Vücudunuz sigarayı nasıl sindiriyor?

Alemci_Dayı

Profesör
Katılım
25 Mayıs 2008
Mesajlar
1,532
Reaksiyon puanı
18
Puanları
0
Vücudunuz sigarayı nasıl sindiriyor?

smoke.jpg


Herkes sigara içmenin zararlarını bilir, ama yine de içmeye devam eder. Dünya Sağlık Örgütü, 1970'lerde sigara içilmesine karşı tutum aldı ve sigara içme oranı zaman içinde düştü.

Sigara üreticileri, 1998 yılında sigaraların içinde bulunan maddeleri yazmaya mecbur bırakıldılar. Sigaranın içinde 4 binden fazla kimyasal bulunduğunu biliyoruz. İşte sigarada bulunan en tehlikeli 10 kimyasal madde:

Amonyak: Nikotinin emilim oranını artırmak için kullanılıyor. Amonyak sıvı gübrenin de temel maddesi.

Arsenik: Tütün bitkisinde tarım ilacı olarak kullanılan arsenik, fareleri öldürmek için de kullanılıyor.

Kadmiyum:
Filtrede bulunan ve tütünün asitli topraktan topladığı metalik bileşen, cep telefonlarının pilinin şarj edilmesinde kullanılıyor.

Formaldehid: Sigara dumanının ikincil ürünü ve renksiz bir gaz olan formaldehid, ölü vücutları mumyalamakta kullanılıyor.

Aseton: Ojeleri de çıkarmada ve tuvalet temizliğinde kullanılıyor.

Bütan: Sigara yakmaya yardımcı. Çakmak gazı olarak kullanılıyor.

Propylene Glycol: Bırakmayı önlemek için sigaralara ekleniyor. Nikotinin beyne ulaştırılmasını hızlandırıyor.

Terebentin: Özellikle mentollü sigaralarda kullanılan bu yağ, boyayı inceltmede ve tahtanın verniğini soymada kullanılıyor.

Benzen: Yanan sigaradan çıkan yan ürün olan benzeni tarım ilaçlarında ve benzinde bulabilirsiniz.

Kurşun ve nikel: Bu metaller de sigarada bulunuyor. Peki vücudunuz bu şeyleri nasıl sindiriyor?

Aslında, sindiremiyor. Vücut, dumanın her parçasını tam olarak ememiyor. Sigaradaki zararlı kimyasallar vücudunuzun her hücresini hırpalıyor. Duman kanı, cildi, akciğerleri, kalbi, tat ve koku alma duyularını ve dumanla temas eden her yeri etkiliyor.

Sigarayı bırakır bırakmaz, vücudunuz forma girmeye başlar. Kirpiksi ince tüyler uyanır ve tekrar süpürme işlemine başlar, tat alma tomurcuklarınız, üzerindeki katranla savaşır. Oksijen yeniden kalbinize ve vücudunuzun diğer bölümlerine tam gaz pompalanır. Günler, aylar, yıllar içinde kendinizi asla sigara içmemiş gibi hissedersiniz.

***

Sigara vücudumuza ne yapıyor?


Günde bir paket sigara içenler, her yıl akciğerlerine bir fincan dolusu katranı biriktiriyor. Az katranlı sigara ise efsaneden ibaret. Sigara üreticileri, mideye indirdiğiniz katran miktarını azaltmak için sigaranın filtresine küçücük delikler açtı. Maalesef, sigarayı tuttuğunuzda parmaklarınız bu deliklerin çoğunu kapatıyor ve düşük katranlı sigara içenler dumanı daha fazla derinlere çekiyorlar.

Dumanda bulunan kimyasallar, hemen kan dolaşımı sisteminizin içine emiliyor. Buradan, kalbinize ve vücudunuzun herhangi bir yerine doğru gidiyorlar. Kalbiniz, sigarayı yakar yakmaz daha hızlı çarpmaya başlıyor. Bu da günde 36 bin fazladan kalp atışı anlamına geliyor. Sigara dumanı düzensiz kalp atışına ya da aritmiye neden olabiliyor. Kanınızdaki oksijen seviyesi azalıyor, çünkü sigara içtiğinizde üretilen karbonmonoksit, vücudu bunun oksijen olduğuna inandırıyor. Vücut hücrelerinizin halen oksijene ihtiyacı olduğu için kalbiniz bu oksijeni sağlarken fazla mesai yapıyor.

Düzenli olarak sigara içmeye devam ederseniz, tat ve koku alma duyunuz da zayıflıyor. Çünkü katran dilinizi ve burun geçitlerinizi kaplıyor. Bu nedenle birçok sigara tiryakisi, yemeklerin tadının ve kokularının fark edilir oranda değiştiğini söylüyor.

Sigara içenlerin çoğu, hasarın akciğer, kalp, kan damarları ile tat ve koku alma duyusunda oluştuğunu düşünüyor. Birçok kişi, sigaranın ciltlerine verdiği zararı önemsemiyor. Ciltteki kan damarları sigarayı yaktığınızda daralıyor ve cildin sahip olduğu oksijen miktarı da sınırlanıyor. Bu da cildinizin kırışması anlamına geliyor. Sigaraya yeni başlayanlarda, gözlerin çevresinde ve ağız kenarlarında derin, koyu çizgiler oluşuyor. Cildin rengi grileşiyor ve yüz hatları süzülüyor. Sigara, ayrıca daha erken yaşlanmanıza neden oluyor.


