Allah[cc]rızası için sevme--01--

quasimodo

Profesör
Katılım
20 Aralık 2008
Mesajlar
1,929
Reaksiyon puanı
57
Puanları
0
ALLAH İÇİN KARDEŞLİK NEDİR?



Allahu Teala, birlik ve kardeşliği emrettiği ayet-i kerimesinde mümin kullarına din konusunda ikram ettiği nimetini hatırlatmaktadır. Bu nimete ulaşanlar bir zamanlar birbirlerinden ayrı iken, Allah kalplerini birleştirdi de onlar Allah’ın rahmet ve nimetiyle kardeş oldular; O’nun sevdirmesiyle birlik kurdular, iyilik ve takvada yardımlaştılar. Allahu Teala bu hatırlatmanın yanında onlardan takvalı olmalarını da isteyerek; ipine/Kur’an’a ve hidayet yoluna sımsıkı yapışmalarını emretti, onlara bölünüp parçalanmayı yasakladı; çünkü onları İslam bir araya getirmiş, Allah’ın evi Kâbe hepsini yüce bir hedef etrafında toplamıştı.

Allahu Teala onlara ayrıca şu nimetini de hatırlattı: Onlar bir ateş çukurunun kenarında, tehlikenin tam ağzında iken Allah kendilerini kurtardı. O bütün bunların O’nun varlığını gösteren birer ayet ve kendisine götüren delil olduğunu bildirmiştir.

Bu konuda ayet-i kerimede özetle şöyle buyrulmuştur:

“Ey iman edenler! Allah’tan hakkıyla korkun ve ancak müslüman olarak can verin.

Hep birlikte Allah’ın ipine /Kur’an’a, İslam’a sımsıkı sarılın; dağılıp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz bir zamanlar birbirinize düşman idiniz; O gönüllerinizi birleştirdi, O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz.

Yine siz, bir ateş çukurunun/tehlikenin tam kenarında idiniz, O sizi kurtardı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki, doğru yolu bulasınız.”[1]

İkamet ve sefer hâlinde Allahu Teala’nın rızası için müminlerle kardeş olmak, O’nun için sohbet ve kardeşlik oluşturmak amel sahiplerinin en önemli yollarındandır. Her bir yolda giden bir grup vardır; çünkü her birisinde ayrı bir fazilet mevcuttur. Hem bu iş, dinimiz tarafından emir ve teşvik edilmiştir; çünkü Allahu Teala için sevmek, imanın en sağlam bağıdır. Allah için insanlarla kaynaşmak, sohbet etmek, muhabbet kurmak ve ziyaretleşmek, muttakilerin peşine düştüğü en güzel kulluk sebeplerdendir. Bunun faziletini bildiren ve ona teşvik eden pek çok haber gelmiştir. Biz, bu konudaki bütün rivayetleri tespit edip zikretmek hedefinde değiliz; çünkü bizim niyetimiz her konuyu kısaca vermektir. Fakat bu konuda güzel görülen işleri ve konu ile alakalı zikredilmesi gereken şeyleri zikredeceğiz.

Tâbiûn alimleri, insanlarla tanışıp kaynaşma konusunda farklı görüşlere sahiptiler. Bu konuda bazıları şöyle demişlerdir:

“Tanıdığın kimseleri azalt; bu senin dinin için daha selametlidir. Böyle yaparsan yarın kıyamet günü daha az rezil olursun ve üzerindeki kul hakları daha hafif olur; çünkü şöyle denmiştir: “Tanıdıklar çoğaldıkça korunması gereken haklar da çoğalır. Sohbet ve beraberlik uzadıkça, karşı tarafın hakkına riayet zorlaşır.”

Onlardan bir alim de der ki: “Sen ancak tanıdıklarından kötülük görürsün. Tanıdığın ne kadar az olursa, senin için daha hayırlıdır.”

Yine Tabiun’dan birisi demiştir ki: “Tanıdıklarını unut, tanımadıklarınla da tanışma.”

Bu görüşü tercih edenlerden bazıları şunlardır: Süfyan es-Sevrî, İbrahim b. Edhem, Davud et-Tâî, Fudayl b. Iyaz, Süleyman el-Havvas, Yusuf b. Esbat, Huzeyfe el-Mer’aşî ve Bişr-i Hâfî. (Allah hepsine rahmet etsin)

Tabiûn’un çoğunluğu müminlerle kaynaşarak ve onları severek Allah için edinilen kardeşlerin çok olmasının müstehap yani sevap ve hayır olduğunu söylemişlerdir; çünkü bunda, rahat zamanlarda bir güzellik, dar ve zor anlarda bir destek, iyilik ve takvada yardımlaşma ve din konusunda kaynaşma mevcuttur.

Alimlerden birisi demiştir ki: “Allah için sevdiğin kardeşlerini çoğalt. Her mümin için bir şefaat yetkisi vardır. Belki sen kardeşinin şefaat ettiklerinin içinde bulunursun.”

Bu alimler Allah için kardeşlik kurmayı emrediyor ve insanlarla kaynaşmaya teşvik ediyorlardı.

Denilmiştir ki: “Ahirette bir kul affedilince, kardeşlerine de şefaat eder.”

“Allah, iman edip iyi işler yapanların tevbesini kabul eder, lütfundan onlara fazlasını verir.”[2] ayetinin tefsiri hakkında Hz. Peygamber’den (s.a.v) garib bir senetle şu açıklama gelmiştir:

“Allah onlara Allah için sevdiği kardeşlerine şefaat etme yetkisi verir ve onları birlikte cennetine koyar.”

Şu alimler bu görüşte olanlardandır: Said b. Müseyyeb, Şa’bî, İbnu Ebî Leyla, Hişam b. Urve, İbnu Şübrüme, Şurayh, Şerik b. Abdullah, İbnu Uyeyne, İbnu Mubarek, Şâfiî, Ahmed b. Hanbel ve aynı görüşte olan diğerleri. (Allah hepsine rahmet etsin)

İnsanlarla kaynaşma konusunda Hz. Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Sizin bana en yakın/en sevimli olanınız, ahlak olarak en güzel olanınızdır. Onlar, boyunları bükük/alçak gönüllü, herkesle rahatça kaynaşan ve kendileriyle hemen kaynaşılan kimselerdir.”[3]

Diğer bir hadiste şöyle buyrulmuştur:

“Mümin, kendisiyle rahat geçinilen ve hemen kaynaşılan kimsedir. Kimseyle kaynaşmayan ve kendisine de yanaşılmayan kimsede hayır yoktur.”[4]

Denilmiştir ki: “Bu ümmetten ilk kaldırılacak şey huşu yani kalpleri saran Allah korkusudur. Sonra vera/şüpheli şeylerden sakınma kaldırılır. Sonra emanete riayet, peşinden ülfet/kaynaşma kaldırılır.”

Bir hadiste şöyle buyrulmuştur:

“Allahu Teala kime hayır vermek isterse, ona salih bir arkadaş nasip eder. O Allah’ı ve hayrı unutursa bu arkadaşı ona hatırlatır; hatırlarsa yardım eder.”[5]

Diğer hadiste ise şöyle buyrulmuştur:

“Allah için birbirini seven iki kardeşin misali, biri diğerini yıkayan iki el gibidir.”[6]

İki mümin karşılaştığı zaman Allahu Teala muhakkak birinden diğerine bir hayır ve fayda dokundurur. Hz. Resûlullah’tan (s.a.v) rivayet edilen bir haberde şöyle buyrulmuştur:

“Kim bir mümini Yüce Allah için kardeş edinirse; Allahu Teala o kulu cennette herhangi bir ameli ile ulaşamayacağı bir dereceye yükseltir.”[7]

Bu konuda şöyle denilmiştir: “Yüce Allah için birbirini seven iki kimseden birisinin ahirette makamı diğerinden daha yüksek olur; makamı aşağı olan kimse onun makamına yükseltilir ve kendisine katılır. Aynı şekilde, ahirette çocuklar anne babalarına, aileler birbirilerine katılarak aynı makama yükseltilirler; çünkü Allah için kardeş edinmek de, dünyaya evlat getirmek gibi bir ameldir. Allahu Teala bu konuda şöyle buyurmuştur:

“İman edenler ve züriyyetlerinden iman ederek kendilerine tabi olanlar var ya, onların züriyyetlerini kendilerine katarız; biz onların amelinden de hiçbir şey eksiltmeyiz.”[8]

Allahu Teala kıyamet günü kendisine fayda verecek samimi bir arkadaşı olmayan kimsenin şöyle diyeceğini haber vermiştir:

“Bizim için şefaat edecek kimseler ve derdimize düşecek hiçbir samimi dost yoktur.”[9]

Ayetin Arapça’sında geçen “hamîm” ifadesi, biraz değişiklik ile ihtimam manasına gelmektedir. Yani, benim derdime düşecek kimse yok demektir. Bu şunu gösterir: Samimi arkadaş o gün senin derdine düşer; çünkü ihtimam ve ilgi, gerçek sadakatin sonucudur. Bu konuda Hz. Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Mümin, Allah için sevdiği din kardeşleri ile çoktur.”[10]

Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: “Bir kimseye İslam’dan sonra, salih bir din kardeşinden daha hayırlı bir şey verilmemiştir.”

Yine o (r.a) şöyle demiştir: “Sizden birisi kardeşinden sıcak bir sevgi gördüğü zaman, ona sımsıkı yapışsın; çünkü böyle kimselere az rastlanır.”

Hikmet ehlinden birisi bu manada nazım hâlinde şöyle demiştir:

“Nefis ele geçiremez asla arasa da dünyanın her yanını;

Emin sadık bir dostun sevgisinden daha tatlısını.



Kim kaybederse salih bir dostunun yakınlığını;

Kesmiş olur kendine hayat veren can damarını.



