tugbagaleri
Profesör
- Katılım
- 13 Mayıs 2006
- Mesajlar
- 2,224
- Reaksiyon puanı
- 47
- Puanları
- 228
[sup]Deniz Altınbaş asam[/sup]
Aşırı sağda yer alan ve seçim propagandası sırasında ırkçı söylemler kullanmakla eleştirilen İsviçre Halk Partisi’nin (SVP) genel seçimlerden birinci parti olarak çıkması, partinin kendisi tarafından bile şaşkınlıkla karşılandı.
Yüzde 45 oranında katılımın olduğu seçimlerden, SVP’nin yüzde 29’luk bir oy oranıyla çıkması, aşırı uçta yer alan bir parti için çok yüksek olmakla kalmıyor, aynı zamanda son 90 yıldır İsviçre’de hiçbir partinin bu kadar yüksek oy almamış olması nedeniyle bir kez daha dikkat çekiyor. SVP, 50 yıldır koalisyonlarla yönetilen İsviçre’de son dönemdeki dört partili hükümetin içinde yer alıyordu. Yeni koalisyon hükümetinin Aralık ayında kurulması bekleniyor.
SVP’yi son dönemlerde özellikle Avrupa gündemine taşıyan konu, kampanya afişlerinde ırkçılık içeren karikatür ve sloganlar kullanılması oldu. Bir çizimde, İsviçre bayrağı üzerinde beyaz koyunlardan birinin siyah bir koyunu tekmeleyerek bayrağın dışına atmaya çalışması ve bu afişin “daha fazla güvenlik için” yazısı ile sunulması tepki almıştı. Hatta seçim öncesinde gösteri yapan binlerce SVP’li kendilerine “Kara Koyun Komitesi” adı veren bir grup ile çatışmıştı. Posterin açıklamasını yapmaya çalışan SVP’liler, siyah koyunun İsviçre kanunlarına uymayan ve ülkeye ait olmayan yabancı bir suçluyu temsil ettiğini belirtiyorlar. İsviçre’deki hapishanelerdekilerin yüzde 70’inin yabancı olduğunu iddia eden SVP temsilcilerine göre, afişin mesajı basit ve açıktı.
SVP, suç işleyen yabancıların cezalarını çektikten sonra, tekrarlamasına fırsat kalmadan ilk seferinde söz konusu kişileri sınır dışı edilmesini savunuyor. Üstelik suçlunun 18 yaşından küçük olması durumunda, ailenin tamamının ülkeden çıkarılması gerektiğini ileri sürüyor. İnsan hakları savunucularına göre bu düşünce, Nazilerin “sippenhaft” denilen, suçlunun akrabalarının da sorumlu tutularak cezalandırması şeklindeki uygulamayı hatırlatıyor. İsviçreli bir suçlu ile yabancı bir suçlu arasında fark yaratılması, suçun içeriğini veya mağduru önemsiz kılarak, suçlunun ırkını hedef alması açısından adalet alanında ciddi sorun yaratan bir fikir.
SVP, sadece yabancı suçlulara değil, genel olarak yabancıların tamamına karşı olduğunu gösteriyor. Partinin seçim kampanyası sırasında, yabancıların toplumu kirlettiği, toplumsal kültüre ve kimliğe tehdit oluşturduğu, sosyal güvenlik sisteminde sorunlara neden olduğu savunuluyordu.
SVP, aynı zamanda İsviçre’deki camilerin minaresiz yapılmasını, çünkü “minare”nin varlığının, şeriatı, radikalizmi ve İslam’ın Avrupa’ya egemen olma isteğini simgelediği düşüncesine sahip. Ülkenin tamamında minarelerin yasaklanması için başlattığı imza kampanyası devam ediyor.
İsviçre, Avrupa’daki en katı vatandaşlık kanununa sahip ülke. Vatandaşlığa geçmek isteyenler değerlendirilmeye alınmak için bile 12 yıl beklemek zorundalar. Üstelik, vatandaş olmadıkları için konut ve iş bulma konusunda sorun yaşadıkları, ayrımcılığa maruz kaldıkları biliniyor. İlginç olan nokta, terörün ne olduğunu bilmeyen İsviçre’de dahi, şüpheli gözüyle bakılan yabancıların polis tarafından kötü muamele gördüğü yönündeki iddialar. Bir süre önce, vatandaşlık yasasında daha serbest düzenlemelere yönelik başlayan tartışmalar yine SVP tarafından ırkçı kampanyalarla engellenmişti.