KaynaK
 

Ali TEMEL

Profesör
Katılım
17 Kasım 2006
Mesajlar
4,654
Reaksiyon puanı
92
Puanları
48
Ne derlerse desinler içen insanlar yine içmeye devam ediyorlar :)
 

kavrak

Profesör
Katılım
11 Mayıs 2009
Mesajlar
1,315
Reaksiyon puanı
12
Puanları
0
kurtulamadık gitti şu illetten.
 

ulaş35

Doçent
Katılım
22 Şubat 2007
Mesajlar
779
Reaksiyon puanı
2
Puanları
18
Kimin önce gideceği belli olmaz ama yinede ben şunu söylemeden duramıcam. Sigara içenlere acısız sancısız ölümler diliyorum ve sigara yüzünden ölenlere de bir gram acımıyorum.
 

Cloakengaged

Dekan
Katılım
11 Aralık 2008
Mesajlar
5,068
Reaksiyon puanı
145
Puanları
63
Ne içiyolar şunu içince anlamıyorum...
Mutlu mu oluyolar kaslarımı gevşetiyo hiç merak etmiyorum..
Tamamen gereksiz birşey...
 

vegaturk

Profesör
Katılım
21 Haziran 2008
Mesajlar
3,718
Reaksiyon puanı
117
Puanları
0
Kullandığın takma adla bu konu hiç uyuşmamış Alemci dayii :) Konu ise gayet açıklayıcı umarım içenler içmeden evvel düşünür bırakmaya karar verir karar vermek bırakmanın yarısıdır şartlanırsanız bu iş olur
 

Alemci_Dayı

Profesör
Katılım
25 Mayıs 2008
Mesajlar
1,532
Reaksiyon puanı
18
Puanları
0
Kullandığın takma adla bu konu hiç uyuşmamış Alemci dayii :) Konu ise gayet açıklayıcı umarım içenler içmeden evvel düşünür bırakmaya karar verir karar vermek bırakmanın yarısıdır şartlanırsanız bu iş olur

Nickimiz Alemci_Dayı :)



ALEM NEDİR


Kâinat, mahlûkât, mevcûdat, mümkinât mâsivâ, felek, yaratılmışların tümü, kısacası Cenâb-ı Allah’ın dışında kalan ve yeryüzü ile gökyüzündeki maddî, manevî bütün eşya ve varlıklar. Kâinat, bütün yaratılmışlar, havadis, evrende var olan her şey âlemi oluşturmaktadır. Kâinattaki bütün varlıkların her bir türü de ayrı bir âlem oluşturmaktadır. Cinler âlemi, ins âlemi, ruhlar âlemi, hayvanlar âlemi, melekler âlemi… gibi. Bu saydığımız âlemlerin her biri de kendi arasında bir çok âlem ve türe ayrılmaktadırlar. Bütün bunlar yani kâinat, kendisinden başka bir varlığın mevcut olduğuna tanıktır. Bunlar Allah’ın varlığının en büyük delili ve alâmeti olduğundan dolayı âlem adını almıştır.

Kur’an “Âlemlerin Rabbi” derken, kâinattaki bütün varlıklar ve sınıflar olan “Âlemîn’i kasdetmektedir. Âlem kelimesi genellikle Kur’an-ı Kerim’de çoğul olarak kullanılmaktadır. Bunun yanında İslâm, dünya ve ahiret âlemleri olarak da iki ayrı âlemden söz etmektedir. Dünya ve ahiret âlemleri içinde bulunan bütün varlıklar o âlemi oluşturmakta; hepsi
birden ise kâinatı meydana getirmektedir. Bunların da yaratıcısı Allah’tır. Dünya ve ahiret âlemleri ele alındığında kelime itibariyle yakın manasına gelen dünya önce; sonra anlamına gelen ahiret ise, sonra yaşanacak bir âlemdir. Dünya âleminin diğer adı “Fâni” yani “geçici âlem”; ahiretin diğer adı ise “bâkî âlem”dir. Bu iki âlem yalan âlem (dünya) ve gerçek âlem (ahiret) şeklinde kullanıldığı gibi, mükellefiyet ve sorumluluk dünyası ceza ve mükâfaat âlemi şeklinde de ifade edilmektedir. Dolayısıyla dünya ilk âlem, ahiret de son âlem oluyor.

Cenâb-ı Hakk A’râf suresinde; “Şüphesiz Rabbiniz yeri, göğü altı günde yaratan, sonra Arş’a hükmedendir. O, gece ile onu durmadan takip eden gündüzü bürür. Emrine âmade olan güneş, ay ve yıldızları da yaratmıştır. İyi biliniz ki yaratmak ve (insanlara) emretmek yalnız ona özgüdür. Âlemlerin Rabbi olan Allah yüceler yücesidir. ” (A’raf, 7/54)
buyurarak kâinatın, âlemin nasıl yaratıldığını, bunun yönetiminin kimin elinde, hükmetme hakkının kimde olduğunu bildirerek âlemin ikiye ayrıldığını, bunlardan birinin ‘Emir âlemi’, diğerinin ‘Halk (yaratma) âlemi’ olduğunu ifade buyurmaktadır.

