Kısas Hükümleri Eleştirisi

menzil33

Öğrenci
Katılım
13 Temmuz 2012
Mesajlar
3
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Merhaba,


Yanlış anlaşılan bir konuyu açıklamak istiyorum.Bu konu yanlış anlaşılmakta ve eleştirilmektedir.


Bakara 178. ayet mealinde şöyle buyurulmaktadır;


Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır. (Diyanet vakfı meali)


Bu ayette "hüre hür köleye köle kadına kadın" ile kastedilen suçu işleyen katil kim olursa olsun cinsiyetine,sosyal statüsüne bakılmadan emredilen cezanın uygulanacağıdır.


Saygılar.
 

menzil33

Öğrenci
Katılım
13 Temmuz 2012
Mesajlar
3
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
bu kısas hükümleri eleştirisi her zaman karşımıza çıkıyor,güncelleyelim merak edenler için.
 

yener ala

Öğrenci
Katılım
23 Haziran 2009
Mesajlar
20
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
diyanet kim ya vakfında 24 ilimde mahir kimki tefsir yazmış sanki adammışlar gibi alıntılamışsınız sizde söz edebilecek vasfınız varmı ki fetvanızda sahihmi;bakkalulum nakkalulum demişler kim kaynağınız?
 
Katılım
12 Mart 2011
Mesajlar
35,200
Reaksiyon puanı
10,315
Puanları
293
Kısas hakkındaki gerçekler
T. Dursun birçok konuda olduğu gibi kısas ve had cezaları konusunda fıkıh ihtilâflarını, ictihâd görüşlerini Kuran’ın açık hükmü gibi göstererek insanları yanıltmaya çalışmıştır. Bir müçtehidin içtihadı, o kişinin bilgisi ölçüsündeki şahsi görüşüdür. İslam’ı şahsi görüşler içine hapsetmek sadece İslam düşmanlığı, en basit ifadesi ile de cahillikle açıklanabilir.

Kuran “Hür karşılığında hür, köle karşılığında köle, kadın karşılığında kadın” (Bakara, 178-179) diye açıkça hükmünü ortaya koymuşken, “Hiç kimse, başkasının günâh yükünü taşımaz.” (İsra, 15) ayeti ortada iken İslam’ı, Kuran ve sahih sünnet ile değil, bazı alimlerin verdiği fetvalar ile değerlendirmek, açıkça eksik-hata aramak, saldırı mantığı ile hareket etmek anlamına gelir.

Kısasın asıl gayesi, toplum düzenini sağlamaktır. Eğer öldürülenin yakınları, katili bağışlar da diyete (kan bedeline) razı olurlarsa o zaman kabile dayanışmasının bir gereği olarak diyeti, katilin akrabası öder. Bu sayede fertlerinin davranışlarını kontrol edilmiş, onların yanlış bir şey yapmalarına engel olunmuş olur.

Dursun’a göre: “Bir Müslüman erkek, kâfir erkeği Öldürürse kısas uygulanmaz.” Kuran’ın açık anlatımında Müslüman kâfir kaydı yoktur. Hür deyimi içine, Müslim, gayri Müslim bütün hürler girer. Köle deyimi içinde de dini ne olursa olsun bütün köleler girer. Bu Müslüman kâfir ayırımı, Kuran’a ait değildir, bazı fıkıhçıların görüşleridir.

Bu konuyu daha iyi kavrayabilmek için Bakara Sûresinin, kısasla ilgili 178-179. âyetlerinin mealini verelim: “Ey inananlar, öldürmede kısas size farz kılındı. (Binaenaleyh, katilin de öldürülmesi gerekir.) “Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Ama kim (yani katil, Müslüman) kardeşi tarafından affedilirse, o zaman (affedenin örfe göre) uygun olanı yapması (uygun diyet istemesi, affedilenin de) güzelce onu ödeme(si) gerekir. Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve acımadır. Kim bundan sonra da saldırıya kalkarsa artık onun için acı bir azap vardır. Ey akıl sahipleri, kısasta sizin için hayat vardır, böylece korunursunuz.”

