebubekir...

Dubailiyiz.

Kebaba da çok meraklıyız.

Köşebaşı Dubai’de açıldı, pek sevdiğimiz bir lokanta, tatil için İstanbul’a gelince, o sevdiğimiz lokantanın denize nazır şubesinde kebap yemek istiyoruz.

Rezervasyon tamam. Gazeteden bizim için yapıyorlar. Fakat bir ültimatom var:

"Çarşaflılarsa unutun, giremezler!"

"Yok yok deniyor, misafirlerimiz modern tesettürlü."

"Tamam o zaman."

Ben fosforlu yeşil bir el feneri gibiyim.

Demet, sarılar içinde.

Reina’nın kapısında dikiliyoruz.

Size ne kadar eğlendiğimizi anlatamam.

Girişteki paniği görmeniz lazım... Koca koca adamlar bizi görünce ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Gülmemek için kendimizi zor tutuyoruz.

Almak istemiyorlar ama nasıl kıvıracaklarını bilmiyorlar. Bütün trafik durdu herkes bize bakıyor.

Al sana mahalle baskısı!

Ama yani olabilecek en kibar biçimde, gece kulübüne giremeyeceğimizi söylemeye çalışıyorlar.

Dubailiyiz ya güya, İngilizce konuşuyoruz, "Ama rezervasyonumuz vardı" diyoruz, defterden adımızı bulmak için uğraşıyoruz.

Aralarında konuşuyorlar, "Abi giremez bunlar, içeride isyan çıkar, baksana tamamen kapalılar, olmaz... Söyle... Bir şey uydur!"

"Sizin rezervasyonunuz akşam üzerineymiş, şimdi geç oldu, artık gece kulübü. Giremezsiniz" diyorlar.

Ne kadar yaratıcılar!

"Yoo biz şimdi de yeriz, önemi yok" diyoruz.

"Ablacığım" diyor, "Çok alkol var içeride... Neydi bunu İngilizcesi... Too much alcohol... Gelmez sana..."

"Biz alışığız" diyoruz, "Dubai’de gidiyoruz kulüplere... Diet kola içiyoruz..."

"Abi bunlar Dubaili, orası acayip bir yer, sen direkt de ki, İstanbul’da türbanlılar giremiyor böyle yerlere..."

"Oğlum diyemem... Ayrımcılık bu..."

"Demezsen yarın yine gelecekler, ne b.k yiyeceğiz?"

O sırada "Yarın akşam 7’de gelelim o zaman" diyorum ben.

"Gördün mü" diyor, "Mahvolduk!"

Görevlilerin hali o kadar perişandı ki daha fazla zorlamayalım diyoruz. Arabaya biniyoruz ve karnımız ağrıyıncaya kadar gülüyoruz.

Pislikten başka bir şey değilsiniz!

Kim ne derse desin...

Gözü karayım.
8387916.jpg


Bir sürü şeye balıklama atlarım. Benim tehlike çanlarım bir türlü çalmaz.

Hep "Bir şey olmaz!" derim. Dere tepe düz giderim.

Hayatımda ilk defa "Yapmayalım, değmez!" diyorum.

Korkuyorum, ödüm patlıyor.

Neden?

Çünkü Fatih’teyiz. Üstelik mini etekliyiz. Kimseyi rahatsız ya da huzursuz etmek istemiyoruz, tahrik etmek için de uğraşmıyoruz, nasıl bizim mahallede tesettürle dolaştıysak, nasıl İzmir’de çarşafa girdiysek, Fatih’te de mini etekle dolaşır mıyız, nasıl dolaşırız, onu merak ediyoruz.

Tepkileri görmek istiyoruz.

Yaradana sığınıp, yürümeye başlıyoruz.

Fatih genelinde hiçbir şey olmuyor.

Normal bir semt.

Tamam, belli ki mutaassıp insanlar yaşıyor, tek tük askılı ya da kolsuz elbiseli kadın var.

Bize biraz tuhaf bakıyorlar ama içimdeki tehlike çanları çalmıyor.

Amaaaaa...

İsmail Ağa Caddesi’ne gelince...

Hayatımda böyle bir şey görmedim. Aklımdan çıkmıyor.

Pakistan gibiydi.

Herkes cüppeli, sarıklı, sakallı...

Kadınlar çarşaflı...

Yolun başında, tek tük görüyorsun, sonra çoğalıyorlar, birden her taraftan siyah çarşaflı kadınlar çıkıyor. Ve arkalarından gelen cüppeli adamlar...

Yanlış anlaşılmasın, kim ne isterse giysin ama orası Türkiye gibi değildi, İstanbul’da gördüğüm hiçbir yere benzemiyordu, zaman sanki gerçekten durmuştu.

Fatihliler için bile marjinal bir yer.

Barbie bebeklerini tahrik edici bulanlar işte onlar...

Fatih’te dolaşırken tanıştığımız çok şeker tesettürlü bir arkadaşımız var, bize diyor ki "Yürürsünüz, Allah’ın izniyle yürürsünüz... Bir arkadaşımızı tokatlayarak sersem ettiler... Siz hiç durmayın, hızlı adımlarla caddeyi baştan başa yürüyün. Bir şey olursa koşabilirsiniz değil mi?"

Şimdi bu lafları siz duysanız ne yaparsınız? Korkmaz mısınız?

Ama başladığımız işi bitirmek gerek.

Caddeye dalıyoruz.

Sağlı sollu hacı yağı satan dükkanlar var, dini kitaplar, Kuran’lar, antika köstekler, tesettür kıyafetleri, aksesuvarlar...

Ortada da meşhur İsmail Ağa Camii.

Önümüze bakarak yürüyoruz.

Bir an çıplakmışız gibi bir duyguya kapılıyoruz çünkü öyle bakıyorlar.

Uzaktan bizi izleyen fotoğrafçı arkadaşımız Levent bile tırsmış durumda.

Üzerinde turuncu bir tişört var diye laf yemiş.

Bizim yediğimiz lafın, haddi hesabı yok.

Hele, sakallı cüppeli bir adam "Pislikten başka bir şey değilsiniz!" deyince...

Demet’le göz göze geliyoruz, adımlarımızı hızlandırıyoruz.

Ve kendimizi arabaya atıyoruz.

Byeeee İsmail Ağa Caddesi!


---------------------------------------------------



kaynak :
 

croft

Doçent
Katılım
4 Mayıs 2009
Mesajlar
520
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
bunların derdi üzüm yemek değil bacıyı dövmek bu nasıl bi yazı aslında çok söyleyeeğim sey var ama nasıl bi gazetecilik bu reesmen dalga gecmiş
madem okadar gezmişler bde türbanla bi ünivsiteye kayıt yaptırmak yada boşwerin kaydı kapısından girmye çalışsalarmış
tarafflı ve yanlı bi yazıdan ibaret daha çok yazıp küfrederdim ama degmez bence
 

BaRY

Müdavim
Katılım
27 Aralık 2007
Mesajlar
1,635
Reaksiyon puanı
12
Puanları
38
Hehehe, önümüzdeki günlerde bazı gazetelerde katl,i vaciptir diye anasayfaya konulursa şaşırmam :D
 

Blackout

Müdavim
Katılım
14 Nisan 2008
Mesajlar
7,495
Reaksiyon puanı
383
Puanları
0
Öyle bir yazı font'u kullanmışsınız ki okumak için cidden bir hayli çaba gerekli. Bir yerden sonra göz sağlığımı bozmamak adına bıraktım. Haber için teşekkürler.
 

LaWa

Müdavim
Katılım
22 Şubat 2009
Mesajlar
3,119
Reaksiyon puanı
47
Puanları
48
İnsanın çok şey söyleyesi geliyor ama hiçbirşey yazası gelmiyor.Boş ve yalan dünya.
Maksimum 100 sene sonra şuan gördüğünüz tüm insanlar hepsi toprak altında olacaktır.O zaman kim neyse tel tel dökülür.
 

