quasimodo
Profesör
- Katılım
- 20 Aralık 2008
- Mesajlar
- 1,929
- Reaksiyon puanı
- 57
- Puanları
- 0
http://www.itibarhaber.com/koese-yazilari-
Çünkü İslâm ülkeleri, Müslümanlar İslâm'ın, Kur'ân-ı Kerîm'in çok gerisinde kalmışlardır. Müslümanların pek çoğunun yaşantılarının, hayat tarzlarının İslâm ile, Kur'ân-ı Kerim ile pek alâkası kalmamıştır. "Müslümanım" deniliyor, fakat Müslümanca yaşanılmıyor. Şairin dediği gibi:
"Bir elde kadeh, bir elde Kur'ân.
Ne helâldir işimiz, ne de haram.
Şu yarım yamalak dünyada,
Ne tam kâfiriz, ne de tam bir Müslüman!"
Müslümanların durumu bu. ALLAH Teâlâ ve Resûlü'nün emirleri yerine getirilmiyor. Muhalefet ediliyor. Bakınız Rabbimiz ne buyuruyor: "...O'nun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli, acıklı bir azap isabet etmesinden sakınsınlar."
Evet gerçek bu. Hâkim durumda olan ve istiklâllerini koruyan Müslümanlar, ALLAH ve Resûlüne itaat etmemeleri, birbirleriyle çekişmeleri, aralarındaki fitne-fesat ve kargaşa sebebiyle esarete ve zillete mahkûm oldular. "Kişinin cezası davranışı (ameli) cinsindendir" fetvasınca kendi içlerinde düşman gruplara ayrılan, hatta birbirlerine karşı kâfirlerle işbirliği yapan bir topluluk, firâsetsizlik ve basiretsizliklerinin cezası olarak düşmanlarına esir kılınmakla cezalandırılır. Olmaması gereken, fakat maalesef öyle hadiseler oluyor ki Müslümanlar İslâm'da ittifak ediyorlar fakat koltukta ihtilaf ediyorlar ve iktidar uğruna kıyasıya, acımasızca birbirleriyle savaşa girişiyorlar. Müslüman Müslümana acımazsa başkası acır mı? Bir Müslüman iktidar uğruna Hıristiyanlarla, Yahudilerle işbirliği yaparak Müslüman kardeşini saf dışı bırakmaya çalışır mı? Halbuki Cenâb-ı ALLAH:
"Ey iman edenler! Mü'minleri bırakıp da kâfirleri dostlar edinmeyin..." ,
"Ey iman edenler! Yahudileri de, Hıristiyanları da kendinize dost edinmeyin, yar olarak benimsemeyin. Onlar ancak birbirlerinin dostudurlar, yaranıdırlar. İçinizden kim onlara dost olursa, o da onlardandır. Hiç şüphe yok ki, ALLAH zulmeden kimseleri, doğru yola eriştirmez." buyurmaktadır.
Geçmiş dönemlerde olduğu gibi günümüzde de bir kısım Müslümanlar, Cenâb-ı Hakk'ın bu apaçık emrini çiğneyerek Hıristiyanlarla dost olmuşlar ve üstelik diğer Müslümanlarla savaşa girişmişlerdir. Gaye; iktidar, menfaat, ikbal ve hırs. Hak ve adalet değil! Alınacak ibret şudur ki, ALLAH'ın kanununu çiğneyenler ve çiğnenmesine seyirci kalanlar hüsrana düşerler, birliklerini kaybederler, zayıflar ve çeşitli şekillerde karşılarına çıkan fitneler, bela ve musibetler altında inim inim inlerler. Yine Cenâb-ı ALLAH'ın Kur'ân-ı Kerîm'inde: "ALLAH'a ve O'nun Peygamberine itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin, yoksa korku ile zaafa, başarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz, yardımınız kesilip devletiniz elden gider.." İlâhi fermanına kulak vermemişler ve gerçekten de korkuya kapılmışlar, zayıf düşmüşlerdir. Nihayet: "Öyle bir fitneden, musibetten korkun, sakının ki, o, içinizden yalnız zulmedenlere isabet etmez. (Bu belâ, başkalarına da geçer, umumî olur, herkesi perişan eder.) Hem bilin ki, ALLAH'ın azabı çok şiddetlidir." âyetinin hükmü tecelli etmiş ve fitne, musibet bütün İslâm ülkelerini derinden sarsmıştır. İşte, şu sıralar İslâm ülkelerinin, Müslümanların başına gelen belâların sebebini, bu ayet-i kerîmelerin ışığında aramak lâzımdır. Uhud savaşında, Müslümanlar