Katâde’den anlatıldığına göre; cahiliye çağında kabileler, kendilerini birbirlerinden üstün görürlerdi. Şayet kuvvetli olan kabilenin kölesi öldürülse, onun yerine bir hür; kadın öldürülse, yerine bir erkek; hür bir erkek öldürülse yerine iki hür erkek öldürmek isterlerdi. Böylece o kabîle; kölelerinin, başkalarının hürlerine; kadınlarının, başkalarının erkeklerine; bir hürlerinin, başkalarının iki hürüne denk olduğunu ileri sürerek övünmüş olurdu. İşte Yüce Allah (cc), bu âyeti indirerek ancak köle karşılığında kölenin, kadın karşılığında kadının kısas edilebileceğini bildirdi ve insanları böyle aşırılıklardan menetti.

Âyetin baş tarafı, kısası genel prensip olarak farz kılmakta, fakat maktulün velisine katili affetme yetkisini de vermektedir. Bu husus, ümmet için bir rahmettir. Kısastan maksat, toplumun huzurunun teminidir. Çünkü haksız yere öldürülenin katili de hayattan mahrum edilmezse bu durum, maktulün yakınları arasında bir infiale, kan davasının sürüp gitmesine ve iki taraf arasında ardı arkası kesilmeyecek öldürmelerin cereyanına sebep olur. Ama katil, öldürülünce iki taraf da yatışır, kardeş olarak yaşamalarını sürdürür. Kısasın yanında af yetkisinin de tanınması, Kuran hükmüne her zaman uygulanabilecek bir elastikiyet vermiştir.

”Kim zulmen öldürülürse, onun velisine yetki veririz ama o da öldürmede aşırı gitmesin, “(İsra, 33) ayetinin kapsamına girer. Maktul Müslüman olsun, zimmî olsun, hür olsun, köle olsun, kadın olsun, erkek olsun velisine kısas talep etme yetkisi verilmiştir. Mâide Sûresinin 45. âyetinde de “cana can, göze göz”ün kısas edileceği beyan edilmektedir. “Kim size saldırırsa, onun size saldırdığı kadar siz de ona saldırın!”, (Bakara, 194) “Ceza, verirseniz, size edilen azap kadar ceza veriniz. “(Nahl, 16/126) âyetleri de kısası emretmektedir.

Sünnet de kısastaki bu genel hükmün, kölelere de şamil olduğunu gösterir. Peygamberimiz (s.a.v); “Kölesini, öldüreni öldürürüz, onun burnunu, kulağını kesenin burnunu, kulağını keseriz ve onu iğdiş edeni iğdiş ederiz” buyurmuştur. Kuran’ın ifadesinde köleye karşılık hürün öldürülmeyeceği şeklinde bir beyan yoktur.

Hz. Peygamber devrinde bir kadın bir câriyenin dişini kırmış, câriye tarafı diyeti kabul etmeyerek, kısasta israr etmişti. Ashâb-ı kiramdan Enes b. en-Nadr, kısâsen dişin kırılmasına karşı çıkınca, Rasûlüllah (s.a.s); “Ey Enes!. Allâh’ın kitabında ceza kısastır” buyurmuştur. Câriye tarafının suçluyu affettiğini bildirmesi üzerine Allah Rasûlü onların bu affı sebebiyle kazandıkları manevi dereceyi şöyle ifade buyurmuştur: “Allâh’ın öyle kulları vardır ki Allah’a yemin etse, Allah onu yemininde yalancı çıkarmaz” (es-Şevkânî, Neylü’l-Evtâr , VII, 26, 27)