İkinci mısra yerine şu söz de rivayet edilmiştir:

“İşte bu, gerçek bir aldanış ve zarardır.”



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Âl-i İmran 3/102-103.

[2] Şûra 42/26.

[3] Tabarani, el-Evsat, No: 835; İbnu Eb’id-Dünya, es-Samtü ve Âdâbi’l-Lisan, No: 255; Heysemi, ez-Zevaid, VIII, 21; el-Muttaki, Kenz, No: 5215.

[4] Ahmed, Müsned, V, 335; Hakim, Müstedrek, I, 23; Beyhaki, Şuabu’l-İman, No: 8119-8121; İbnu Asakir, Tarihu Dımeşk, V, 432. (Beyrut, 1995)

[5] İlk kısmı biraz değişik olarak Bkz: Ebu Davud, Harac, 4; Zebidi, İthafu’s-Sâde, VII, 13.

[6] Zebidi, İthaf, VII, 13-14; Sülemi, Âdabu’s-Sohbe, 61. (Mecmuatu Âsâri Ebu Abdurrahman es-Sülemî içinde, shf: 101); el-Muttaki, Kenz, No: 765. Selman-ı Farisî’ye ait bir söz olarak bkz: İbnu Asakir, Tarih, XXI, 44. Beyrut, 1995.

[7] Zebidi, İthaf, VII, 14. (Aynı konuda benzer bir hadisi İbnu Ebi’d-Dünya, Kitabu’l-İhvan’da rivayet etmiştir.). Bu hadisi destekleyen aynı konuda bir hadis için bkz: Buhari, Edebü’l-Müfred, No: 454.

[8] Tûr 52/21.

[9] Şuara 26/100-101.

[10] Bkz: Hatib, Tarih, VII, 57; Deylemi, Müsned, 6225, Ali El-Muttaki, Kenzu’l-Ummal, IX, 4; Suyuti, es-Sağîr, No: 9189; Elbani, Daife, No: 1895


KOLAY VE GÜZEL GEÇİMİN YOLU



Hz. Davud (a.s) ile ilgili haberlerde rivayet edildiğine göre o, Allahu Teala’ya: “Ya Rabbi! Benim durumum nasıl olur; bütün insanlar beni severse, benimle senin arandaki durumu en güzel şekilde nasıl korurum?” diye sordu. Allahu Teala kendisine şöyle vahyetti:

“İnsanlara ahlaklarına göre davran; benimle senin arandaki hukuku da güzel yap.” Bazı rivayetlerde şöyle buyrulmuştur:

“Dünya ehline, onların durumuna göre davran; ahiret ehline karşı da ahiret ehlinin ahlakıyla muamele et.”

Şa’bi, Sa’sa’ b. Savcân’dan naklettiğine göre; o kardeşinin oğlu Zeyd’e şöyle demiştir:

“Ben babana senden daha sevimli idim. Sen de bana oğlumdan daha sevimlisin. Sana iki şey tavsiye edeceğim; onları iyi muhafaza et: Müminlere karşı ihlaslı ve samimi davran; günahkarlara da onların yaptıklarının tersi (güzel ahlak) ile muamele et. Hiç şüphesiz, günahkar kimse, senin güzel davranışına razı olur. Müminlere karşı samimi davranman ise senin üzerine bir haktır.”

Ondan önce Sahabeden Ebu’d-Derda (r.a) ise söyle demiştir: “Biz bazı insanların yüzüne karşı zahiren güleriz; hâlbuki kalbimiz ona lanet eder.”

Bunun manası, karşı tarafı idare etmektir. Bu şekilde ondan gelecek kötülük ve eziyetler defedilir.

“Sen kötülüğü en güzel şekilde sav.”[1] Ayetinin tefsirinde: en güzel muamelenin selam olduğu söylenmiştir.[2]

Ayetin devamı şöyledir:

“Böyle yaparsan bir de bakarsın ki seninle aranda düşmanlık bulunan kimse senin yakın, candan bir dostun oluvermiş.”

Abdullah b. Abbas (r.a): “Onlar kötülüğü iyilikle savarlar.”[3] ayetinin tefsirinde şöyle demiştir: “Onlar, kötü söz ve eziyet türü işleri selam ve idare gibi güzel ahlakla savarlar.”

İyiliklerin en faziletlisi, insanın aynı mecliste bulunduğu kimselere ikram etmesidir. Şu ayette buna bir işaret vardır: “Eğer Allah, insanların bir kısmının kötülüğünü diğerleri ile savmasaydı, yeryüzü fesada giderdi.”[4] Denilmiştir ki: “İnsanlar arasındaki rağbet, korku, utanma ve idare etme ahlakı ile nice kötülükler ortadan kalkar.”

Yukarıda geçen: “Müminlere karşı samimi ol, günahkarlara karşı ise, onun yaptıklarının aksine güzel davran” sözü de bu manadadır.

Hâlis ve samimi olmak kalp ile olur ve Yüce Allah için sevilip kardeş diye kabul edilen kimselere uygulanır. Asıl durumu kötü insana farklı davranmak ise, alış veriş gibi dünya işlerinde ve karşılaşıldığı zamanlarda olur. Bu söylediğimizi açıklar manada şu söz nakledilmiştir:

“İnsanlarla beraber olduğunda zahiren onlar gibi davran, fakat kalbinle onlardan uzak dur.”

Hz. Ali’nin (r.a) torunlarından Muhammed b. Hanefiyye (rah), şöyle demiştir: “Görüşmek zorunda olduğu kimselerle iyi geçinmeyen kimse hikmet ehli olamaz. Bu, Yüce Allah’ın kendisi için bir çıkış ve kurtuluş yolu yaratana kadar devam etmelidir. Muttaki/güzel ahlaklı olmayan kimselerle yapılan muameleler ve konuşmalar, zaruri bir hâlden kaynaklanmalıdır. Güzel ahlaklı kimselerle beraberlik ve dostluk ise, iradeyle yapılan güzel bir tercihin sonucu olmalıdır.”

Allahu Teala’nın Hz. Musa’ya (a.s) vahyettiği haberlerin birisinde şöyle denmiştir: “Eğer bana itaat edersen, müminlerden pek çok kardeşin olur.”

Bunun manası şudur: İnsanlara iyilikte bulunursan, onlara karşı şefkatli davranırsan, kalbini temiz tutup kimseye haset etmezsen, seni seven kardeşin çoğalır.





--------------------------------------------------------------------------------

[1] Fussilet 41/24.

[2] Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensûr, VII, 327.

[3] Ra’d 13/22.

[4] Bakara 2/251.


ALLAH[cc] İÇİN SEVMENİN FAZİLETİ



Kim Yüce Allah[cc] için kardeş edinmenin faziletini ve Allah[cc] için sevmenin derecesini yakinen bilirse, kardeşine sabreder, ona teşekkür eder, kendisine karşı yumuşak davranır, eziyetlerine tahammül gösterir. Bütün bunları, bu vesile ile beklediği şeyleri ele geçirmek ve aradığına ulaşmak için yapar; çünkü kulun, başladığı bir ameli tamamlamak ve amelin şükrünü yerine getirmek için sabra ihtiyaç vardır. Nimetin devamı için bu lazımdır. Kıymetli şeylerin peşine düşen kimse, fikrini ona göre hazır eder. Kim bir şeye rağbet ederse, sevdiği şeyleri o yolda feda eder. Allahu Teala sevdiği kimseleri, sevdiği şeylerde muvaffak eder.

İbnu Mesud (r.a), Hz. Resûlullah’ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

“Allahu Teala için birbirini sevenler, cennette kırmızı yakuttan yapılmış yüksek binalarda bulunurlar. Her binada yetmiş bin oda bulunur. Oradan cennet ehline bakarlar. Güneşin dünyadakileri aydınlattığı gibi; onların güzelliği de cennet ehlini aydınlatır. Üzerlerinde yeşil atlastan yapılmış elbiseler vardır. Alınlarında:

“Bunlar, Allahu Teala için birbirini sevenlerdir.” ibaresi yazılıdır.”[1]

Muaz b. Cebel’den (r.a) rivayet ettiğimiz hadis de bu konudadır. Ebu İdris Havlâni (rah), Muaz b. Cebel’e (r.a):

-Ben seni Allah için seviyorum, dediğinde, Hz. Muaz, ona şöyle demiştir:

-Müjde sana, müjde! Ben Hz. Resûlullah’ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu işittim:

“Kıyamet günü bir takım insanlar için Arş’ın etrafında kürsüler/tahtlar kurulur. Yüzleri ayın ondördü gibi parlar. O günde insanlar endişe içindedirler, onlar ise hiçbir şeyden çekinmezler; insanlar koru içindedirler; onlar korkmazlar. Onlar, Yüce Allah’ın kendilerine hiçbir korku ve üzülme olmayan dostlarıdır.” Efendimiz’e (s.a.v):

-Onlar kimlerdir?, diye sorulduğunda; şu cevabı verdi:

-Onlar Yüce Allah için birbirini sevenlerdir.”[2]

Ebu Hureyre’nin (r.a) rivayet ettiği hadiste ise, Hz. Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Arşın etrafında nurdan yapılmış bir takım minberler/yüksek tahtlar vardır. Üzerinde bir takım insanlar bulunur; onların giysileri nurdur, yüzleri de nur gibi parlamaktadır. Onlar peygamber ve şehid değillerdir; fakat peygamber ve şehidler kendilerine gıbta/hayranlık ile bakarlar.” Ashab:

-Ey Allah’ın Resûlü, onların kimler olduğunu bize açıklayın” dediler; Hz. Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

-Onlar Yüce Allah için birbirini seven, meclis kurup sohbet eden ve birbirilerini ziyaret eden kimselerdir.”[3]

Ubade b. Sabit (r.a) yoluyla gelen hadiste ise şöyle buyurulmuştur: “Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: “Benim için birbirini seven, birbirini ziyaret eden, birbirine infak ve ihsanda bulunan kimselere muhabbetim hak oldu.”[4]

İbnu Mesud (r.a), Allahu Teala’nın: “Eğer sen yeryüzünde olan her şeyi infak etseydin, onların kalplerini birleştiremezdin; fakat Allah onların arasını birleştirip kaynaştırdı.”[5] Ayeti hakkında:

“Bu ayet Allah için birbirini seven kimseler hakkında indirildi.” Demiştir.[6]

Ebu Bişr, Mücahid’in şöyle dediğini nakletmiştir: “Allahu Teala için birbirini sevenler karşılaşıp karşılıklı tebessüm ettiklerinde, kuru ağaçların kış günü yapraklarının döküldüğü gibi, onların da günahları dökülür.”

