Parazit: Zombi Salgını Mümkün Mü?

Bu konuyu okuyanlar

Prolet35

Öğrenci
Cezalı
Katılım
29 Mayıs 2021
Mesajlar
12
Reaksiyon puanı
12
Puanları
3

Zombi Salgını Olasılığı Mümkün …ve gerçekleşmesi için yalnızca bir virüsün veya parazitin evrimine ihtiyacı var. Hollywood filminden esinlenerek insanlığın en büyük korkularından biri olan ve bilim insanlarını araştırmaya sevk eden zombi salgınının olabileceğine inanıyor musunuz? Zombi kavramının çıkış noktasını artık az çok hepimiz biliyoruz. Vudunun Afro-Caribbean ve Creole ruhani inanç sistemlerinde ölümsüz insan olarak bilinen Zombie, doğaüstü güçler ve şamanistik hekimliği vasıtasıyla, yaşayanlar arasında korku yaratmak amacı ile ölü insan bedenlerinin yeniden canlandırılması olarak tanımlanır. Bu tanım aslında gerçek zombi hikâyesinin temelini oluştururken, içeriğe yamyamlık öğeleri de eklenerek korku sinemasına yansıtılmıştır. Vudu büyücülerinin, ölü diriltme işlemlerinde kullandığı Coup padre‘nin ana malzemesi fou-fou zehrinin ölümcül maddesi olan tetrodotoksindir. "Tetrodoks" olarak da bilinen Tetrodotoksin TTX olarak kısaltılır ve bazı zamanlar, Vudu büyücüleri tarafından tarafından "zombi tozu" olarak da bilinir. Bu arada bilinen hiçbir panzehiri olmayan güçlü bir nörotoksindir. Gerçekte olan şey kişinin bitkiden elde edilen bir toz ile zehirlenerek büyü altına alınması ve kimseye zarar vermeden ortalıkta ölü gibi gezinmesinden ibarettir. Konu kısaca bu şekilde tarif edilse de sinema da durum gerçekten biraz daha farklı işlenmiştir. Ortalıkta başıboş gezen, etrafa saldırarak zarar veren vahşi bilinçsiz ölüler, neden hastalıklı ve bulaşıcı etkisi olan bir virüs olarak bize anlatılmaktadır? Peki, bunun nedeni sadece sinemanın bize korkuyu bu şekilde sunması mıdır? Ölülerin dirilip, canlılardan besleneceğine inanmak imkânsız olsa da uzmanlar bir parazitin beyni etkileyebileceğini veya bir virüsün gelişebileceğini düşünüyor… Film ve TV dizisinde yer alan bir mecazdan daha ötesi olabilir mi? Peki, doğada gerçek, gerçek zombiizm vakaları var mı? Öğrenmek için bu en kapsamlı zombi videosunu sizler için hazırladık… İyi seyirler… Zombi Karıncalar - Ophiocordyceps Unilateralis (Penn State) Üniversitesi'nden araştırmacılar, Ophiocordyceps Unilateralis adlı bir mantar türünün, Camponotus leonardi gibi karıncaları enfekte ederek, kas liflerinin tam kontrolünü ele geçirdiğini ve onları "istediği" gibi hareket etmeye zorladığını buldu. Karıncaları enfekte eden bu parazit mantarı, Sporlarının dağıtımı için karıncaların davranışlarını değiştirmektedir. Fiziki olarak ta karıncaları etkileyen bu mantar türü, ölen karıncanın kafasının arka kısmına kadar esnek koyu pigmentli stroma sapı oluşturur. Bu sapın ucunda mantarın spor keseleri bulunmaktadır. Bu şekilde hayatta kalmak için karıncaları kullandığı gibi, bölge de sayısı artan başka böcek türlerine de bulaştığı gözlemlenmiştir. Gördüğünüz gibi beyni etkileyen ve bulaştığı bedeni istediği gibi yönlendiren bir parazit ileride mutasyona uğrayarak belki de insanları kontrol altına alabilir veya onun yerine bu işi başkaları yaparak ona yol gösterir. Neden olmasın? Zombi Örümcek Bu konuyu size daha önce bahsetmiştik. Eğer izlemediyseniz videoyu linke tıklayarak izleyebilirsiniz. Ama izlemeyenler için konudan tekrar bahsedelim… Geçen yıl, Kanada, Vancouver'daki British Columbia Üniversitesi'nden zoolog Philippe FernandezFournier ve meslektaşları Ekvador Amazon'da tüyler ürpertici bir keşif yaptılar. Araştırmacılar, Zatypota yaban arısının daha önce bilinmeyen bir türünün, Anelosimus eximius türünden örümcekleri nasıl manipüle ettiğine tanık oldular. Kendi yöntemleri ile bir yaşam döngüsü oluşturan bu arı türü örümcekleri zombiye çevirmektedir. Yaşam döngüsü, dişi bir yaban arısının, Theridiidae familyasındaki örümceğin karnına bir yumurtayı başarılı bir şekilde yumurtlamasıyla başlar. Zatypota arıları, koinobiont olmalarına rağmen, ektoparazitik olmalarının da nadir örneklerinden biri olması bakımından benzersiz bir türdür. Yumurta örümceğin içinde bir süre sonra larvaya dönüşür ve örümcekle beraber yaşamaya devam eder. Zaman ilerledikçe larva örümcekten dışarı fırlar ve bir ektoparazitoid olarak yoluna devam eder. Yani larva örümceğin içinden dışına çıkarak ona yapışık bir şekilde gelişimini sürdürür. Larva, örümceğin hemolenfinden gelen besinleri kullanarak gelişir ayrıca larvanın büyümesi örümceğin beslenmesi ile orantılıdır. Örümcek iyi beslenirse larva da aynı oranda beslenmektedir. Bu kısma kadar konuda bir sorun yok ancak araştırmacıları şaşırtan şey, Larvanın nöronların etkisiyle doğrudan örümceğin merkezi sinir sistemini kontrol ediyor olabileceği ihtimalidir. Ya da diğer bir hipoteze göre örümceği doğrudan kontrol etmediği, örümceğin belirli yollarını aktive ederek endokrin sistemdeki hormonlar aracılığıyla etkilediğidir. Örümcek, normal yaşamı dışında herhangi bir farklı davranış sergilemez, ancak davranışların olağan zamanlaması değiştirilir. Bunun nedeni, larvanın, zindeliğini ve hayatta kalma şansını artırmak için örümceğin davranışlarını kullanmasıdır. Örümcek tamamen yetişkinliğe erişmeden önce, larva pupa aşamasına girer. Bu aşama, parazitoid yaban arısının yaşam döngüsünün en savunmasız halidir. Bu, yaşam döngüsünün Z. percontatoria'nın neden Theridiidae familyasından ağ oluşturan örümcekleri tercih ettiğini açıklayan kısmıdır. Bahsettiğimiz örümcek türü ağ yaparak avlanan bir tür olmamasına rağmen, larva, bir ağ oluşturmak için örümceği etkilemeye başlar ve normalden daha kalın bir ağ örmesini sağlar. Bunu yapma nedeni bir kamuflaj oluşturarak onu yırtıcılardan ve çevrenin dış koşullarından koruyarak, pupa aşamasına girdiğinde larvanın zindeliğine yardımcı olmasıdır. Ağ yapıldığında larva, örümcek konakçıyı öldürür ve vücudunu tüketir. Larva daha sonra bir metamorfozun gerçekleştiği kozanın içine girmeye hazırlanır. Pupa sonunda yetişkin bir yaban arısı olarak ortaya çıkar… National Belgeseli gibi dinlediğiniz bu hikayede, larvanın başka bir canlının bedenini ve zihnini nasıl ele geçirdiğini gördünüz. Yeniden Canlandırılan Virüs Mary Shelley'nin Frankenstein'ında veya HP Lovecraft'ın “Herbert West: Reanimator” filminde olduğu gibi insanları veya en azından insan benzeri yaratıkları yeniden canlandırmak , çağlar boyunca yazarların, film yapımcılarının ve elbette bilim adamlarının ilgisini çeken bir kavramdır… Ancak ölü insanları diriltmek henüz bizim çağımızda söz konusu olmasa da, diğer organizmaları diriltmek mümkün. Bu organizmaların virüs olduğunu düşündüğümüzde bu durum özellikle rahatsız edici olabilir. 