Dursun: “Eğer bir topluluğa azap edecekseniz, size yapılan azabın eşiyle azab edin.’ Nahl Sûresinin 126. âyetinde böyle emrediliyordu.” Derken , Nahl Sûresinin 126. âyetini kasten yarım almıştır. Ayetin sonundaki “Sabrederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır!” cümlesini Dursun bilerek almamış. Çünkü püf noktası buradadır. Ayet, affetmeyi, öç almağa tercih etmektedir. Ayetin asıl amacı, suçlara misliyle karşılık verip intikam almak değil, işlenen bir suça, hak ettiğinden daha ağır bir ceza vermeyi önlemektir. Yani ayet, intikamı değil, adaletten ayrılmamayı emretmektedir. “Eğer ceza verecekseniz, size yapılan kötülük kadar, işlenen suç kadar ceza verin; ama affederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır"

İslâm’da kısas şahsî şikâyete bağlı bir ceza olarak kabul edilmiş, âmme- toplum - cezası sayılmamıştır. Çünkü kamu düzeni sadece suçlu ile mağdur taraf arasında bozulmuştur. Onlar anlaşır, barışır ve helalleşirlerse Devlet düzenini ilgilendiren sakıncalar ortadan kalkmış olur. Bu nedenle, kendisine karşı müessir fiil işlenen kimse veya ölüm hâlinde, ölenin velisi affederse kısas düşer ( el-Kâsânı, a.g.e., VII, 241 vd.; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, İstanbul 1333, II, 330; Abdulkadir Udeh, et-Teşrîu’l Cinî’l-İslamî, Kahire 1959, I, 79, 663 vd.)

Ebû Hanîfe ve İmam Mâlik’e göre, öldürülenin velisi ya kısas ister, ya da affeder. Veli, suçlu ile diyet üzerine anlaşmazdan önce kısas hakkından vazgeçerse, diyet isteme hakkı da kendiliğinden düşmüş olur. İmam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel’e göre ise; velî seçimlik hakka sahiptir. Ya kısas uygulanmasını ister, ya da kısası affeder ve diyet alır. Affetmenin anlamı kısasın diyete dönüşmesi demektir ve bu, suçu işleyenin rızâsına da bağlı değildir (el-Kâsânî, Bedâyiu’s Sanâyi’, VII, 241; eş-Şevkanî, Neylü’l-Evtâr, VII, 7 vd.; Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, İstanbul 1986, I, 136, 137 Ayrıca diyet için bakınız: İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, Mısır 1307, V, 504; el-Meydânî, el-Lübâb, Kahire 1374)

Cinayetin cezası
Kasten adam öldürme suçunu işleyene kısas uygulanır. Kısas cezasının verilebilmesi için suçlunun, suçu bilerek ve isteyerek işlemiş olması gerekir. Aksi halde: birini yanlışlıkla öldürene kısas uygulanmaz. (Üçok, Çoşkun-Mumcu,Ahmet-Bozkurt, Gülnihal, Türk Hukuk Tarihi, Ankara 1999, s.75)

İslam’a göre insanı öldüren bir kişi için toplam üç hüküm vardır.
1-Öldürülen tarafın ailesi adamı bağışlar: Adam serbest bırakılır.

2-Öldürülenin ailesi “kan bedeli“ alır. İstedikleri meblağ karşılığı adamı af ederler. Adam yine serbest kalır.

3-Öldürülenin ailesi kısas ister ; “kana kan.“ bunun üzerine “Devleti“ adamı idam eder. Kan davası da olmaz çünkü idamı yapan devlettir. Katilin ailesi itiraz edemez, Öldürülenin ailesi de ceza verildiği için intikama kalkışmaz.

“Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki (bu hükme uyarak) korunursunuz.” ( Bakara, 179)

İdam mı gayri insani müebbet mi?
Dünyada bilerek ve tasarlayarak insan öldürmenin cezası, bilindiği gibi kısastır. Kısas, öldürmeye karşılık öldürmedir. Ancak kısas öldürmek için değil, yaşatmak için vardır.Türkiye’de her yıl meydana gelen 1000 taammüden öldürmeyi, 10 katili etkisiz hale getirerek engelleyip 990 insanı kurtaracaksanız daha insani olan budur. Üstelik giden 10 tanesi katildir, aksi halde ölen bin kişi ise nahak yere öldürülmüş olacaktır. Öldürülmüş olan bir insanın kısas hakkı onun yakınlarınındır, bu haklarını alırlar ya da bağışlarlar. Devlet katili asla affedemez. Ancak bu İslam’ın kendi insanını eğitip yetiştirdiği, ona insanın değerini öğrettiği bir toplumda uygulanabilir. Siz önce seri katiller yetiştirir, sonra bu cezayı uygulamaya kalkarsanız haksızlık etmiş olursunuz. ( Faruk Beşer, Yenişafak, 14.09.2012 )



İslam ve had cezaları
İslâm ceza hukuku (Ukûbat) terimi olarak hadler; “belirli bazı suçlara İslâm’ın tayin ettiği cezalar” dır. Bu cezayı gerektiren suçlar beş tanedir: zina, hırsızlık, içki içmek (Cezası 40 sopa (Dârimî, Hudûd,10; A. b. Hanbel, IV, 389), kazf (namuslu kadına zina iftirası): cezası 80 değnektir (Nur, 4) ve yol kesme (hırâbe): Suçuna göre sürgünden idama dek ceza alabilir. (Maide, 33-34) Bunlardan günümüzde en tartışma konusu yapılan ikisini ( Zina, hırsızlık ) burada ele alacağız.

İslam huzur, barış dinidir. İnsanların dünya ve ahiret mutluluğunu amaçlayan kurallar bütününü vaz eder. Hedef, iyi kul olup Allah’ın rızasına ulaşmaktır. İslam değil kimseyi kesmeyi, herhangi bir insanın dedikodusunu yapmayı, malını çalmayı, namusuna göz ile bile olsa yan bakmayı vb yasaklamıştır. İslam’ın amacı toplum ahlakını temin etmektir, toplumu tehdit etmek değil.

İslam’da hırsızlığın cezası nedir?
Bir olayın öncesi, olayın anı ve sonrası vardır. Her üç zamanı da sıra ile değerlendirelim.

Hırsızlıkta bir çeşit hastalıktır (Tam hırsızlık gibi olmasa da kleptomani diye bir rahatsızlık artık günümüzde biliniyor, hırsızlık bir ileri safhası; aç gözlülük, çekememezliktir.) Bazı İnsanda hırs, israf, lüks hayat, mal-mülk sahibi olmak gibi doymak bilmez duygular vardır. Bunları meşru yolla elde edemeyenler veya bu menfi duygularını dizginleyemeyenler, başkasının mal ve servetine göz diker, hırsızlık ve soygunculuğa yeltenirler.

İslam’ın insanı bilinçlendirmeye dönük; tevazu, sabır, imtihan bilinci, emek, rızık, çalışma, alın teri, zekat, ahiret şuuru, kul hakkı gibi bir çok kavramı bünyesinde barındırır. Bu eğitim sürecinden geçtiği halde düzelmeyen ve hırsızlığa alışan ( Tıpkı evleri, milyarları olduğu halde dilenmeye devam edenler gibi) insanlar bir kaç ay yatmakla düzelmez, aksine bu işin kıdemlilerinden cezaevlerinde ders alıp, daha bir bilenmiş olarak cezaevlerinden çıkarlar.

Özellikle günümüzde cezaevlerini, kış yaklaştığında küçük bir adi suç işleyerek, kışı geçirmek için kullanan “mevsimcilerin” bulunduğunu düşünürsek, hırsızlığa karşılık cezaevlerinin caydırıcı bir unsur olmadığı görülmüş olmaktadır.

