pulsarkuant
Asistan
- Katılım
- 31 Ağustos 2008
- Mesajlar
- 157
- Reaksiyon puanı
- 0
- Puanları
- 0
Mustafa Kemal Paşa'nın kader anı
Prof. Özsoy, "Milli Mücadele'nin iki kırılma noktası var. Mustafa filminde o iki sahneyi görmeseydim bilim adamı olarak hakikaten üzülürdüm" dedi. İşte o iki nokta:
Mustafa Kemal Paşa’nın kader anı�
Can Dündar’ın “Mustafa” filminde iki sahneyi görememiş olsaydım yıllarını Osmanlı arşiv araştırmalarına vermiş bir bilim adamı olarak hakikaten üzülürdüm.
Nitekim filmde yer alan bazı sahneler kimi çevreleri çok rahatsız etti. Bunlar yalan diyen çıkmadı. Ne gerek vardı dediler. Sayın Dündar’ın bu tavrı bende, filmi hazırlarken tarihi gerçekleri olduğu gibi yansıtmaya özen gösterdiğini düşünmeme neden oldu.
‘Mustafa’ filminde yer alan ve Mustafa Kemal için kader anı olan noktalara geçmeden önce birkaç noktanın altını çizmek isterim.
Herkesi memnun etmek mümkün değil. Herkes önyargıları ve ön kabulleri ile yaklaşıyor konulara. Şahsım adına ben bu tür konularda oldum olası rahatımdır. Tarihte kimin hain, kimin kahraman olduğu hiçbir zaman özel ilgi alanım olmadı. Kahraman diye lanse edilenlerin hain, hain diye lanse edilenlerin vatanperver olabileceği esnekliğinde hareket ettim. Birinin hain olduğunu öğrenmek ya da kahraman olduğunu bilmek öyle coşkumu zirveye çıkarmadı. Kendimi taraf hissetmedim. Araştırmalarım sırasında dün ne olmuş meselesini bugüne ışık tutsun diye anlamaya ve kendimce ders çıkarmaya çalıştım.
İyi bir belge görürsem 40 yıllık düşüncemden 40 saniyede vazgeçerim. Bu belge bugüne kadar bildiklerimle çelişiyor diye sümenaltı etmem. Ondan daha etkili bir belge bulursam ondan da vazgeçerim. Araştırmanın ve öğrenmenin sonu yok ki, tarihi konularda nihai görüş oymuş gibi davranayım. Kaldı ki tarihte kimin ne olduğu konusunda son hükmü biz verecek olsak ahirette hesaba ne gerek kalır ki? Kendini savunamayacak durumdaki ölmüş olanlara olumsuz sıfat yakıştırılmasını ve kendileri hakkında bir hükümde bulunulmasını bu nedenle bir haksızlık olarak görürüm.
Can Dündar’ın işinin ne kadar zor olduğunu bir örnekle anlatayım. İki hafta önce bu köşede, “Kâbe'nin kapısı niçin yerden yüksek” başlıklı bir yazı kaleme aldım. Yazıya başlık olan sorunun cevabıyla güncel olaylar arasında bağlantı kurdum. Yazıda Hz. Peygamber’in, “Kureyş cahiliyet dönemini henüz geride bırakmasaydı ve itirazlarından çekinmeseydim, Kâbe’nin kapısını yer seviyesine indirirdim” sözlerine yer verdim.
Yazım üzerine New York’tan bir okuyucumuz ağır bir e-mail gönderdi. E-mailinin bir yerinde, “Sen nasıl olurda Hz. Peygamber’in yapmak istediği bir işi Müşriklerin olası tepkisi nedeniyle yapamayacağından söz ediyorsun” diyor ve ağır yakıştırmalarda bulunuyordu.
Kendisine kısa bir cevap verdim ve dedim ki; “Senin hoşuna gidecek diye Hz. Peygamber’in temel kaynaklarda yer alan bir sözünü çarpıtamam. Kusura bakma.”
Sözün kısası Can Dündar’dan da bilinen ama yaygın ifade edilmeyen bazı gerçekleri örtmesini bekliyorlar.
Hâlbuki Hz. Peygamber o sözüyle, henüz yeni iman etmiş Müşriklerin kalbini kırmamayı ve onları kaybetmemeyi Kâbe kapısında yapılacak basit bir tadilattan daha önemsediğini yansıtıyordu. Yani bir insanın kalbi, imanı ve hissiyatı Kâbe kapısından bile değerlidir demek istiyordu.
Nitekim Yunus Emre;
Yunus Emre der hoca / Gerekse var bin hacca
Hepisinden iyice / Bir gönüle girmektir.
derken bunu anlatır.