2014 yılında, Fransa'daki Aix–Marseille Université'de araştırmacılar, Sibirya permafrostundan büyüleyici bir organizma çıkardılar: Pithovirus sibericum adını verdikleri yaklaşık 30.000 yıllık dev bir virüs. Evet, yanlış duymadınız dev bir virüs… Bu arada Dev Virüsler mikroskop altında rahatlıkla görüldükleri için bu adı alırlar. Ancak P. sibericum'u farklı kılan bir şey daha var. Çok sayıda gen içeren bir DNA virüsü olması onu diğerlerinden ayıran bir özelliktir. Bu özelliğin şaşırtan diğer bir yanı da Dev virüslerin boyutlarının yanı sıra bu kadar büyük miktarda DNA içermeleri, onları özellikle tehlikeli hale getirebilir olmasıdır. Araştırmacılar, bu virüs türünün "Derin okyanus tortulları ve permafrost gibi özel ortamlar, soğuk, oksijensiz ortamlarda bulundukları için mikropları [ve virüsleri] çok iyi koruduklarını da belirtiyorlar. Dev Virüs, "Yeniden canlandırıldığında sadece amipleri -arkaik tek hücreli organizmaları enfekte ettiği gözlemlendi, bu bizim için iç rahatlatıcı bir durum çünkü insanlara veya diğer hayvanlara bulaşan bir virüs değil. Tabi ki şimdilik… Abergel, permafrostun içine gömülmüş ve insanlar için tehlikeli olabilecek benzer dev virüslerin olabileceği konusunda uyarıyor ve şimdiye kadar güvenli bir şekilde muhafaza edilmiş olmalarına rağmen, küresel ısınma ve insan eylemi, bunların yeniden yüzeye çıkmasına ve hayata geri dönmesine neden olabilir ve bu da sağlığa bilinmeyen tehditler getirebilir diye ekliyor. 71 yaşında ki Virolog Jean-Michel Claverie bir makalesinde ‘’ Madencilik ve sondaj ile yapılan kazılar, milyonlarca yıllık eski katmanları kazmak anlamına geliyor. Yaşanabilir' [virüsler] hala oradaysa, bu felaket için iyi bir reçetedir.’’ Diyerek konunun ciddiyetini belirtmiştir. Kontrolsüzce yapılan bu kazılar yarın bir gün başımıza büyük dertler açabilir. Toksoplazma Gondii: Fareleri zombiye çevirebilen bir mikrop olduğunu biliyor muydunuz? Kulağa bir efsane gibi geliyor, değil mi? Ama gerçek! Bu mikrobun adı Toxoplasma gondii'dir ve insanlar da dâhil olmak üzere çeşitli hayvanlara bulaşma ve onların kaslarında, gözlerinde ve beyinlerinde gelişme yeteneğine sahip bir parazittir. T. gondii, beynine bulaştığı hayvanın davranışını değiştirebilir ve farelerin kediler tarafından yenme korkusunu kaybetmelerine neden olabilir. T. gondii , bir elma çekirdeğinden (3.3 mm) ~550 kat daha küçük olan, yaklaşık 6 μm (mikrometre, 1/1.000 milimetre) büyüklüğünde tek hücreli bir mikroptur! Bu organizma o kadar küçüktür ki, onu ancak bir mikroskobun güçlü merceklerini kullanarak görebiliriz. T. gondii yalnızca canlı bir hücreye bulaştığında hayatta kalır ve çoğalır, bu yüzden parazit olarak sınıflandırılır. Ev sahibi organizmaya fayda sağlamadan başka bir organizmanın içinde veya üzerinde yaşayan herhangi bir organizma; genellikle patojenlere atıfta bulunur; en yaygın olarak, protozoonlar ve helmintlerle ilgilidir. Parazitlerin bulaştığı hayvanlara konak denir. Biyolojide bir konakçı, tipik olarak beslenme sağlayan başka bir organizmayı barındıran bir organizmadır. Ev sahibi, bir parazit, karşılıklılıkçı veya ortak bir “misafir” (ortak yaşam) barındırabilir. Parazitler genellikle parazitin farklı şekillerini ve birden çok konakçıyı içeren karmaşık yaşam döngülerine sahiptir. Zombi bitkileri 2014 yılında, Birleşik Krallık, Norwich'teki John Innes Center'dan araştırmacılar, " fitoplazma " olarak bilinen bazı bakterilerin bazı bitkileri "zombiye" dönüştürdüğünü keşfetti. Evet yanlış duymadınız, zombi bitkilerden bahsediyoruz. Böceklerin yaydığı bu bakteriler, sarıçiçekleri olan bilimsel adı: Solidago olan Altınbaşak gibi bitkilere bulaşır. Enfeksiyon, altınbaşakların olağan çiçeklenmeleri yerine yaprak benzeri uzantıları ortaya çıkarmasına neden olur. Bu yaprak benzeri oluşumlar daha fazla böceği çeker ve bu da bakterilerin geniş çapta "seyahat etmesine" ve diğer bitkilere bulaşmasına izin verir. Dönüşüm bitkinin ölmesine neden olmazken, araştırmacılar, fitoplazmanın bu konağın yayılmak ve gelişmek için ihtiyaç duydukları elementleri büyütmek için "iradesini" nasıl bükebildiğine hayran kalmışlardır. Fitoplazmanın aktivitesini yakından inceleyen araştırmacılardan Almanya'daki Jena Friedrich Schiller Üniversitesi'nden Prof. Günter Theißen , “Böcekler, bitkilerin yaşam döngüsünü bozan, fitoplazma adı verilen bakterileri taşıyor ” ve “ Bu bitkiler yaşayan ölüler haline geliyor. Sonunda, sadece bakterilerin yayılmasına hizmet ederler.” Demiştir. Zombi Kurbağa Eğer bir zombi, parazitine fayda sağlamak için davranışları büyük ölçüde değiştirilmiş bir organizmaysa, Güney Kore'deki Japon ağaç kurbağaları bizim için başka bir tuhaf örnek olabilir. Mart 2016'da, Seul Ulusal Üniversitesi'nden Bruce Waldman ve öğrencisi Deuknam An, patojenik bir mantar olan Batrachochytrium dendrobatidis'in neden olduğu olağanüstü bir davranışsal manipülasyona dair kanıtlar yayınladı. Mantar, birçok kurbağa türü için iyi bilinen bir tehdittir, ancak Asya'daki Japon ağaç kurbağaları için bu mantar çokta tehdit gibi görünmüyor. Waldman ve An, 42 erkek ağaç kurbağasının çiftleşme çağrılarını dinlediklerinde, Batrachochytrium dendrobatidis ile enfekte olan dokuz kurbağanın daha hızlı ve daha uzun çağrılara sahip olduklarını ve mantar tarafından etkilenen kurbağların eşleri için daha çekici hale geldiklerini gözlemlediler. Yapılan deneyde, Waldman ve ekibi, laboratuvarda çalışmak üzere toplamadan önce sahadaki sağlıklı kurbağaların sesleri kaydedildi. Bir süre sonra hayvanlara mantar bulaştıktan sonra kurbağaların sesleri tekrar kaydedildi. Bu gözlem sonucunda ekip, her iki grupta da çağrıların enfeksiyonun doğrudan bir sonucu olarak değiştiğini öne sürdü. Waldman, "Yine de, çağrıların, farklılıklarının konakçıyı manipüle eden mantardan kaynaklanıp kaynaklanmadığını kesin olarak söyleyemeyiz" diyor. Örneğin, kurbağaların enfeksiyona karşı gösterdikleri başka bir tepkiden dolayı olabilir. Matt Fisher, amfibilerin esasen "seks zombilerine" dönüştüğünü ve bunun eşlerle sonraki etkileşimlerinin sadece mantarın daha fazla yayılma olasılığını artırdığını söylüyor. "Hiçbir şekilde kanıtlanmış bir hipotez değil, ancak veriler oldukça güçlü" diyor. Şimdi de gelelim insanlara… Peki, insanlar zombiye dönüşebilir mi? Haiti Zombi Vakaları: Biliyorsunuz, 1990'larda, Dr. Chavannes Douyon ve Prof. Roland Littlewood, Haitili zombilerin, gerçek bir olasılık olup olmadığını araştırmaya karar verdiler. 