Hırsızlığın cezasından amaç hırsızlıktan caydırmak olmalıdır. Bu nedenle kimseye torpil, adam kayırma yapmadan tüm seviye- mekândaki insanlara bu ceza uygulanmalıdır. Hz. Resul, zengin bir Arap’ın kızı hırsızlık yapıp ta cezanın kıza uygulanmamasını isteyip, “O ileri gelen birinin kızıdır, cezayı azaltalım” talepleri ile karşılaşınca “Sizden öncekileri helak eden şey şudur: İçlerinden şerefli birisi hırsızlık yaptımı onu terk edip (ceza vermezlerdi). Aralarından kimsesiz zayıf birisi hırsızlık yapınca derhal ona hadd tatbik ederlerdi.

"Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapmış olsa mutlaka onun da elini keserdim.” buyururlar. (Buhari, Hudud, 11,12,14, Şehadet, 8, Enbiya, 50; Fedailul-Ashab, 18, Megazi, 52; Müslim, Hudud, 8 (1688); Tirmizi, Hudud, 9; Ebu Davud, Hudud, 4 (4373-4374); Nesei, Sârik,5, M. Asım Köksal, İslam Tarihi, VI/477- 478, Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, VII,131,136) Sosyal adalet zaten, cezaların makam, mevki, cins ayırmadan uygulanabilmesi değil midir?

İslam hırsızlık cezasının uygulanabilmesi için, önce hırsızlığa neden olan olayları (açlık, kıtlık, işsizlik…) ortadan kaldırmayı amaçlar. Bir ülkede açlık, kıtlık, işsizlik varsa, o ülkede hırsızlığın cezası uygulanmaz. Hz. Ömer, kıtlık vakti hırsızlık cezasını yasaklamış,“İnsanların karnını doyurmadan, onlardan kanunlara uymayı istemeyiz” demiştir. Kendilerini aç bırakıp, hırsızlık yapmak zorunda bırakılan hizmetçilere değil, onları o hale düşüren kişiye ceza vermiştir. (Kurtubi, El-Camiu li-Ahkami’l-Kuran, 6/210; Celal Yıldırım, Kuran Ahkamı, 2/156,158; Elmalılı, Hak Dini Kuran Dili, 3/1671-1673; Zuhayli, İslam fıkhı, 7/387-390; Udeh, İslam Ceza Hukuku ve Beşeri Hukuk, 3/439-475)

İslam’ın hırsıza uyguladığı cezayı eleştirenler günümüzde bir kişi açlık, zaruret, işsizlikten dolayı hırsızlık yapınca cezalandırıldığını görmemektedir. Bir insanı kötü yola düşüren ortam, şartlar göz önünde bulundurulmadan verilecek cezalar adil olmazlar. İslam ise, kişilerin asgari ihtiyaç maddelerini karşılayacak ortamı oluşturup, aç, işsiz kimse ortada kalmadıktan sonra; toplum, genel itibarıyla derinlemesine ve geniş bir açıdan bilinçlendirilip, eğitildikten sonra, hırsızlık cezasını uygulamaya başlar.
Kısaca, hırsızlık olmadan önce, İslam gerek şartlar, gerek eğitim olarak, hırsızlığa neden olacak durumları ortadan kaldırır.

Hırsızlık olduğunda bakılır;

  • Eğer hırsız, akıllı, ergen ise (çocuk, deli değilse)
  • Mal belli bir değerin üstünde olursa (sikkeli, halis 10 dirhemin üzerinde olursa.)
  • Mal gizlenmiş iken, evde, iş yerinde korunan, kapalı bir yerde iken çalınmış ise,
  • Hırsızın, çaldığı malda mülkiyet hakkı yok ise,
  • Mal, kamu malı değilse,
  • Çabuk bozulan et, süt, yaş meyve vb değilse,
  • Eşi, çocuğu, babasının malı değilse,
  • Mahkemeye başvurmadan önce, mal geri verilip tövbe edilmemiş, uslanılmamış işe,
  • İki şahit var ise veya hırsızın itirafı ile suç kesinleşmiş ise,