Turab Garip

Müdavim
Emektar
Katılım
30 Mayıs 2007
Mesajlar
6,887
Reaksiyon puanı
175
Puanları
63
Selamlar.

Muhtemelen bunun üzerine çok tartışmalar çıkacaktır, hatta Ayşe Arman'a onlarca "tebrik" ve onlarca "hakaret" mesajı gidecek ve Ayşe Arman bunlarıustaca kullanacaktır aynı bu yazısında ustaca "habercilik" yaparak tiraj yaratmayı başardığı gibi.

Yazının tümünü okudum, gördüğüm kadarıyla hep "ufak tefek" bazı rahatsız bakışlardan bahsetmiş ama hep üstüne basarak "ama bir baskı yok" diye kendince telkin vermeye çalışmış. Ayşe Arman sadece bu bir kaç saatlik maskaralıktan bile rahatsız olmuşken, bir ömrünü örtülü olarak geçirseymiş herhalde intihar edecek kadar aklını yitirirmiş. İşte Ayşe Arman bunu idrak edememiş; örtülü bayanlar bir kaç saat değil, sürekli örtülüler ve Ayşe Arman'ın önemsemediği o "rahatsızlık"ları bir kaç saat değil, yıllarca görüyorlar.

Sonra Arman'ın, örtülü bayanların pek yapmayacağı şeyleri yaptığını görüyoruz. Ayşe Arman sanıyor ki, örtülü bayanlar Reina'ya gitmek istiyorlar ama alınmayız, tepki görürüz diye korkuyorlar filan? Ayşe Hanım, tebdili kıyafete girmeyi başarmış ama empati yapmayı başaramamış. Zira örtülü bayanların Reina'ya girmek gibi bir çırpınış veya arzuları yok; onun yerine gerçekçi olup da üniversiteye veya liseye öğrenci statüsüyle girmeyi deneseymiş sayın Ayşe Arman.

Doğal olarak örtülü bayanların yapmayacağı şeyleri yaparak ulaştığı analiz geçersiz olacağı gibi, aslında bunu kendisi de itiraf etmiş ve yazısına başlarken "türbanlıların gerçek ruh halini anlamamız mümkün değil, böyle bir iddiamız yok" demiş; ancak buna rağmen kendisi bir kaç satır aşağıda bu itirafını çiğnemiş ve "eee hani baskı rahatsızlık vs" diyerek alaycı bir sonuca ulaşmış; sanki gerçekten onların ruh halini anlamış gibi bir sonuca.

Sayın Arman, başörtülünün ne hissettiğini anlayabilmek için öncelikle giydiğiniz kıyafetin bir bez parçası olmadığını ve bunun bir felsefesi olduğunu bilmeniz ve önce o felsefeyi derk etmeniz gerekir. Ancak görünüşe göre hakkında yazıp çizmek istediğiniz konu hakkında hiç bir araştırma yapmamışsınız veya bu kadar bir "genel kültürünüz" dahi olmadığı için malesef biraz komik duruma düşmüşsünüz. Şöyle ki; Ayşe Arman şöyle demiş:

Şaşırtıcı bir tespit, eskiden yolda yürürken insanlar bana bakardı.

Gazeteci olduğum, beni tanıdıkları için değil, evvel eski bakarlardı.

İşte sayın Arman'ın kendi kalemiyle itiraf ettiği halde anlamadığı, onun bakılan yerlerinin sadece vücudu olduğu ve modernlikten, çağdaşlıktan uzak bir güruhun ona bakmasından hoşlanmasının "insanlık, çağdaşlık" olarak nitelendirilemeyeceği. zira Ayşe Arman, kendisine bakanların neden baktıklarını biliyor ancak itirafına bunu ekleyemiyor. Çünkü kadın aynı kadın, ama birini gözleriyle takip edelerken, akıllardan onun hakkında kimbilir neler düşünürlerken, Ayşe Arman'ın bundan bir "haz" duyması, yani neredeyse "bana sahip olmak ister gibi bakmalarından hoşlanıyorum" demeye gelmesi (ki bu şekilde konuşanları da gazeteler daha önce yazmışlardı). Neden? Çünkü kapandığında bakmayan kişi açıldığında bakıyorsa, bunun sadece tek bir anlamı olabilir; o da senin sadece etinle ilgileniyor demektir. Acaba Ayşe Arman bu kadar dahi küçük şeyleri düşünemiyor mu?

Daha sonra şöyle demiş:
Bir enerjim vardı, hayat akardı içimden, geçerdi, hissederdiniz, hissederdim.

O şimdi yok. Ben sanki matlaştım.

Yukarıda değindiğim gibi, Ayşe arman aslında kendisinin de farkında olduğu bazı gerçekleri süslü yalanlarla geçiştirmeye çalışıyor ve "hayat akardı içimdçen" derken aslında içinden akanların şehvetli bakışlar olduğunu söyleyemiyor. Bakılmak, seyredilmek istiyor ve kimbilir hakkında yoldaki erkeklerin neler düşünmesini istiyor ki, bir kıyafet değiştirmekle bütün hayat enerjisini sönmüş zannediyor.

Ki Ayşe Arman'ın hakkında yazı yazdığı konuda bilgi sahibi olmadığını söylememin bir nedeni de bu idi. Çünkü Ayşe Arman aslında başörtüsünün felsefesini biraz da olsa yaşamış ancak bunun farkına varmamış. Başörtüsünün felsefesi zaten budur, en basit tabiriyle kendini sakınmaktır; ve bu sadece şehevi bir şey de değildir. Burada kendini sakınmak denilince herkes "dışarıda bir sürü iti kopuğu sapığı var, onlardan kendini sakınmak için" şeklinde oldukça yanlış bir anlayışa varıyorlar. Ayşe Arman da bu yanlış yoldan yola çıkmış olmalı ki oldukça yanlış bir sonuca varmış. Burada kendini sakınmak, Ayşe Arman gibi olmamak anlamına gelir. Biraz ağır bir tabir biliyorum, ama Ayşe Arman'ın deyimiyle "darılmaca gücenmece yok".. Ayşe Arman gibi olmamak derken, hayatın çıplak bir bacağa bakılmasından ibaret olduğunu zannedecek kadar basitleşmek ve tüm hayatı sadece vücut üzerine yoğunlaştıracak kadar amaçsızlaşmak kastediyorum. Çünkü Ayşe Arman kendisi söylemiş ki çıplak bacağını örtünce hayat enerjisi yok oldu zannetmiş.

Ve sizi temin ederim en büyük yalan "Türban göze vurgu yapıyor, gözün güzelliğini ortaya çıkarıyor..."