Hz. Resûlullah’ın (s.a.v) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir;

“Yedi sınıf insan vardır ki; Allahu Teala , kendi gölgesinden başka hiç bir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde onları Arşının gölgesinde gölgelendirir. Onlardan birisi de Yüce Allah için birbirini seven, bu sevgi üzerinde birleşen ve ayrılan iki kimsedir.”[7]

Fudayl b. Iyaz ve diğerleri demişlerdir ki: “Bir kardeşin, diğer kardeşinin yüzüne sevgi ve merhametle bakması ibadettir


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensur, IV, 473; el-Muttaki, Kenzu’l-Ummal, IX, 16; Zebidi, İthaf, VII, 22.

[2] Ebu Davud, Büyu’, 76; İbnu Hıbban, Sahih, No: 577; Heysemi, ez-Zevaid, X, 278-279.

[3] Ebu Davud,Büyu’, 46; Hakim Tirmizi, Nevadiru’l-Usûl, II, 326; Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensur, IV, 372; Şevkani, Fethu’l-Kadir, II, 458.

[4] Ebu Dvud, Edeb, 50; Tirmizi, Kıyame, 56; Ahmed, Müsned, VI, 44; Hakim, Müstedrek, IV, 169-170.

[5] Enfal 8/63.

[6] İbnu Cerir et-Taberi, Câmiu’l-Beyan, İlgili ayetin tefsiri; Hakim, Müstedrek, II, 329; Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensur, IV, 100.

[7] Buhari, Zekat, 16; Müslim, Zekat, 91; Tirmizi, Zühd, 53; Nesai, Kada, 2; Darimi, Büyu’, 50; Ahmed, Müsned, I, 73; II, 439


KARDEŞLİKTE İHLAS



Allahu Teala için kardeşliğin gerçeklemesi için insan, kardeşine karşı sevgisinde samimi olmalıdır. Bunu gıyabında ve yanında korumalıdır. Kalbi ile dili aynı olmalıdır. Halkın içinde ve yalnız iken, ona karşı içi ile dışı aynı bulunmalıdır. Eğer bu hâllerde, kardeşine karşı sevgisinde bir farklılık yoksa, işte bu, kardeşlikteki ihlastır. Eğer sevgi ve davranışlarında bir farklılık oluyorsa, o kimsede bir yağcılık ve sevgisinde parçalanma mevcuttur. Bu, dinde bir bozukluk ve gerçek müminlerin yolunda bir noksanlıktır. Bu şekilde imanın hakikati elde edilemez.

Ebu Rezzîn el-Ukaylî (r.a), Hz. Peygamber’e (s.a.v) bazı sorular sordu; Efendimiz (s.a.v) kendisine cevaplar verdi ve mümin olarak yapması gereken bazı şartları zikretti. Bunlardan birisi de şudur:

“Mümin olman için gereken şartlardan birisi de nesebinden olmayan bir kimseyi ancak Yüce Allah için sevmendir.”[1]

Allah için sevmenin bir şartı da, bu sevginin, gözeteceği bir akrabalık veya artırmak istediği bir dünya nimeti için olmamasıdır. Bu konuda Hz. Peygamber’in (s.a.v) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Allah için sevdiği bir kardeşini ziyarete giden kimsenin yoluna Allah bir bekçi koyar. Melek adama:

-Nereye gidiyorsun? diye sorar. Adam:

-Şu köyde (beldede) bir (din) kardeşim var, onu ziyarete gidiyorum, der. Melek:

-O senin bir yakının olduğu için mi gidiyorsun? der. Adam:

-Hayır, der. Melek:

-Onun sana maddi bir iyiliği dokundu da teşekküre mi gidiyorsun? der. Adam:

-Hayır, ben onu sırf Allah rızâsı için seviyorum (ve bunun için ziyarete gidiyorum), der. Melek:

-Ben Allahu Teala'nın sana gönderdiği bir elçisiyim. Sana, senin o adamı sevdiğin gibi Allah'ın da seni sevdiğini haber vermeye geldim, der."[2]

Hz. Ömer ve oğlu Abdullah’ın (r.anhüma) şöyle dedikleri rivayet edilmektedir: “Bir adam gündüzleri devamlı oruç tutsa, gecelerini sürekli ibadetle geçirse, fakat Yüce Allah için sevip Allah için kızmasa, bu yaptıkları ona hiç bir fayda sağlamaz.”

Bize rivayet edilen bir hadiste, Hz. Resûlullah (s.a.v), Ashabına:

-İmanın en kuvvetli bağı hangisidir? diye sordu; Ashab:

-Namazdır, dediler. Hz. Resûlullah (s.a.v):

-Namaz güzeldir, fakat o değil, buyurdular. Ashab:

-Hac ve cihattır, dediler; Hz. Resûlullah (s.a.v):

-Güzel, fakat onlar değil, buyurdular. Ashab:

-Ey Allah’ın Resûlü, bize siz söyleyin, dediklerinde; Hz. Resûlullah (s.a.v):

-İmanın en kuvvetli bağı, Allahu Teala için sevmek ve O’nun için kızmaktır, buyurdu.[3]





--------------------------------------------------------------------------------

[1] Ahmed, Müsned, IV, 11-12; Heysemi, ez-Zevaid, I, 53. Ayrıca Ebu Rezzin’e yapılan bazı tavsiyeler için bkz: Ebu Nuaym, Hilye, I, 449; Beyhaki, Şuabu’l-İman, No: 9024.

[2]Müslim, Birr, 12; Ahmed, Müsned, II, 292. Bu konudaki değişik bir rivayet için bkz: Tirmizî, Birr, 64; İbnu Mace, Cenaiz, 2.

[3] Bkz: Ebu Davud, Sünnet, 3; Ahmed, Müsned, IV, 286, V, 146; Tabarani, el-Kebir, No: 11537; Beyhaki, Şuabu’l-İman, No: 13; Heysemi, ez-Zevaid, I, 88-89.


KARDEŞİNİ UYARMAK



Rivayet olunduğuna göre; Hz. Ömer’in (r.a) Allah için kardeş olduğu birisi Şam’a gitmişti. Hz. Ömer (r.a), Şam’dan Medine’ye gelen bir zata:

-Kardeşim ne yapıyor? diye durumunu sordu. O da:

-O, şeytana kardeş oldu! dedi. Hz. Ömer (r.a):

-Sus! deyince adam:

-O büyük günahlara daldı, hatta içkiye bile düştü! dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer:

-Medine’den dönerken bana haber ver. dedi. Adam dönerken kendisine uğradı. O da kardeşine şu şekilde bir mektup yazdı:

“Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla. Hâ-mim. Bu kitabın indirilişi Aziz ve Alîm olan Allah’tandır. O günahları bağışlayan, tövbeleri kabul eden, bununla birlikte azabı da şiddetli olan, ihsanı bol bir Allah’dır. Ondan başka ilah yoktur. Dönüş ancak O’nadır.”[1] ayetlerini yazdıktan sonra, bu hususta kendisini uyarıp kınadı. Şam’daki kardeşi mektubu okuyunca ağladı ve:

“Allahu Teala doğru söylemiştir; Ömer de bana nasihat etti.” dedi ve tövbe ederek günahlardan vazgeçti.”



İMANIN TADI: ALLAH İÇİN SEVMEK

Allahu Teala için sevmenin en büyük fazileti, onun imanın alameti yapılması ve sevginin Yüce Allah’ın ve Hz. Resûlullah’ın (s.a.v) sevgisiyle birlikte zikredilmesidir. Bu konudaki bir haberde şöyle buyurulmuştur:

“Bir kul, kendisine Allah ve Resûlü, her şeyden daha sevimli olmadıkça, (gerçek manada) iman etmiş olmaz.”[2]

Buna benzer diğer bir hadiste şöyle buyrulmuştur: “Bir kul sevdiği kimseyi ancak Yüce Allah için sevmedikçe imanın tadını tadamaz.”[3]

Allah için sevmenin gereklerinden bazıları da, az yukarıda zikrettiğimiz gibi; birbirini ziyaret etmek, birbirine bolca infak ve ihsanda bulunmak, birbirinin durumunu gözetmektir. Bu durum, Ubade b. Sabit’in (r.a), rivayet ettiği hadiste geçmişti.

Musa b. Ukbe demiştir ki: “Ben Allah için sevdiğim kardeşlerimden birisiyle bazen karşılaşırdım; onunla buluşmamım bereketine (manen uyanır) günlerce aklım başımda ibadetlerimi yapardım.”

Cafer b. Süleyman demiştir ki: “Ben kendimde bir gaflet ve gevşeklik gördüğümde salihlerden Muhammed b. Vâsi’in ziyaretine gider yüzüne nazar ederdim; ondan elde ettiğim feyiz ve bereket ile bir hafta neşe içinde amel ederdim.”

Muhammed b. Vâsi’ derdi ki: “Dünyada şu üç şeyden başka tatlı bir şey kalmadı: Cemaatle namaz, gece kılınan teheccüd namazı ve Allah için sevilen kardeşlerle buluşma.”