1997'de, ikisi bir çalışma makalesi yayınlayarak, halkın zombi olarak tanımladığı üç Haitili kişinin vakalarını analiz ettiler. İddiaya göre ilk vaka, 30 yaşlarından hastalanarak ölen bir kadının, ölümünden 3 sene sonra ortalıkta zombi gibi gezerek dolaştığı gözlemlenmişti. İkinci vaka ise, 18 yaşında “ölen” ve 18 yıl sonra bir horoz dövüşünde yeniden ortaya çıkan genç bir adamdı. Üçüncü vaka, 18 yaşında “ölen” ancak bu olaydan 13 yıl sonra tekrar zombi olarak görülen başka bir kadınla ilgiliydi. Dr. Douyon ve Prof. Littlewood, üç “zombiyi” incelediler ve kötü bir büyünün kurbanı olmadıklarını buldular. Bunun yerine, tıbbi nedenlerin yol açtığı bu durumu incelemeye karar verdiler. Bu araştırmalar sonunda, İlk "zombi" vakasının, sersem gibi yürümesine neden olan nadir bir durum katatonik şizofreniye sahipti. İkinci vaka beyin hasarı yaşamış ve aynı zamanda epilepsi hastasıydı , üçüncü vaka ise sadece öğrenme güçlüğüne sahipmiş gibi görünüyordu. Araştırmacılar, Kronik şizofrenik hastalığı, beyin hasarı veya öğrenme güçlüğü olan kişilerin, Haiti’de Zombi olarak nitelendirildiğini belirtiyorlar. Ancak Cotard sendromu adı verilen ve insanların zombi gibi davranmasına neden olabilen belirli bir psikiyatrik bozukluk da vardır. Bunun nedeni, öldükleri veya çürüdükleri yanılgısına düşmeleridir. Bu durumun ne kadar yaygın olduğu belirsizliğini koruyor, ancak araştırmalar bunun nadir bir durum olduğunu söylüyorlar. Yine de Cotard sendromlu kişilerin belgelenmiş vakaları rahatsız edici boyutlardadır. Cotard Sendromu: Cotard Sendromu, yani 'yaşayan ölü sendromu', 1880 yılında Fransız nörolog Jules Cotard tarafından isimlendirildi. Bu psikiyatrik rahatsızlığa yakalananlar ölü olduklarına ve organlarının yok olduğuna inanıyorlar. Cotard sendromu beyin tümörleri, depresyon, panik atak, şizofreni veya paranoyalarla ortaya çıkıyor. Çok nadir rastlanan halk arasında yürüyen ceset sendromu olarak bilinen, cotard sendromu karakteristik olarak bedeniyle ilgili nihilistik (yokluk, hiçlik) hezeyanları, kendisinin ve dünyanın varlığını inkâr etme, hallüsinasyonlar, ölü olduğunu ispat etmek için intihar düşünceleri olarak belirtiler sunar. Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim Hastanesi'nden Doç. Dr. Güliz Özgen ve asistanlar Mehmet Mustafa Özköse, Nedim Havle, İhsan Saygın Sarı'nın ortak çalışması, bu hastalığın Türkiye'de de gözlemlenmeye başladığını belirtmişlerdir. Türkiye’de yaşanan bir vakada: Kocaeli'de yaşayan ilköğretim yedinci sınıf öğrencisi 14 yaşlarındaki N.H.'yi babası Bakırköy Ruh Sağlığı Hastanesi'ne getiriyor. Bir aydır okula gitmeye isteksiz olan N.H. yemek yemeyi ve içmeyi reddediyor. Hasta doktorlara "beynim çürüdü, tüm iç organlarım çürümüş durumda, aslında ben yaşamıyorum" diyor. Doktorlar kişinin muayenesini yapıp fiziki ve nörolojik olarak normal olduğunu tespit ediyorlar. Kişiye Cotard sendromu teşhisi konularak sekiz seanslık elektro şok tedavisi (EKT) uygulanıyor. Bu tedaviyle hasta nihilistik hezeyanlarından kurtulup sağlıklı bir içgörü kazanmaya başladıktan sonra taburcu ediliyor. Hastalığın tanımı, 1880'de yapılmış ve ender de görülse kayıtlara geçmiş insanları neredeyse zombileştiren ya da zombi gibi hissettiren bu gizemli, ürkütücü hastalığa dair ilginç bir buluş geçtiğimiz aylarda beyin taramasına yönelik gelişen teknolojiler sayesinde gerçekleşti. İngiltere'de adı Graham olan bir kişi intihar girişiminin ardından beyni olmadığı, öldüğü düşüncesi ile uyanıyor. "Zamanımı mezarlıkta geçirmeye başladım çünkü burası ölüme en yakın olduğum yerdi" diyerek ruh halini ifade ediyor. Doktorlar bu 100 yılı aşkın gizemli hastalığı yani Cotard sendromunu günümüzdeki beyin tarama teknolojilerini de kullanarak inceleme fırsatı yakalıyorlar. Ve karşılaştıkları tabloyu ise inanılmaz olarak ifade ediyorlar. Belçika Liege Üniversitesi'nden doktor Steven Laureys "15 yıldır PET taramalarını analiz ederim yürüyen hiçbir insanda görmediğim anormal beyin fonksiyonu sonuçları gördüm... Graham'ın beyin fonksiyonları sanki anestezi olmuş ya da uyumakta olan bir kişinin beyin fonksiyonları gibi… Uyanık durumda olan bir kişide bu beyin özelliklerini görmek oldukça özel bir durum" diyor. Bu hastalığa yakalanmış bir çok vaka görmeniz mümkün… Çeçe Sineği: Çeçe sineği, uyku hastalığına yol açan Trypanosoma gambiense parazitini taşıyan sinek türüdür. Çift kanatlılar takımının Muscidae familyasından Glossina cinsinden sineklerin genel adıdır. İnsana uyku hastalığını bulaştıran çeçe sineği, Orta ve Batı Afrika’da özellikle de Zaire'de ırmak kenarlarında yaşar. Hastalığın ileri safhalarında, parazitler beyne bir kez girdikten sonra kurbanlar konsantre olmakta zorlanır, sinirlenir, konuşmaları bozulur ve yemek yemeyi bırakırlar. Çoğu gece uyuyamaz ve gün boyunca ayakta kalmayı neredeyse imkansız bulur, sonunda komaya girmeden ve ölmeden önce onları zombi benzeri bir duruma düşürür. Hayatta kalanlar genellikle onarılamaz beyin hasarıyla kalırlar. Bu tür rahatsızlıkları Afrika’da görmek mümkündür. Kuduz: Birçoğumuza göre Zombi virüsünün en gerçekçi halidir. Nedir bu Kuduz virüsü? Kısaca, Rabies ya da Lyssa olarak da bilinen kuduz, hayvanlarda olan ve insanlara