Burada ise yanlış bir "çağdaşlık" anlayışı içinde olan bir Ayşe Arman ile yanlış bir "İslam" anlayışı içinde olan müslümanı özdeşleştirebiliriz. Çünkü "gözün güzelliğini ortaya çıkarıyor" diyen ancak cahil ve başörtüsünün anlamını bilmeyen, onu Ayşe Arman gibi sadece bir bez parçasından ibaret zanneden bir müslümanın sözü olabilir. Nitekim başörtüsünün amaçları arasında herhangi bir "güzelliği" ortaya çıkarmak yoktur. Üstelik bu güzelliği ne Ayşe Arman kendisi var etti, ne de bir çaba sarf ederek kendini yeniden yaratabildi. Ona o şekli ancak ve ancak Allah verdiğine göre, kendi var etmediği ve oluşumunda hiç bir katkı sağlamadığı "vücut" konusunda övünmek, ancak bir cahilin işi olabilir. Başörtüsünde kendini hem zihnen korumak (yozlaşmamak için, basitleşmemek ve vücut parçasının hayatın amacına dönüşmemesi için), hem ahlaken kendini korumak (açıldıkça açılmamak ve diğer "çağdaş" ülkelerde olduğu gibi yatak odalarının sokağa kadar taşmasına engel olmak için), hem de fiziksel olarak kendini korumak söz konusudur. Yani oldukça çok yönlüdür. Bir hadis der ki "küçük günahları işledikçe, büyük günahları işlemeye cesaret bulursun". İşte kendini korumak budur. Sigara, alkol veya uyuşturucuya özendirilen gençler genellikle "bir kereden bir şey olmaz" yalanıyla kandırılırlar. İşte bunun gibi, Ayşe Armanlaşmak kısa sürede kendini gösterir ve sadece başını açmakla kalmaz. Bu psikoloji ve sosyoloji bilimlerince de ıspatlanmış bir olgudur. Her zaman daha ileriye gider insan, o yüzden uyuşturucudan korunmak istiyorsa, "bir defa dahi olsa" onun tadına bakmamalıdır. Hatta çok güçlü iradesi olsa bile, hatta gerçekten alışmayacağını bilse bile. Çünkü gelecekten asla haber alamazsın. İşte başörtüsü budur, kendini böyle sakınmaktır.

Dezavantajı o kadar fazla ki, avantajından söz edilemez bile...

Sanırım başörtüsüne karşı hissettiği "tuhaf" duygular ve tebdil-i kıyafet yaparken psikoloji kaybı yaşamış olması Ayşe Arman'ı böyle söylemeye itmiş ve bunalan ruh halinden dolayı "birçok dezavantaj" yaratmış kendi düşüncesinde. Çünkü ben bütün yazıda "dezavantaj" olarak sadece "ses kaybı"nı görebildim, ki şimdiye kadar da ilk defa duyuyorum. Hiç bir başıörtülü bayandan da böyle bir şey işitmedim.

Bir de genel olarak Ayşe Arman sanki bütün kadınlar zorla örtünüyormuş gibi bir iddia atmış ortaya. Hatta bunu pekiştirmek için, tahminimce farkında bile olmadan bir de şunu söylemiş:
Demek ki, saç deyip geçmemek gerekiyor, bir bildikleri var ki kadınların kapanmasını istiyorlar

İşte bu, aslında Ayşe Arman'ın, kendi istediği gibi giyinmek isteyen hemcinslerinin fikirlerine saygı duymadığını, onları kişiliksiz gördüğünü, kendi fikirleri olamayacağını zannettiğini gösteriyor. Yani aslında Ayşe Arman bizatihi eleştirdiği şeyi kendisi yapıyor. Ben şimdiye kadar yüzlerce başıörtülü bayan tanıdım ve henüz bir tane dahi zorla kapananına rastlamadım. Bazı zikri çağdaş fikri bağnaz arkadaşlar bunu okuyunca "zorla örtündüğünü söyleyecek değil ya" diyebilirler. Başıörtülülerin onların sandığı kadar kişiliksiz olmadığını, kendilerinin de sık sık başörtüsü konusunda isteklerde bulunduğunu, bunun için arada bir yürüyüş yaptıklarını vs hatırlatırım. Üstelik bütün bunların yanında böyle olayların tüm medya tarafından aşağılanması ve hakir görülme korkusunu da hesaba katmalarını isterim. Çünkü başıörtülü bayanlar küçük mitingleri her zaman yapıyorlar ama büyük bir miting organize etseler, hemen tüm medya ve devlet organları sanki bu bir cumhuriyet karşıtlığıymış gibi laiklik yaygarası koparacaklar. İşte o arkadaşlar bunu en az benim kadar iyi biliyorlar ve hatta öyle bir gün gelirse eminim bu sözleri unutup kendileri de aynı yaygaraya katılacaklar. Nitekim geçmişte benzer şeyler oldu ve aslında hala olmaya devam ediyor.

Doğru ya doğru, Nişantaşılılardan bir tepki bekliyoruz, "Hooop!" filan desinler ya da kötü bakışlar fırlatsınlar...

Başıörtülü hiç kimsenin böyle bir iddiası yok. İstenilen gayet basit, bunu anlamamak için bu şekilde olayı farklı yönlenere çekiştirmenin anlamı yok. Zira başıörtülüler "bizi Nişantaşından kovalıyorlar" gibi bir şikayette bulunmuyorlar ki? Ayşe Arman senaryoyu kendi yazmış kendi oynamış. Başıörtülüler, "bizi okula almıyorlar, bizi memur olarak hatta işçi olarak bile çalıştırmıyorlar" diye şikayette bulunuyorlar. Ayşe Arman olayı tamamen farklı yerlere götürerek bu basitliği karmaşaya çevirmek böylece de hiçbir şey anlaşılmamasını sağlamak amaçlamış olabilir; bilmeli ki başörtülünün şikayet ettiği şey, herkesin kanun uyarınca "doktor seçme" hakkı varken bile, başörtülüye doktor seçtirilmeyip devletin hastanesinde hakarete uğramasıdır. Ayşe Arman bir hastaneye gitse, doktor seçtirilir, ancak başıörtülü birisi gitse, faraza bayan bir doktor talep etse, hemen tepki görür (ki bizati bu tepkiye tanıklık ettim).

İşte gördüğünüz gibi, Ayşe Arman, hayatın kendisinden tamamen uzakta, başörtülülerle alakası olmayan bazı şeyler yaparak bir kaç saat geçirmiş ve bunu bir "analiz" zannederek malesef çok talihsiz bir köşe yazısı yazmış. Gerçi buradan da Ayşe Arman'ın amaçsız bir hayat edindiğini ve günlük yaşantıdan habersiz olduğunu da anlıyoruz ama bu onun kendi tercihidir; eğer hayatı İsmail Ağa Caddesinde dolaşmak veya Bebek'te dondurmak yemek, yahut da Reina'da kokteyl içmek zannediyorsa, bilmeli ki kendisi kadar "rahat" yaşayabilen ve bunu hayati amaçsızlığa, boşluğa dönüştüren çok az insan vardır. Ayşe Arman eminim Anadolu illerinden birine gelse kendini Pakistan'da, Afganistan'da zanneder ve insanlara "acıyan" hakir gören gözlerle karışık korkuyla bakar. Çünkü kendisi Türkiye'yi sadece İstanbul ve hatta sadece Ortaköy, Bebek, Beşiktaş civarından ibaret zannedecen ve hiç bir amacı olmayan bir hayat yaşıyor. İnsçan koca ömrünü bu kadar küçük bir mekanda sırf eğlenmek için nasıl harcayabilir, gerçekten şaşılacak bir şeydir.

