- Katılım
- 9 Ekim 2006
- Mesajlar
- 7,781
- Reaksiyon puanı
- 92
- Puanları
- 0
Öyle bir sevdaya tutulursunuz ki;
Ne sevebilir, ne de terkedebilirsiniz.
Körkütük aşık olmuşsunuzdur aslında...
En güzel yıllarınızın, acı-tatlı anılarınızın ortağıdır.
İç çekişmelerinizin nedeni, yazılarınızın ilhamı, sohbet konusudur...
Gözyaşlarınızda, bilinçaltınızda,kahkahanızdadır...
Korkunca saklandığınız bir sığınak, coşunca öptüğünüz bir bayrak...
Sevdanız riyasız, çıkarsız ve karşılıksızdır...
Sınırsız ve nihayetsiz "Ölmek var, dönmek yok!" tur sizin için.
Gün gelir anlarsınız içten içe birşeylerin kanadığını...
Tutkulu sevdaların gizli hançerleri başlar parıldamaya...
Şurasından, burasından eleştirmeye başlarsınız.
"Şöyle görünse, öyle demese, değişse biraz veya eskisi gibi olsa..." diye düşünürsünüz.
Başkalarını örnek göstermeye, "Bak onlar nasıl yaşıyor" demeye başlarsınız...
Hem birlikte yaşayıp, hem özgür olmanın yollarını ararsınız.
Aşkınızın gözü kör değildir artık...
Yanlışını görür, düzeltmek istersiniz.
"Eskiden böyle miydi?" diye başlatan sohbetlerde açılır eleştirinin kapıları.
Açıldıkça, bastırılmış itirazlar yükselir bilinçaltınızdan.
Böyle sürmeyeceğini bilirsiniz, değişsin istersiniz.
O, sevgisizliğe yorar bunu, ihanete sayar.
Tutkulu ilişkilerde, ihanetin bedeli ölümdür.
"ya sev böyle ya da terket!" diye gürler.
Bir zamanlar gülücüğüyle alacakaranlığı ısıtan o rüya kabusa dönüşür birden.
Kapatır gönlünün kapılarını , yasaklar kendini size.
Hoyrattır, bakmaz yüzünüze...
Zehir akar dilinden, konuşturmaz, suçlar, yargılar...
Mühürler dudaklarınızı, yırtar atar yazdıklarınızı, siler sizi defterinden...
"İyiliğin içindi, seni sevdiğim içindi..." dersiniz, dinletemezsiniz.
Ayrılırsanız yaşayamazsınız ama böyle de yaşayamazsınız...
İhanetten kırılmıştır kaleminiz, SEVEREK terk edersiniz...
"Madem öyle..." çağı başlar böylece...
"Madem ki siz böylesine tutkunken o hep başkalarını seçmiştir...
Madem ki kıymetinizi bilmemiştir..."
O halde günah sizden gitmiştir.
Lanet ederek bu karşılıksız aşka , çekip gitmeleri denersinizi...
Aşkın Göçmenlik Çağı başlar böylece...
Daha özgür olacağınız limanlara demirlersiniz bir süre...
Ne varki unutamaz, uzaktan uzağa izlersiniz O'nu.
Etraf bir sürü uğursuzla dolmuş, kurda kuşa yem yem olmuştur.
Delikanlılar, elikanlılar, uğruna ölenler, sırtına binenler sarmıştır çevresini.
Guru duyar onlarla, koynunda besler; gözünü oysunlar diye.
Uğruna kan dökenleri sever, yoluna gül dökenlerden fazla.
"Bana ne, kendi seçimi" diye omuz silkmeye başlarsınız.
Ama sonra ansızın kulağınıza çalınan bir şarkı ya da kapı aralığından süzülüp gelen bir korku hatırlatır yeniden.
Yaban ellerde başka kollarda bahseder, ağlarsınız...
Kokusunu özler, türküsünü söylemeyi, şarkısını dinlemeyi, yemeğini yemeyi, elinden bir kadeh şarap içmeyi...
Karşı nehrin kenarından hasret şiirleri haykırırsınız,
Sular kulağına fısıldasın diye...
Anlarsınız ki çaresiz bir aşktır bu.
Ne O'nla olur ne de O'nsuz.
Hem kollarında ölmek, kucağına gömülmek arzusu,
Hem ne olacak kuşkusu...
Böyle sevemezsiniz, terk de edemezsiniz
SÜRÜNÜR GİDERSİNİZ ama yine de SEVMEYE DEVAM EDERSİNİZ....