geçebilen bir çeşit virüs hastalığıdır. Bu virüs, başta merkezi sinir sistemini etkileyerek, beyne kadar ulaşarak, beyni iltihaplandırır. Başta köpekler olmak üzere, birçok evcil ve vahşi hayvanda görülebilmektedir. Hastalık insanlarda ilk önce halsizlik, ateş, iştahsızlık, bulantı, baş ve boğaz ağrısı gibi hastalığa özel olmayan belirtiler başlar. Isırık yeri ve çevresinde ağrı ve kaşıntı görülebilir. Yutak felci sebebiyle kuduzun karakteristik belirtisi olan sudan korkma görülür. Kuduz virüsünün zombi virüsü ile ilişkilendirilmesinin sebebi, hayvanlardan insanlara bulaşan bir yapısının olmasıdır. Komplo teorilerinde Kuduz virüsünün mutasyona uğrayarak zombi virüsüne dönüşeceği söylenmektedir. Tıbbi kanıtları olmasa da buna inanan insan sayısı oldukça fazla… Dizartri: Dizartri, konuşma kaslarının güç ve kontrolüyle ilgili sorunların yaşandığı bir motor konuşma sorunudur. Değişik sinir ve kas hastalıklarına bağlı olarak konuşma organlarında (gırtlak, dudaklar, dil, damak ve çene) açığa çıkan güçsüzlük ya da koordinasyon bozukluğu sonucunda ortaya çıkar. Peki Zombi virüsü ile nasıl ilişkilendirilir? Kökeninde nörolojiktir, bu yüzden zombi irfanının beyin temelli yönleriyle bağlantılıdır. Dizartrinin birkaç nedeni vardır, ancak hepsi, sinir sisteminde, dili, dudakları, boğazı veya ciğerleri kontrol etmeyi zorlaştıran ve daha sonra eklemlemede zorluğa yol açan ve daha fazla iletişim kuramamaya neden olabilen sinir sisteminde bir arıza ile karakterize edilir. Anlaşılmaz sesler – zombilerin iniltileri gibi… Cüzzam: Cüzzam, Mycobacterium leprae bakterisinin neden olduğu kronik, ve sürekli ilerleyen bulaşıcı bir bakteriyel enfeksiyona verilen isimdir. Cüzzam ya da diğer adıyla lepra aynı zamanda 19. yüzyılda hastalığa neden olan bakteriyi keşfeden bilim insanının adıyla Hansen hastalığı olarak da bilinir. 4000 yıldan daha eskiye dayanan cüzzam vakaları rapor edilmiştir. Zombilerin ortak bir özelliğinin çürüyen etleri ve çürüyen vücut parçaları olduğu düşünülürse, cüzzam ve benzeri semptomlar bu tür hikâyeler için doğal bir ilham kaynağı olabilir! Cüzzamın vücut parçalarının düşmesine neden olduğu bir efsanedir, ancak hasara ve uyuşukluğa neden olabilir, bu da zombilerle ilişkilendirdiğimiz yürüyüşe benzer yavaş, ayak sürüyerek yürümeye neden olabilir. İşte gördüğünüz gibi gerçekte olan bu… Peki, gelmekte olan için ne düşünüyorsunuz? Yani sürekli bahsettiğimiz zombi felaketi, zombi kıyameti, zombi evreni… Şimdi de Bizim Teorimiz: Bu araştırmayı yaparken öğrendiklerim doğrultusunda mantıklı şekilde bir senaryo oluşturmayı düşündüm. Sizde video da bir şeye dikkat etmişsinizdir. Bahsettiğimiz birçok konu içinde hep bir hayatta kalma mücadelesi var. Başka bir bedene yerleşen bir bakteri hayatta kalarak çoğalmak için yerleştiği bedeni kontrol altına alıyor ve ona kendi çıkarları doğrultusunda istediği her şeyi yaptırıyor. Yerleştikleri bedeni ele geçiren bu bakteriler kimi zaman kurbanın fiziki özelliklerini de bozuyor. Ama amaçları sadece hayatta kalabilmek… Filmlerden aşina olduğumuz zombileri de gözlemlediğimizde, insanlıklarından çıkmış varlıklar görüyoruz. Bedenleri bir virüs tarafından ele geçirilmiş bu varlıklar, sürüler halinde kendilerini hayatta tutacak gıdayı elde etmek için önlerine geleni yiyerek parçalıyorlar. Olma ihtimali senaryolarla bizlere bu şekilde sunulan bu konunun olma olasılığı ise Komplo Teorisyenleri ve bilim adamlarına göre farklılıklar gösteriyor. Kimine göre olası kimine göre de imkânsız… Peki, bize göre, Değerli arkadaşlar bir video da daha sizlere korku konusunu hatırlatmak istiyorum. Sürekli aynı şeyi tekrarlıyor gibi olacağım ama korkularımızla bizi kontrol altına almaya çalışmalarının nedeni de tam olarak bu… Korku da aynı virüs gibidir. Girdiği bedeni ve aklı kendi doğrultusunda yönetir. Demek istediğim tüm insanlara corona ya da zombi virüsünden önce korku virüsünü enjekte ettiler ve etmeye devam ediyorlar. Bakın beni yine yanlış anlamayın bunlar yok demiyorum tabi ki de olasılıklar dahilinde ancak farkında olmadığımız şey zaten bizi çok uzun zamandır kontrol ediyorlar. Bunun için bir virüs yapmaya şimdilik gerek yok. Yâda olan virüsü aktif etmeye gerek yok. Kurdukları kapitalist düzenle zaten bizim üzerimizde yıllardır bakteri gibi yaşamlarını sürdürüyorlar aynı Ophiocordyceps Unilateralis mantarının karıcanların üzerine yerleşerek onlara istediklerini yaptırması gibi bizde onlar ne isterse onu yapıyoruz. Çalışıyor, yiyior, içiyor ve tüketiyoruz. Peki, kazanan kim? Yaşantılarınıza baktığınızda, şu ana kadar farklı ne yaptığınızı söyleyebilir misiniz? 1 sene boyunca çalışarak 1 hafta tatil hayali kurmak ya da bir ömür çalışarak bir araba veya ev sahibi olmak insanca yaşamak mı sizce? İnsan olmak sadece çalışarak zamanı tüketmek mi? Bilmem anlatabildim mi? Siz kabul etseniz de etmeseniz de bizler zaten çok uzun zamandır zombiyiz… Neyi bekliyorsunuz çürümüş ceset olmayı mı? Cotard Sendromu denen şey yaygınlaşmaya başladığında belki de herkes kendini yaşayan ölüler olarak görecek. Belki de bu mantarın karıncaya yaptığı gibi bizi daha düzenli hale getirmek isteyenler bize biyolojik ya da teknolojik bir şeyler ilave edecek… Doğada örneklerini gördüğümüz konakçı mikroorganizmalar bile istemediği sürece ele geçirdiği beyni öldürmüyor. Kendine ihtiyaç duymadığı anda üzerine çıktığı bu bedeni ortadan kaldıran bu sistemde bir şeye dikkat edin! O masum karıncaların olan bitenden haberi yok. Çünkü olan biteni anlatacak zamanları bile olmadan bir mantar tarafından ele geçirilmişler. Aynı bizim gibi… Bize sürekli güvende olduğumuzu söyleyen bu dünya, bizi öyle bir köreltmiş ki, bu kadar deprem bu kadar felaket arasında hala suçlayacak bir şeyler ya da birilerini buluyoruz. Çünkü Korku mantıktan daha kuvvetlidir… Korku, bütün faziletlerin önüne set çeker. Çok defa korku, yalan söylemesini öğretir. Korku içinde yaşayan, asla hür değildir. Ve bilin ki… Korktukça tutsak, umut ettikçe özgürsünüz… Sevgiyle ve Sağlıkla kalın…
 

Apple Lover

Müdavim
Katılım
20 Nisan 2021
Mesajlar
1,030
Reaksiyon puanı