Emrinizdeyim Paşam�
Can Dündar’ın filminde aslında yeni bir şey yoktu. Bilinen konuların üzerine görüntü döşenmiş gibiydi. Buna rağmen bazı tarihi gerçeklerin Can Dündar’ın ağzından dile getirilmesi bazı çevreleri rahatsız etti. Örneğin bu ülkenin bazı önemli kurumlarında hala Şeyh Said, Said Nursi ile aynı kişiymiş gibi okutulabiliyor. Çünkü öyle yansıtılması çıkarlarına daha uygun düşüyor. Çarpıtılmış bir tarih üzerinden pozisyon devşirmek bu ülkenin en büyük aydın ihanetlerinden biridir. Yaşadığımız sıkıntıların, gerginliklerin ve lüzumsuz kutuplaşmaların bir nedeni de budur.
Can Dündar’ın filminde önem verdiğim ve acaba sözünü edecek mi diye merak ettiğim sahnelerden biri, Mustafa Kemal’in Samsun’a hareket etmeden önce Sultan Vahdettin ile yaptığı tarihi görüşmedir. Bizzat Atatürk’ün aktardığı bu uzun görüşmede Sultan Vahdettin kendisine, “Paşa devleti kurtarabilirsin” der.
Bazı önemli kurumlarınızda okutulan tarih kitaplarında hala Atatürk’ün İstanbul’dan gizli kapaklı kaçarak gittiği anlatılır. Devleti içinde bulunduğu durumdan kurtarmak üzere özel yetkilerle bizzat Padişah ve dönemin hükümeti tarafından gönderildiği gözden kaçırılmaya çalışılır. (Ayrıntılı bilgi ve belgeler için tıklayınız)
İkinci önemli nokta ise, sadece Mustafa Kemal Paşa için değil, Milli Mücadele için de tam bir kader anıdır.
Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya gönderilme amacını çok geçmeden fark eden işgal güçleri, Mustafa Kemal’in geri çağrılması için hükümet ve padişah üzerinde baskıyı artırırlar. Ordu Müfettişliğinden alınması yolundaki Vükelâ Meclisi’nin (Bakanlar Kurulu’nun) 8 Temmuz 1919 tarihli karar tutanağı üzerine Mustafa Kemal Paşa 8 Temmuz akşamı Padişah tarafından telgraf başına çağrılır. Bir saatlik görüşme olur. Hükümetin görevden alma yönündeki kararını imzalamak zorunda olduğu bizzat Mustafa Kemal’e söylenir.
Gerçek sine-i millet�
Fakat bu karar Mustafa Kemal’e yüklenen görev tanımını sekteye uğratmaz. Arkadaşları Kazım Karabekir, Rauf Bey ve Refet Bey istifanın lüzumunu dile getirirler ve istifa etmiş olsa bile kendisine itaat edeceklerini bildirirler. Mustafa Kemal Paşa aynı gece (8/9 Temmuz gecesi) saat 10.50’de Harbiye Nezaretine, 11.00’den sonra da Padişaha resmî vazifesiyle birlikte askerlik mesleğinden de istifa ettiğini bildiren birer telgraf çeker. Mustafa Kemal Paşa ertesi gün resmî vazifesiyle birlikte askerlik mesleğinden de istifa ettiğini orduya, vilâyetlere ve millete bir tamimle duyurur.
“Bundan sonra mukaddes millî gayemiz için her türlü fedakârlıkla çalışmak üzere sine-i millette bir ferd-i mücahit suretiyle bulunmakta olduğumu tamimen arz ve ilân eylerim” der.
Mustafa Kemal Paşanın bütün resmî vazifelerinden istifa ettiği haberinin duyulmasının ardından Kazım Karabekir Paşa derhal Mustafa Kemal Paşa’nın yanına gelir ve hazırol vaziyette şunları söyler: “Ben ve kolordum emrinizdeyiz. Bundan sonra dahi ne emirleriniz varsa ifayı bir şeref biliriz” der. Bu arada Mustafa Kemal Paşa’dan boşalan Üçüncü Ordu Müfettişliği görevine 6 Ağustos 1919 tarihinde Kazım Karabekir Paşa vekâleten atanır. Mustafa Kemal Paşa kâğıt üzerinde her ne kadar istifa etmiş olsa da görevini gayri resmi aynen sürdürmektedir.
Kazım Karabekir’in Mustafa Kemal’e söylediği“Ben ve kolordum emrinizdeyiz” sözlerini Can Dündar’ın filme aktarmasından memnun oldum. Bize göre Milli Mücadele’nin en kritik anı odur.
Çok basit koltuk ve koalisyon pazarlıkları için ne hükümetlerin devrildiğini ne devletlerin batıp gittiğini düşünürsek, Kazım Karabekir’in bu tarihi davranışı daha iyi anlaşılır. (Ayrıntılı bilgi ve belgeler için tıklayınız)
Bağımsız bir ülke kurarak bizlere emanet eden tüm şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmetle anıyorum. Ruhları şad olsun.