Emir âlemine, ğayb, melekût, ceberût rûhânî, nûrânî, ulvî ve manevî âlem adı verildiği gibi, halk âlemine de şehâdet, mülk, zulmânî, cismânî, maddî ve süflî âlem her iki âlem birlikte ve aynı anda mevcut bulunmaktadır. Emir âlemi rûhânî ve mânevî alem denilmektedir. Emir ve halk alemleri yaratıldıktan sonra içiçe olmuş insanın bu iki âlemdeki ilişkileri de birbirleriyle sürekli münasebet halinde bulunmuştur. Şu halde halk âlemi maddî ve cismânîdir. Bunun için aynı zaman ve mekân içinde birlikte bulunmaları mümkün olmaktadır. Aynen ruh ile bedenin birlikte bulundukları gibi. Emir, yani ruhânî âlem zaman ve mekâna gerek duymamaktadır. Mutasavvıfların üzerinde durdukları âlem budur. Onlar rûhânî âleme sâlih amel, ilhâm, aşk ve keşf ile nüfuz etmeye çalışmaktadırlar. Mutasavvıflar birçok hususta ‘felsefe’nin etkisinde oldukları için âleme bakışları da felsefi ekollerin görüşlerini yansıtır. Alem hakkındaki görüşleri daha çok Yeni Eflâtuncuların görüşüne benzemektedir. Bunun için âlemdeki beş mertebeden söz ederek bunlara “Hazarât-ı Hamse” adını verirler. onlara göre âlemin beş ayrı mertebesi vardır:

1-Ulûhiyyet Mertebesi. 2-Ruhlar mertebesi (Emir âlemi), 3-Misâl âlemi, 4-Cisim âlemi, 5-İnsan-ı Kâmil (olgun insan).

İslâm mutasavvıf ve düşünürleri bu çerçeve içinde meseleyi değerlendirirken beş ayrı kanaat ileri sürmüşlerdir:

1-Bu âlem var olması imkân dahilinde olan âlemlerin en iyisidir. Bundan daha güzelinin yaratılması mümkün değildir. Buna “mutlak iyimserlik” denir.

2-Bu âlem var olması imkân dahilinde olan âlemlerin en kötüsüdür. Ebû A’lâ el-Maarri’nin savunduğu bu görüşe de “mutlak kötümserlik” denir.

3-Bu âlemde iyilik ve kötülük bir arada mevcuttur. Fakat iyilik daha çoktur. Onun içinde buna “nisbî iyimserlik” adı verilmiştir.

4-Bu âlemde iyilik ve kötülük bir arada mevcuttur. Fakat kötülük iyiliğe nazaran çok daha fazladır. Buna da “izâfî karamsarlık” denir.

5-Bu, çözülmesi asla mümkün olmayan bir problemdir. Onun için insanlar bu hususta görüş belirtemezler. Dolayısıyla çekimser kalınıp “bu konuda tavakkuf etmek gerekir”, denilmektedir.

Filozofların âlem hakkındaki görüşlerine gelince; Yunan filozofları bu meseleyi çözmek için çok uğramışlardır. Yunan filozoflarının âlem hakkındaki görüşlerine İslâm filozofları da çok büyük önem vermişlerdir. Aristo bu kâinatın ezelî olduğuna inanıyordu. Ona göre, bu âlemin şekil itibariyle değil de asıl maddesi ezeli idi. Bunun aslî maddesi önceden
mevcut olup Allah buna sonradan şimdiki şeklini vermiştir. Bu yaratmadan sonra da âlem kendi kendini yönetmiştir.

Eflâtun ise meseleye daha değişik bakmıştır. Ona göre biri ideler, diğeri gölgeler âlemi olmak üzere iki âlem var olup, bunlar birbirlerine bağlıdır. Duyu organlarımızla algıladığımız madde âlemi ideler âleminin bir gölgesidir. Dolayısıyla bu maddî âlemin varlığı ideler âlemine bağlıdır.

İslâm filozofları ise, eski Yunan felsefesini, İslâm’ın kâinat hakkındaki ahenk anlayışı ile mezc ederek İslâm’a sokmuşlardır. Buna bağlı olarak, Kâinatın ezelî olduğu inancını taşıdıklarından dolayı İmam Gazzâlî ve İbn Teymiyye gibi Ehl-i Sünnet çizgisini koruyan âlim ve düşünürler filozofları tekfir etmişlerdir. Farabî, İbn Sina ve İbn Rüşd gibi filozoflar akıl âlemi, nefis âlemi ve tabiat âlemi gibi üç ayrı âlemden söz etmektedirler. Bunlara karşı İslâm’ın saf ve gerçek akîdesini korumağa çalışan İmam Gazzâlî ise, Mülk âlemi, Melekût âlemi ve Ceberût âlemi diye üç âlemi kabul etmiştir.