708
Puanları
113
Yaş
24
Eline sağlık :) inşallah böyle bir salgın ortaya çıkmaz
 

KaanStinson

Asistan
Katılım
25 Ekim 2021
Mesajlar
267
Reaksiyon puanı
191
Puanları
43
Yaş
18

Zombi Salgını Olasılığı Mümkün …ve gerçekleşmesi için yalnızca bir virüsün veya parazitin evrimine ihtiyacı var. Hollywood filminden esinlenerek insanlığın en büyük korkularından biri olan ve bilim insanlarını araştırmaya sevk eden zombi salgınının olabileceğine inanıyor musunuz? Zombi kavramının çıkış noktasını artık az çok hepimiz biliyoruz. Vudunun Afro-Caribbean ve Creole ruhani inanç sistemlerinde ölümsüz insan olarak bilinen Zombie, doğaüstü güçler ve şamanistik hekimliği vasıtasıyla, yaşayanlar arasında korku yaratmak amacı ile ölü insan bedenlerinin yeniden canlandırılması olarak tanımlanır. Bu tanım aslında gerçek zombi hikâyesinin temelini oluştururken, içeriğe yamyamlık öğeleri de eklenerek korku sinemasına yansıtılmıştır. Vudu büyücülerinin, ölü diriltme işlemlerinde kullandığı Coup padre‘nin ana malzemesi fou-fou zehrinin ölümcül maddesi olan tetrodotoksindir. "Tetrodoks" olarak da bilinen Tetrodotoksin TTX olarak kısaltılır ve bazı zamanlar, Vudu büyücüleri tarafından tarafından "zombi tozu" olarak da bilinir. Bu arada bilinen hiçbir panzehiri olmayan güçlü bir nörotoksindir. Gerçekte olan şey kişinin bitkiden elde edilen bir toz ile zehirlenerek büyü altına alınması ve kimseye zarar vermeden ortalıkta ölü gibi gezinmesinden ibarettir. Konu kısaca bu şekilde tarif edilse de sinema da durum gerçekten biraz daha farklı işlenmiştir. Ortalıkta başıboş gezen, etrafa saldırarak zarar veren vahşi bilinçsiz ölüler, neden hastalıklı ve bulaşıcı etkisi olan bir virüs olarak bize anlatılmaktadır? Peki, bunun nedeni sadece sinemanın bize korkuyu bu şekilde sunması mıdır? Ölülerin dirilip, canlılardan besleneceğine inanmak imkânsız olsa da uzmanlar bir parazitin beyni etkileyebileceğini veya bir virüsün gelişebileceğini düşünüyor… Film ve TV dizisinde yer alan bir mecazdan daha ötesi olabilir mi? Peki, doğada gerçek, gerçek zombiizm vakaları var mı? Öğrenmek için bu en kapsamlı zombi videosunu sizler için hazırladık… İyi seyirler… Zombi Karıncalar - Ophiocordyceps Unilateralis (Penn State) Üniversitesi'nden araştırmacılar, Ophiocordyceps Unilateralis adlı bir mantar türünün, Camponotus leonardi gibi karıncaları enfekte ederek, kas liflerinin tam kontrolünü ele geçirdiğini ve onları "istediği" gibi hareket etmeye zorladığını buldu. Karıncaları enfekte eden bu parazit mantarı, Sporlarının dağıtımı için karıncaların davranışlarını değiştirmektedir. Fiziki olarak ta karıncaları etkileyen bu mantar türü, ölen karıncanın kafasının arka kısmına kadar esnek koyu pigmentli stroma sapı oluşturur. Bu sapın ucunda mantarın spor keseleri bulunmaktadır. Bu şekilde hayatta kalmak için karıncaları kullandığı gibi, bölge de sayısı artan başka böcek türlerine de bulaştığı gözlemlenmiştir. Gördüğünüz gibi beyni etkileyen ve bulaştığı bedeni istediği gibi yönlendiren bir parazit ileride mutasyona uğrayarak belki de insanları kontrol altına alabilir veya onun yerine bu işi başkaları yaparak ona yol gösterir. Neden olmasın? Zombi Örümcek Bu konuyu size daha önce bahsetmiştik. Eğer izlemediyseniz videoyu linke tıklayarak izleyebilirsiniz. Ama izlemeyenler için konudan tekrar bahsedelim… Geçen yıl, Kanada, Vancouver'daki British Columbia Üniversitesi'nden zoolog Philippe FernandezFournier ve meslektaşları Ekvador Amazon'da tüyler ürpertici bir keşif yaptılar. Araştırmacılar, Zatypota yaban arısının daha önce bilinmeyen bir türünün, Anelosimus eximius türünden örümcekleri nasıl manipüle ettiğine tanık oldular. Kendi yöntemleri ile bir yaşam döngüsü oluşturan bu arı türü örümcekleri zombiye çevirmektedir. Yaşam döngüsü, dişi bir yaban arısının, Theridiidae familyasındaki örümceğin karnına bir yumurtayı başarılı bir şekilde yumurtlamasıyla başlar. Zatypota arıları, koinobiont olmalarına rağmen, ektoparazitik olmalarının da nadir örneklerinden biri olması bakımından benzersiz bir türdür. Yumurta örümceğin içinde bir süre sonra larvaya dönüşür ve örümcekle beraber yaşamaya devam eder. Zaman ilerledikçe larva örümcekten dışarı fırlar ve bir ektoparazitoid olarak yoluna devam eder. Yani larva örümceğin içinden dışına çıkarak ona yapışık bir şekilde gelişimini sürdürür. Larva, örümceğin hemolenfinden gelen besinleri kullanarak gelişir ayrıca larvanın büyümesi örümceğin beslenmesi ile orantılıdır. Örümcek iyi beslenirse larva da aynı oranda beslenmektedir. Bu kısma kadar konuda bir sorun yok ancak araştırmacıları şaşırtan şey, Larvanın nöronların etkisiyle doğrudan örümceğin merkezi sinir sistemini kontrol ediyor olabileceği ihtimalidir. Ya da diğer bir hipoteze göre örümceği doğrudan kontrol etmediği, örümceğin belirli yollarını aktive ederek endokrin sistemdeki hormonlar aracılığıyla etkilediğidir. Örümcek, normal yaşamı dışında herhangi bir farklı davranış sergilemez, ancak davranışların olağan zamanlaması değiştirilir. Bunun nedeni, larvanın, zindeliğini ve hayatta kalma şansını artırmak için örümceğin davranışlarını kullanmasıdır. Örümcek tamamen yetişkinliğe erişmeden önce, larva pupa aşamasına girer. Bu aşama, parazitoid yaban arısının yaşam döngüsünün en savunmasız halidir. Bu, yaşam döngüsünün Z. percontatoria'nın neden Theridiidae familyasından ağ oluşturan örümcekleri tercih ettiğini açıklayan kısmıdır. Bahsettiğimiz örümcek türü ağ yaparak avlanan bir tür olmamasına rağmen, larva, bir ağ oluşturmak için örümceği etkilemeye başlar ve normalden daha kalın bir ağ örmesini sağlar. Bunu yapma nedeni bir kamuflaj oluşturarak onu yırtıcılardan ve çevrenin dış koşullarından koruyarak, pupa aşamasına girdiğinde larvanın zindeliğine yardımcı olmasıdır. Ağ yapıldığında larva, örümcek konakçıyı öldürür ve vücudunu tüketir. Larva daha sonra bir metamorfozun gerçekleştiği kozanın içine girmeye hazırlanır. Pupa sonunda yetişkin bir yaban arısı olarak ortaya çıkar… National Belgeseli gibi dinlediğiniz bu hikayede, larvanın başka bir canlının bedenini ve zihnini nasıl ele geçirdiğini gördünüz. Yeniden Canlandırılan Virüs Mary Shelley'nin Frankenstein'ında veya HP Lovecraft'ın “Herbert West: Reanimator” filminde olduğu gibi insanları veya en azından insan benzeri yaratıkları yeniden canlandırmak , çağlar boyunca yazarların, film yapımcılarının ve elbette bilim adamlarının ilgisini çeken bir kavramdır… Ancak ölü insanları diriltmek henüz bizim çağımızda söz konusu olmasa da, diğer organizmaları diriltmek mümkün. Bu organizmaların virüs olduğunu düşündüğümüzde bu durum özellikle rahatsız edici olabilir. 