Alimlerden birisi demiştir ki: “Allah için sevilen kardeşlerle buluşmak, kalpten sıkıntıları söker atar ve üzüntüleri giderir.”

Hasan-ı Basri ve Ebu Kilâbe şöyle demişlerdir: “Allah için sevdiğimiz kardeşlerimiz bize aile ve evlatlarımızdan daha sevimlidir; çünkü, ailemiz bize hep dünyayı hatırlatır, kardeşlerimiz ise ahireti hatırlatır.”

Yine bu iki zattan birisi demiştir ki: “Çünkü aile ve çocuklar dünyadan sayılır; Yüce Allah için sevdiğimiz kardeşlerimiz ise, ahiret saadetine sebeptirler.”

Süfyan b. Uyeyne’ye: “Hangi şeyler daha tatlıdır?” diye sorulduğunda: “Allah için sevilen kardeşlerle bir mecliste beraber olmak ve yeterli rızka kanaat etmek.” demiştir.

Bir hadiste şöyle buyrulmuştur: “Bir kimse, sadece Allah rızası için sevdiği bir din kardeşini ziyaret ettiğinde, onun arkasından bir melek şöyle seslenir: “Çok hoş bir iş yaptın; cennet de senin için güzel bir hediye oldu.”[4]

Hasan-ı Basri (rah) demiştir ki: “Kim Allah için sevdiği bir kardeşinin cenazesinde bulunup kabre kadar arkasında yürürse, Allahu Tela Kıyamet günü Arşının altından bir çok melek gönderir, onu cennete kadar götürürler.”





--------------------------------------------------------------------------------

[1] Mü’min 40/1-3.

[2] Aynı konuda, biraz farklı lafızlarla bkz: Buhari, İman, 9, 14; Müslim, İman, 67-68; Tirmizi, İman, 10; Nesai, İman, 3.

[3] Ahmed, Müsned, II, 298; Hakim, Müstedrek, I, 4; Beyhaki, Şuabu’l-İman, No: 1377; Tabarani, el-Kebir, No: 8019; Heysemi, ez-Zevaid, I, 55.

[4] Buhari, Edebü’l-Müfred, No: 346; Tirmizi, Birr, 64; İbnu Mace, Cenaiz, 2; İbnu Hıbban, Sahih, No: 2961; Ahmed, Müsned, II, 326, 344; Beğavi, Mesabihu’-s-Sünne, No: 3899


http://irsadforum.net/forum/tasavvuf-(sems-i-islam)/allah(cc)icin-sevgi(36-bagimsiz-konu)/
 

quasimodo

Profesör
Katılım
20 Aralık 2008
Mesajlar
1,929
Reaksiyon puanı
57
Puanları
0
ALLAH İÇİN SEVMENİN ŞARTLARI




Bir muhabbetin Yüce Allah için olmasının ilk şartı, onun ilahi muhabbete ters bir şey için olmamasıdır. Buna göre, iki kimse arasındaki muhabbet, bir kötülüğü yapmak için olmamalıdır. Yine bu muhabbet bir dünya menfaati elde etmek, kötü arzularına ulaşmak, dünya hâlini güzelleştirmek, bir takım işlerini görmek için yapılmamalıdır. Ayrıca bu sevgi, kendisine yapılan bir iyilik veya karşılık vermek zorunda olduğu bir ihsan sebebiyle olmamalıdır; çünkü bunlar, insanı Yüce Allah’a ve ahiret saadetine götüren yollar değildir. Onlar, dünya malı elde etmek ve nefsin arzularına ulaşmak için kullanılan sebeplerdir. Sevgi, bu tür düşünce ve niyetlerden temiz olduğu zaman, Yüce Allah için sevmenin ilk adımı atılmış olur.

İnsan, sevdiği kimseyi onda bulunan güzel ahlak ve sıfatlarından dolayı sevse, bu onu Allah için sevme durumundan çıkarmaz ve bu Yüce Allah için kardeş edinmeyi zedelemez; çünkü bu sıfatlar, onda bulunan ikinci özelliklerdir. Mesela bir kimseyi güzel ahlakı, üstün edebi, hilminin/yumuşaklığının güzelliği, aklının kemali/olgunluğu, insanlara tahammül edişi ve geniş sabrı için sevmesi böyledir. Yine bir kimseyi kendisiyle bulduğu ünsiyet/yakınlık ve huzurdan dolayı yahut Allahu Teala’nın aralarına koyduğu ülfet/muhabbet sebebiyle sevmesi de Allah için sevmeyi zedelemez.

Bir kimseyi dinini zedeleyecek ve müminlerin yoluna ters düşecek şekilde sevmek; ona ait olmayan ve ondan kaynaklanmayan nimetlerden dolayı ona muhabbet etmek mümini, sevdiğini Yüce Allah için sevme sıfatından çıkarır.

Mesela, kendisine verilen nimet ve ihsanlarda, gördüğü iyiliklerde, nimeti vereni sevmek böyledir. Bu sevgi, kalbi nimete vasıta yapılan kimseden uzaklaştırmaz; çünkü, insan bu fıtrat üzere yaratılmıştır/kendisine iyilik edene muhabbet eder; kendisine kötülük edene de kızar. Bu sebeplerden dolayı, kendisine iyilik edene muhabbet besleyen kimse bununla günaha girmiş olmaz. Tıpkı kendisine bir kötülük edene kızan kimsenin günaha girmediği gibi. Yeter ki bu kızgınlık ona haddini aşırmasın, zulüm yaptırmasın. Bu tür sevgiler, nefsin tabii sevgileridir.

İnsan ancak Yüce Allah için sahip olduğu kalp sevgisiyle ve mübah dairede Allah için kızmasıyla faziletli ele geçirir/şerefli bir iş yapmış olur; çünkü muhabbet devamlı değişir ve yerinde kalmaz. Bir menfaat ve karşılığa bağlı bütün muhabbetler, o şey yok olunca söner gider.

Hâlbuki gerçek manada Yüce Allah için sevme ve kızma hâli, insanın fıtratındaki dünya menfaatine olan şeyi sevme özelliğinden ve nefiste bulunan kendisine zarar verene kızma tabiatından dolayı değişip durmaz.



KİMSEYE HASED ETMEMEK

Gerçek manada Yüce Allah için sevmenin bir alameti de, insanın, kendi nefsine haset etmediği gibi; sevdiği kimseye de ne din ne de dünya için hiçbir konuda haset etmemesidir. Ayrıca, kardeşinin ihtiyacı olduğu zaman, din ve dünya konusunda onu kendisine tercih etmelidir. Yüce Allah için muhabbette şart koşulan bu iki durumu, Allahu Teala şu ayetinde zikretmiştir:

“Onlar/Ensar, hicret edip yurtlarına gelen kimseleri severler.”

Allahu Teala ayetin peşinden onların gerçek muhabbetini överek şöyle tanıttı:

“Onlar, muhacir kardeşlerine verdikleri şeyden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymazlar.”

Yani din ve dünya olarak onlara ne verseler gönül hoşluğu ile verirler. Ayette geçen “hâcet” kelimesi, burada haset manasındadır. Yani, içlerinde onlara karşı hiçbir haset bulundurmazlar. Sonra Yüce Allah, gerçek sevginin ikinci şartını şöyle açıkladı:

“Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile, onları nefislerine tercih ederler.”[1]

İşte bu ayet, bu konuda son sözü söylemekte, birbirini sevenlerin sıfatlarını özetle ifade etmektedir. Buna göre, insan Allah için sevdiği kimseyi nefsine tercih etmeli, özellikle malına ihtiyacı olduğu zaman onu öne almalıdır. Bu, sıddıkların makamıdır. Eğer bu makamda değilse, o zaman kardeşiyle malını paylaşabilmelidir. Bu da sadıkların makamıdır. Bu makam, Allah için kardeşlikte daha düşük bir makamdır. O, müminlerin ahlakıdır.

Hz. Peygamber (s.a.v), Ensar ile Muhacir’leri kardeş yaparken, zengin malını fakirle paylaşsın ve aralarında denge sağlansın diye bir zengine bir fakiri kardeş yapıyordu.

Allah için sevilen kardeşi, kendi aile ve çocuklarından öne almalı ve onu aile efradından daha çok sevmelidir; çünkü onları sevmek, genelde dünya için olup; nefis ve hevadan/boş arzulardan ileri gelmektedir. Yüce Allah için din kardeşlerini sevmek ise, ahiret amellerindendir ve bu iş din için olmaktadır. Muttakiler yanında din ve ahiret işleri önde gelir.

Hasan-ı Basrî’nin oğlu Abdullah; babasının sevdiği kimseler onun yanında çok süre kalıyor ve kendisini çok meşgul ediyorlar diye, yanına geldiklerinde onları: “Hazreti usandırmayın.” diyerek geri çeviriyordu. Hasan-ı Basri bunu öğrenince, oğluna şöyle demiştir:

“Ey Ahmak! Bırak onları. Onlar bana sizden daha sevimlidir. Bunlar beni Yüce Allah’ın rızası için seviyor ve yanıma geliyorlar; siz ise beni dünya için istiyorsunuz.”

Ebu Muaviye el-Esved demiştir ki: “Bütün kardeşlerim benden daha hayırlıdır.” Kendisine: “Bu nasıl olur?” diye sorulunca; şöyle demiştir: “Onların her biri beni kendisinden faziletli görüyor. Kim beni kendisinden faziletli görüyorsa, o benden daha hayırlıdır.”

Hz. Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Kişi, arkadaşının dini/gidişat ve yaşantısı üzere hareket eder.”[2]

Senin kendisinde gördüğün hayır ve fazileti sende görmeyen kimsenin arkadaşlığında hayır yoktur.