Âlem-i A’lâ: En yüce âlem demek olup kâinatı yaratan Rabbü’l-âlemînin Rubûbiyet âlemidir.

Âlem-i Berzâh: Berzah, iki şey arasına giren engel, iki nesneyi birbirinden ayıran şey demektir. Dünya ile ahiret arasına girdiği için ölüm ânından kıyamete, insanların tekrar dirilmelerine kadar geçecek olan zamana da Berzah denilmiştir.

İslâmî bir terim olarak âlemi berzah ise insanların ölüm anından itibaren ruhlarının gittiği ve kıyamete kadar geçici olarak bulunduğu yere denir. (Ö.N. Bilmen, Muvazzah İlm-i Kelam, s. 247). Bu, ahiret hayatının ilk merhalesidir.

Ölümle beden hayâtiyetini kaybeder. Fakat ruh ölmez. Ruh bedeni terkedince daha üstün bir âlem olan âlem-i berzaha intikâl eder. Kıyamette, insanların tekrar diriltilmesine kadar orada kalır.

İnsan ruhunun üç safhası vardır:

a-Dünyada bedenimizdeki durumu,

b-Öldükten sonra âlem-i berzahdaki durumu,

c-Ahirette tekrar dirilme ile başlayan durumu.

Dünyada ruhumuz bedenimizle beraberdir. Mutluluk ve mutsuzluğu, keder ve sevinci ruhumuz bedenimizle beraber tadar. Ahirette, tekrar dirilince de durum böyle olacaktır.

Âlem-i berzah’da ise azap ve nîmeti tadan sadece ruhtur. Gerçi insan bu dünyada yaptığı iyi veya kötü amelinin karşılığını ahirette tekrar dirildikten sonra görecektir. Ama berzah âleminde de bunu az veya çok tadacaktır. Kur’an-ı Kerîm’in bildirdiğine göre âlem-i berzah’da Firavun ve yandaşları gibi kâfirler azap görecekler (el-Mü’min, 40/45-46), güzel amel işleyen müminler ise Allah’ın mükâfat ve nîmetine mazhar olacaklardır. (Âli İmran, 3/169-171).

Ruhun âlem-i berzahdaki durumu insanın uyku hâline benzetilebilir. İnsanın uyku hâli nasıl ki yaşayışla ölüm arasında başka bir âlemdir; bunun gibi âlem-i berzah da dünya hayatı ile ahiret hayatı arasında ve fakat tamamen değişik bir âlemdir.

Âlem-i Ceberût: Tasavvuf; bir terim olarak Ceberût; cebir ve zorlama demektir. İlâhî kudret ve iradenin etkili
olduğu âleme ceberût âlemi adı verilmiştir. Burada insan veya başka hiç bir ‘mahlûk’un güç ve iradesi etkili değildir. Kelime olarak İbrânice’de kudret anlamına gelen “Geburah” kelimesinden geldiği bilinmektedir. Ceberut âlemi; mülk âlemi ile Melekût âlemi arasında kabul edilmektedir. Yani orta âlem olan Ceberût âlemi, üstte olan Lâhût âlemi ile altta olan Melekût âleminin ortasıdır. (Cürcanî, Kitabu’t-Ta’rîfât, Ceberût mad.) Bu da Eflâtun’un ideler âleminin
aynısıdır.

Başka bir tarife göre ise, Ceberût Âlemi Allah’ın takdîrinin yâni ‘kaza’sının bulunduğu yerdir.

Âlem-i Emr: Maddî olmayan, akıl ve hisle kavranmayan âlemdir. Âlem-i Emr ile Âlem-i Halk’ın üstündeki her şey akla ve hisse kapalıdır. Ruh ve Melekler bu âleme dahildir. Buna Âlem-i Ğayb ve Âlem-i Melekût adı da verilmektedir.

Âlem-i Ervâh: Ruhlar âlemi demek olup insan ruhlarının beden vasıtasıyla dünya hayatına kavuşmadan ve öldükten sonra bulundukları yere verilen isimdir. Dünyaya gelip insanın bedenine giren ruh daima bu aslî vatanını özlemektedir. Bu ayrılık döneminde yani dünyada insan bedeninde bulunurken garîb sayılır. Burada yaratılmış bulunan ruhlar, hem kendilerini hem de diğer ruhları tanırlar.

Âlem-i Esmâ’ ve Sıfat: Cenâb-ı Allah’ın isim ve sıfatlarının oluşturduğu âleme verilen isimdir

Âlem-i Halk: Mahlûkât yani yaratılmışlar âlemidir. Âlem-i Emr’in karşıtı olan Âlem-i Halk; madde, eşya ve a’yan âlemidir. Burada sebep-sonuç ilişkisi geçerli olup her şey akıl ve duyu organlarıyla bilinebilir. Âlem-i Halk, Alem-i Emr’e bağlıdır. Çeşitli sebep ve hikmetlere binâen tedricî bir şekilde yaratılmıştır. Buna aynı zamanda Âlem-i Mülk veya Âlem-i şehâdet de denilmektedir.