Prof. Dr. Osman Özsoy
yazaramesaj@gmail.com

Prof. Özsoy, "Milli Mücadele'nin iki kırılma noktası var. Mustafa filminde o iki sahneyi görmeseydim bilim adamı olarak hakikaten üzülürdüm" dedi. İşte o iki nokta:
Mustafa Kemal Paşa’nın kader anı�
Can Dündar’ın “Mustafa” filminde iki sahneyi görememiş olsaydım yıllarını Osmanlı arşiv araştırmalarına vermiş bir bilim adamı olarak hakikaten üzülürdüm.
Nitekim filmde yer alan bazı sahneler kimi çevreleri çok rahatsız etti. Bunlar yalan diyen çıkmadı. Ne gerek vardı dediler. Sayın Dündar’ın bu tavrı bende, filmi hazırlarken tarihi gerçekleri olduğu gibi yansıtmaya özen gösterdiğini düşünmeme neden oldu.
‘Mustafa’ filminde yer alan ve Mustafa Kemal için kader anı olan noktalara geçmeden önce birkaç noktanın altını çizmek isterim.
Herkesi memnun etmek mümkün değil. Herkes önyargıları ve ön kabulleri ile yaklaşıyor konulara. Şahsım adına ben bu tür konularda oldum olası rahatımdır. Tarihte kimin hain, kimin kahraman olduğu hiçbir zaman özel ilgi alanım olmadı. Kahraman diye lanse edilenlerin hain, hain diye lanse edilenlerin vatanperver olabileceği esnekliğinde hareket ettim. Birinin hain olduğunu öğrenmek ya da kahraman olduğunu bilmek öyle coşkumu zirveye çıkarmadı. Kendimi taraf hissetmedim. Araştırmalarım sırasında dün ne olmuş meselesini bugüne ışık tutsun diye anlamaya ve kendimce ders çıkarmaya çalıştım.
İyi bir belge görürsem 40 yıllık düşüncemden 40 saniyede vazgeçerim. Bu belge bugüne kadar bildiklerimle çelişiyor diye sümenaltı etmem. Ondan daha etkili bir belge bulursam ondan da vazgeçerim. Araştırmanın ve öğrenmenin sonu yok ki, tarihi konularda nihai görüş oymuş gibi davranayım. Kaldı ki tarihte kimin ne olduğu konusunda son hükmü biz verecek olsak ahirette hesaba ne gerek kalır ki? Kendini savunamayacak durumdaki ölmüş olanlara olumsuz sıfat yakıştırılmasını ve kendileri hakkında bir hükümde bulunulmasını bu nedenle bir haksızlık olarak görürüm.
Can Dündar’ın işinin ne kadar zor olduğunu bir örnekle anlatayım. İki hafta önce bu köşede, “Kâbe'nin kapısı niçin yerden yüksek” başlıklı bir yazı kaleme aldım. Yazıya başlık olan sorunun cevabıyla güncel olaylar arasında bağlantı kurdum. Yazıda Hz. Peygamber’in, “Kureyş cahiliyet dönemini henüz geride bırakmasaydı ve itirazlarından çekinmeseydim, Kâbe’nin kapısını yer seviyesine indirirdim” sözlerine yer verdim.
Yazım üzerine New York’tan bir okuyucumuz ağır bir e-mail gönderdi. E-mailinin bir yerinde, “Sen nasıl olurda Hz. Peygamber’in yapmak istediği bir işi Müşriklerin olası tepkisi nedeniyle yapamayacağından söz ediyorsun” diyor ve ağır yakıştırmalarda bulunuyordu.
Kendisine kısa bir cevap verdim ve dedim ki; “Senin hoşuna gidecek diye Hz. Peygamber’in temel kaynaklarda yer alan bir sözünü çarpıtamam. Kusura bakma.”
Sözün kısası Can Dündar’dan da bilinen ama yaygın ifade edilmeyen bazı gerçekleri örtmesini bekliyorlar.
Hâlbuki Hz. Peygamber o sözüyle, henüz yeni iman etmiş Müşriklerin kalbini kırmamayı ve onları kaybetmemeyi Kâbe kapısında yapılacak basit bir tadilattan daha önemsediğini yansıtıyordu. Yani bir insanın kalbi, imanı ve hissiyatı Kâbe kapısından bile değerlidir demek istiyordu.
Nitekim Yunus Emre;
Yunus Emre der hoca / Gerekse var bin hacca
Hepisinden iyice / Bir gönüle girmektir.
derken bunu anlatır.