A’meş derdi ki: “Bir kimse bizden içindeki bid’at düşüncesini gizleyebilir, fakat bize karşı ülfetini/sevgisini gizleyemez.” Yani o, kendileriyle muhabbet ettiği kardeşlerine bakar; onlardaki muhabbete ulaşır.

Esmaî, Mücahid ve Şa’bî yoluyla gelen bir rivayette, Hz. Ali (r.a), kötü arkadaştan sakındırdığı bir adama nazım hâlinde şöyle demiştir:

Dikkat et; aman cahille arkadaş olma;

Yanaşma ona, kendine de yanaştırma.



Nice cahil vardır ki, bir iyiye dost olsa;

Düşürür baş aşağı, hayır bırakmaz onda.



Herkes yol arkadaşıyla ölçülür elbet;

Birisinde olanlar, diğerine edilir nispet.



Bu dünyada her bir şey, emsaliyle tanınır;

Çünkü benzer fıtratlar, birbiriyle kaynaşır.



Kalpten kalbe yol vardır, onu tanıyan bilir;

Yan yana gelince dostlar, yakayı ele verir.



Muhammed b. Câmi’ el-Fakih, şiir hâlinde şöyle demiştir:

Tevazu göster o kimseye ki, seni görünce;

Yaptığına fazilet der, seni görmez delice.



Hep kendini yükseltip dostlarını küçülten,

Kimselere yanaşma; eğer şeref istersen.



Bize ediplerden birisine ait şu şiir okundu:



Nice arkadaş var ki, sonradan hukuk kurdum;

Önceki dostlarımın hepsinden hayırlı buldum.



Bir dost var ki onunla yolda arkadaş oldum;

Öyle mert birisi ki, oldu en samimi dostum.

Bize rivayet edilen bir haberde, Hz. Ali’nin (r.a) oğlu Hz. Hasan (r.a), gerçek bir arkadaşın sıfatları hakkında çok öz olarak şunları söylemiştir:

Gerçek dost o kimsedir ki, seninle olduğunda;

Senin menfaatin için nefsini eder feda.

Başına bela gelip düzenin bozulduğunda;

Seni toplamak için her şeyini kor ortaya.





--------------------------------------------------------------------------------

[1] Haşr 59/9.

[2] Ebu Davud, Edeb, 16; Tirmizi, Zühd, 45; Ahmed, Müsned, II, 303; Hakim, Müstedrek, IV, 171; Kudai, Müsned, No: 187; Beyhaki, Şuabu’l-İman, No: 9436.

KARDEŞİNİ UYARMA USÛLÜ
KARDEŞİNİ UYARMA USÛLÜ


Kardeşinde gördüğü bir kusuru, özel olarak gizlice söylemeli, onu halkın içinde ayıplamamalı, hiç kimseye onun kusurundan bahsetmemelidir.

Denilmiştir ki: “Müminlerin nasihatleri kulaklarında olur; yani nasihati gizlice kulağa yapar.”

Cafer b. Berkân demiştir ki: Meymun b. Mihran bana şöyle söyledi: “Benim sevmediğim, hoş olmayan işlerimi yüzüme karşı söyle. Bir kimse arkadaşının hoş olmayan hâllerini yüzüne karşı söylemedikçe, ona samimi davranmış olmaz.”

Eğer kendisine nasihat edilen kimse hâlinde sadık ve samimi ise, nasihatinden dolayı arkadaşını sever. Eğer onu sevmez ve yaptığı nasihatten hoşlanmaz ise, bu onun hâlinde yalancı olduğunu gösterir. Allahu Teala, yalancıların sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur:

“Fakat sizler nasihat edenleri sevmiyorsunuz.”[1]

Salihlerden birisi demiştir ki: “İnsanların bana en sevimli olanları, bana kusurlarımı gösterenlerdir.”

Hz. Ömer (r.a) de böyle söyler, arkadaşlarına kendisine kusurlarını söylemelerini emreder ve şöyle derdi: “Arkadaşına kusurlarını söyleyen kimseye Allah rahmet etsin.”

Fakat Mus’ır b. Kuddâm’a: “Sana kusurlarını söyleyen kimseyi sever misin?” diye sorulduğunda şöyle demiştir: “Bana kusurlarımı gizlice söylerse, ne güzel; eğer halkın içinde beni ayıplarsa, onu sevmem.”

Bu konuda selefin/önceki büyüklerin ahlakı şöyle idi: Onlardan birisi, kardeşinde hoşlanmadığı bir hâl görünce, onu gizlice kendisine söylerdi yahut bu kusuru bir yazı ile kendisine bildirirdi. Gerçekten bu davranış, nasihat ile rezil etme arasındaki farkı göstermektedir. Gizilice yapılan uyarılar nasihattir; açıktan yapılan uyarılar ise, karşı tarafı halkın içinde rezil etmektir. Bu durumda niyetin Allah için olması çok zordur; çünkü onda birisini rezil etmek vardır.

Uyarı ile kınama arasında da fark vardır. Uyarı, gizli bir hâlde olur; kınama ise ancak halk içinde olur. Bunun için Allahu Teala, Kıyamet günü müminlerden birisini özel himayesine alıp üzerine perde çekerek uyaracak ve ona dünyadaki hatalarını gizlice söyleyip yaptıklarını hatırlatacaktır.[2]

Bazı müminlerin amel defteri, kendisine cennette kadar refakat eden meleklere mühürlü olarak verilir; cennete girmeye yaklaştıklarında melekler ellerindeki amel defterlerini mühürlü olarak müminlere geri verirler, onlar da açıp içindekileri okurlar.

Kıyamet günü kınanan kimselere gelince, onlar, halkın önüne çağrılırlar, bütün amelleri ortaya konur; mahşerde toplanan herkes onların rezilliklerini açıkça görürler; bu durum onların azabını artırır.

İnsanları idare etmekle onlara yağcılık yapmak arasında da fark vardır. İdare, Yüce Allah’ın rızasını ve ahiret sevabını isteyerek, dinini korumak için yaptığın bir davranıştır. Bununla, kardeşinin günahtan korunmasını ve kalbinin Allah için kötülüklerden temiz kalmasını da istemiş olabilirsin. Yağcılık ise, bir dünya menfaati elde etmek ve nefsinin kötü arzusunu yerine getirmek için girdiğin yapmacık davranışlardır.

Aynı şekilde gıbta ile haset arasında da fark vardır.

Gıbta, kardeşinde gördüğün güzel bir şeyin sende de olmasını istemendir. Fakat ondaki şeyin yok olmasını istemeyip bilakis sahip olduğu güzel hâlin kalmasını ve daha mükemmel olmasını istersin.

Haset ise, kardeşinde gördüğün güzel şeyin sende olmasını istemen, nimetin ondan gitmesine sevinmen ve elinde kalmasından hoşlanmamandır. Bu, kötü bir düşüncedir. Eğer söz ve fiil ile ondaki nimetin elinden gitmesi için çalışırsan, bu hasetten öte, taşkınlık ve zulüm olur. Bu davranış, büyük günahlardandır.

Feraset ile kötü zan/tahmine dayalı kötü düşünce arasında da bir fark vardır.

Feraset; gördüğün bir delil, ortaya çıkan bir şahid yahut şahidi olduğun bir alamete dayanarak kardeşinin hâli hakkında bir tespitte bulunmandır. Bütün bu delillere bakarak onun gizli yönü hakkında bir bilgi elde edersin. Elde ettiğin bu bilgi ve kanaat eğer kötü ise, ondan bahsetmezsin, onu ortaya koymazsın, ona dayanarak bir hüküm vermezsin ve onun kesin böyle olduğunu düşünmezsin; yoksa günaha girmiş olursun.

Kötü zan ise; kötü ve bozuk düşüncene dayanarak bir insan hakkında hüküm vermendir. Bu hüküm, ona karşı içinde sakladığın bir kine yahut kötü bir niyete veya senin bildiğin içindeki bozuk bir hâle dayanabilir. Sendeki bu bozuk hâllere kıyas ederek, kardeşinin de bozuk olduğunu düşünürsün. Bu, kötü zandır; o, kalbin gıybetidir, bütün bunlar haram kılınmıştır; çünkü hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:

“Allahu Teala, müminin kanını, malını, ırzını/şerefini ve hakkında kötü düşünceye sahip olunmasını haram kıldı.”[3]

Diğer hadiste ise şöyle buyrulmuştur: “Zandan/içinizde oluşan kötü düşünceden sakının; çünkü zan, sözün en yalan olanıdır.”[4]

Yukarıda bahsettiğimiz bu beş şey ve onların zıddı olan durumlar arasında, alimlere göre böyle bir fark vardır; bunları iyi bil.





--------------------------------------------------------------------------------

[1] A’raf 7/79.

[2] Bu durum bir hadiste anlatılmaktadır. Hadis için bkz: Buhari, Edeb, 60; Tefsiru Sure (11), 4; Müslim, Tövbe, 52; İbnu Mace, Mukaddime, 13.

[3] İbnu Mace, Fiten, 2. Aynı konuda, son kısmı hariç bkz: Müslim, Birr, 32; Ahmed, Müsned, III, 491; Tabarani, el-Kebir, XXII, 74; Heysemi, ez-Zevaid, IV, 172.

[4] Buhari, Edeb, 57; Müslim, Birr, 28; Ebu Davud, Edeb, 48; Tirmizi, Birr, 56; Ahmed, Müsned, II, 312.