Bu yazımı Ayşe Arman'ın kendisine göndermeyi de düşündüm, ancak yukarıda söylediğim amaçsızlıktan ötürü sadece göz gezdirip gününe devam edeceği bir e-posta olacağı için yazıma acıdım ve onun yerine buraya gönderip, hiç değilse düşünen insanlarla fikrimi paylaşmak istedim. Dediğim gibi ve Ayşe Arman'ın da dediği gibi, "darılmaca, gücenmece yok".
 

maske500

Doçent
Katılım
28 Temmuz 2008
Mesajlar
525
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
bu yazıyı önceden okumuştum.ben bu kadını pek tanımazdım.o yüzden başlarda ne kadar güzel böyle gruplardan böyle insanlar çıkıyor mu diye düşünürkeeeen anladım ki hepsi aynı.yazının başında güzel olacak sanıyorsunuz ama öyle olmuyor. BÜYÜK SAYGISIZ VE BÜYÜK SAYGISIZLIK.:thumbdown:
 

Osmanli_Bursam

Doçent
Katılım
9 Temmuz 2009
Mesajlar
765
Reaksiyon puanı
9
Puanları
0
Vay be şeytanı bile bu kadın şaşırtır bundan iğrenilmez de kimden iğrenilir
Rezil kadın diyorum başka bir sey demiyorum
mail atıp tepki gösterelim
DOĞAN GRUBU yaptı yapacağını
 

zeroaxa

Müdavim
Katılım
1 Nisan 2009
Mesajlar
1,644
Reaksiyon puanı
6
Puanları
38
ayşe arman şeytanın ta kendisidir, insanların örtüleriyle nsıl alay konusu edindiktikleri ortadadır, doğan medyasında yayınlanan ^^türbanlı sevgilisi ile parkta sevişmesi^^ gibi ^^türbanlının iç çamaşır giymesi gibi görüntüler^^ istanbul haliç de türbanlı bir kadının soyunup sevişme görüntüleri gibi bunlar hep oyun ve tuzaktır, türbanlıları O..... gösterip kendine bir araç gibi kullanmalarıdır, ayşe arman terbiyesizliğin kara en lanetlisidir.
bu sözü sana yakıştıramadım kardeşim.Bu zatın nasıl biri olduğunu anlamış isen eğer ilgini ve alakanı kesmen yeterli olacaktır.Günah içinde olan insanın sözünü etmek onun günahından pay almaktır.Kaldıki onun sonunun ne olacağı yada kendi sonumuzun ne olacağı bizim için meçhuldür.Hepimizin sonun ALLAH hayır etsin ve yanlış yolda olanlarıda doğru yoluna alsın Rabbim,bizde dahil
 

twilight_flame

Doçent
Katılım
14 Mayıs 2008
Mesajlar
618
Reaksiyon puanı
20
Puanları
18
ayşe arman şeytanın ta kendisidir, insanların örtüleriyle nsıl alay konusu edindiktikleri ortadadır, doğan medyasında yayınlanan ^^türbanlı sevgilisi ile parkta sevişmesi^^ gibi ^^türbanlının iç çamaşır giymesi gibi görüntüler^^ istanbul haliç de türbanlı bir kadının soyunup sevişme görüntüleri gibi bunlar hep oyun ve tuzaktır, türbanlıları O..... gösterip kendine bir araç gibi kullanmalarıdır, ayşe arman terbiyesizliğin kara en lanetlisidir.

Yazinin tamamini okumadim gozlerim agriyor ve moralim bozuk oldugu icin ancak sana ufak bir hatirlatma yapmak isterim dostum. Türbanli olmasi kadinin senin dedigin seyden olmayacagi olamayacagi anlamina gelmez. Türbani sirf gosteris olanda taktigi gibi türbansiz olup ama ruhu temiz olan insanlarda var.

O nedenle insanlarin dürüstlügünü ya da karakterini türbana göre degil kisilige gore yargilamani tavsiye ederim.
 

tmpuser

Müdavim
Katılım
3 Haziran 2009
Mesajlar
1,248
Reaksiyon puanı
1
Puanları
0
neyi test etmeye çalışmış acaba ?

Bence çok özenti bi kadın bu Bişey yaptığını zannediyo ama sadece zannediyo o kadar.
 

dctor

Asistan
Katılım
14 Ekim 2008
Mesajlar
490
Reaksiyon puanı
2
Puanları
0
Bu nedemektir arkadaşlar her ne şekilde olursa olsun sizin inancınızla böyle alay ederm sonrada buyuk bir mezyetmiş gibide haber yaparım
___________________________________________________________________
KİM OLURSAN OL BİR GÜN MEZAR TAŞINA İKİ SATIR OLURSUN
 

Xasiork

Asistan
Katılım
20 Kasım 2007
Mesajlar
229
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Valla büyük cesaret helal olsun. Güzel bir yazı bence. Ama başlık çok taraftar.
 

__kadıköyRAP__

Müdavim
Katılım
3 Mart 2007
Mesajlar
29,207
Reaksiyon puanı
2,146
Puanları
113
Elmacık abi sen gazeteci misin senin bu kadar uzunluktaki yazılarını görünce helal olsun diyorum vallahi çok dolu adamsın. Ayşe armana gelince birşey söylemeye gerek yok..
 

mustifanci

Asistan
Katılım
20 Ağustos 2008
Mesajlar
435
Reaksiyon puanı
3
Puanları
18
@Elmacik
Arkadaşımızın tespitine katılmamak mümkün değil.Harika bir analiz gerçekten
 

bodof

Asistan
Katılım
2 Haziran 2009
Mesajlar
141
Reaksiyon puanı
3
Puanları
0
Selamlar.
...
Sonra Arman'ın, örtülü bayanların pek yapmayacağı şeyleri yaptığını görüyoruz. Ayşe Arman sanıyor ki, örtülü bayanlar Reina'ya gitmek istiyorlar ama alınmayız, tepki görürüz diye korkuyorlar filan? Ayşe Hanım, tebdili kıyafete girmeyi başarmış ama empati yapmayı başaramamış. Zira örtülü bayanların Reina'ya girmek gibi bir çırpınış veya arzuları yok; onun yerine gerçekçi olup da üniversiteye veya liseye öğrenci statüsüyle girmeyi deneseymiş sayın Ayşe Arman.
Arkadaşım biraz daha dikkatli okursan burada empatiye gerek olmadığının ve vurgulanmak istenilenin başı örtülü birinin reinaya girmekten korktuğu değil, reinada rezervasyon yapılırken çıkartılan sorun ve kapıdaki telaş olduğunu anlarsın.

Doğal olarak örtülü bayanların yapmayacağı şeyleri yaparak ulaştığı analiz geçersiz olacağı gibi, aslında bunu kendisi de itiraf etmiş ve yazısına başlarken "türbanlıların gerçek ruh halini anlamamız mümkün değil, böyle bir iddiamız yok" demiş; ancak buna rağmen kendisi bir kaç satır aşağıda bu itirafını çiğnemiş ve "eee hani baskı rahatsızlık vs" diyerek alaycı bir sonuca ulaşmış; sanki gerçekten onların ruh halini anlamış gibi bir sonuca.
Örtülü bir bayan neden "doğal olarak" Reina'ya gidip denize karşı sevdiği dostlarıyla müzik eşliğinde yemek yemek istemesin ki? Ayrıca doğanın bir kanunu mu bu "doğal" oluyor?

"türbanlıların gerçek ruh halini anlamamız mümkün değil, böyle bir iddiamız yok"
"eee hani baskı rahatsızlık vs"
ilk cümlede diyor ki "kapalı yaşam tarzını seçmiş bir insanın ruh halini anlamak gibi bir derdimiz olmadığı gibi mümkünatımızda yok" ve ikincisindede "etrafta rahatsızlık olmadığı" dikkatini çekeyim ilk cümlede vurgulanan "ruh hali" olurken 2. cümledeki bir çevre koşulu yani çevresinde rahatsızlık olup olmadığını anlamak için birisinin ruh halini anlamanıza gerek yok.


