tugbagaleri
Profesör
- Katılım
- 13 Mayıs 2006
- Mesajlar
- 2,224
- Reaksiyon puanı
- 47
- Puanları
- 228
Çevrecilere yönelik müstehziyâne sözler
Biliyorum, şakası yapılacak bir şey değil ama (çünkü sonunda sivil ve politik özgürlüklerimizin güme gitmesi söz konusuydu) kendimi tutamıyorum:
"Kapatma davası"nın açılıp kapanmasına kadar geçen sürede-süreçte Başbakan'dan duymaya –neredeyse- alıştığımız o müstehziyâne söz ve tavırlarla karşılaşmamıştık...
Yoksa şimdi artık bunların da mı sırası geldi?
Başkakan'ı bugüne kadar kim bilir kaç kez mikrofon karşısında dinleme-izleme fırsatı bulduk. Benim bu fırsatlara ilişkin genel değerlendirmem şöyle:
Başbakan, karşısında "millet"i ya da (grup toplantılarında olduğu gibi) milletin vekillerini görmediği zamanlar son derece dengeli, ölçülü ve müztehziyâne söz ve tavırlardan uzak bur duruş sergiliyor.
Ama eğer "kürsü"nün önü kalabalıksa, deyim yerinde ise "koyuveriyor" kendisini.
İnsan sormadan edemiyor: Ne gereği var bu derece müstehzi, dolayısıyla kırıcı "eforik" nutuklara?
Bu bahsi niçin açtığım yazının başlığından anlaşılmıştır.
Başbakan'ın geçen gün Rize'de yaptığı konuşmasında bu "nutuklar"dan pay alma sırası "çevreciler"deydi. Hem de Rize'de, yani Başbakan'ın memleketinde.
Oysa tam tersine, çevreci hemşehrilerinin gayet pasifist bir biçimde Fırtına Vadisi'ne hidroelektrik santrali yapılmasına karşı düzenledikleri kaçak gösteri kendisini sevindirmeliydi. "Çevrecilik"in, bu bilincin ülkenin büyük şehirlerine sığmayıp Rize'ye kadar dayanması karşısında "İşte özlediğimiz Türkiye!" benzeri sözlerle övünç duymalıydı.
Oysa o, o kürsüde de "Çevrecinin daniskası benim" diyerek milleti paylamakla meşguldü. Aslında belki Başbakan'ın bu sözlerini şöyle düzeltmek gerekiyor: "Çevrecinin (de) daniskası benim."
Artık hemen her gün önümüze gelen şu gazete haberlerine bakın:
"Türkiye başka bir ülke oluyor. Yıllardır akan köy çeşmeleri birer birer kuruyor. Türkülere, şarkılara, hatıra fotoğraflarına girmiş dereler, göller, sazlıklar yok oluyor. En büyük barajlarda su seviyeleri alarm verecek düzeye indi. Türkiye'nin su kaynaklarında son durum endişe veriyor." / "İstanbul'un üç aylık suyu kaldı." / "En büyük ikinci göl artık Tuz Gölü değil." / "Bolu Abant Tabiat Parkı alarm veriyor." / "Konya Ovası 'çöl iklimi' sınırında"...
Yüzlerce benzer haberi bu alıntıların peşine takabilirsiniz.
Peki bu büyük felaketin önüne nasıl geçilebilecek?
Bu felaketin önüne tabii ki, Başbakan'ın "'Ne yaparsınız?' dersin, ele avuca gelecek hiçbir işleri yoktur. Sadece boş vakitlerini değerlendirmek için yaptıkları iş budur" diyerek dalgasını geçtiği çevrecilerin sayısının artması, hatta herkesin çevreci olmasıyla geçilebilir.
Başbakan, çevrecilere yönelik bu son derece kırıcı sözleri sarf ettiğinden dolayı çok hoşnut olmalı ki, çevrecilerin Sinop'ta nükleer santral karşıtı gösteri yapmalarını bakın nasıl makaraya alıyor:
"Sinop'a gitmişler. Nükleer santral yapılacak diye. Ama ilk nükleer santral Sinop'a değil Akkuyu'ya yapılacak. Adresi de yanlış almışlar...."
Siz ne düşünüyorsunuz bilmiyorum; ama ben bir vatandaş olarak, Rize Nutku'nun bu son derece rahatsız edici bölümünü yersiz, gereksiz ve yanlış buluyorum.
"Çevreciler"in –hele de bu zamanda- alay konusu edilmesi kabul edilebilir mi? "Çevrecilik" bir zamanlar kendisinden –haksız yere- gülümsemeyle söz edilen bir hareket olmaktan çoktan çıkmış. Dünyanın "Eko-Ekonomi", "Eko-Politik" gibi konuları tekrar ve çok daha ciddi konuştuğu bir döneme giriyoruz.