Âlem-i Kübra: En büyük âlem anlamında olup buna Âlem-i Ekber adı da verilmektedir. Âlem-i Suğrâ’nın aksi olarak görülen Âlem-i Kübrâ’ya dış görünüşe göre kâinat denmektedir. Buna göre Âlem-i Suğra da insanın kendisidir. Bunun için felsefe ve tasavvufta bu iki âlem şöyle ifade edilir: “Âlem büyük bir insandır. İnsan ise küçük bir âlemdir.” Bu da insan yapısı ile kâinat arasındaki benzerlikten kaynaklanmaktadır. Zîra insan maddî bir vücûda, duyan bir ruha ve düşünen bir akla sahiptir. İnsanı kuşatan kâinat da bu üç âlemden ibarettir.

Âlem-i Melekût: Tasavvufi bir tabir olup, Âlem-i Mülk ile Âlem-i Ceberûttan sonraki âlemdir. Buna ‘Ğayb Âlemi’ adı da verilir. Mana ve ruh âlemidir. İslâm filozof ve mutasavvıflarına göre Melekût âlemi duyularla algılanan kâinatın dışında kalan, yalnız düşüncede yaşayan ve görünmeyen varlıkların bulunduğu âlemdir.

Âlem-i Misâl: Ruhlar âlemi ile cisim âlemi arasında bulunan bir geçiş âlemidir. Bunun diğer adı ‘Alem-i Berzah’tır.

Âlem-i Mülk: Âlem-i Halk olarak da bilinen Âlem-i Mülk dünyanın kendisidir. Buna Âlem-i Şehâdet de denilmektedir.

Âlem-i Suğra: En küçük âlem demektir. Bu da insanın kendisidir. Âlem-i Kübrâ’nın karşılığı olarak kabul edilir. İnsan küçük âlem; âlem ise, büyük insandır. İnsan ile kâinat arasında ilişki kuranlar kâinatta var olan her şeyin bir benzerinin insanda da var olduğunu kabul etmişlerdir. Bu da bir felsefe ve tasavvuf tabiridir.


Kaynak





ALEM NEDİR ? araştırma yapmak istiyenler için LİNK
 

vegaturk

Profesör
Katılım
21 Haziran 2008
Mesajlar
3,718
Reaksiyon puanı
117
Puanları
0
Nickimiz Alemci_Dayı :)



ALEM NEDİR


Kâinat, mahlûkât, mevcûdat, mümkinât mâsivâ, felek, yaratılmışların tümü, kısacası Cenâb-ı Allah’ın dışında kalan ve yeryüzü ile gökyüzündeki maddî, manevî bütün eşya ve varlıklar. Kâinat, bütün yaratılmışlar, havadis, evrende var olan her şey âlemi oluşturmaktadır. Kâinattaki bütün varlıkların her bir türü de ayrı bir âlem oluşturmaktadır. Cinler âlemi, ins âlemi, ruhlar âlemi, hayvanlar âlemi, melekler âlemi… gibi. Bu saydığımız âlemlerin her biri de kendi arasında bir çok âlem ve türe ayrılmaktadırlar. Bütün bunlar yani kâinat, kendisinden başka bir varlığın mevcut olduğuna tanıktır. Bunlar Allah’ın varlığının en büyük delili ve alâmeti olduğundan dolayı âlem adını almıştır.

Kur’an “Âlemlerin Rabbi” derken, kâinattaki bütün varlıklar ve sınıflar olan “Âlemîn’i kasdetmektedir. Âlem kelimesi genellikle Kur’an-ı Kerim’de çoğul olarak kullanılmaktadır. Bunun yanında İslâm, dünya ve ahiret âlemleri olarak da iki ayrı âlemden söz etmektedir. Dünya ve ahiret âlemleri içinde bulunan bütün varlıklar o âlemi oluşturmakta; hepsi
birden ise kâinatı meydana getirmektedir. Bunların da yaratıcısı Allah’tır. Dünya ve ahiret âlemleri ele alındığında kelime itibariyle yakın manasına gelen dünya önce; sonra anlamına gelen ahiret ise, sonra yaşanacak bir âlemdir. Dünya âleminin diğer adı “Fâni” yani “geçici âlem”; ahiretin diğer adı ise “bâkî âlem”dir. Bu iki âlem yalan âlem (dünya) ve gerçek âlem (ahiret) şeklinde kullanıldığı gibi, mükellefiyet ve sorumluluk dünyası ceza ve mükâfaat âlemi şeklinde de ifade edilmektedir. Dolayısıyla dünya ilk âlem, ahiret de son âlem oluyor.

Cenâb-ı Hakk A’râf suresinde; “Şüphesiz Rabbiniz yeri, göğü altı günde yaratan, sonra Arş’a hükmedendir. O, gece ile onu durmadan takip eden gündüzü bürür. Emrine âmade olan güneş, ay ve yıldızları da yaratmıştır. İyi biliniz ki yaratmak ve (insanlara) emretmek yalnız ona özgüdür. Âlemlerin Rabbi olan Allah yüceler yücesidir. ” (A’raf, 7/54)
buyurarak kâinatın, âlemin nasıl yaratıldığını, bunun yönetiminin kimin elinde, hükmetme hakkının kimde olduğunu bildirerek âlemin ikiye ayrıldığını, bunlardan birinin ‘Emir âlemi’, diğerinin ‘Halk (yaratma) âlemi’ olduğunu ifade buyurmaktadır.