...Neden? Çünkü kapandığında bakmayan kişi açıldığında bakıyorsa, bunun sadece tek bir anlamı olabilir; o da senin sadece etinle ilgileniyor demektir. Acaba Ayşe Arman bu kadar dahi küçük şeyleri düşünemiyor mu?
Ben şahsen "kapandığında bakmayan kişi açıldığında bakıyorsa" koşulundan seninle aynı sonucu çıkartmıyorum yada senin dediğin gibi varsayarsak, başı örtülü kişilere bakıp etiyle ilgilenen hiçmi kimse yok? yada başı açık olan birisine bakan herkes mi bu insanların etleriyle ilgileniyor? bu nasıl bir mantık? Ayrıca yazar kişinin "Kimse, benimle göz göze gelmek istemiyor. Yokum sanki." cümlesini atlayıp yada anlamayıp başı örtülü değilken bakmayıpta başı açık olunca bakan kişileri sadece "etle ilgileniyor" olarak suçlamak ayrı bir komik olmuş :) (bkz. "göz göze gelmek")

Tek tek cevaplamayı düşünüyordum yanlış bulduğum yerleri ancak dışarı çıkmam gerekiyor o yüzden geri kalanı için şöyle kısaca özetlemek istiyorum;
Yazar, başı örtülü olan birisinin (senin demenle)felsefesini almadan, düşüncelerini paylaşmadan, sadece ve sadece "giyinme stili"ni değiştirerek kendi hayatındaki değişiklikleri anlatmak istemiş. Rica ediyorum yazıyı tekrar ve daha objektif okuyun çünkü bakın dikkat çekilmek istenen nokta herhangi bir dalga geçmek veya aşağılamak değil.(Bu yazıyı nasıl dalga geçmek olarak algılayabiliyorsunuz onuda anlayamıyorum ya..) Yazının amacı sadece giyimindeki bir değişikliğin insan hayatındaki etkilerini dile dökmek. Vakti zamanında yapılan mahalle baskısının olup olmadığını araştırmak. Dikkatinizi çekeyim yazarın yazdığı olaylar bir rüya yada sanal olaylar değil bunlar gerçekler. İstanbul'un farklı yerlerindeki başı örtülü insanlara nasıl davranıldıklarını anlatmak istiyor. Örneğin diyor ki; "Ortaköy'de ... kılık kıyafetimiz hiç sorun olmuyor." ve sonra Bebek'teki kasiyerle geçen dialogu.. Sırf giyimi farklı diye onunla konuşmak istemeyen eleman gibi.. Sonlarına doğruda mini etekli birisinin yaşadıklarını anlatıyor. Cüppeli birisinin sadece giyim tarzı kendi fikirlerindeki gibi olmadığı için kişiye hakaret etmesi gibi.. (ki şahsen benimde akşam saatlerinde Fatih'te şahit olmuşluğum vardır yürürken yanından geçtiğimiz cüppeli birisinin mini etekli bir turiste hakaret etmesine)

Ayrıca Atmaca arkadaşım,
"türbanlı sevgilisi ile parkta sevişmesi", "türbanlının iç çamaşır giymesi gibi görüntüler", "türbanlı bir kadının soyunup sevişme görüntüleri" bunları oyun olarak nitelendirmişsin ancak ne kadar sende bende görmek istemesek de bunlar gerçekler. Bu haltları yiyen kişiler türbanı sadece simge olarak takan kişiler..Ne yapsa idi görüntüleri yayınlamasa mıydı? Gerçekleri senden, benden saklasalar mıydı? Sen ne kadar kabullenmek istemesende her ne kadar bunların amaçlarını "türbanlıları O..... gösterip" olarak görsende bu gerçekler değişmeyecektir. Sana tavsiyem, sadece "kapalı olma" konusunda seninle aynı fikri paylaştığını sandığın kişileri koruyup koskoca medyayı karşına alacağına, bu türbanı simge olarak kullanan tipleri karşına almayı dene. Her ne kadar bir medya "yanlı" yazarsa yazsın "yanlış" haber yazamaz, cezalandırılır. Bu bahsettiğin haberlerde ceza almadıklarına göre doğru haberlerdir.

Demek istediğim arkadaşlar yazar kişi gerçekleri yazmış, başına gelenleri yazmış.. Ülkemizde sizde bende her tarafımızı kapatıp bi gözlerimiz açık kalıp sesimizi incelterek gezsek aynı tepkilerle karşılaşacağız. Yada imkanımız olsada mini etekle gezebilsek yukardaki tepkileri alacağız muhtemelen. Bunu araştırıp sadece giyim tarzı farklı olan kişilere gösterilen 'önyargı'yı sınayan bu araştırmacı yazara siz neden bu kadar önyargılı yaklaşıyorsunuz?

Son olarak paylaşan arkadaşa teşekkür ediyorum, yazar bence çok güzel bir araştırma yapmış, şahsen merak ediyordum normal hayatında başı örtülü olmayan birisinin fikirlerini değiştirip başını örtüp insanlara karıştığında insanların(her zmaan konuştukları kişilerin dahi) tepkisinin ne olduğunu ve bu yazı yardımıyla daha sağlıklı fikirlere sahip oldum. Sizden ricam gazete yazılarını gazete yada yazar isimlerine bakarak okumayın. Herkesin fikri, düşünceleri farklı olabilir. Sırf kişi sizinle aynı düşünceye sahip olmadığı için kişiye hakaret etmeyin. Saygılarımla..
 

mustafa sahın

Asistan
Katılım
31 Mayıs 2008
Mesajlar
103
Reaksiyon puanı
1
Puanları
0
kadın fantezi yapmış.
küçüklükten içinde kalmış bir uhdeyi deruhde etmiş.
Ve tüm Türkiye onu konuşuyor.
İşe BAK!
 

Onkolik

Asistan
Katılım
15 Haziran 2009
Mesajlar
272
Reaksiyon puanı
7
Puanları
0
Gazeteciyim der şimdi bu... Gazetecilik,Televizyonculuk,Radyoculuk Tarafsız olman gereken mesleklerdir Sen ne düşünürsen Düşün ama Bu yazıyı tarafsız yazman gerekir bende basın içerisinde çalışan birisiyim ve bunun gibisini çok gördüm Tv lerde Sunucu, Spiker olabilmek ekrana çıkabilmek için neler yaptıklarını ve neler yapabileceklerini gördüm sanırım bu bayan da onlardan biri. Bu bayan ın arkasında'da birisi yada birileri var...(bilmem anlatabildimmi)
 

Turab Garip

Müdavim
Emektar
Katılım
30 Mayıs 2007
Mesajlar
6,887
Reaksiyon puanı
175
Puanları
63
Selamlar,

bodof dedi ki:
Yazar, başı örtülü olan birisinin (senin demenle)felsefesini almadan, düşüncelerini paylaşmadan, sadece ve sadece "giyinme stili"ni değiştirerek kendi hayatındaki değişiklikleri anlatmak istemiş.

Bodof arkadaşım, ben de senin gibi yazına tek tek alıntılar yaparak cevap vermeyi düşündüm ama senin yukarıda alıntıladığım cümlen ana fikir olarak yeterli görünüyor. Bu konuda fikir ayrılığındayız; çünkü Ayşe Arman istediği kadar bu düşünceyle yazdığını söylesin (ki öyle de söylememiş, bu senin çıkarımın), bu durum sonucu, yani başörtüsüyle ilgili "vardığı" sonucu değiştirmiyor. Ayşe Arman sadece kendi hislerini yazmamış sayın arkadaşım, başörtüsü hakkında bazı "sonuçlar"a varmış, bazı yargılar koymuş ortaya. Dolayısıyla böyle düşünmüyor bile olsa, hatta bu amaçla yazmamış dahi olsa, yazısı kendisini o sonuca götürmüş. Çünkü bu yazıyı okuyanların aklında oluşacak olan yargılar Ayşe Arman'ın kişisel görüşüyle değil, doğrudan başörtüsüyle ilgili olacak. Nitekim köşe yazarları da bunun için vardır; Ayşe Arman tecrübeli bir yazar olarak bunu elbette bilen bir kimsedir.
 

enderknt

Müdavim
Katılım
6 Haziran 2007
Mesajlar
1,125
Reaksiyon puanı
0
Puanları
36
Elmacik cevabın gerçekten harika olmuş, düşünebilen her insan yazdıklarının doğru olduğunu anlar bu yüzden seni kutluyorum ve bence bu yazıyı ayşe armana yollamalısın neden diye sorarsan belki okumadan silip atıcak ama belkide cidden hatasını anlayıp "ne yaptım ben" sözünü kendisine söleyebilecektir. Yada at gözlüğüyle yaşamaya devam edicektir...
 

