Türkiyenin geleceğinin ipuçları

Yazarın ön görülerine katılıyormusunuz?

  • Evet

    Kullanılan: 0 0.0%
  • Hayır

    Kullanılan: 0 0.0%
  • Kısmen

    Kullanılan: 0 0.0%
  • Ben anlamam konuyuda yanlışlıkla açtım sıkıcı bir mevzu

    Kullanılan: 0 0.0%

  • Kullanılan toplam oy
    0
  • Anket kapatılmış .

tugbagaleri

Profesör
Katılım
13 Mayıs 2006
Mesajlar
2,224
Reaksiyon puanı
46
Puanları
228
Bugün, pazar günü kaldığımız yerden devam edeceğiz. Yani Başbakan Erdoğan’ı takip ediyoruz. Başbakan’ın Bağdat’tan sonra esasında bir Sarkozy prodüksiyonu olan “Akdeniz İçin Birlik” toplantısına gitmesi kısa Irak ziyaretini daha da anlamlandırdı. Esasında Sarkozy’nin 'Akdeniz İçin Birlik' projesi, başlangıçta AB’ye rağmen değil ama AB içinde Fransa’nın ağırlığını pekiştirecek ve AB üyesi olmayan Akdeniz ülkeleriyle, ilkönce Fransa’nın sonra da AB’nin ekonomi ve enerji ilişkilerini geliştirecek “gevşek” bir organizasyon olarak düşünülmüştü. Ama başta Almanya ve Türkiye’nin bu girişime şüpheyle bakması Akdeniz İçin Birlik projesini, bir Ortadoğu-AB ilişkilerini güçlendirme platformuna dönüştürdü. Birlik kapanış bildirisinde, İsrail-Filistin krizine, Annapolis süreci ilkeleri çerçevesinde yer verilmesi ve çözüm için ABD’yi atlamayan vurgunun bu şekilde güçlendirilmesi anlamlıydı. Bildirinin bir diğer dikkat çekici vurgusu ise “Türkiye’nin AB ile “tam üyelik” müzakerelerini sürdüren bir ülke olduğu” ifadesiydi. Zirvede görüldü ki İsrail’in Filistin’den ziyade diğer Arap ülkeleriyle sorunları var. Örneğin Esad ve Olmert aynı masaya oturdu ama birbirlerinin elini sıkmadı. Esad, Olmert konuşurken salondan çıktı. Hiç şüphesiz Beşar Esad, Hafız Esad değil. Suriye bölgede Batı için sorun olmayacak ama Filistin sorunu, Irak meselesi çözülmeye başladığında görülecek ki Ortadoğu’nun hâlâ en önemli sorunu, kanayan yarası. İşte bu sorunun çözümü için, her şeyden önce Suriye gibi ülkelerin ekonomik ve siyasi olarak adım atmasını sağlayacak güçlü bir köprüye ve komşuya ihtiyaç var. Bu da Türkiye tabii. Bu anlamda zirvenin yıldızı Erdoğan’dı. Sarkozy bunun farkında; ilgisi de ona göre oldu. Ayrıca zirve bildirisinde Türkiye’nin tam üyelik sürecine vurgu yapılması çok önemli bir açılımdı Fransa için. Şimdi Akdeniz Birliği zirvesinin bu çerçevesini Erdoğan’ın Bağdat gezisi ile birleştirelim. Önce Kuzey Irak’tan ve petrolden başlayalım.

CIA “Word Factbook” verilerine göre, bugün Irak’taki kanıtlanmış petrol rezervleri 112,5 milyar varil, doğalgaz rezervleri ise 3.115 trilyon varil. Nasıl; dudak uçuklatan rakamlar değil mi? Bunun arkasından hemen bir ayrıntı daha: Bu rezervler Sünni Arapların çoğunlukta olduğu bölgelerde bulunmuyor. Petrol ve doğalgaz, Sünni-Kürtlerin olduğu kuzey ve Şii Arapların olduğu güneyde, Basra'da ağırlıklı olarak. Şimdi sizce Başbakan niye Irak’tan dönerken "Ben Şii, Sünni Müslüman değilim, sadece Müslümanım" demiş olabilir? Bu bir; ikincisi Türkiye, K. Irak işini zavallı Türkmenler üzerinde oyun oynayarak çözemeyeceğini, daha doğrusu orada bir egemenlik kuramayacağını öğrendi artık. Türkiye, Kürt devletini tanımak ve iyi ilişki geliştirmek zorunda. Kerkük’ün kaderi de Irak’ın idari yapısıyla birlikte belli olacak.

Büyük ihtimalle Irak, federe devlet olarak yapılanacak ve en önemli federe yapı da Kerkük’ün içinde bulunduğu Kürt Federasyonu olacak. Ama bu federasyon, sınırları ve genişliği ne olursa olsun, açık denizlere kıyısı olmayan tipik bir kara “devleti” olacaktır.

İşte Kürt “devletinin” güçlü yanı, petrol ve doğalgaz rezervleri iken, zayıf yanı jeopolitik konumudur. Türkiye’de olmayan Iraklı Kürtlerde vardır; Kürtlerde olmayan da Türkiye’de.

Bu anlamda taraflar şimdilik anlaştılar ve TPAO’nun bölgede önemli bir oyuncu olması kabul edildi. Erdoğan’ın yaptığı anlaşma Türkiye için çok önemlidir. Çünkü Avrupa’nın petrol ihtiyacının üçte birini ve doğalgaz ihtiyacının yüzde 40’ını bugün Rusya sağlamaktadır.

Bu, AB için güvenilir bir tercih değil. AB üyesi bir Türkiye’nin K. Irak’ta hatta Irak’ta doğalgaz ve petrol rezervlerini denetlemesi ve geçiş hatlarını realize etmesi AB için kesin çözümdür. Çünkü böyle bir Türkiye’nin AB üyesi olması demek; bu kaynakların da AB toprakları içinde olması demektir. Öte yandan Türkiye’nin Irak’la olan ticaretinin üç yıl içinde 25 milyar dolar sınırına ulaşması bekleniyor. Bu ekonomik üçgene Suriye, Ürdün ve İran’ın da zamanla eklemlendiğini düşünün. Trilyon dolarlık bir pazar var önümüzde.

Sarkozy’yi şimdi anlıyoruz değil mi; Akdeniz İçin Birlik Zirvesi'nin kapanış bildirisinde çark edilip, “tam üyelik” vurgusunun neden yapıldığını?

Şimdi bugünlerde Türkiye’de olanları Başbakan’ın bu iki gezisi çerçevesinde bir tekrar değerlendirelim bakalım ve soralım; önümüzdeki dönemde Türkiye’nin ekonomik ve siyasi aktörleri kimler olacak?


Cemil Ertem/Taraf
 
Üst