KARDEŞLERE KARŞI SABIR VE ŞEFKAT



Allahu Teala ayetinde müminlerin birbirilerine karşı sabırlı ve merhametli olduklarını şöyle beyan buyurmuştur:

“Asıl iş birbirine sabrı tavsiye etmek ve merhametli olmayı öğütlemektir.”[1]

Yine Allahu Teala, şu ayette de müminlerin birbirlerine karşı alçak günülü davrandıklarını bildirmektedir:

“Onlar, müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı da çok onurlu davranırlar.”[2]

Diğer ayette bu sıfat şöyle bildirilmiştir:

“Onlar birbirlerine karşı çok merhametlidirler.”[3]

Bütün bu sıfatlar, kardeşine karşı özel ilgi ve alakaya girmektedir. İnsanın arkadaşına karşı gerçekten sadık olduğu ancak böyle ortaya çıkar. Cehennem ehlinin hasretini anlatan: “Artık bizim için yakın/sıcak ilgi gösterecek bir arkadaş yok.”[4] Ayetinde de, dostluğun bu sıfatı ortaya konmuştur. Yani, bize özel ilgi gösterecek, bize kendisi gibi sahip çıkacak kimse yok demektir.

Bir gün Hz. İsa (a.s), yanındakilere:

-Söyleyin bakalım; bir arkadaşınız uyurken rüzgarın onun elbisesini açtığını görseniz ne yapardınız?, diye sordu; onlar da:

-Özerini örter kapatırdık, dediler. Hz. İsa (a.s):

-Hayır, aksine onun avretini açardınız!, dedi. Onlar:

-Sübhanellah! Bunu kim yapar?, dediler; Hz. İsa (a.s):

-Sizden birisi kardeşi hakkında kötü bir söz duyar, ona biraz da kendisi ekler, onu olduğundan daha büyüterek etrafa yayar. İşte bu yaptığınız onun avretini açmaktır, dedi.

Bunun sebebi, içte oluşan haset ve kalbe yerleşen kin ve düşmanlık duygusudur. İnsanın duyduğu kusurlara biraz da kendisinin eklemesi, yahut onun da aynı şekilde kusur peşine düşmesi, içindeki kin duygusunu ortaya çıkarır. Bu sıfat, şu ayette müminlerin Allah’a sığındığı bir sıfattır:

“Rabbimiz! Bizim kalplerimizde mümin kardeşlerimize karşı bir kin ve düşmanlık bırakma!”[5]





--------------------------------------------------------------------------------

[1] Beled 90/17.

[2] Maide 5/54.

[3] Fetih 48/29.

[4] Şuara 26/101,

[5] Haşr 59/10

KARDEŞLERE KARŞI BENCİLLİKTEN SAKINMAK




Ömer b. Abdulaziz (rah) demiştir ki: “Seni ihtiyacı kadar seven kimsenin sevgisinden sakın; çünkü onun ihtiyacı bitince sevgisi de sona erer.”

Selefin/önceki salihlerin ahlakı bütünüyle Allah içindi. Onlardan birisi demiştir ki: “Bizim içimizde yük eşyalarını göstererek: Şu bana ait, şu da senin içindir.” diyerek mal ayırım yapan hiç kimse olmamıştır. Aksine, kimin neye ihtiyacı varsa, onu kimseye danışmadan alır kullanırdı.”

Allahu Teala, şu ayette müminlerin bu sıfatta olduğunu bildirmiştir:

“Onların işi aralarında ortaklaşa görülür ve onlar kendilerine verdiğimiz rızıklardan başkasına infak ederler.”[1]

Ayetteki işten maksat, bütün işleridir. Onların her şeyi, aralarında tek şey gibi görülür ve hâlledilir. Şura’nın bir manası, işleri hepsinin katılımıyla olur, bir ayırım ve özel taksimat yapılmaz demektir. Verdiğimiz rızıklardan infak ederler demek, mallarını karışık kullanırlar, kimse şu benim şu senin ayırımı yapmaz, malda da ortaktırlar, demektir.

Utbe b. Gulam, Allah için kardeş olduğu birsinin evine geldi; ona: “Senin malından dört bin dirheme ihtiyacım var.” Dedi; o da: “İki bini al” dedi. Bunun üzerine Utbe adamdan yüz çevirdi ve ona:

“Sen Yüce Allah’a karşı dünyayı tercih ettin; hem kardeşine böyle söyleyip hem de Yüce Allah için kardeşlik iddiasında bulunmaktan utanmıyor musun?” dedi.

Feth el-Mevsılî, Allah için sevdiği bir kardeşinin evine geldi; kendisi evde yoktu. Ailesine emretti, elbise sandığını çıkarttılar; Hazret sandığın içini açtı ve ihtiyacı olan elbiseyi aldı. O sırada cariye/evin hizmetini gören kadın gidip durumu efendisine haber verdi. Adam el-Mevsılî’nin bu yaptığından o kadar sevindi ki; sevincinden cariyeye: “Eğer doğru söylüyorsan, seni azat ettim, sen Allah için hürsün.” dedi.

Anlatıldığına göre; İbnu Ebi Şübrüme, kardeşlerinden birisinin büyük bir ihtiyacını gördü. Daha sonra bu kardeşi kıymetli bir hediye ile kendisine geldi. İbnu Ebi Şübrüme: “Bu nedir?” diye sordu; adam: “Bana yaptığın iyilik!” dedi. Bunu duyan İbnu Ebi Şübrüme, adama:

“Malını geri al, Allah sana afiyet versin. Eğer sen bir kardeşinden bir ihtiyacını görmesini isteyince o bunu yerine getirmek için kendini zorlamıyorsa, git bir abdest al, dört tekbir getirerek onun üzerine cenaze namazı kıl ve onu ölmüş say!”

Yine bu konuda salihlerden birisi demiştir ki:

“Kardeşinden bir ihtiyacını gidermesini istediğinde, o bunu Allah için yerine getirmezse, kendisine ikinci defa hatırlat; belki unutmuş olabilir. Eğer yine yerine getirmezse, üçüncü defa hatırlat; belki bir özrü sebebiyle ilgilenememiş olabilir. Üçüncüde de ihtiyacını gidermezse, onu ölmüş kabul et; bir tekbir getir ve üzerine: “Ölüleri Allah diriltir.”[2] ayetini oku.

Meymun b. Mihran demiştir ki: “Kim iyilik ve ihsanda kardeşlerinin en faziletli olanı terk etmelerine razı olursa, kabirdekilerle kardeşlik kursun.”

Ebu Hureyre’ye (r.a) bir adam geldi ve: “Ben Yüce Allah için seninle kardeş olmak istiyorum.” dedi. Ebu Hureyre (r.a), adama: “Kardeşliğin hakkının ne olduğunu biliyor musun?” diye sordu; adam: “Bilmiyorum, bana öğretin.” dedi. Ebu Hureyre (r.a): “Sahip olduğun altın ve gümüşünde benden daha fazla hak sahibi olmayacaksın, malın aramızda ortak olacak.” dedi. Adam: “Ben daha bu dereceye gelmedim!” dedi; o zaman Ebu Hureyre (r.a): “Öyleyse benden ayrıl.” dedi.

Allah kendilerinden razı olsun, Hz. Hüseyin’in oğlu Ali (Zeynülâbidin), bir adama: “Sizden birisi kardeşinin cebine veya kesesine elini sokup, ondan izinsiz olarak istediğini alıyor mu?” diye sordu; adam: “Hayır.” dedi. O zaman Ali Zeynülâbidin (rah): “Öyleyse siz, gerçekten kardeş değilsiniz.” dedi.

Hasan-ı Basri’nin yanına bir grup insan girdi; kendisine künyesi ile hitap ederek: “Ey Ebu Said! Namazı kıldınız mı?” diye sordular; Hazret: “Evet.” dedi; gelenler: “Çarşıdaki insanlar henüz kılmadılar.” dediler. O zaman Hasan-ı Basri: “Onlardan kim dinini alıp öğrenir? Duyduğuma göre onlar, kardeşinden gümüşünü esirgiyor; bir ihtiyacı olana malından vermiyormuş!” dedi.

Muhammed b. Nasr anlatır: İbrahim b. Edhem’e bir adam geldi; Beyt-i Makdis’e gitmek istiyordu; ona: “Size yol arkadaşı olmak istiyorum.” dedi. İbrahim b. Edhem: “Bir şartla kabul ederim; senin malını senden daha fazla kullanma hakkına sahip olursam, bana arkadaş olabilirsin! dedi. Adam: “Ben bunu yapamam.” deyince; İbrahim b. Edhem: “Doğru söylemen hoşuma gitti.” dedi.

Musa b. Tarîf demiştir ki: “İbrahim b. Edhem, birisi kendisine yol arkadaşı olunca ona hiç muhâlefet etmezdi. Hem o ancak, her konuda kendisiyle uyum içinde olan kimse ile arkadaş olurdu.”

Bana ulaşan bir habere göre; ayakkabı bağı satan bir adam İbrahim b. Edhem’e yol arkadaşı oldu. Konaklama yerlerinin birisinde İbrahim b. Edhem’e bir çanak içinde tirit/sulu et yemeği hediye edildi. Çanağı geri vermek isteyince, arkadaşının heybesini aldı, ağzını açtı, içinden bir demet bağ aldı, onu çanağın içine koydu ve hediye sahibine verdi. Biraz sonra arkadaşı gelince: “Ayakkabı bağları nerede? diye sordu; İbrahim b. Edhem: “Şu içinde tirit yediğim çanak ne kadar ederdi?” diye sordu; arkadaşı: “İki üç bağ verseydin yeterdi.” dedi. İbrahim b. Edhem de: “Sen geniş davran, bol ihsan et ki, sana da öyle davranılsın.” dedi.”

Yine bana ulaşan bir habere göre; İbrahim b. Edhem, arkadaşının merkebini ondan izin almadan yolda yaya giden birisine verdi. Arkadaşı gelip durumu öğrenince sükut etti; yaptığını yadırgamadı.

Avn b. Abdullah’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: İbnu Mesud (r.a) bana dedi ki: “Bir kimseye seni ne kadar sevdiğini sorma; sen kalbinde onu ne kadar sevdiğine bak; çünkü onun kalbinde de sana karşı aynı sevgi vardır.”