Emir âlemine, ğayb, melekût, ceberût rûhânî, nûrânî, ulvî ve manevî âlem adı verildiği gibi, halk âlemine de şehâdet, mülk, zulmânî, cismânî, maddî ve süflî âlem her iki âlem birlikte ve aynı anda mevcut bulunmaktadır. Emir âlemi rûhânî ve mânevî alem denilmektedir. Emir ve halk alemleri yaratıldıktan sonra içiçe olmuş insanın bu iki âlemdeki ilişkileri de birbirleriyle sürekli münasebet halinde bulunmuştur. Şu halde halk âlemi maddî ve cismânîdir. Bunun için aynı zaman ve mekân içinde birlikte bulunmaları mümkün olmaktadır. Aynen ruh ile bedenin birlikte bulundukları gibi. Emir, yani ruhânî âlem zaman ve mekâna gerek duymamaktadır. Mutasavvıfların üzerinde durdukları âlem budur. Onlar rûhânî âleme sâlih amel, ilhâm, aşk ve keşf ile nüfuz etmeye çalışmaktadırlar. Mutasavvıflar birçok hususta ‘felsefe’nin etkisinde oldukları için âleme bakışları da felsefi ekollerin görüşlerini yansıtır. Alem hakkındaki görüşleri daha çok Yeni Eflâtuncuların görüşüne benzemektedir. Bunun için âlemdeki beş mertebeden söz ederek bunlara “Hazarât-ı Hamse” adını verirler. onlara göre âlemin beş ayrı mertebesi vardır:

1-Ulûhiyyet Mertebesi. 2-Ruhlar mertebesi (Emir âlemi), 3-Misâl âlemi, 4-Cisim âlemi, 5-İnsan-ı Kâmil (olgun insan).

İslâm mutasavvıf ve düşünürleri bu çerçeve içinde meseleyi değerlendirirken beş ayrı kanaat ileri sürmüşlerdir:

1-Bu âlem var olması imkân dahilinde olan âlemlerin en iyisidir. Bundan daha güzelinin yaratılması mümkün değildir. Buna “mutlak iyimserlik” denir.

2-Bu âlem var olması imkân dahilinde olan âlemlerin en kötüsüdür. Ebû A’lâ el-Maarri’nin savunduğu bu görüşe de “mutlak kötümserlik” denir.

3-Bu âlemde iyilik ve kötülük bir arada mevcuttur. Fakat iyilik daha çoktur. Onun içinde buna “nisbî iyimserlik” adı verilmiştir.

4-Bu âlemde iyilik ve kötülük bir arada mevcuttur. Fakat kötülük iyiliğe nazaran çok daha fazladır. Buna da “izâfî karamsarlık” denir.

5-Bu, çözülmesi asla mümkün olmayan bir problemdir. Onun için insanlar bu hususta görüş belirtemezler. Dolayısıyla çekimser kalınıp “bu konuda tavakkuf etmek gerekir”, denilmektedir.

Filozofların âlem hakkındaki görüşlerine gelince; Yunan filozofları bu meseleyi çözmek için çok uğramışlardır. Yunan filozoflarının âlem hakkındaki görüşlerine İslâm filozofları da çok büyük önem vermişlerdir. Aristo bu kâinatın ezelî olduğuna inanıyordu. Ona göre, bu âlemin şekil itibariyle değil de asıl maddesi ezeli idi. Bunun aslî maddesi önceden
mevcut olup Allah buna sonradan şimdiki şeklini vermiştir. Bu yaratmadan sonra da âlem kendi kendini yönetmiştir.

Eflâtun ise meseleye daha değişik bakmıştır. Ona göre biri ideler, diğeri gölgeler âlemi olmak üzere iki âlem var olup, bunlar birbirlerine bağlıdır. Duyu organlarımızla algıladığımız madde âlemi ideler âleminin bir gölgesidir. Dolayısıyla bu maddî âlemin varlığı ideler âlemine bağlıdır.

İslâm filozofları ise, eski Yunan felsefesini, İslâm’ın kâinat hakkındaki ahenk anlayışı ile mezc ederek İslâm’a sokmuşlardır. Buna bağlı olarak, Kâinatın ezelî olduğu inancını taşıdıklarından dolayı İmam Gazzâlî ve İbn Teymiyye gibi Ehl-i Sünnet çizgisini koruyan âlim ve düşünürler filozofları tekfir etmişlerdir. Farabî, İbn Sina ve İbn Rüşd gibi filozoflar akıl âlemi, nefis âlemi ve tabiat âlemi gibi üç ayrı âlemden söz etmektedirler. Bunlara karşı İslâm’ın saf ve gerçek akîdesini korumağa çalışan İmam Gazzâlî ise, Mülk âlemi, Melekût âlemi ve Ceberût âlemi diye üç âlemi kabul etmiştir.