kazanmış oldukları savaşı, sırf Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bir emrine muhalefet etmeleri sebebiyle kaybetmediler mi? Bugün İslâm ülkeleri, Müslümanlar üstün değilse, zillet çukurlarında yuvarlanıyorlarsa; zalimlerin, kâfirlerin, mürtedlerin, muattıla güruhunun çizmeleri altında eziliyorsa, yumruklarını yiye yiye yerlerde sürükleniyorlarsa, kendimize bakalım. Kime itaat ediyoruz? ALLAH Teâlâ ve Resûlüne mi, yoksa başkalarına ve tağutlara mı? Evet kime? Sabah namazına kalkma, mışıl mışıl uyu. Veyahut sıcak yatağının basında, pijama ile Kevser ve İhlâs Süresiyle namaz kıl, sonra cup diye tekrar sıcak yatağa atla. Ondan sonra Müslümanlar muzaffer olsunlar. Tembel felsefesi bunlar hep. Rabbimiz Mü'minlere "üstün olmayı" vaat ediyor. Şayet üstün değilsek ki şüphesiz öyleyiz, öyleyse kendimize bakalım. Kendimizi yoklayalım. Bu sebeple zararın neresinden dönülürse kârdır. Tevbe edelim. ALLAH Teâlâ'ya kul, Resûlü'ne ümmet olalım. Ümitvar olalım. İstikbaldeki en büyük, gür sada İslâm'ın sadası olacaktır. Biz İslâm'a sımsıkı sarılırsak ve hakkıyla yaşarsak, şairin: "Doğacaktır sana vaad ettiği günler Hakkın.
Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın." dediği gibi, ALLAH'ın mü'min kullarına Kur'ân'da bir va'di vardır. Zafer va'di... Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: "ALLAH, sizden iman eden ve salih amellerde bulunanlara yemin ile vaadetmiştir ki; kendilerinden evvel gelen Müminleri, kâfirlerin yerine getirip hakim kıldığı gibi elbette onları da yeryüzünde kâfirlerin yerine geçirip hükümran edecek ve onlara kendileri için razı olduğu dini İslâm'ı yaşama imkanını elbette verecek ve onların her türlü korkularını üzerlerinden kaldırdıkdan sonra hallerini kat'i bir eminliğe, güvene elbette çevirecektir. Onlar bu güvenlik içinde Bana ibadet ederler, Bana hiç bir şeyi şirk, ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kim kâfir olursa işte onlar fasıkların ta kendileridir."
Bu ayet-i kerîme, Müslümanlara, parlak bir geleceği vaat etmektedir. Ancak bu va'de lâyık olmanın şartları vardır.
1- Müslümanlar, ezelde Kaalu Belâ gününde ALLAH'a vermiş oldukları sözü, O'nunla yapmış oldukları ahd ve misakı unutmazlar, gereğini yerine getirirlerse,
2- İslâm dininin hükümlerini, emirlerini, yasaklarını ferdi ve toplumsal hayatlarına uygularlarsa,
3- Kendilerine ALLAH katından en güzel örnek, model ve rehber olarak gönderilmiş Peygambere itaat ve biat ederler, O'nun yolundan giderler, O'nun Sünnetini ve metotlarını esas kabul ederlerse,
4- Şeytanı ve tağutları dost, velî, yar, müttefik olarak kabul etmezlerse,
5- Parayı, serveti, malı-mülkü, şu fanî dünyanın aldatıcı ve oyalayıcı oyuncakları durumunda olan birtakım eşya, âlet ve vâsıtaları putlaştırmazlarsa,
6- ALLAH yolunda önce nefisleriyle, sonra harbî ve saldırgan kâfirlerle cihad ederlerse, bu va'de nail olurlar. Yoksa:
İslâm'a ihanet ederek, ahkâm-ı ilâhiyeye sırt çevirerek, Resul'ün yolunu bırakarak zafere nâil olunmaz.
http://www.itibarhaber.com/koese-yazilari-/mehmet-talu/3437-islam-alemi-nicin-bu-durumda
Çünkü İslâm ülkeleri, Müslümanlar İslâm'ın, Kur'ân-ı Kerîm'in çok gerisinde kalmışlardır. Müslümanların pek çoğunun yaşantılarının, hayat tarzlarının İslâm ile, Kur'ân-ı Kerim ile pek alâkası kalmamıştır. "Müslümanım" deniliyor, fakat Müslümanca yaşanılmıyor. Şairin dediği gibi:
"Bir elde kadeh, bir elde Kur'ân.