Korkumuz, "Asıl çevreci benim" diyen Başbakan'ın bu gidişle bütün toplumsal hareketlerin "daniskasının" şahsında toplandığı gibi "korkutucu" bir kanaati geliştirmesidir. :nuke:
kaynak
Biliyorum, şakası yapılacak bir şey değil ama (çünkü sonunda sivil ve politik özgürlüklerimizin güme gitmesi söz konusuydu) kendimi tutamıyorum:
"Kapatma davası"nın açılıp kapanmasına kadar geçen sürede-süreçte Başbakan'dan duymaya –neredeyse- alıştığımız o müstehziyâne söz ve tavırlarla karşılaşmamıştık...
Yoksa şimdi artık bunların da mı sırası geldi?
Başkakan'ı bugüne kadar kim bilir kaç kez mikrofon karşısında dinleme-izleme fırsatı bulduk. Benim bu fırsatlara ilişkin genel değerlendirmem şöyle:
Başbakan, karşısında "millet"i ya da (grup toplantılarında olduğu gibi) milletin vekillerini görmediği zamanlar son derece dengeli, ölçülü ve müztehziyâne söz ve tavırlardan uzak bur duruş sergiliyor.
Ama eğer "kürsü"nün önü kalabalıksa, deyim yerinde ise "koyuveriyor" kendisini.
İnsan sormadan edemiyor: Ne gereği var bu derece müstehzi, dolayısıyla kırıcı "eforik" nutuklara?
Bu bahsi niçin açtığım yazının başlığından anlaşılmıştır.
Başbakan'ın geçen gün Rize'de yaptığı konuşmasında bu "nutuklar"dan pay alma sırası "çevreciler"deydi. Hem de Rize'de, yani Başbakan'ın memleketinde.
Oysa tam tersine, çevreci hemşehrilerinin gayet pasifist bir biçimde Fırtına Vadisi'ne hidroelektrik santrali yapılmasına karşı düzenledikleri kaçak gösteri kendisini sevindirmeliydi. "Çevrecilik"in, bu bilincin ülkenin büyük şehirlerine sığmayıp Rize'ye kadar dayanması karşısında "İşte özlediğimiz Türkiye!" benzeri sözlerle övünç duymalıydı.
Oysa o, o kürsüde de "Çevrecinin daniskası benim" diyerek milleti paylamakla meşguldü. Aslında belki Başbakan'ın bu sözlerini şöyle düzeltmek gerekiyor: "Çevrecinin (de) daniskası benim."
Artık hemen her gün önümüze gelen şu gazete haberlerine bakın:
"Türkiye başka bir ülke oluyor. Yıllardır akan köy çeşmeleri birer birer kuruyor. Türkülere, şarkılara, hatıra fotoğraflarına girmiş dereler, göller, sazlıklar yok oluyor. En büyük barajlarda su seviyeleri alarm verecek düzeye indi. Türkiye'nin su kaynaklarında son durum endişe veriyor." / "İstanbul'un üç aylık suyu kaldı." / "En büyük ikinci göl artık Tuz Gölü değil." / "Bolu Abant Tabiat Parkı alarm veriyor." / "Konya Ovası 'çöl iklimi' sınırında"...
Yüzlerce benzer haberi bu alıntıların peşine takabilirsiniz.
Peki bu büyük felaketin önüne nasıl geçilebilecek?
Bu felaketin önüne tabii ki, Başbakan'ın "'Ne yaparsınız?' dersin, ele avuca gelecek hiçbir işleri yoktur. Sadece boş vakitlerini değerlendirmek için yaptıkları iş budur" diyerek dalgasını geçtiği çevrecilerin sayısının artması, hatta herkesin çevreci olmasıyla geçilebilir.
Başbakan, çevrecilere yönelik bu son derece kırıcı sözleri sarf ettiğinden dolayı çok hoşnut olmalı ki, çevrecilerin Sinop'ta nükleer santral karşıtı gösteri yapmalarını bakın nasıl makaraya alıyor:
"Sinop'a gitmişler. Nükleer santral yapılacak diye. Ama ilk nükleer santral Sinop'a değil Akkuyu'ya yapılacak. Adresi de yanlış almışlar...."
Siz ne düşünüyorsunuz bilmiyorum; ama ben bir vatandaş olarak, Rize Nutku'nun bu son derece rahatsız edici bölümünü yersiz, gereksiz ve yanlış buluyorum.
"Çevreciler"in –hele de bu zamanda- alay konusu edilmesi kabul edilebilir mi? "Çevrecilik" bir zamanlar kendisinden –haksız yere- gülümsemeyle söz edilen bir hareket olmaktan çoktan çıkmış. Dünyanın "Eko-Ekonomi", "Eko-Politik" gibi konuları tekrar ve çok daha ciddi konuştuğu bir döneme giriyoruz.
Korkumuz, "Asıl çevreci benim" diyen Başbakan'ın bu gidişle bütün toplumsal hareketlerin "daniskasının" şahsında toplandığı gibi "korkutucu" bir kanaati geliştirmesidir. :nuke:
kaynak