Âlem-i A’lâ: En yüce âlem demek olup kâinatı yaratan Rabbü’l-âlemînin Rubûbiyet âlemidir.

Âlem-i Berzâh: Berzah, iki şey arasına giren engel, iki nesneyi birbirinden ayıran şey demektir. Dünya ile ahiret arasına girdiği için ölüm ânından kıyamete, insanların tekrar dirilmelerine kadar geçecek olan zamana da Berzah denilmiştir.

İslâmî bir terim olarak âlemi berzah ise insanların ölüm anından itibaren ruhlarının gittiği ve kıyamete kadar geçici olarak bulunduğu yere denir. (Ö.N. Bilmen, Muvazzah İlm-i Kelam, s. 247). Bu, ahiret hayatının ilk merhalesidir.

Ölümle beden hayâtiyetini kaybeder. Fakat ruh ölmez. Ruh bedeni terkedince daha üstün bir âlem olan âlem-i berzaha intikâl eder. Kıyamette, insanların tekrar diriltilmesine kadar orada kalır.

İnsan ruhunun üç safhası vardır:

a-Dünyada bedenimizdeki durumu,

b-Öldükten sonra âlem-i berzahdaki durumu,

c-Ahirette tekrar dirilme ile başlayan durumu.

Dünyada ruhumuz bedenimizle beraberdir. Mutluluk ve mutsuzluğu, keder ve sevinci ruhumuz bedenimizle beraber tadar. Ahirette, tekrar dirilince de durum böyle olacaktır.

Âlem-i berzah’da ise azap ve nîmeti tadan sadece ruhtur. Gerçi insan bu dünyada yaptığı iyi veya kötü amelinin karşılığını ahirette tekrar dirildikten sonra görecektir. Ama berzah âleminde de bunu az veya çok tadacaktır. Kur’an-ı Kerîm’in bildirdiğine göre âlem-i berzah’da Firavun ve yandaşları gibi kâfirler azap görecekler (el-Mü’min, 40/45-46), güzel amel işleyen müminler ise Allah’ın mükâfat ve nîmetine mazhar olacaklardır. (Âli İmran, 3/169-171).

Ruhun âlem-i berzahdaki durumu insanın uyku hâline benzetilebilir. İnsanın uyku hâli nasıl ki yaşayışla ölüm arasında başka bir âlemdir; bunun gibi âlem-i berzah da dünya hayatı ile ahiret hayatı arasında ve fakat tamamen değişik bir âlemdir.

Âlem-i Ceberût: Tasavvuf; bir terim olarak Ceberût; cebir ve zorlama demektir. İlâhî kudret ve iradenin etkili
olduğu âleme ceberût âlemi adı verilmiştir. Burada insan veya başka hiç bir ‘mahlûk’un güç ve iradesi etkili değildir. Kelime olarak İbrânice’de kudret anlamına gelen “Geburah” kelimesinden geldiği bilinmektedir. Ceberut âlemi; mülk âlemi ile Melekût âlemi arasında kabul edilmektedir. Yani orta âlem olan Ceberût âlemi, üstte olan Lâhût âlemi ile altta olan Melekût âleminin ortasıdır. (Cürcanî, Kitabu’t-Ta’rîfât, Ceberût mad.) Bu da Eflâtun’un ideler âleminin
aynısıdır.

Başka bir tarife göre ise, Ceberût Âlemi Allah’ın takdîrinin yâni ‘kaza’sının bulunduğu yerdir.

Âlem-i Emr: Maddî olmayan, akıl ve hisle kavranmayan âlemdir. Âlem-i Emr ile Âlem-i Halk’ın üstündeki her şey akla ve hisse kapalıdır. Ruh ve Melekler bu âleme dahildir. Buna Âlem-i Ğayb ve Âlem-i Melekût adı da verilmektedir.

Âlem-i Ervâh: Ruhlar âlemi demek olup insan ruhlarının beden vasıtasıyla dünya hayatına kavuşmadan ve öldükten sonra bulundukları yere verilen isimdir. Dünyaya gelip insanın bedenine giren ruh daima bu aslî vatanını özlemektedir. Bu ayrılık döneminde yani dünyada insan bedeninde bulunurken garîb sayılır. Burada yaratılmış bulunan ruhlar, hem kendilerini hem de diğer ruhları tanırlar.

Âlem-i Esmâ’ ve Sıfat: Cenâb-ı Allah’ın isim ve sıfatlarının oluşturduğu âleme verilen isimdir

Âlem-i Halk: Mahlûkât yani yaratılmışlar âlemidir. Âlem-i Emr’in karşıtı olan Âlem-i Halk; madde, eşya ve a’yan âlemidir. Burada sebep-sonuç ilişkisi geçerli olup her şey akıl ve duyu organlarıyla bilinebilir. Âlem-i Halk, Alem-i Emr’e bağlıdır. Çeşitli sebep ve hikmetlere binâen tedricî bir şekilde yaratılmıştır. Buna aynı zamanda Âlem-i Mülk veya Âlem-i şehâdet de denilmektedir.