Ne helâldir işimiz, ne de haram.
Şu yarım yamalak dünyada,
Ne tam kâfiriz, ne de tam bir Müslüman!"
Müslümanların durumu bu. ALLAH Teâlâ ve Resûlü'nün emirleri yerine getirilmiyor. Muhalefet ediliyor. Bakınız Rabbimiz ne buyuruyor: "...O'nun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli, acıklı bir azap isabet etmesinden sakınsınlar."
Evet gerçek bu. Hâkim durumda olan ve istiklâllerini koruyan Müslümanlar, ALLAH ve Resûlüne itaat etmemeleri, birbirleriyle çekişmeleri, aralarındaki fitne-fesat ve kargaşa sebebiyle esarete ve zillete mahkûm oldular. "Kişinin cezası davranışı (ameli) cinsindendir" fetvasınca kendi içlerinde düşman gruplara ayrılan, hatta birbirlerine karşı kâfirlerle işbirliği yapan bir topluluk, firâsetsizlik ve basiretsizliklerinin cezası olarak düşmanlarına esir kılınmakla cezalandırılır. Olmaması gereken, fakat maalesef öyle hadiseler oluyor ki Müslümanlar İslâm'da ittifak ediyorlar fakat koltukta ihtilaf ediyorlar ve iktidar uğruna kıyasıya, acımasızca birbirleriyle savaşa girişiyorlar. Müslüman Müslümana acımazsa başkası acır mı? Bir Müslüman iktidar uğruna Hıristiyanlarla, Yahudilerle işbirliği yaparak Müslüman kardeşini saf dışı bırakmaya çalışır mı? Halbuki Cenâb-ı ALLAH:
"Ey iman edenler! Mü'minleri bırakıp da kâfirleri dostlar edinmeyin..." ,
"Ey iman edenler! Yahudileri de, Hıristiyanları da kendinize dost edinmeyin, yar olarak benimsemeyin. Onlar ancak birbirlerinin dostudurlar, yaranıdırlar. İçinizden kim onlara dost olursa, o da onlardandır. Hiç şüphe yok ki, ALLAH zulmeden kimseleri, doğru yola eriştirmez." buyurmaktadır.
Geçmiş dönemlerde olduğu gibi günümüzde de bir kısım Müslümanlar, Cenâb-ı Hakk'ın bu apaçık emrini çiğneyerek Hıristiyanlarla dost olmuşlar ve üstelik diğer Müslümanlarla savaşa girişmişlerdir. Gaye; iktidar, menfaat, ikbal ve hırs. Hak ve adalet değil! Alınacak ibret şudur ki, ALLAH'ın kanununu çiğneyenler ve çiğnenmesine seyirci kalanlar hüsrana düşerler, birliklerini kaybederler, zayıflar ve çeşitli şekillerde karşılarına çıkan fitneler, bela ve musibetler altında inim inim inlerler. Yine Cenâb-ı ALLAH'ın Kur'ân-ı Kerîm'inde: "ALLAH'a ve O'nun Peygamberine itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin, yoksa korku ile zaafa, başarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz, yardımınız kesilip devletiniz elden gider.." İlâhi fermanına kulak vermemişler ve gerçekten de korkuya kapılmışlar, zayıf düşmüşlerdir. Nihayet: "Öyle bir fitneden, musibetten korkun, sakının ki, o, içinizden yalnız zulmedenlere isabet etmez. (Bu belâ, başkalarına da geçer, umumî olur, herkesi perişan eder.) Hem bilin ki, ALLAH'ın azabı çok şiddetlidir." âyetinin hükmü tecelli etmiş ve fitne, musibet bütün İslâm ülkelerini derinden sarsmıştır. İşte, şu sıralar İslâm ülkelerinin, Müslümanların başına gelen belâların sebebini, bu ayet-i kerîmelerin ışığında aramak lâzımdır. Uhud savaşında, Müslümanlar kazanmış oldukları savaşı, sırf Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bir