Emrinizdeyim Paşam�
Can Dündar’ın filminde aslında yeni bir şey yoktu. Bilinen konuların üzerine görüntü döşenmiş gibiydi. Buna rağmen bazı tarihi gerçeklerin Can Dündar’ın ağzından dile getirilmesi bazı çevreleri rahatsız etti. Örneğin bu ülkenin bazı önemli kurumlarında hala Şeyh Said, Said Nursi ile aynı kişiymiş gibi okutulabiliyor. Çünkü öyle yansıtılması çıkarlarına daha uygun düşüyor. Çarpıtılmış bir tarih üzerinden pozisyon devşirmek bu ülkenin en büyük aydın ihanetlerinden biridir. Yaşadığımız sıkıntıların, gerginliklerin ve lüzumsuz kutuplaşmaların bir nedeni de budur.
Can Dündar’ın filminde önem verdiğim ve acaba sözünü edecek mi diye merak ettiğim sahnelerden biri, Mustafa Kemal’in Samsun’a hareket etmeden önce Sultan Vahdettin ile yaptığı tarihi görüşmedir. Bizzat Atatürk’ün aktardığı bu uzun görüşmede Sultan Vahdettin kendisine, “Paşa devleti kurtarabilirsin” der.
Bazı önemli kurumlarınızda okutulan tarih kitaplarında hala Atatürk’ün İstanbul’dan gizli kapaklı kaçarak gittiği anlatılır. Devleti içinde bulunduğu durumdan kurtarmak üzere özel yetkilerle bizzat Padişah ve dönemin hükümeti tarafından gönderildiği gözden kaçırılmaya çalışılır. (Ayrıntılı bilgi ve belgeler için tıklayınız)
İkinci önemli nokta ise, sadece Mustafa Kemal Paşa için değil, Milli Mücadele için de tam bir kader anıdır.
Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya gönderilme amacını çok geçmeden fark eden işgal güçleri, Mustafa Kemal’in geri çağrılması için hükümet ve padişah üzerinde baskıyı artırırlar. Ordu Müfettişliğinden alınması yolundaki Vükelâ Meclisi’nin (Bakanlar Kurulu’nun) 8 Temmuz 1919 tarihli karar tutanağı üzerine Mustafa Kemal Paşa 8 Temmuz akşamı Padişah tarafından telgraf başına çağrılır. Bir saatlik görüşme olur. Hükümetin görevden alma yönündeki kararını imzalamak zorunda olduğu bizzat Mustafa Kemal’e söylenir.
Gerçek sine-i millet�
Fakat bu karar Mustafa Kemal’e yüklenen görev tanımını sekteye uğratmaz. Arkadaşları Kazım Karabekir, Rauf Bey ve Refet Bey istifanın lüzumunu dile getirirler ve istifa etmiş olsa bile kendisine itaat edeceklerini bildirirler. Mustafa Kemal Paşa aynı gece (8/9 Temmuz gecesi) saat 10.50’de Harbiye Nezaretine, 11.00’den sonra da Padişaha resmî vazifesiyle birlikte askerlik mesleğinden de istifa ettiğini bildiren birer telgraf çeker. Mustafa Kemal Paşa ertesi gün resmî vazifesiyle birlikte askerlik mesleğinden de istifa ettiğini orduya, vilâyetlere ve millete bir tamimle duyurur.
“Bundan sonra mukaddes millî gayemiz için her türlü fedakârlıkla çalışmak üzere sine-i millette bir ferd-i mücahit suretiyle bulunmakta olduğumu tamimen arz ve ilân eylerim” der.
Mustafa Kemal Paşanın bütün resmî vazifelerinden istifa ettiği haberinin duyulmasının ardından Kazım Karabekir Paşa derhal Mustafa Kemal Paşa’nın yanına gelir ve hazırol vaziyette şunları söyler: “Ben ve kolordum emrinizdeyiz. Bundan sonra dahi ne emirleriniz varsa ifayı bir şeref biliriz” der. Bu arada Mustafa Kemal Paşa’dan boşalan Üçüncü Ordu Müfettişliği görevine 6 Ağustos 1919 tarihinde Kazım Karabekir Paşa vekâleten atanır. Mustafa Kemal Paşa kâğıt üzerinde her ne kadar istifa etmiş olsa da görevini gayri resmi aynen sürdürmektedir.
Kazım Karabekir’in Mustafa Kemal’e söylediği“Ben ve kolordum emrinizdeyiz” sözlerini Can Dündar’ın filme aktarmasından memnun oldum. Bize göre Milli Mücadele’nin en kritik anı odur.
Çok basit koltuk ve koalisyon pazarlıkları için ne hükümetlerin devrildiğini ne devletlerin batıp gittiğini düşünürsek, Kazım Karabekir’in bu tarihi davranışı daha iyi anlaşılır. (Ayrıntılı bilgi ve belgeler için tıklayınız)
Bağımsız bir ülke kurarak bizlere emanet eden tüm şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmetle anıyorum. Ruhları şad olsun.
Prof. Dr. Osman Özsoy
yazaramesaj@gmail.com