Âlem-i Kübra: En büyük âlem anlamında olup buna Âlem-i Ekber adı da verilmektedir. Âlem-i Suğrâ’nın aksi olarak görülen Âlem-i Kübrâ’ya dış görünüşe göre kâinat denmektedir. Buna göre Âlem-i Suğra da insanın kendisidir. Bunun için felsefe ve tasavvufta bu iki âlem şöyle ifade edilir: “Âlem büyük bir insandır. İnsan ise küçük bir âlemdir.” Bu da insan yapısı ile kâinat arasındaki benzerlikten kaynaklanmaktadır. Zîra insan maddî bir vücûda, duyan bir ruha ve düşünen bir akla sahiptir. İnsanı kuşatan kâinat da bu üç âlemden ibarettir.

Âlem-i Melekût: Tasavvufi bir tabir olup, Âlem-i Mülk ile Âlem-i Ceberûttan sonraki âlemdir. Buna ‘Ğayb Âlemi’ adı da verilir. Mana ve ruh âlemidir. İslâm filozof ve mutasavvıflarına göre Melekût âlemi duyularla algılanan kâinatın dışında kalan, yalnız düşüncede yaşayan ve görünmeyen varlıkların bulunduğu âlemdir.

Âlem-i Misâl: Ruhlar âlemi ile cisim âlemi arasında bulunan bir geçiş âlemidir. Bunun diğer adı ‘Alem-i Berzah’tır.

Âlem-i Mülk: Âlem-i Halk olarak da bilinen Âlem-i Mülk dünyanın kendisidir. Buna Âlem-i Şehâdet de denilmektedir.

Âlem-i Suğra: En küçük âlem demektir. Bu da insanın kendisidir. Âlem-i Kübrâ’nın karşılığı olarak kabul edilir. İnsan küçük âlem; âlem ise, büyük insandır. İnsan ile kâinat arasında ilişki kuranlar kâinatta var olan her şeyin bir benzerinin insanda da var olduğunu kabul etmişlerdir. Bu da bir felsefe ve tasavvuf tabiridir.


Kaynak





ALEM NEDİR ? araştırma yapmak istiyenler için LİNK

ne yaptın sen kainatçı dışarı çık 10 kişiyi diz alemci dayı ne demek diye sor onlar sana ne olduğunu söyler cahil değiliz alem nedir biliriz ancak türkçede alem argodan dillere pelesenk olmuştur yok ben bu tabuyu kırcam diyorsan sana kolay gelsin ...:::::::::)
 

Alemci_Dayı

Profesör
Katılım
25 Mayıs 2008
Mesajlar
1,532
Reaksiyon puanı
18
Puanları
0
@vegaturk Ahh Ahh bende bilirim alemci dayı denince milletin ne anladığını ama olsun bu nick hoşuma gidiyor hem dayı hem alemci bak ne güzel :)

Konumuzun aslına dönelim sigara denilen pis şeyin nekadar tehlikeli olduğunu ve bu zararlı maddeyi hala inadına tüketen insanların kendilerini zavallı durumundan kurtaramamaları ne kadarrrrrr acı .
 

vegaturk

Profesör
Katılım
21 Haziran 2008
Mesajlar
3,718
Reaksiyon puanı
117
Puanları
0
@vegaturk Ahh Ahh bende bilirim alemci dayı denince milletin ne anladığını ama olsun bu nick hoşuma gidiyor hem dayı hem alemci bak ne güzel :)

Konumuzun aslına dönelim sigara denilen pis şeyin nekadar tehlikeli olduğunu ve bu zararlı maddeyi hala inadına tüketen insanların kendilerini zavallı durumundan kurtaramamaları ne kadarrrrrr acı .

Evet Alemci dayı acı bir gerçek sigara.. Ben sigarayı bıraktığımda çevremde sigara içen arkadaşlarımı bırakmak zorunda kaldım 6/7 ay monoton asosyal bir hayat yaşadım ama sonunda değdi şimdi sigara içen arkadaşlarımla iç içeyim ama bir farkla artık sigara içmiyorum elimden geldiğince zararlarını anlatıyorum ama alışmışlar herkesten sigaranın zararlarını duymaya umursamıyorlar sigara içenlere tavsiyem
Ben dünyevi hayatta kendimi unuttuğum zamanlar arada sırada mezarlık ziyaretine giderim ölümlü olduğumu dünya'nın gelip geçici olduğunu hatırlarım
hastane ziyaretlerimde olur o acı çeken insanları görür üzülürüm sigara içenlere tek tavsiyem hastanelere gitsinler sigarayı bırakmak için birebir o acıyı çeken insanları görsünler sigara bırakmaya yarayan tek ilaç budur onlar için..inşallah bırakırlar..
 

NikeSteeL

Dekan
Katılım
13 Mart 2009
Mesajlar
8,420
Reaksiyon puanı
131
Puanları
63
Hep Merak Etmişimdir Bu Sigarada Bu Kadar Çok Madde Varsa Bu Tütün neden Enerji Kaynağı Olarak Kullanılmaz Veya Bir Çok Temizlik Ürününün Ham Maddesi Olmaz :)
 
Üst