emrine muhalefet etmeleri sebebiyle kaybetmediler mi? Bugün İslâm ülkeleri, Müslümanlar üstün değilse, zillet çukurlarında yuvarlanıyorlarsa; zalimlerin, kâfirlerin, mürtedlerin, muattıla güruhunun çizmeleri altında eziliyorsa, yumruklarını yiye yiye yerlerde sürükleniyorlarsa, kendimize bakalım. Kime itaat ediyoruz? ALLAH Teâlâ ve Resûlüne mi, yoksa başkalarına ve tağutlara mı? Evet kime? Sabah namazına kalkma, mışıl mışıl uyu. Veyahut sıcak yatağının basında, pijama ile Kevser ve İhlâs Süresiyle namaz kıl, sonra cup diye tekrar sıcak yatağa atla. Ondan sonra Müslümanlar muzaffer olsunlar. Tembel felsefesi bunlar hep. Rabbimiz Mü'minlere "üstün olmayı" vaat ediyor. Şayet üstün değilsek ki şüphesiz öyleyiz, öyleyse kendimize bakalım. Kendimizi yoklayalım. Bu sebeple zararın neresinden dönülürse kârdır. Tevbe edelim. ALLAH Teâlâ'ya kul, Resûlü'ne ümmet olalım. Ümitvar olalım. İstikbaldeki en büyük, gür sada İslâm'ın sadası olacaktır. Biz İslâm'a sımsıkı sarılırsak ve hakkıyla yaşarsak, şairin: "Doğacaktır sana vaad ettiği günler Hakkın.
Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın." dediği gibi, ALLAH'ın mü'min kullarına Kur'ân'da bir va'di vardır. Zafer va'di... Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: "ALLAH, sizden iman eden ve salih amellerde bulunanlara yemin ile vaadetmiştir ki; kendilerinden evvel gelen Müminleri, kâfirlerin yerine getirip hakim kıldığı gibi elbette onları da yeryüzünde kâfirlerin yerine geçirip hükümran edecek ve onlara kendileri için razı olduğu dini İslâm'ı yaşama imkanını elbette verecek ve onların her türlü korkularını üzerlerinden kaldırdıkdan sonra hallerini kat'i bir eminliğe, güvene elbette çevirecektir. Onlar bu güvenlik içinde Bana ibadet ederler, Bana hiç bir şeyi şirk, ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kim kâfir olursa işte onlar fasıkların ta kendileridir."
Bu ayet-i kerîme, Müslümanlara, parlak bir geleceği vaat etmektedir. Ancak bu va'de lâyık olmanın şartları vardır.
1- Müslümanlar, ezelde Kaalu Belâ gününde ALLAH'a vermiş oldukları sözü, O'nunla yapmış oldukları ahd ve misakı unutmazlar, gereğini yerine getirirlerse,
2- İslâm dininin hükümlerini, emirlerini, yasaklarını ferdi ve toplumsal hayatlarına uygularlarsa,
3- Kendilerine ALLAH katından en güzel örnek, model ve rehber olarak gönderilmiş Peygambere itaat ve biat ederler, O'nun yolundan giderler, O'nun Sünnetini ve metotlarını esas kabul ederlerse,
4- Şeytanı ve tağutları dost, velî, yar, müttefik olarak kabul etmezlerse,
5- Parayı, serveti, malı-mülkü, şu fanî dünyanın aldatıcı ve oyalayıcı oyuncakları durumunda olan birtakım eşya, âlet ve vâsıtaları putlaştırmazlarsa,
6- ALLAH yolunda önce nefisleriyle, sonra harbî ve saldırgan kâfirlerle cihad ederlerse, bu va'de nail olurlar. Yoksa:
İslâm'a ihanet ederek, ahkâm-ı ilâhiyeye sırt çevirerek, Resul'ün yolunu bırakarak zafere nâil olunmaz.
http://www.itibarhaber.com/koese-yazilari-/mehmet-talu/3437-islam-alemi-nicin-bu-durumda