2014 yılında, Fransa'daki Aix–Marseille Université'de araştırmacılar, Sibirya permafrostundan büyüleyici bir organizma çıkardılar: Pithovirus sibericum adını verdikleri yaklaşık 30.000 yıllık dev bir virüs. Evet, yanlış duymadınız dev bir virüs… Bu arada Dev Virüsler mikroskop altında rahatlıkla görüldükleri için bu adı alırlar. Ancak P. sibericum'u farklı kılan bir şey daha var. Çok sayıda gen içeren bir DNA virüsü olması onu diğerlerinden ayıran bir özelliktir. Bu özelliğin şaşırtan diğer bir yanı da Dev virüslerin boyutlarının yanı sıra bu kadar büyük miktarda DNA içermeleri, onları özellikle tehlikeli hale getirebilir olmasıdır. Araştırmacılar, bu virüs türünün "Derin okyanus tortulları ve permafrost gibi özel ortamlar, soğuk, oksijensiz ortamlarda bulundukları için mikropları [ve virüsleri] çok iyi koruduklarını da belirtiyorlar. Dev Virüs, "Yeniden canlandırıldığında sadece amipleri -arkaik tek hücreli organizmaları enfekte ettiği gözlemlendi, bu bizim için iç rahatlatıcı bir durum çünkü insanlara veya diğer hayvanlara bulaşan bir virüs değil. Tabi ki şimdilik… Abergel, permafrostun içine gömülmüş ve insanlar için tehlikeli olabilecek benzer dev virüslerin olabileceği konusunda uyarıyor ve şimdiye kadar güvenli bir şekilde muhafaza edilmiş olmalarına rağmen, küresel ısınma ve insan eylemi, bunların yeniden yüzeye çıkmasına ve hayata geri dönmesine neden olabilir ve bu da sağlığa bilinmeyen tehditler getirebilir diye ekliyor. 71 yaşında ki Virolog Jean-Michel Claverie bir makalesinde ‘’ Madencilik ve sondaj ile yapılan kazılar, milyonlarca yıllık eski katmanları kazmak anlamına geliyor. Yaşanabilir' [virüsler] hala oradaysa, bu felaket için iyi bir reçetedir.’’ Diyerek konunun ciddiyetini belirtmiştir. Kontrolsüzce yapılan bu kazılar yarın bir gün başımıza büyük dertler açabilir. Toksoplazma Gondii: Fareleri zombiye çevirebilen bir mikrop olduğunu biliyor muydunuz? Kulağa bir efsane gibi geliyor, değil mi? Ama gerçek! Bu mikrobun adı Toxoplasma gondii'dir ve insanlar da dâhil olmak üzere çeşitli hayvanlara bulaşma ve onların kaslarında, gözlerinde ve beyinlerinde gelişme yeteneğine sahip bir parazittir. T. gondii, beynine bulaştığı hayvanın davranışını değiştirebilir ve farelerin kediler tarafından yenme korkusunu kaybetmelerine neden olabilir. T. gondii , bir elma çekirdeğinden (3.3 mm) ~550 kat daha küçük olan, yaklaşık 6 μm (mikrometre, 1/1.000 milimetre) büyüklüğünde tek hücreli bir mikroptur! Bu organizma o kadar küçüktür ki, onu ancak bir mikroskobun güçlü merceklerini kullanarak görebiliriz. T. gondii yalnızca canlı bir hücreye bulaştığında hayatta kalır ve çoğalır, bu yüzden parazit olarak sınıflandırılır. Ev sahibi organizmaya fayda sağlamadan başka bir organizmanın içinde veya üzerinde yaşayan herhangi bir organizma; genellikle patojenlere atıfta bulunur; en yaygın olarak, protozoonlar ve helmintlerle ilgilidir. Parazitlerin bulaştığı hayvanlara konak denir. Biyolojide bir konakçı, tipik olarak beslenme sağlayan başka bir organizmayı barındıran bir organizmadır. Ev sahibi, bir parazit, karşılıklılıkçı veya ortak bir “misafir” (ortak yaşam) barındırabilir. Parazitler genellikle parazitin farklı şekillerini ve birden çok konakçıyı içeren karmaşık yaşam döngülerine sahiptir. Zombi bitkileri 2014 yılında, Birleşik Krallık, Norwich'teki John Innes Center'dan araştırmacılar, " fitoplazma " olarak bilinen bazı bakterilerin bazı bitkileri "zombiye" dönüştürdüğünü keşfetti. Evet yanlış duymadınız, zombi bitkilerden bahsediyoruz. Böceklerin yaydığı bu bakteriler, sarıçiçekleri olan bilimsel adı: Solidago olan Altınbaşak gibi bitkilere bulaşır. Enfeksiyon, altınbaşakların olağan çiçeklenmeleri yerine yaprak benzeri uzantıları ortaya çıkarmasına neden olur. Bu yaprak benzeri oluşumlar daha fazla böceği çeker ve bu da bakterilerin geniş çapta "seyahat etmesine" ve diğer bitkilere bulaşmasına izin verir. Dönüşüm bitkinin ölmesine neden olmazken, araştırmacılar, fitoplazmanın bu konağın yayılmak ve gelişmek için ihtiyaç duydukları elementleri büyütmek için "iradesini" nasıl bükebildiğine hayran kalmışlardır. Fitoplazmanın aktivitesini yakından inceleyen araştırmacılardan Almanya'daki Jena Friedrich Schiller Üniversitesi'nden Prof. Günter Theißen , “Böcekler, bitkilerin yaşam döngüsünü bozan, fitoplazma adı verilen bakterileri taşıyor ” ve “ Bu bitkiler yaşayan ölüler haline geliyor. Sonunda, sadece bakterilerin yayılmasına hizmet ederler.” Demiştir. Zombi Kurbağa Eğer bir zombi, parazitine fayda sağlamak için davranışları büyük ölçüde değiştirilmiş bir organizmaysa, Güney Kore'deki Japon ağaç kurbağaları bizim için başka bir tuhaf örnek olabilir. Mart 2016'da, Seul Ulusal Üniversitesi'nden Bruce Waldman ve öğrencisi Deuknam An, patojenik bir mantar olan Batrachochytrium dendrobatidis'in neden olduğu olağanüstü bir davranışsal manipülasyona dair kanıtlar yayınladı. Mantar, birçok kurbağa türü için iyi bilinen bir tehdittir, ancak Asya'daki Japon ağaç kurbağaları için bu mantar çokta tehdit gibi görünmüyor. Waldman ve An, 42 erkek ağaç kurbağasının çiftleşme çağrılarını dinlediklerinde, Batrachochytrium dendrobatidis ile enfekte olan dokuz kurbağanın daha hızlı ve daha uzun çağrılara sahip olduklarını ve mantar tarafından etkilenen kurbağların eşleri için daha çekici hale geldiklerini gözlemlediler. Yapılan deneyde, Waldman ve ekibi, laboratuvarda çalışmak üzere toplamadan önce sahadaki sağlıklı kurbağaların sesleri kaydedildi. Bir süre sonra hayvanlara mantar