Rabia b. Ebî Abdurrahman şöyle der. “İnsanın ikamet hâlindeki saadeti, devamlı mescitlere gidip gelmek ve Allah için sevilen kardeşlerin çok olmasıdır. Sefer hâlindeki saadeti ise, kardeşlerine yol azığından bolca ikramda bulunmak ve onlara az muhâlefet etmektir.”

Bize Ehl-i Beyt yoluyla rivayet edilen bir hadiste, Hz. Resûlullah (
sav.gif
) şöyle buyurmuştur:

“İkamet hâlinde üç şey insanın saadet sebeplerindendir: Allahu Teala’nın kitabını okumak, (ibadet ve hizmet ile) mescitleri mamur etmek ve Yüce Allah için kardeşler edinmek.”

Yüce Allah için kardeş edinmenin faziletinden dolayı, hadiste bu iş, Allah’ın kitabını okumak ve evlerini/mescitleri mamur etmekle birlikte zikredilmiştir. Mescitlere sıkça gidip gelmek, Allah için kardeşlik kurmaya sebeptir. İbnu Abbas (r.a) ve Hasan b. Ali (r.a) yoluyla gelen bir hadiste şöyle buyrulmuştur:

“Kim mescitlere sıkça gidip gelirse, beş şeyden birisini elde eder: Bunlardan birisi de Allah için istifade edilen kardeştir.”[3]

Ebu Uyeyne, nazım hâlinde şu şiiri okumuştur:

Zamanın bütün musibetlerini gördüm hayatta;

Kardeşten ayrılık hariç, hepsi hafif geldi bana.

Yine o demiştir ki: “Kendileriyle dostluk kurduğum nice insanlar var ki, kendilerinden otuz senedir ayrıyım; fakat onların hasreti kalbimden hiç gitmedi.”

Salihlerden birisi demiştir ki: “Akranım olan dostlarımın ölümü gibi beni sarsan hiçbir şey olmadı.”

Şöyle denilmiştir: “Bir adamın yakın arkadaşı öldüğünde, vücudunun azalarından bir uzvunu kaybetmiş olur.”

Bize el-Utabî’nin şu şiiri okundu:

İnsanlara karıştım, gördüm hep hâllerini;

Ben yerine getirdim, onların terk ettiğini.



Baktım ki akrabalık yetmiyor dostluk için;

Sevgiden daha yakın nesep yok, bunu bilin.





--------------------------------------------------------------------------------

[1] Şura 42/38.

[2] En’am 6/36.

[3] Bkz: Tabarani, el-Kebir, No: 2750; İbnu Adiy, el-Kamil, III, 350; Heysemi, ez-Zevaid, II, 22.


KARDEŞİNİ NEFSİNE TERCİH ETMEK



Eğer arkadaşlardan birisi, kardeşinin kendisi için tercih edip vermek istediği şeyi kabul etmeyip onu kendisine tercih eder ve ondan kardeşliğin hakkı olan şeyi istemezse, bu güzel bir şeydir. Ashaptan Abdurrahman b. Avf (r.a) böyle yapmıştır. Kendisiyle kardeş yapılan Sa’d b. Rabi’ (r.a), malından ve nefsinden fedakarlık yapıp onu kendisine tercih edince, Abdurrahman b. Avf (r.a): “Allah ailene ve malına bereket versin.” Diyerek, onun kendisi için yaptığı fedakarlığa karşı o da onu tercih etmiştir.

Bu sözüyle o, kardeşinin bağışını almaktan çekinmiştir; çünkü Sa’d (r.a), nefsinin cömertliğinden, gerçek zühdü/maldan gönlü çekmeyi elde ettiğinden ve sevgisinde sadık olduğundan, elindeki şeyleri Abdurrahman’a mülk olarak vermekteydi. Bu durumda, Sa’d (r.a), malını kardeşi ile bölüşmüş; Abdurrahman (r.a) ise, isarı/kardeşini tercihi seçmiş olmaktadır. Bu davranışı ile Abdurrahman (r.a), kardeşini ileri geçmiş olmaktadır. Bu, Muhacirlerin Ensar’a üstünlüğünden ileri gelmektedir; çünkü malını kardeşi ile bölüşmek, onu nefsine tercih etmekten daha alt seviyede bir ahlaktır.

Mudar b. İsa[1] ve Süleyman demişlerdir ki: “Kim bir kimseyi sever de, sonra onun hakkını korumada gevşek davranırsa, o, sevgisinde yalancıdır.”

Ebu Süleyman ed-Dârânî de derdi ki: “Böyle bir kimse, sevgisinde sadık olabilir; fakat onun hakkını vermede kusurludur.” Sonra Hazret demiştir ki:

“Eğer bütün dünya benim olsa ve ben hepsini Allah için sevdiğim kardeşimin ağzına koysam, bunu onun için az bulurum.”

O, başka bir sözünde de söyle der: “Ben kardeşlerimden birisinin ağzına lokma korum, ona bir şeyler ikram ederim, o yedikçe tadını boğazımda bulurum/sanki kendim yemiş gibi tat alırım.”

Şunu bil ki; Allah için sevilen din kardeşlerine ikram ve ihsanda bulunmak, böyle olmayan yabancı kimselere verilen sadakadan kat kat faziletlidir. Kardeşlere yapılan ihsan ve ikramlar, bir kimsenin ailesine ve yakın akrabasına yaptığı harcamalar derecesindedir.

Hz. Ali’nin (r.a) şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Yüce Allah için sevdiğim bir din kardeşime on dirhem gümüş para vermem, bana, fakirlere bin dirhem sadaka vermemden daha sevimlidir.”

Yine Hz. Ali (r.a) demiştir ki: “Bir yemek hazırlayıp Allah için sevdiğim kardeşlerimle başına oturmam bana, bir köle azat etmekten daha hayırlıdır.”

Hikmet ehlinden birisi, oğluna şu tavsiye bulundu: “Oğlum! Düşmanlar arasına gir, fakat dostlar arasına girme!” Oğlu: “Bu nasıl olur?” diye sordu, babası: “Düşmanlar arasına girmek (ve onları barıştırmak için çalışmak insana) doğruluk kazandırır; dostlar arasına girmek (ve aralarını açmak ise) düşmanlığa sebep olur.”





--------------------------------------------------------------------------------

[1] Zebidi, İthaf’ta Kutu’l-Kulub’dan yaptığı nakilde, Mudar yerine Nasr b. İsa olarak tespit etmiştir. Bkz: İthaf, VII, 82.


KARDEŞİN HAKLARINI GÜZEL KORUMAK



Ebu Amr b. el-Alâ der ki: “Her şeye karşı sabır güzeldir; fakat yakın arkadaştan gelen sıkıntıya sabır zordur.”

Yine o der ki: “Yüce Allah için birbirini seven kardeşlerin her gün hiç değilse iki defa buluşmalarını güzel buluyorum.”

Enes b. Malik (r.a) demiştir ki: “Allah Resûlünün ashabı birlikte yürürken, önlerine bir kaya yahut tepe gelip de birbirlerinden ayrılsalar, onun arkasında karşılaştıkları zaman birbirlerine selam verirlerdi.”

Hasan-ı Basri ve Ebu Kilâbe şöyle demişlerdir: “Bir kimsenin kardeşine kârla mal satması mertliğe yakışmaz.”

İbnu Sirin de şöyle der: “Kardeşine sıkıntı verecek şekilde ikramlarda bulunma.”

Bize Hz. Resûlullah’ın (s.a.v) şöyle buyurduğu rivayet edildi:

“Bir mecliste oturan iki kimsenin mecliste konuştukları bir emanettir. Öyleyse, onlardan birisine, kardeşinin aleyhine olacak sevmediği şeyleri yayması helal değildir.”[1]

Abdullah b. Mubarek bir yolculuğa çıktı; kendisine bir grup insan arkadaş oldu. Onlara: “Eğer sizden birisi benden hoşuna gitmeyeceği bir şey görürse, onu bana haber versin.” diye tembihte bulundu. Birbirlerinden ayrılmak istediklerinde, onlara tekrar: “Benden hoşlanmadığınız bir şey gördünüz mü?” diye sordu; grubun içinden bir genç: “Ben gördüm!” dedi. İbnu Mubarek: “Nedir?” diye sordu; genç: “Senin hiç misvak kullandığını görmedim.” dedi; o zaman İbnu Mubarek: “Hay yazık! İnsan arkadaşının önünde misvak kullanır mı?” dedi.

Bişr b. el-Hâris derdi ki: “İnsanlardan ancak güzel ahlaklı kimselerle içli dışlı ol; ancak bu kimseden hayır gelir; sakın kötü ahlaklı kimseye yanaşma; ondan ancak kötülük gelir.”

İmam Şafii (rah) demiştir ki: “Kim (kendisiyle alay edilerek) kızdırılmak isteniyor da kızmıyorsa, o kimse eşektir. Kim de özür dilenip razı edilmek istendiği hâlde, razı olmuyorsa, o da şeytandır.”

Amr b. Dinar ise şöyle der: “Sana muhabbet eden kimseden yüz çevirmen, dostlukta bir noksanlıktır. Senden yüz çeviren kimseye yönelmen ise, nefsini zillete düşürmektir.”





--------------------------------------------------------------------------------

[1] İbnu Mubarek, K. Zühd, No: 691; Zebidi, İthaf, VII, 101. (Buradaki kayda göre hadisi Ebu Bekir b. Lâl, Mekarimu’l-Ahlak isimli eserinde rivayet etmiştir.) Benzer bir hadis için bkz: Hakim, Müstedrek, IV, 270.


KARDEŞİNİN YÜKÜNÜ ÇEKMEK, SIKINTISINI GİDERMEK



Sufilerden birisi şöyle demiştir: “İnsanlardan ancak, kendisiyle birlikte bulunduğu sürece iyiliğini artırdığın, kötü hâlini azalttığın, ona karşı bir kusur işlediğinde seni bağışlayan, kendisine bir kötülük ettiğinde senden özür dileyen, sana yük olmayan ve senin sıkıntılarını gidermede sana yeten kimse ile arkadaş ol.”