berckai

Müdavim
Katılım
17 Mayıs 2008
Mesajlar
2,394
Reaksiyon puanı
9
Puanları
0
ayşe arman bu herşeyi yapar **** aşağı ****** yukarı diyen bi kadın ama yazısı süper olmuş medeni cesareti takdire şayan siz neden böyle herkese salça atarsınız anlamam kadın türbanlılar tü kakak mı diyor demokrasi biraz ***********
 

BaRY

Müdavim
Katılım
27 Aralık 2007
Mesajlar
1,635
Reaksiyon puanı
12
Puanları
38
Ayşe arman yanlış düşünüyor bence, öyle giyinmiş ki öyle türbanlıya bende bakmam, biraz tesettür modasını takip eder şekilde giyinceydi, bak bakalım sana bakıyorlarmıydı, bakmıyorlarmıydı.Eteğe bak, şalvar gibi, türbanlılar için özel, kapalı yırtmaçlı etekler var, zaten resimlere bakınca, maaşallah goril gibi bir cüssesinin olduğu gözüküyor, öyle bir etek giyse, bak bakalım kimler bakmıyor.Erkek için türbanlı-türbansız farketmiyor, erkek için önemli iki bölge var, gerisi teferruat.
 

Halox

Öğrenci
Katılım
11 Aralık 2008
Mesajlar
47
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Ayşe Arman dalga geçmeye devam etsin. ahirette aydın doğan onu kurtarabilecekmi? resmen Allah ın koyduğu kanuna muhalefet ediyor. Sorsan müslümanmısın diye herkesten fazla müslüman olurlar. unutmayalım ki munafıkların yeri cehennemin dibi.

saygılar...
 

chemical

Asistan
Katılım
21 Mayıs 2009
Mesajlar
309
Reaksiyon puanı
5
Puanları
18
Ayşe Arman bence başardı istediğini. Doğan medyasının işi gücü para değilmi. Dertleri herhangi bir şekilde para kazanmak. Gazete tirajını artırmak...Sonuçta Ayşe Arman gerçekten başörtülü bir bayanı anlamak istese onların içine girer, röportaj yapar sorunlarını analiz eder ve çözüm arar.Reinaya girmeye çalışmazç Ama Ayşe Armanın yaptığı bedeni kullanarak ilgi çekip gözleri kendi üstüne çevirmek. Dediğim gibi başardıda. Zaten Doğan Medyasında amacı kadınları birer cinsel meta olarak topluma lanse edip cinsellik üzerinden prim yapmak. İnternet sitelerinin anasayfasında 2 haber var gerisi çıplak fotoğraflar. Zaten başka bişeyde beklememek lazım..
 

croft

Doçent
Katılım
4 Mayıs 2009
Mesajlar
520
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Selamlar.

Muhtemelen bunun üzerine çok tartışmalar çıkacaktır, hatta Ayşe Arman'a onlarca "tebrik" ve onlarca "hakaret" mesajı gidecek ve Ayşe Arman bunlarıustaca kullanacaktır aynı bu yazısında ustaca "habercilik" yaparak tiraj yaratmayı başardığı gibi.

Yazının tümünü okudum, gördüğüm kadarıyla hep "ufak tefek" bazı rahatsız bakışlardan bahsetmiş ama hep üstüne basarak "ama bir baskı yok" diye kendince telkin vermeye çalışmış. Ayşe Arman sadece bu bir kaç saatlik maskaralıktan bile rahatsız olmuşken, bir ömrünü örtülü olarak geçirseymiş herhalde intihar edecek kadar aklını yitirirmiş. İşte Ayşe Arman bunu idrak edememiş; örtülü bayanlar bir kaç saat değil, sürekli örtülüler ve Ayşe Arman'ın önemsemediği o "rahatsızlık"ları bir kaç saat değil, yıllarca görüyorlar.

Sonra Arman'ın, örtülü bayanların pek yapmayacağı şeyleri yaptığını görüyoruz. Ayşe Arman sanıyor ki, örtülü bayanlar Reina'ya gitmek istiyorlar ama alınmayız, tepki görürüz diye korkuyorlar filan? Ayşe Hanım, tebdili kıyafete girmeyi başarmış ama empati yapmayı başaramamış. Zira örtülü bayanların Reina'ya girmek gibi bir çırpınış veya arzuları yok; onun yerine gerçekçi olup da üniversiteye veya liseye öğrenci statüsüyle girmeyi deneseymiş sayın Ayşe Arman.

Doğal olarak örtülü bayanların yapmayacağı şeyleri yaparak ulaştığı analiz geçersiz olacağı gibi, aslında bunu kendisi de itiraf etmiş ve yazısına başlarken "türbanlıların gerçek ruh halini anlamamız mümkün değil, böyle bir iddiamız yok" demiş; ancak buna rağmen kendisi bir kaç satır aşağıda bu itirafını çiğnemiş ve "eee hani baskı rahatsızlık vs" diyerek alaycı bir sonuca ulaşmış; sanki gerçekten onların ruh halini anlamış gibi bir sonuca.

Sayın Arman, başörtülünün ne hissettiğini anlayabilmek için öncelikle giydiğiniz kıyafetin bir bez parçası olmadığını ve bunun bir felsefesi olduğunu bilmeniz ve önce o felsefeyi derk etmeniz gerekir. Ancak görünüşe göre hakkında yazıp çizmek istediğiniz konu hakkında hiç bir araştırma yapmamışsınız veya bu kadar bir "genel kültürünüz" dahi olmadığı için malesef biraz komik duruma düşmüşsünüz. Şöyle ki; Ayşe Arman şöyle demiş:



İşte sayın Arman'ın kendi kalemiyle itiraf ettiği halde anlamadığı, onun bakılan yerlerinin sadece vücudu olduğu ve modernlikten, çağdaşlıktan uzak bir güruhun ona bakmasından hoşlanmasının "insanlık, çağdaşlık" olarak nitelendirilemeyeceği. zira Ayşe Arman, kendisine bakanların neden baktıklarını biliyor ancak itirafına bunu ekleyemiyor. Çünkü kadın aynı kadın, ama birini gözleriyle takip edelerken, akıllardan onun hakkında kimbilir neler düşünürlerken, Ayşe Arman'ın bundan bir "haz" duyması, yani neredeyse "bana sahip olmak ister gibi bakmalarından hoşlanıyorum" demeye gelmesi (ki bu şekilde konuşanları da gazeteler daha önce yazmışlardı). Neden? Çünkü kapandığında bakmayan kişi açıldığında bakıyorsa, bunun sadece tek bir anlamı olabilir; o da senin sadece etinle ilgileniyor demektir. Acaba Ayşe Arman bu kadar dahi küçük şeyleri düşünemiyor mu?

Daha sonra şöyle demiş:


Yukarıda değindiğim gibi, Ayşe arman aslında kendisinin de farkında olduğu bazı gerçekleri süslü yalanlarla geçiştirmeye çalışıyor ve "hayat akardı içimdçen" derken aslında içinden akanların şehvetli bakışlar olduğunu söyleyemiyor. Bakılmak, seyredilmek istiyor ve kimbilir hakkında yoldaki erkeklerin neler düşünmesini istiyor ki, bir kıyafet değiştirmekle bütün hayat enerjisini sönmüş zannediyor.