bulaştıktan sonra kurbağaların sesleri tekrar kaydedildi. Bu gözlem sonucunda ekip, her iki grupta da çağrıların enfeksiyonun doğrudan bir sonucu olarak değiştiğini öne sürdü. Waldman, "Yine de, çağrıların, farklılıklarının konakçıyı manipüle eden mantardan kaynaklanıp kaynaklanmadığını kesin olarak söyleyemeyiz" diyor. Örneğin, kurbağaların enfeksiyona karşı gösterdikleri başka bir tepkiden dolayı olabilir. Matt Fisher, amfibilerin esasen "seks zombilerine" dönüştüğünü ve bunun eşlerle sonraki etkileşimlerinin sadece mantarın daha fazla yayılma olasılığını artırdığını söylüyor. "Hiçbir şekilde kanıtlanmış bir hipotez değil, ancak veriler oldukça güçlü" diyor. Şimdi de gelelim insanlara… Peki, insanlar zombiye dönüşebilir mi? Haiti Zombi Vakaları: Biliyorsunuz, 1990'larda, Dr. Chavannes Douyon ve Prof. Roland Littlewood, Haitili zombilerin, gerçek bir olasılık olup olmadığını araştırmaya karar verdiler. 1997'de, ikisi bir çalışma makalesi yayınlayarak, halkın zombi olarak tanımladığı üç Haitili kişinin vakalarını analiz ettiler. İddiaya göre ilk vaka, 30 yaşlarından hastalanarak ölen bir kadının, ölümünden 3 sene sonra ortalıkta zombi gibi gezerek dolaştığı gözlemlenmişti. İkinci vaka ise, 18 yaşında “ölen” ve 18 yıl sonra bir horoz dövüşünde yeniden ortaya çıkan genç bir adamdı. Üçüncü vaka, 18 yaşında “ölen” ancak bu olaydan 13 yıl sonra tekrar zombi olarak görülen başka bir kadınla ilgiliydi. Dr. Douyon ve Prof. Littlewood, üç “zombiyi” incelediler ve kötü bir büyünün kurbanı olmadıklarını buldular. Bunun yerine, tıbbi nedenlerin yol açtığı bu durumu incelemeye karar verdiler. Bu araştırmalar sonunda, İlk "zombi" vakasının, sersem gibi yürümesine neden olan nadir bir durum katatonik şizofreniye sahipti. İkinci vaka beyin hasarı yaşamış ve aynı zamanda epilepsi hastasıydı , üçüncü vaka ise sadece öğrenme güçlüğüne sahipmiş gibi görünüyordu. Araştırmacılar, Kronik şizofrenik hastalığı, beyin hasarı veya öğrenme güçlüğü olan kişilerin, Haiti’de Zombi olarak nitelendirildiğini belirtiyorlar. Ancak Cotard sendromu adı verilen ve insanların zombi gibi davranmasına neden olabilen belirli bir psikiyatrik bozukluk da vardır. Bunun nedeni, öldükleri veya çürüdükleri yanılgısına düşmeleridir. Bu durumun ne kadar yaygın olduğu belirsizliğini koruyor, ancak araştırmalar bunun nadir bir durum olduğunu söylüyorlar. Yine de Cotard sendromlu kişilerin belgelenmiş vakaları rahatsız edici boyutlardadır. Cotard Sendromu: Cotard Sendromu, yani 'yaşayan ölü sendromu', 1880 yılında Fransız nörolog Jules Cotard tarafından isimlendirildi. Bu psikiyatrik rahatsızlığa yakalananlar ölü olduklarına ve organlarının yok olduğuna inanıyorlar. Cotard sendromu beyin tümörleri, depresyon, panik atak, şizofreni veya paranoyalarla ortaya çıkıyor. Çok nadir rastlanan halk arasında yürüyen ceset sendromu olarak bilinen, cotard sendromu karakteristik olarak bedeniyle ilgili nihilistik (yokluk, hiçlik) hezeyanları, kendisinin ve dünyanın varlığını inkâr etme, hallüsinasyonlar, ölü olduğunu ispat etmek için intihar düşünceleri olarak belirtiler sunar. Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim Hastanesi'nden Doç. Dr. Güliz Özgen ve asistanlar Mehmet Mustafa Özköse, Nedim Havle, İhsan Saygın Sarı'nın ortak çalışması, bu hastalığın Türkiye'de de gözlemlenmeye başladığını belirtmişlerdir. Türkiye’de yaşanan bir vakada: Kocaeli'de yaşayan ilköğretim yedinci sınıf öğrencisi 14 yaşlarındaki N.H.'yi babası Bakırköy Ruh Sağlığı Hastanesi'ne getiriyor. Bir aydır okula gitmeye isteksiz olan N.H. yemek yemeyi ve içmeyi reddediyor. Hasta doktorlara "beynim çürüdü, tüm iç organlarım çürümüş durumda, aslında ben yaşamıyorum" diyor. Doktorlar kişinin muayenesini yapıp fiziki ve nörolojik olarak normal olduğunu tespit ediyorlar. Kişiye Cotard sendromu teşhisi konularak sekiz seanslık elektro şok tedavisi (EKT) uygulanıyor. Bu tedaviyle hasta nihilistik hezeyanlarından kurtulup sağlıklı bir içgörü kazanmaya başladıktan sonra taburcu ediliyor. Hastalığın tanımı, 1880'de yapılmış ve ender de görülse kayıtlara geçmiş insanları neredeyse zombileştiren ya da zombi gibi hissettiren bu gizemli, ürkütücü hastalığa dair ilginç bir buluş geçtiğimiz aylarda beyin taramasına yönelik gelişen teknolojiler sayesinde gerçekleşti. İngiltere'de adı Graham olan bir kişi intihar girişiminin ardından beyni olmadığı, öldüğü düşüncesi ile uyanıyor. "Zamanımı mezarlıkta geçirmeye başladım çünkü burası ölüme en yakın olduğum yerdi" diyerek ruh halini ifade ediyor. Doktorlar bu 100 yılı aşkın gizemli hastalığı yani Cotard sendromunu günümüzdeki beyin tarama teknolojilerini de kullanarak inceleme fırsatı yakalıyorlar. Ve karşılaştıkları tabloyu ise inanılmaz olarak ifade ediyorlar. Belçika Liege Üniversitesi'nden doktor Steven Laureys "15 yıldır PET taramalarını analiz ederim yürüyen hiçbir insanda görmediğim anormal beyin fonksiyonu sonuçları gördüm... Graham'ın beyin fonksiyonları sanki anestezi olmuş ya da uyumakta olan bir kişinin beyin fonksiyonları gibi… Uyanık durumda olan bir kişide bu beyin özelliklerini görmek oldukça özel bir durum" diyor. Bu hastalığa yakalanmış bir çok vaka görmeniz mümkün… Çeçe Sineği: Çeçe sineği, uyku hastalığına yol açan Trypanosoma gambiense parazitini taşıyan sinek türüdür. Çift kanatlılar takımının Muscidae familyasından Glossina cinsinden sineklerin genel adıdır. İnsana uyku hastalığını bulaştıran çeçe sineği, Orta ve Batı Afrika’da özellikle de Zaire'de ırmak kenarlarında yaşar. Hastalığın ileri safhalarında, parazitler beyne bir kez girdikten sonra kurbanlar konsantre olmakta zorlanır, sinirlenir, konuşmaları bozulur ve yemek yemeyi bırakırlar. Çoğu gece uyuyamaz ve gün boyunca ayakta kalmayı neredeyse imkansız bulur, sonunda komaya girmeden ve ölmeden önce onları zombi benzeri bir duruma düşürür. Hayatta kalanlar genellikle onarılamaz beyin hasarıyla kalırlar. Bu tür rahatsızlıkları Afrika’da görmek mümkündür. Kuduz: Birçoğumuza göre Zombi virüsünün en gerçekçi halidir. Nedir bu Kuduz virüsü? Kısaca, Rabies ya da Lyssa olarak da