Tüm bu şartlar var ise hırsızlığın cezası uygulanır.
Eğer hırsız yaptığına pişman olur, tövbe eder ve tövbesinde samimi olduğu anlaşılırsa eli kesilmez. Ancak bunun tespit edilebilmesi için hırsızın bir süre hapsedilmesi ve gözaltında bulundurulması gerekir. (İbn Âşûr, VI, 193; Ateş, H, 524) Yine efendimiz, “İmkan buldukça şüphelerle had cezalarını düşürün.” Buyurmuştur. (Tirmizi, Hudud 2; Ebû Dâvud, Salât,14,İbn Mace, Hudud 5. Molla Hüsrev II/81; Damad, II/545, 546) İslam tarihinde, bu cezanın âdil bir şekilde uygulandığı ilk üç asırda, hırsızlık suçundan ötürü, kesilen ellerin sayısı yalnız altı ( 6 ) olduğunun da altını çizelim.

Günümüzde hırsız çocukta olsa, mal açıkta da olsa, çalınan mal yakın akrabanın da olsa, kamunun veya belli bir değerle sınırlandırmadan, az bir değere ( Bir simit, ekmek dahil) sahipte olsa, açlık, işsizlik o kişiyi bu duruma düşüren şartlar göz önüne alınmaksızın, o kişiye ceza verilir.

İslam’ın cezasının caydırıcılık özelliği
Hapis cezasının caydırıcı olmadığı, bir otel gibi, kış mevsimlerinin geçirildiği, hırsızlığın ihtisasının yapıldığı mekanlar olduğu uzmanlarca itiraf edilen bir durumdur. Hiç bir hırsız bu ortamda aldığı cezadan dolayı pişman olmaz, hırsızlığa niyet edenlerde, bu cezalardan çekinip, hırsızlıktan vazgeçmez. İslam ise verdiği ceza ile hırsızlıktan insanları caydırır. Hele hele, o insan aç, işsiz değil ise, böyle bir cezayı göze alıp hırsızlığa niyet etmez. Bir insan düşünelim. Bir emeklinin yeni aldığı 20- 30 senelik çalışmasının karşılığı olan parayı, emekli ikramiyesini; aç, işsiz olmadığı halde, kısa yoldan köşeyi dönmek için çalmak amacıyla planlar yapıyor olsun. Bu düşünceler içinde yürürken bir kalabalık dikkatini çekse, yaklaşsa o kalabalığa ve sorsa ”ne oluyor?”. ”Bir hırsıza had cezası uygulanıyor” cevabını alsa ve şu manzarayı seyretse: Bir hırsızın eli kesilmek üzeridir ve kesilir. Acaba bu hırsız adayı, yaptığı planları mı yoksa niyetini mi yeniden gözden geçirir. Sağ koluna bakıp, aç olmadığı, işsiz gezmediği hayatını, aldığı İslami eğitimi, şartları düşünüp, hırsızlık niyetinden vazgeçmez mi acaba?

Özetle, İslam gerek eğitim, gerek emirler (dayanışma, yardımlaşma, zekat, komşu hakları, kul hakkı…), gerekse açlık, kıtlık, işsizlik şartlarını göz önüne alıp, hırsızlığın olmayacağı bir ortamı hazırlamaya çalışır. Yine hırsızlık olursa, belli şartları arar (gizlenmiş, belli bir değerin üstünde, şahit), tüm bunlar varsa, o adi hastalığın yayılmasına engel olacak, en katı ve caydırıcı cezayı verir ki, insanlar niyetleri bazında bile olsa, böyle bir şeye tenezzül etmesin. Günümüzde ise, kişiyi hırsızlığa sürükleyen şartlara, olayın nedenlerine ve hırsızlığın olduğu andaki şartlara bakılmaksızın, asıl suçlular aranmadan, hırsıza bir ceza verilir ve bu cezada genellikle caydırıcı olmaktan uzaktır.

