mahmuteser
Doçent
- Katılım
- 24 Mayıs 2007
- Mesajlar
- 606
- Reaksiyon puanı
- 3
- Puanları
- 0
> Aksamlari, evde oturdugunuz oda disinda kaç odada ampul yaniyor? Disimizi
> firçalarken su saril saril akiyor mu? Ekmegimiz
> yenmeden bayatliyorsa neden? Acaba gerekenden fazla mi aliyoruz? Ya bayat
> ekmekleri ne yapiyoruz?.......
>
> On dokuz yil evveldi. Stockholm'e gitmistim. Bir otele indim. Geceydi.
> Sabahleyin, tras olmak için lavaboya gittigimde, aynanin
> yaninda ilginç bir not gördüm. Lütfen diyordu, trastan sonra jiletinizi
> çöpe atmayin. Yanda bir kutu var, oraya birakin. Bir tek
> jiletle dahi olsa, Isveç çelik sanayisine yardimci olun.
>
> Dogrusu hayretler içinde kaldim. Çocuklugumdan beri çelik esya
> denince akla Isveç çeligi gelir. Birçok esya üzerinde "Isveç çeliginden
> yapilmistir" diye yazardi. Iste o ülke, kullanilmis bir
> tek ufacik jiletin bile çöpe gitmesini istemiyor, ona sahip çikiyor, gelen
> turistlere rica yollu uyarida bulunuyordu.
>
> Isviçre'de zaman zaman, belli periyotlarda, radyolar, televizyonlar,
> bir haberi duyurur. Su tarihte, su saatte, adamlarimiz gelecek. Siz lütfen
> hazirliginizi yapin. Okumadiginiz, ilgilenmediginiz,
> kullanmadiginiz ne kadar kitap, dergi, gazete varsa, kâgit, ambalaj, kutu
> varsa, ve lev ki, bir ilaç prospektüsü dahi olsa,
> kapinin önüne koyun. Isviçre'nin kalkinmasina yardimci olun. Fazla agaç
> ziyanina engel olun.
>
> Bes yasinda idim. Babaannem rahmetli, pirinç ayikliyordu. Bir tane yere
> düstü. Babaannem egildi, aramaya basladi. Saga bakiyor,
> sola bakiyor, bulmaya çalisiyor. Çocukluk iste, "aman babaanne dedim. Bir
> pirinç tanesi için bu kadar caba harcamaya, yorulmaya
> deger mi?" Rahmetli ilk defa sertlesti bana karsi, öfkeyle dogruldu. "Sen
> oturdugun yerden ahkâm kesiyorsun,"dedi. "Hiç pirinç
> üretilirken gördün mü? Insanlar ne kadar zorluk çekiyorlar. Bir pirinç
> tanesinde kaç insanin göz nuru, alin teri, emegi, çilesi
> var biliyor musun?" Utancimdan kipkirmizi olmustum.
>
> Aradan yillar geçti. Hukuk Fakültesinde ögrenciyim. Alain'in proposlarini
> okuyorum. Birden irkildim. Babaannemi hatirladim.
> Alain, bir insan yerde bir igne görüp de egilip almazsa, bütün uygarliga
> karsi ihanet etmis olur diyordu. Ilave ediyordu. Bir
> ignenin üretiminde binlerce insanin alin teri, göz nuru, el emegi vardir
> diyordu.
>
> Japonlar son derece sade, basit, yalin mütevazi yasayan insanlardir.
> Evlerini mobilya ile esya ile dolduranlar Japonlara göre ruhen tekamül
> edememis, hayatin manasini anlayamamis, zavalli
> kimselerdir. Böyleleriyle, zavalli, evini mezat salonuna çevirmis diye
> eglenirler. Bir insanin gösteris için esyanin esiri olmasi
> ne kadar acidir. Vaktiyle Japon ekonomisi bir darbogazdan geçiyor. Iç
> borçlar, dis borçlar girtlagi asiyor. Zamanin basbakani
> meclisi toplar. Kürsüye çikar. Durumu olanca açikligi ve tehlikeleri ile
> anlatir ve su andan itibaren der, Allah sahidim olsun
> ki, Japonlarin iç ve dis borçlari son kurusuna kadar ödenmeden, pirinçten
> baska bir sey yemeyecegim. Su üstümdeki elbiseden baska
> elbise giymeyecegim.
>
> Dediklerini yapar, en üstten en alta bir israftan kaçinma kampanyasi
> açilir. Japonya bütün borçlarini öder. Bu durumun toplumun
> bütün kesimlerini, tek istisna olmadan kapsadigini söylemeye gerek yok.
>
> Geçenlerde Japon imparatorunun sarayini gördüm. Yarabbim, ne kadar sade,
> ne
> kadar mütevazi, ne kadar gösteristen uzak...
>
> Gerekmedigi halde elektrigi yakmakla, suyu kapamadan bos yere akitmakta,
> Gece çamurlu ayakkabilarimizi temizlemeden yatmakla,
> yemek yedigimiz kaplari yikamadan birakmakla biz de zalimler sinifina
> geçmiyor muyuz?
>
> Hayat çok ince, akil almaz incelikte ipliklerle örülmüstür. Her sey o
> kadar
> birbirine baglidir ki, Ilkokul okuma kitabimizdaki
> bir sözü hiç unutmadim.
> Bir mih bir nali kurtarir.
> Bir nal bir ati,
> bir at bir komutani,
> bir komutan bir orduyu,
> bir ordu bir ülkeyi kurtarir
> diyordu..