Gerçekten bu sıfat ve ahlaklar, bu zamanda en az bulunan şeylerdir. Adamın birisi, Cüneyd-i Bağdadî’ye: “Bu zamanda Allah için kardeş bulmak çok zor!” dedi. Hazret sustu, adam sözünü tekrar etti. O zaman Cüneyd-i Bağdadî şöyle dedi: “Allah için kardeş edinmek istediğinde, senin yükünü çeken ve eziyetine tahammül eden kimse ara. Vallahi bu sıfatta insan çok azdır. Eğer Allah için kardeş istiyorsan, sen onun yükünü çek, sıkıntısına sabret. Benim yanımda böyle bir grup insan var; eğer istersen seni onlara gönderebilirim.”

Bir kimse, kardeşinden yükünü çekmesini istediği zaman, o, Yüce Allah için kardeşini seven değil; aslında nefsini seven birisidir. Karşı tarafa eziyet etmemek, kardeşlik değildir; gerçek kardeşlik Allah için sevdiği kimsenin eziyetine sabretmektir.

Gerçek sufiler, ancak şu dört durumda aynı davranan, birini diğerine tercih etmeyen ve hiç bir hâlde itiraza gitmeyen kimselerle beraber olurlardı.

Onlardan birisi her gün yese, hiç nafile oruç tutmasa, diğeri ona: “Oruç tut!” demeyecek. İçlerinden birisi bütün gece ibadetle meşgul olsa, hiç kimse ona: “Biraz da yat uyu!” demeyecek. Onun her iki hâli de (nafile oruç tutması ve tutmaması, gece ibadet etmesi ve etmemesi) eşit olacak.

İçlerinden birinin devamlı oruç tutması ve geceyi ibadetle geçirmesi onun için bir üstünlük sebebi görülmeyecek; diğerinin yemesi ve uyuması da noksanlık olarak değerlendirilmeyecek. Eğer bir kimse, amel edeni ilerde görüyor, amel etmeyeni noksan buluyorsa, o kimseyi terk etmek, insanın dini için daha selametlidir ve bu, gösterişe düşmekten daha uzaktır.

Bunun sebebi şudur: İnsanın nefsi, övülmeyi sever ve kötülenmekten nefret eder bir fıtratta yaratılmıştır. İnsanın nefsi, kendisindeki bilinen iyi hâli artırmak, insanlar tarafından güzel bulunan şeylerini ortaya koymak hastalığı ile müpteladır. Kendisine bu gözle bakan ve öyle davranan bir kimse arkadaş olduğu zaman bil ki bu, sadıkların yolu ve ihlaslı kimselerin aradığı bir şey değildir.

Böyle kimselerden uzak durmak, kalp için daha selametli, ameldeki ihlası korumada daha emniyetlidir. Onlarla içli dışlı olmakla ve benzeri kimselerle arkadaşlık kurmakla, kalpler bozulur ve manevî hâl noksanlaşır; çünkü bunlar, gösterişe sebeptir. Gösterişte ise, amellerin sevabı yok olur, asıl sermaye elden gider, kul Yüce Rabbinin nazarından düşer. Böyle bir hâlden Yüce Allah’a sığınırız.

Süfyan es-Sevri (rah) derdi ki: “Kim insanlara karışırsa, onları idare etmeye başlar. Onları idareye başlayan kimse, onların hatır ve keyiflerini gözetmeye başlar. Bunu yapan da onların düştüğü günahlara düşer ve onlar gibi helak olur.”

Salihlerden birisi şöyle demiştir: “İnsanlardan ancak şu dört durumda hâli değişmeyen kimse ile kardeş ol: Kızgınlık, rıza, aşırı istek ve nefsin arzuları.”

Çünkü nefis bir zarar gördüğü için, bu durumlarda insanın tabiatı değişir; ondan faydalanma yok olur.

Ediplerden birisi şöyle der: “İnsanlardan ancak şu sıfatlara sahip kimse ile arkadaş ol: Sırrını gizler, iyi hâlini yayar, kusurunu örter, bir sıkıntı ve felaket anında yanında olur, bir nimet ve rağbet edilecek durum olduğu zaman seni kendisine tercih eder. Bu sıfatta bulmadığın kimse ile arkadaş olma, kendi nefsinle yetinmeye çalış.”

Alimlerden birisi, bize, ediplerden birisine ait bu manadaki şu şiiri okudu:

Kardeşimi hep güvenilir bulduk;

Sözü özüne ayna, kendini gördük.



Güzel görünüşü sana huzur verir;

Översin hâlini gördükçe bir bir.



Dostunu destekler, hep keremle;

Onu tercih eder, kendi nefsine



Gördüğü bir kusuru saklar devamlı;

Bir iyilik görse, haberdar eder halkı.



Örter dostunun varsa aybını;

Örttüğünü de gizler, sezdirmez olayı.



Alimlerden birisi demiştir ki: “Ancak şu iki kimseden birisiyle arkadaş ol: Dinin hakkında kendisinden bir şey öğrendiğin ve sana fayda verecek bir kimse ile; yahut kendisine dini hakkında bir şey öğretip senden doğruları kabul edecek birisi ile. Bunların dışındaki kimseye gelince, ondan kaç!”

Ahmed b. Ebi’l-Havarî anlatır: Üstadım Ebu Süleyman ed-Dârânî bana şöyle dedi: “Ey Ahmed! Ancak şu iki kimseden birisiyle arkadaş ol: Ya dünya işlerinde istifade ettiğin, yahut kendisinden ahiret konusunda faydalandığın ve onunla hayrını artırdığın bir kimse ile. Bu ikisinin dışındakilerle meşgul olmak, büyük bir ahmaklıktır.”


KARDEŞİNİ VE ÂİLESİNİ NEFSİ GİBİ GÖZETMEK



Kardeşlik haklarından birisi de, kardeşini ve ailesini kendi ailesi gibi gözetmektir. Bu konuda selefin/önceki salihlerin hâli şöyleydi.

Bir adam, haberi yokken, bir kardeşinin evine gelirdi; ailesine: “Ununuz var mı? Zeytin yağınız bulunur mu? Şuna ihtiyacınız var mı? diyerek sorardı; eğer: “Yok!” derlerse, lazım olan şeylerini satın alıp getirirdi.

Salihlerden birisi der ki: “Allah için gerçekten kardeş olan kimse, kendi ailesi ile kardeşinin ailesini ayrı tutmaz; her ikisinin ihtiyaçlarını ortak olarak görür, kardeşiyle karşılaştığında, bu yaptığından hiç haberdar etmezdi”

Said b. Ebi Arûbe, yanındaki bütün elbiseleri ipe asardı, bütün yiyeceklerini çıkarır ortaya dizerdi, yüzülmüş koyun satın aldığında onu evine asar ve kapısını açardı. Allah için sevdiği kardeşleri gelerek hiçbir izin almadan ve danışmadan evine girer; yemek isteyen ondan yer, canı et isteyen asılı gövdeden bir miktar keser kızartarak veya kazanda pişirerek yer, elbiseye ihtiyacı olan da ipte ası elbiseden alır giyerdi.. Kardeşleri onun bu ahlakını bilirdi. Onun gibi, bu ahlak üzere olan bir grup insan vardı.

Allahu Teala müminler arasındaki kaynaşma ve sevgiyi, rahmetini ve kudretini gösteren ayetlerinden yapmıştır: Yüce Allah, Hz. Peygamber’e (s.a.v) bu sıfatı methetmiş, Efendimiz (s.a.v) dahil, onların oluşumunda hiç kimsenin bir etkisi ve müdahâlesi bulunmadığını belirterek şöyle buyurmuştur:

“…ve Allah onların kalplerini birleştirdi. Şayet sen yeryüzünde olan bütün şeyleri verseydin, onların kalplerini yine birleştiremezdin. Fakat Allah, onların arasını bulup kaynaştırdı. Şüphesiz O Azizdir; her şeye hükmü geçer, Hakîmdir; her işinde hikmet sahibidir.”[1]

Ayetin son kısmına şu manalar da verilmiştir:

Allah Azizdir; O’nun ayırdığını kimse birleştiremez; birleştirip kaynaştırdığın da O’ndan başka kimse ayıramaz.

O, Hakimdir; kalpleri kaynaştırmada tek hüküm ve yetki O’nundur. Aynı şekilde, O, kuluna Zatını tanıtmada ve tevhidi öğretmede de tektir.

Diğer bir mana şöyledir: O, Azizdir; kalplerin kaynaşmasını çok kıymetli yaptı ve onu müminlerin nazarında çok büyüttü. O, Hakimdir; bu sevgi ve kaynaşmayı hikmetiyle salihlerin kalbine koydu.

Ebu’d-Derda (r.a), bir tarlada çift sürmek için koşulmuş iki öküz gördü. Öküzlerden birisi durup tırnağı ile vücudunu kaşımaya başladı; bu arada diğer öküz durup onu bekledi. Bu durumu gören Ebu’d-Derda (r.a), ağladı ve: “Yüce Allah için birbirini seven iki kimse de böyledir; birlikte Yüce Allah için amel ederler; Allah’ın emrini yerine getirmek için birbiriyle yardımlaşırlar. Birisi durduğu zaman, diğeri de durur; onun gelmesini ve ilerlemesini bekler.”

Ebu’d-Derda’nın (r.a), ibadetinin çoğu, evinin bir köşesine oturup tefekkür etmekti.





--------------------------------------------------------------------------------

[1] Enfal 8/63.

Allah[cc]için sevgi ve islam kardeşliği[36 bağımsız konu]


 
Üst