Recm
Zina eden evli kişilerin taşlanması cezası, İslam’da var mı? Dinimizin yüce kitabı Kuran-ı Kerim’de böyle bir ceza yoktur. Kuran zina edenlerin toplum içinde utandırılıp, rezil edilip, 100 sopa ile cezalandırılmalarını emretmektedir. (Nur, 2)

“Ey peygamberin hanımları! İçinizden kim açık bir zina yaparsa onun için o azab (el- azab) ikiye katlanır.” (Ahzab, 30 ) Peygamber hanımlarının evli olduğu açıktır. Onlara verilebilecek bir cezanın katlanabilir cinsten olması gerekir. Ölüm cezasının iki katı olmaz ama 100 değnek ikiye katlanabilir. “Ellerinizin altındaki mümin cariyeler. Evlendikleri zaman zina yaparlarsa hür kadınlara verilen o azabın yarısı gerekir.” (Nisa, 25) Evli hür kadınların cezası recm olsa, taşlanarak öldürmenin yarısı olmaz. Hadis-i Şeriflerde recm cezasından bahsedilmekte ise de, bu ceza her zaman bir tartışma konusu olmuştur âlimler arasında.

Hatta Osmanlılar döneminde yani 600 yıl içinde tek bir tane recm olayı olmuştur o da şeyhülislamın ”Bu konuda fetva veremem” deyip görevini terk etmesi ile sonuçlanır. İslam kısas ile de insanlar arasındaki kin ve kan davası gibi zararlı şeyleri ortadan kaldırmayı amaçlar.

Zina cezası için dört tanıklığa ehil erkek tanığın gözleriyle görülmüş olmalı ve bu tanıklar mahkemede tanıklıkta bulunmalıdırlar yahut da suçlular ayrı ayrı oturumlarda dört kez zina işlemiş olduklarını kabul etmiş bulunmalıdırlar. Aksi halde bu sanıklara had cezası verilemez. (Keskioğlu, Osman, Fıkıh Tarihi ve İslam Hukuku s.288; Cin, Halil-Akgündüz, Ahmet, Türk Hukuk Tarihi, s.312.)


kaynak
 
Katılım
12 Mart 2011
Mesajlar
35,200
Reaksiyon puanı
10,315
Puanları
293
[video=youtube;jjedgWCHoJk]http://www.youtube.com/watch?v=jjedgWCHoJk[/video]


kıymetli arkadaşlarımıza konuyu daha iyi anlayabilmeleri açısından bu videoyu da eklemeyi uygun buldum.

saygılar.
 
Katılım
12 Mart 2011
Mesajlar
35,200
Reaksiyon puanı
10,315
Puanları
293
diyanet kim ya vakfında 24 ilimde mahir kimki tefsir yazmış sanki adammışlar gibi alıntılamışsınız

yeni farkettim bu sözünüzü, şok oldum tek kelimeyle...
iyi de siz kimsiniz be mübarek, bu kadar pervasız, bu kadar yüksekten sallayacak yetkiyi nereden alıyorsunuz.
diyaneti bu denli aşağılayacak kadar, ilimde sizi bu sözleri söylemeye memur kılacak kadar küstahlaştıran sebep ne ola ki merak ettim doğrusu. kendinizi everest'in tepelerinde zannediyorsunuz galiba da, ben o seviyede türkiye cumhuriyetinde bir adam daha tanımıyorum henüz.

haddinizi bilin, müeddep olun biraz.
 

yener ala

Öğrenci
Katılım
23 Haziran 2009
Mesajlar
20
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
yeni farkettim bu sözünüzü, şok oldum tek kelimeyle...
iyi de siz kimsiniz be mübarek, bu kadar pervasız, bu kadar yüksekten sallayacak yetkiyi nereden alıyorsunuz.
diyaneti bu denli aşağılayacak kadar, ilimde sizi bu sözleri söylemeye memur kılacak kadar küstahlaştıran sebep ne ola ki merak ettim doğrusu. kendinizi everest'in tepelerinde zannediyorsunuz galiba da, ben o seviyede türkiye cumhuriyetinde bir adam daha tanımıyorum henüz.