>
> Maddi durumumuz ne olursa olsun, ister zengin olalim, ister fakir,
> hepimiz çok dikkatli olmak zorundayiz. Bunda parayi da, maddiyati da asan
> büyük bir edep ve incelik vardir.
> firçalarken su saril saril akiyor mu? Ekmegimiz
> yenmeden bayatliyorsa neden? Acaba gerekenden fazla mi aliyoruz? Ya bayat
> ekmekleri ne yapiyoruz?.......
>
> On dokuz yil evveldi. Stockholm'e gitmistim. Bir otele indim. Geceydi.
> Sabahleyin, tras olmak için lavaboya gittigimde, aynanin
> yaninda ilginç bir not gördüm. Lütfen diyordu, trastan sonra jiletinizi
> çöpe atmayin. Yanda bir kutu var, oraya birakin. Bir tek
> jiletle dahi olsa, Isveç çelik sanayisine yardimci olun.
>
> Dogrusu hayretler içinde kaldim. Çocuklugumdan beri çelik esya
> denince akla Isveç çeligi gelir. Birçok esya üzerinde "Isveç çeliginden
> yapilmistir" diye yazardi. Iste o ülke, kullanilmis bir
> tek ufacik jiletin bile çöpe gitmesini istemiyor, ona sahip çikiyor, gelen
> turistlere rica yollu uyarida bulunuyordu.
>
> Isviçre'de zaman zaman, belli periyotlarda, radyolar, televizyonlar,
> bir haberi duyurur. Su tarihte, su saatte, adamlarimiz gelecek. Siz lütfen
> hazirliginizi yapin. Okumadiginiz, ilgilenmediginiz,
> kullanmadiginiz ne kadar kitap, dergi, gazete varsa, kâgit, ambalaj, kutu
> varsa, ve lev ki, bir ilaç prospektüsü dahi olsa,
> kapinin önüne koyun. Isviçre'nin kalkinmasina yardimci olun. Fazla agaç
> ziyanina engel olun.
>
> Bes yasinda idim. Babaannem rahmetli, pirinç ayikliyordu. Bir tane yere
> düstü. Babaannem egildi, aramaya basladi. Saga bakiyor,
> sola bakiyor, bulmaya çalisiyor. Çocukluk iste, "aman babaanne dedim. Bir
> pirinç tanesi için bu kadar caba harcamaya, yorulmaya
> deger mi?" Rahmetli ilk defa sertlesti bana karsi, öfkeyle dogruldu. "Sen
> oturdugun yerden ahkâm kesiyorsun,"dedi. "Hiç pirinç
> üretilirken gördün mü? Insanlar ne kadar zorluk çekiyorlar. Bir pirinç
> tanesinde kaç insanin göz nuru, alin teri, emegi, çilesi
> var biliyor musun?" Utancimdan kipkirmizi olmustum.
>
> Aradan yillar geçti. Hukuk Fakültesinde ögrenciyim. Alain'in proposlarini
> okuyorum. Birden irkildim. Babaannemi hatirladim.
> Alain, bir insan yerde bir igne görüp de egilip almazsa, bütün uygarliga
> karsi ihanet etmis olur diyordu. Ilave ediyordu. Bir
> ignenin üretiminde binlerce insanin alin teri, göz nuru, el emegi vardir
> diyordu.
>
> Japonlar son derece sade, basit, yalin mütevazi yasayan insanlardir.
> Evlerini mobilya ile esya ile dolduranlar Japonlara göre ruhen tekamül
> edememis, hayatin manasini anlayamamis, zavalli
> kimselerdir. Böyleleriyle, zavalli, evini mezat salonuna çevirmis diye
> eglenirler. Bir insanin gösteris için esyanin esiri olmasi
> ne kadar acidir. Vaktiyle Japon ekonomisi bir darbogazdan geçiyor. Iç
> borçlar, dis borçlar girtlagi asiyor. Zamanin basbakani
> meclisi toplar. Kürsüye çikar. Durumu olanca açikligi ve tehlikeleri ile
> anlatir ve su andan itibaren der, Allah sahidim olsun
> ki, Japonlarin iç ve dis borçlari son kurusuna kadar ödenmeden, pirinçten
> baska bir sey yemeyecegim. Su üstümdeki elbiseden baska
> elbise giymeyecegim.
>
> Dediklerini yapar, en üstten en alta bir israftan kaçinma kampanyasi
> açilir. Japonya bütün borçlarini öder. Bu durumun toplumun
> bütün kesimlerini, tek istisna olmadan kapsadigini söylemeye gerek yok.
>
> Geçenlerde Japon imparatorunun sarayini gördüm. Yarabbim, ne kadar sade,
> ne
> kadar mütevazi, ne kadar gösteristen uzak...
>
> Gerekmedigi halde elektrigi yakmakla, suyu kapamadan bos yere akitmakta,
> Gece çamurlu ayakkabilarimizi temizlemeden yatmakla,
> yemek yedigimiz kaplari yikamadan birakmakla biz de zalimler sinifina
> geçmiyor muyuz?
>
> Hayat çok ince, akil almaz incelikte ipliklerle örülmüstür. Her sey o
> kadar
> birbirine baglidir ki, Ilkokul okuma kitabimizdaki
> bir sözü hiç unutmadim.
> Bir mih bir nali kurtarir.
> Bir nal bir ati,
> bir at bir komutani,
> bir komutan bir orduyu,
> bir ordu bir ülkeyi kurtarir
> diyordu..
>
> Maddi durumumuz ne olursa olsun, ister zengin olalim, ister fakir,
> hepimiz çok dikkatli olmak zorundayiz. Bunda parayi da, maddiyati da asan
> büyük bir edep ve incelik vardir.