Ki Ayşe Arman'ın hakkında yazı yazdığı konuda bilgi sahibi olmadığını söylememin bir nedeni de bu idi. Çünkü Ayşe Arman aslında başörtüsünün felsefesini biraz da olsa yaşamış ancak bunun farkına varmamış. Başörtüsünün felsefesi zaten budur, en basit tabiriyle kendini sakınmaktır; ve bu sadece şehevi bir şey de değildir. Burada kendini sakınmak denilince herkes "dışarıda bir sürü iti kopuğu sapığı var, onlardan kendini sakınmak için" şeklinde oldukça yanlış bir anlayışa varıyorlar. Ayşe Arman da bu yanlış yoldan yola çıkmış olmalı ki oldukça yanlış bir sonuca varmış. Burada kendini sakınmak, Ayşe Arman gibi olmamak anlamına gelir. Biraz ağır bir tabir biliyorum, ama Ayşe Arman'ın deyimiyle "darılmaca gücenmece yok".. Ayşe Arman gibi olmamak derken, hayatın çıplak bir bacağa bakılmasından ibaret olduğunu zannedecek kadar basitleşmek ve tüm hayatı sadece vücut üzerine yoğunlaştıracak kadar amaçsızlaşmak kastediyorum. Çünkü Ayşe Arman kendisi söylemiş ki çıplak bacağını örtünce hayat enerjisi yok oldu zannetmiş.



Burada ise yanlış bir "çağdaşlık" anlayışı içinde olan bir Ayşe Arman ile yanlış bir "İslam" anlayışı içinde olan müslümanı özdeşleştirebiliriz. Çünkü "gözün güzelliğini ortaya çıkarıyor" diyen ancak cahil ve başörtüsünün anlamını bilmeyen, onu Ayşe Arman gibi sadece bir bez parçasından ibaret zanneden bir müslümanın sözü olabilir. Nitekim başörtüsünün amaçları arasında herhangi bir "güzelliği" ortaya çıkarmak yoktur. Üstelik bu güzelliği ne Ayşe Arman kendisi var etti, ne de bir çaba sarf ederek kendini yeniden yaratabildi. Ona o şekli ancak ve ancak Allah verdiğine göre, kendi var etmediği ve oluşumunda hiç bir katkı sağlamadığı "vücut" konusunda övünmek, ancak bir cahilin işi olabilir. Başörtüsünde kendini hem zihnen korumak (yozlaşmamak için, basitleşmemek ve vücut parçasının hayatın amacına dönüşmemesi için), hem ahlaken kendini korumak (açıldıkça açılmamak ve diğer "çağdaş" ülkelerde olduğu gibi yatak odalarının sokağa kadar taşmasına engel olmak için), hem de fiziksel olarak kendini korumak söz konusudur. Yani oldukça çok yönlüdür. Bir hadis der ki "küçük günahları işledikçe, büyük günahları işlemeye cesaret bulursun". İşte kendini korumak budur. Sigara, alkol veya uyuşturucuya özendirilen gençler genellikle "bir kereden bir şey olmaz" yalanıyla kandırılırlar. İşte bunun gibi, Ayşe Armanlaşmak kısa sürede kendini gösterir ve sadece başını açmakla kalmaz. Bu psikoloji ve sosyoloji bilimlerince de ıspatlanmış bir olgudur. Her zaman daha ileriye gider insan, o yüzden uyuşturucudan korunmak istiyorsa, "bir defa dahi olsa" onun tadına bakmamalıdır. Hatta çok güçlü iradesi olsa bile, hatta gerçekten alışmayacağını bilse bile. Çünkü gelecekten asla haber alamazsın. İşte başörtüsü budur, kendini böyle sakınmaktır.



Sanırım başörtüsüne karşı hissettiği "tuhaf" duygular ve tebdil-i kıyafet yaparken psikoloji kaybı yaşamış olması Ayşe Arman'ı böyle söylemeye itmiş ve bunalan ruh halinden dolayı "birçok dezavantaj" yaratmış kendi düşüncesinde. Çünkü ben bütün yazıda "dezavantaj" olarak sadece "ses kaybı"nı görebildim, ki şimdiye kadar da ilk defa duyuyorum. Hiç bir başıörtülü bayandan da böyle bir şey işitmedim.

Bir de genel olarak Ayşe Arman sanki bütün kadınlar zorla örtünüyormuş gibi bir iddia atmış ortaya. Hatta bunu pekiştirmek için, tahminimce farkında bile olmadan bir de şunu söylemiş:


İşte bu, aslında Ayşe Arman'ın, kendi istediği gibi giyinmek isteyen hemcinslerinin fikirlerine saygı duymadığını, onları kişiliksiz gördüğünü, kendi fikirleri olamayacağını zannettiğini gösteriyor. Yani aslında Ayşe Arman bizatihi eleştirdiği şeyi kendisi yapıyor. Ben şimdiye kadar yüzlerce başıörtülü bayan tanıdım ve henüz bir tane dahi zorla kapananına rastlamadım. Bazı zikri çağdaş fikri bağnaz arkadaşlar bunu okuyunca "zorla örtündüğünü söyleyecek değil ya" diyebilirler. Başıörtülülerin onların sandığı kadar kişiliksiz olmadığını, kendilerinin de sık sık başörtüsü konusunda isteklerde bulunduğunu, bunun için arada bir yürüyüş yaptıklarını vs hatırlatırım. Üstelik bütün bunların yanında böyle olayların tüm medya tarafından aşağılanması ve hakir görülme korkusunu da hesaba katmalarını isterim. Çünkü başıörtülü bayanlar küçük mitingleri her zaman yapıyorlar ama büyük bir miting organize etseler, hemen tüm medya ve devlet organları sanki bu bir cumhuriyet karşıtlığıymış gibi laiklik yaygarası koparacaklar. İşte o arkadaşlar bunu en az benim kadar iyi biliyorlar ve hatta öyle bir gün gelirse eminim bu sözleri unutup kendileri de aynı yaygaraya katılacaklar. Nitekim geçmişte benzer şeyler oldu ve aslında hala olmaya devam ediyor.



Başıörtülü hiç kimsenin böyle bir iddiası yok. İstenilen gayet basit, bunu anlamamak için bu şekilde olayı farklı yönlenere çekiştirmenin anlamı yok. Zira başıörtülüler "bizi Nişantaşından kovalıyorlar" gibi bir şikayette bulunmuyorlar ki? Ayşe Arman senaryoyu kendi yazmış kendi oynamış. Başıörtülüler, "bizi okula almıyorlar, bizi memur olarak hatta işçi olarak bile çalıştırmıyorlar" diye şikayette bulunuyorlar. Ayşe Arman olayı tamamen farklı yerlere götürerek bu basitliği karmaşaya çevirmek böylece de hiçbir şey anlaşılmamasını sağlamak amaçlamış olabilir; bilmeli ki başörtülünün şikayet ettiği şey, herkesin kanun uyarınca "doktor seçme" hakkı varken bile, başörtülüye doktor seçtirilmeyip devletin hastanesinde hakarete uğramasıdır. Ayşe Arman bir hastaneye gitse, doktor seçtirilir, ancak başıörtülü birisi gitse, faraza bayan bir doktor talep etse, hemen tepki görür (ki bizati bu tepkiye tanıklık ettim).

İşte gördüğünüz gibi, Ayşe Arman, hayatın kendisinden tamamen uzakta, başörtülülerle alakası olmayan bazı şeyler yaparak bir kaç saat geçirmiş ve bunu bir "analiz" zannederek malesef çok talihsiz bir köşe yazısı yazmış. Gerçi buradan da Ayşe Arman'ın amaçsız bir hayat edindiğini ve günlük yaşantıdan habersiz olduğunu da anlıyoruz ama bu onun kendi tercihidir; eğer hayatı İsmail Ağa Caddesinde dolaşmak veya Bebek'te dondurmak yemek, yahut da Reina'da kokteyl içmek zannediyorsa, bilmeli ki kendisi kadar "rahat" yaşayabilen ve bunu hayati amaçsızlığa, boşluğa dönüştüren çok az insan vardır. Ayşe Arman eminim Anadolu illerinden birine gelse kendini Pakistan'da, Afganistan'da zanneder ve insanlara "acıyan" hakir gören gözlerle karışık korkuyla bakar. Çünkü kendisi Türkiye'yi sadece İstanbul ve hatta sadece Ortaköy, Bebek, Beşiktaş civarından ibaret zannedecen ve hiç bir amacı olmayan bir hayat yaşıyor. İnsçan koca ömrünü bu kadar küçük bir mekanda sırf eğlenmek için nasıl harcayabilir, gerçekten şaşılacak bir şeydir.