haddinizi bilin, müeddep olun biraz.

bana söveceğinize cevap ver
 
Katılım
12 Mart 2011
Mesajlar
35,200
Reaksiyon puanı
10,315
Puanları
293
bana söveceğinize cevap ver

cevap mı, ne cevabı yahu?
galiba karıştırıyorsun birader, cevabı verecek olan sizsiniz!
soruyu soran benim, dedim ki: TC. devletinin dini konulardaki en üst kurumu olan Diyanet'i istiskal edebilecek backround'unuz var mı?
yani siz kimsiniz? hangi hak ve yetkiyle böyle bir tasarrufta bulunuyorsunuz?

öyle bir ilmi geçmişiniz olacak ki, sizi herkes tanımış olmalı, "diyanette kim oluyormuş" dediğinizde insanlar "bu adam bunu söylemeye hak sahibidir" diyebilsin. ki zaten öyle biri olabilseydiniz zaten söyleyemezdiniz!

tekrar ediyorum, mugalata yapmadan konuşun ve haddinizi bilin.
 

yener ala

Öğrenci
Katılım
23 Haziran 2009
Mesajlar
20
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
cevap mı, ne cevabı yahu?
galiba karıştırıyorsun birader, cevabı verecek olan sizsiniz!
soruyu soran benim, dedim ki: TC. devletinin dini konulardaki en üst kurumu olan Diyanet'i istiskal edebilecek backround'unuz var mı?
yani siz kimsiniz? hangi hak ve yetkiyle böyle bir tasarrufta bulunuyorsunuz?

öyle bir ilmi geçmişiniz olacak ki, sizi herkes tanımış olmalı, "diyanette kim oluyormuş" dediğinizde insanlar "bu adam bunu söylemeye hak sahibidir" diyebilsin. ki zaten öyle biri olabilseydiniz zaten söyleyemezdiniz!

tekrar ediyorum, mugalata yapmadan konuşun ve haddinizi bilin.

"Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, İstanbul 1986" şimdi anladım...sustum İnşaallah..
 
Katılım
12 Mart 2011
Mesajlar
35,200
Reaksiyon puanı
10,315
Puanları
293
"Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, İstanbul 1986" şimdi anladım...sustum İnşaallah..

[MENTION=71157]yener ala[/MENTION], kırdımsa özür dilerim. fakat bünyesinde onlarca eser yazmış, bir millete dinini diyanetini öğretme konusunda bir ömür harcamış onca kıymetli ilim adamlarına bu şekilde hitap etmiş olmanızı hazmedemedim bi türlü. neyse mesele halloldu, kapandı, anlayışın için teşekkür edermi.
 

ashabulyemin

Profesör
Katılım
6 Aralık 2008
Mesajlar
3,389
Reaksiyon puanı
20
Puanları
0
Değerli kardeşlerimiz
Tefsir deyip geçmeyelim diyanet onaylıda olsa çoğunluğu ehl-i sünnet düşmanlarının oluşturduğu ifsad edilmiş kitap yığını eve sokmuyorum kesinlikle
Ehl-i sünnet alimleri yeterince tefsir yazmış yalandan eklemek olmaz Efendi hz[ks]yıllardan beri cübbeli hocamızla ruhul furkanı bitiremedi ince işler
üç kelime arapça bil beş kelime anlam çıkar olmaz
http://www.kuranikerim.com/t_elmalili_index.htm sıkıştığınızda elmalılı tefsiri tarık dursun kimki tefsier yazar beyaz kim islamoğlu bayındır vs bunları evinize sokmayınız varsada dışarı çıkarınız
 
Üst