Alıntı.
Ne sevebilir, ne de terkedebilirsiniz.
Körkütük aşık olmuşsunuzdur aslında...
En güzel yıllarınızın, acı-tatlı anılarınızın ortağıdır.
İç çekişmelerinizin nedeni, yazılarınızın ilhamı, sohbet konusudur...
Gözyaşlarınızda, bilinçaltınızda,kahkahanızdadır...
Korkunca saklandığınız bir sığınak, coşunca öptüğünüz bir bayrak...
Sevdanız riyasız, çıkarsız ve karşılıksızdır...
Sınırsız ve nihayetsiz "Ölmek var, dönmek yok!" tur sizin için.
Gün gelir anlarsınız içten içe birşeylerin kanadığını...
Tutkulu sevdaların gizli hançerleri başlar parıldamaya...
Şurasından, burasından eleştirmeye başlarsınız.
"Şöyle görünse, öyle demese, değişse biraz veya eskisi gibi olsa..." diye düşünürsünüz.
Başkalarını örnek göstermeye, "Bak onlar nasıl yaşıyor" demeye başlarsınız...
Hem birlikte yaşayıp, hem özgür olmanın yollarını ararsınız.
Aşkınızın gözü kör değildir artık...
Yanlışını görür, düzeltmek istersiniz.
"Eskiden böyle miydi?" diye başlatan sohbetlerde açılır eleştirinin kapıları.
Açıldıkça, bastırılmış itirazlar yükselir bilinçaltınızdan.
Böyle sürmeyeceğini bilirsiniz, değişsin istersiniz.
O, sevgisizliğe yorar bunu, ihanete sayar.
Tutkulu ilişkilerde, ihanetin bedeli ölümdür.
"ya sev böyle ya da terket!" diye gürler.
Bir zamanlar gülücüğüyle alacakaranlığı ısıtan o rüya kabusa dönüşür birden.
Kapatır gönlünün kapılarını , yasaklar kendini size.
Hoyrattır, bakmaz yüzünüze...
Zehir akar dilinden, konuşturmaz, suçlar, yargılar...
Mühürler dudaklarınızı, yırtar atar yazdıklarınızı, siler sizi defterinden...
"İyiliğin içindi, seni sevdiğim içindi..." dersiniz, dinletemezsiniz.
Ayrılırsanız yaşayamazsınız ama böyle de yaşayamazsınız...
İhanetten kırılmıştır kaleminiz, SEVEREK terk edersiniz...
"Madem öyle..." çağı başlar böylece...
"Madem ki siz böylesine tutkunken o hep başkalarını seçmiştir...
Madem ki kıymetinizi bilmemiştir..."
O halde günah sizden gitmiştir.
Lanet ederek bu karşılıksız aşka , çekip gitmeleri denersinizi...
Aşkın Göçmenlik Çağı başlar böylece...
Daha özgür olacağınız limanlara demirlersiniz bir süre...
Ne varki unutamaz, uzaktan uzağa izlersiniz O'nu.
Etraf bir sürü uğursuzla dolmuş, kurda kuşa yem yem olmuştur.
Delikanlılar, elikanlılar, uğruna ölenler, sırtına binenler sarmıştır çevresini.
Guru duyar onlarla, koynunda besler; gözünü oysunlar diye.
Uğruna kan dökenleri sever, yoluna gül dökenlerden fazla.
"Bana ne, kendi seçimi" diye omuz silkmeye başlarsınız.
Ama sonra ansızın kulağınıza çalınan bir şarkı ya da kapı aralığından süzülüp gelen bir korku hatırlatır yeniden.
Yaban ellerde başka kollarda bahseder, ağlarsınız...
Kokusunu özler, türküsünü söylemeyi, şarkısını dinlemeyi, yemeğini yemeyi, elinden bir kadeh şarap içmeyi...
Karşı nehrin kenarından hasret şiirleri haykırırsınız,
Sular kulağına fısıldasın diye...
Anlarsınız ki çaresiz bir aşktır bu.
Ne O'nla olur ne de O'nsuz.
Hem kollarında ölmek, kucağına gömülmek arzusu,
Hem ne olacak kuşkusu...
Böyle sevemezsiniz, terk de edemezsiniz
SÜRÜNÜR GİDERSİNİZ ama yine de SEVMEYE DEVAM EDERSİNİZ....
Alıntı.