bilinen kuduz, hayvanlarda olan ve insanlara geçebilen bir çeşit virüs hastalığıdır. Bu virüs, başta merkezi sinir sistemini etkileyerek, beyne kadar ulaşarak, beyni iltihaplandırır. Başta köpekler olmak üzere, birçok evcil ve vahşi hayvanda görülebilmektedir. Hastalık insanlarda ilk önce halsizlik, ateş, iştahsızlık, bulantı, baş ve boğaz ağrısı gibi hastalığa özel olmayan belirtiler başlar. Isırık yeri ve çevresinde ağrı ve kaşıntı görülebilir. Yutak felci sebebiyle kuduzun karakteristik belirtisi olan sudan korkma görülür. Kuduz virüsünün zombi virüsü ile ilişkilendirilmesinin sebebi, hayvanlardan insanlara bulaşan bir yapısının olmasıdır. Komplo teorilerinde Kuduz virüsünün mutasyona uğrayarak zombi virüsüne dönüşeceği söylenmektedir. Tıbbi kanıtları olmasa da buna inanan insan sayısı oldukça fazla… Dizartri: Dizartri, konuşma kaslarının güç ve kontrolüyle ilgili sorunların yaşandığı bir motor konuşma sorunudur. Değişik sinir ve kas hastalıklarına bağlı olarak konuşma organlarında (gırtlak, dudaklar, dil, damak ve çene) açığa çıkan güçsüzlük ya da koordinasyon bozukluğu sonucunda ortaya çıkar. Peki Zombi virüsü ile nasıl ilişkilendirilir? Kökeninde nörolojiktir, bu yüzden zombi irfanının beyin temelli yönleriyle bağlantılıdır. Dizartrinin birkaç nedeni vardır, ancak hepsi, sinir sisteminde, dili, dudakları, boğazı veya ciğerleri kontrol etmeyi zorlaştıran ve daha sonra eklemlemede zorluğa yol açan ve daha fazla iletişim kuramamaya neden olabilen sinir sisteminde bir arıza ile karakterize edilir. Anlaşılmaz sesler – zombilerin iniltileri gibi… Cüzzam: Cüzzam, Mycobacterium leprae bakterisinin neden olduğu kronik, ve sürekli ilerleyen bulaşıcı bir bakteriyel enfeksiyona verilen isimdir. Cüzzam ya da diğer adıyla lepra aynı zamanda 19. yüzyılda hastalığa neden olan bakteriyi keşfeden bilim insanının adıyla Hansen hastalığı olarak da bilinir. 4000 yıldan daha eskiye dayanan cüzzam vakaları rapor edilmiştir. Zombilerin ortak bir özelliğinin çürüyen etleri ve çürüyen vücut parçaları olduğu düşünülürse, cüzzam ve benzeri semptomlar bu tür hikâyeler için doğal bir ilham kaynağı olabilir! Cüzzamın vücut parçalarının düşmesine neden olduğu bir efsanedir, ancak hasara ve uyuşukluğa neden olabilir, bu da zombilerle ilişkilendirdiğimiz yürüyüşe benzer yavaş, ayak sürüyerek yürümeye neden olabilir. İşte gördüğünüz gibi gerçekte olan bu… Peki, gelmekte olan için ne düşünüyorsunuz? Yani sürekli bahsettiğimiz zombi felaketi, zombi kıyameti, zombi evreni… Şimdi de Bizim Teorimiz: Bu araştırmayı yaparken öğrendiklerim doğrultusunda mantıklı şekilde bir senaryo oluşturmayı düşündüm. Sizde video da bir şeye dikkat etmişsinizdir. Bahsettiğimiz birçok konu içinde hep bir hayatta kalma mücadelesi var. Başka bir bedene yerleşen bir bakteri hayatta kalarak çoğalmak için yerleştiği bedeni kontrol altına alıyor ve ona kendi çıkarları doğrultusunda istediği her şeyi yaptırıyor. Yerleştikleri bedeni ele geçiren bu bakteriler kimi zaman kurbanın fiziki özelliklerini de bozuyor. Ama amaçları sadece hayatta kalabilmek… Filmlerden aşina olduğumuz zombileri de gözlemlediğimizde, insanlıklarından çıkmış varlıklar görüyoruz. Bedenleri bir virüs tarafından ele geçirilmiş bu varlıklar, sürüler halinde kendilerini hayatta tutacak gıdayı elde etmek için önlerine geleni yiyerek parçalıyorlar. Olma ihtimali senaryolarla bizlere bu şekilde sunulan bu konunun olma olasılığı ise Komplo Teorisyenleri ve bilim adamlarına göre farklılıklar gösteriyor. Kimine göre olası kimine göre de imkânsız… Peki, bize göre, Değerli arkadaşlar bir video da daha sizlere korku konusunu hatırlatmak istiyorum. Sürekli aynı şeyi tekrarlıyor gibi olacağım ama korkularımızla bizi kontrol altına almaya çalışmalarının nedeni de tam olarak bu… Korku da aynı virüs gibidir. Girdiği bedeni ve aklı kendi doğrultusunda yönetir. Demek istediğim tüm insanlara corona ya da zombi virüsünden önce korku virüsünü enjekte ettiler ve etmeye devam ediyorlar. Bakın beni yine yanlış anlamayın bunlar yok demiyorum tabi ki de olasılıklar dahilinde ancak farkında olmadığımız şey zaten bizi çok uzun zamandır kontrol ediyorlar. Bunun için bir virüs yapmaya şimdilik gerek yok. Yâda olan virüsü aktif etmeye gerek yok. Kurdukları kapitalist düzenle zaten bizim üzerimizde yıllardır bakteri gibi yaşamlarını sürdürüyorlar aynı Ophiocordyceps Unilateralis mantarının karıcanların üzerine yerleşerek onlara istediklerini yaptırması gibi bizde onlar ne isterse onu yapıyoruz. Çalışıyor, yiyior, içiyor ve tüketiyoruz. Peki, kazanan kim? Yaşantılarınıza baktığınızda, şu ana kadar farklı ne yaptığınızı söyleyebilir misiniz? 1 sene boyunca çalışarak 1 hafta tatil hayali kurmak ya da bir ömür çalışarak bir araba veya ev sahibi olmak insanca yaşamak mı sizce? İnsan olmak sadece çalışarak zamanı tüketmek mi? Bilmem anlatabildim mi? Siz kabul etseniz de etmeseniz de bizler zaten çok uzun zamandır zombiyiz… Neyi bekliyorsunuz çürümüş ceset olmayı mı? Cotard Sendromu denen şey yaygınlaşmaya başladığında belki de herkes kendini yaşayan ölüler olarak görecek. Belki de bu mantarın karıncaya yaptığı gibi bizi daha düzenli hale getirmek isteyenler bize biyolojik ya da teknolojik bir şeyler ilave edecek… Doğada örneklerini gördüğümüz konakçı mikroorganizmalar bile istemediği sürece ele geçirdiği beyni öldürmüyor. Kendine ihtiyaç duymadığı anda üzerine çıktığı bu bedeni ortadan kaldıran bu sistemde bir şeye dikkat edin! O masum karıncaların olan bitenden haberi yok. Çünkü olan biteni anlatacak zamanları bile olmadan bir mantar tarafından ele geçirilmişler. Aynı bizim gibi… Bize sürekli güvende olduğumuzu söyleyen bu dünya, bizi öyle bir köreltmiş ki, bu kadar deprem bu kadar felaket arasında hala suçlayacak bir şeyler ya da birilerini buluyoruz. Çünkü Korku mantıktan daha kuvvetlidir… Korku, bütün faziletlerin önüne set çeker. Çok defa korku, yalan söylemesini öğretir. Korku içinde yaşayan, asla hür değildir. Ve bilin ki… Korktukça tutsak, umut ettikçe özgürsünüz… Sevgiyle ve Sağlıkla kalın…
pek sanmıyorum açıkçası.
 
Üst