Bu yazımı Ayşe Arman'ın kendisine göndermeyi de düşündüm, ancak yukarıda söylediğim amaçsızlıktan ötürü sadece göz gezdirip gününe devam edeceği bir e-posta olacağı için yazıma acıdım ve onun yerine buraya gönderip, hiç değilse düşünen insanlarla fikrimi paylaşmak istedim. Dediğim gibi ve Ayşe Arman'ın da dediği gibi, "darılmaca, gücenmece yok".
bence göndermelisin bu yazıyı.
"ayşe armanlaşmak "olay bu işte gençlerimiz ayse amanlaşmaktan korusun allah
seninde dediğin gibi snki aşörtili kadınlar reinaya gitmek için an atıyolar ama başörtüsü buna izin vrmiyo
aksine örtünmek kendini sakınmak isteyen adam oralardan geçmez bile çünkü medeni bi insanın pislik yuvasında etini göstererek ekrkelerin agzının suyunun aktığını görerek mutlu olmaz haz duymaz
başörtüsü devavantajmıdır avantajmıdır diye düüşünmek bile yersin tek bi gayesi vardır allahın örtünün emrine uyup kendini teşhir etmemektir
neden bi liseye girmye çalışmamışlar neden bi askerin anası olupta sırf basörtülü diye oğlunun yemin törenine gidipte alınmamanın teller arasından bikere görsem diye çırpınmanın buna kendi vatanında maruz kalmanın nedemek olduğu okuma hakkının elinden nasıl alındığını kendi gibi düşünüünen bisürü aptalın bu tarz yaklasımlarına maruz kalmanın nedemek olduğunu arastırsaymış başöörtüsünü arastırma için değilde inanarak taksaymış asıl sorunun ne olduğunu anlardı ama ona göre taksim nişantaşı bebek reina cevrelerinde aktığı iiçin hayat bunları anlamasını beklemiyorum
dönsün bi aynaaya baksın ve asıl rezilliğin kendisinin yaptığının ve kendi insanlarımızı bu durumlara düşürrnlerin olduğunu anlması lazım
senin yazın aslında herseyi çok güzel anlatıyo bu yazının altına söylenecek bişy çok fazla yok bitek sey var bol bol saydırmak olur ama onunda hernekadar buraya yazmasamda içimden binlerce kez saydırıyorum
 

bodof

Asistan
Katılım
2 Haziran 2009
Mesajlar
141
Reaksiyon puanı
3
Puanları
0
Selamlar,
Bodof arkadaşım, ben de senin gibi yazına tek tek alıntılar yaparak cevap vermeyi düşündüm ama senin yukarıda alıntıladığım cümlen ana fikir olarak yeterli görünüyor. Bu konuda fikir ayrılığındayız; çünkü Ayşe Arman istediği kadar bu düşünceyle yazdığını söylesin (ki öyle de söylememiş, bu senin çıkarımın), bu durum sonucu, yani başörtüsüyle ilgili "vardığı" sonucu değiştirmiyor. Ayşe Arman sadece kendi hislerini yazmamış sayın arkadaşım, başörtüsü hakkında bazı "sonuçlar"a varmış, bazı yargılar koymuş ortaya. Dolayısıyla böyle düşünmüyor bile olsa, hatta bu amaçla yazmamış dahi olsa, yazısı kendisini o sonuca götürmüş. Çünkü bu yazıyı okuyanların aklında oluşacak olan yargılar Ayşe Arman'ın kişisel görüşüyle değil, doğrudan başörtüsüyle ilgili olacak. Nitekim köşe yazarları da bunun için vardır; Ayşe Arman tecrübeli bir yazar olarak bunu elbette bilen bir kimsedir.
Tabii ki fikir ayrılıkları olabilir ancak yazarın kesin yargılara, kesin sonuçlara vardığını söylüyorsun. Benim çıkarımlarımında yanlış olduğunu yada desteklemediğini söylüyorsun o zaman rica etsem bu yazarın ortaya koyduğu kesin yargı ve sonuçları alıntılarla yazıp benim gözümden kaçanları gösterip yardımcı olur musun? Çıkarımlar olmadan, "kesin sonuç"lara bakalım :)

@ Okula girsin üniversiteye girsin diyen arkadaşlarada;
Yapılması kanunen yasak olan bir hareketi neden yapsın??
 

michuozawa

Müdavim
Emektar
Katılım
6 Ağustos 2008
Mesajlar
20,604
Reaksiyon puanı
492
Puanları
83
bu kadın işi biliyo.yazmak için hal değiştiriyo gündemede doğal olarak damga vuruyo...
 

Turab Garip

Müdavim
Emektar
Katılım
30 Mayıs 2007
Mesajlar
6,887
Reaksiyon puanı
175
Puanları
63
@Bodof, arkadaşım, "en büyük yalan şudur" diye kesin bir yargısı var, "demek ki kadınların şunun için örtünmesini istiyorlar" diyerek kadınların kendilerinin örtünmek istemeklerine dair bir yargısı var, "baskı yok" şeklinde ulaştığı bir sonuç var. Daha ne denebilir ki?

Fikrî olarak çok orijinal ve kaliteli bir düşünce ama uygulama ve varılan sonuçlar feci derecede yanlış.

Ayrıca yazı, Ayşe Arma'ın tüm kadınların kendilerini sadece cinsel bir obje olarak görmekte olduğunu zannettiğini gösteriyor. Çünkü sadece bacağını kapatmakla hayat enerjisi tükendi zannediyorsa, bu demek oluyor ki hayat onun için vücuttan ibaret. Elbette kadınlar beğenilmek ister, ama tüm kadınların herkes tarafından seyredilmek/beğenilmek istediğini iddia etmesi, yine Ayşe Arman'ın vardığı yanlış bir yargıdır. Bunu ayrıca "eskiden herkes bana bakardı" diyerek de şikayetinde dile getirmiş.

Kendisi bir kadın olduğu için tüm kadınların adına yazmış ve bir kaç saat başörtü taktığı için de tüm başörtülüler adına yazmış. Her ne kadar böyle iddia etmese de, hatta aksini de söylese, şu anda yazıyı okuyan herkesin yoğunlaştığı şey başörtüsüdür, Ayşe Arman'ın yaptığı herkes bir "analiz" olarak görecek ve hiç kimse "bunu sadece eğlence olsun, maksat kendi hissettiklerini yazsın" diye anlamayacak ve yine herkes sen aksini söylesen de "empati" amacıyla yazdığını düşünecek. Çünkü yazının gidişatı, çıkardığı sonuçlar ve vardığı yargılar tamamen bu yönde.

Hatta bunu zamanla Ayşe Arman'ın sonraki köşe yazılarında göreceğiz diye düşünüyorum. Çünkü konuyla ilgili olarak çokça şikayet ve tebrik alacak kendisi ve bunu ustaca kullanmak isteyecektir sonraki yazılarında. Ne de olsa bu tebrik ve şikayetler ona olan ilgiyi ıspatlayacak kendi gözünde; halbuki kendisine gidecek olan tüm mesajlar başörtüsüyle ilgili olacak; aksi halde kim neden onun kendi şahsi düşüncelerini yine onun kendi şahsına şikayet etmek istesin?
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Son mesajlar

Üst