AB üyesi olmayan İsviçre’nin AB ile arasında yakın bir ilişki mevcut. Örneğin aralarındaki anlaşmaya göre, İsviçre’nin istihdam sektörü AB üyesi ülkelerin vatandaşlarına açık olmak zorunda. Fakat SVP’nin AB’den gelecek işçilere dahi kısıtlama getirmesi bekleniyor.
Nüfusunun yüzde 20’sinden fazlası yabancı olan İsviçre, yüksek refah düzeyi, hoşgörü toplumu, çokkültürlülük uygulamaları, dış politikadaki tarafsızlığı ve konsensüs siyaseti ile örnek teşkil eden ülkelerdendi. SVP’nin savunduklarına rağmen aldığı destek İsviçre’nin itibarına zarar vererek, ülkenin bundan sonra bu sıfatlarla anılmasını zor kılıyor.
Aşırı sağ partinin başarısıyla ilgili iyimser değerlendirmelerde bulunanlara göre, SVP zaten koalisyonda yer alıyordu, seçimlerde sandalye sayısını biraz daha arttırdı, ancak ülke yine koalisyonla yönetilmeye devam edecek, dolayısıyla SVP’nin İsviçre’yi radikal bir şekilde değiştirmesi imkansız. Bu düşüncenin doğru olduğu açık. Ayrıca, kabinenin oluşturulması oy oranları doğrultusunda değil, parlamentoya seçilenlerin kendi aralarında gayriresmî bir şekilde konsensüs yoluyla belirleniyor. Diğer taraftan, önemli konularda doğrudan demokrasi uygulaması devreye giriyor ve halk oylamasına gidiliyor. Ancak, doğrudan demokrasi aynı zamanda SVP’nin kendi radikal politikalarına destek almak için kullanabileceği bir sistem. Çok zengin bir işadamı olan Christoph Blocher yönetimindeki SVP, daha önce olduğu gibi, “etkili” kampanyalarla halkı kendi tarafına çekebilir.
Irkçılığın doğduğu yer olan Avrupa, yüzyıllar boyu “kendinden olmayanlara” karşı hoşgörüden uzak tutumlar sergiledi. Hollanda, İsviçre gibi hoşgörü ve çokkültürlülük konusunda örnek olan ülkeler dahi artık kültürel ırkçılığa teslim olmuş durumdalar. Anlaşılan o ki, II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan Yahudi soykırımı felaketinin utancı, Avrupa’nın “farklılara tahammülsüzlük” geleneğine sadece bir süre ara vermesini ve “şimdilik” daha ılımlı yöntemler uygulanmasını sağlayabildi.
Aşırı sağda yer alan ve seçim propagandası sırasında ırkçı söylemler kullanmakla eleştirilen İsviçre Halk Partisi’nin (SVP) genel seçimlerden birinci parti olarak çıkması, partinin kendisi tarafından bile şaşkınlıkla karşılandı.
Yüzde 45 oranında katılımın olduğu seçimlerden, SVP’nin yüzde 29’luk bir oy oranıyla çıkması, aşırı uçta yer alan bir parti için çok yüksek olmakla kalmıyor, aynı zamanda son 90 yıldır İsviçre’de hiçbir partinin bu kadar yüksek oy almamış olması nedeniyle bir kez daha dikkat çekiyor. SVP, 50 yıldır koalisyonlarla yönetilen İsviçre’de son dönemdeki dört partili hükümetin içinde yer alıyordu. Yeni koalisyon hükümetinin Aralık ayında kurulması bekleniyor.
SVP’yi son dönemlerde özellikle Avrupa gündemine taşıyan konu, kampanya afişlerinde ırkçılık içeren karikatür ve sloganlar kullanılması oldu. Bir çizimde, İsviçre bayrağı üzerinde beyaz koyunlardan birinin siyah bir koyunu tekmeleyerek bayrağın dışına atmaya çalışması ve bu afişin “daha fazla güvenlik için” yazısı ile sunulması tepki almıştı. Hatta seçim öncesinde gösteri yapan binlerce SVP’li kendilerine “Kara Koyun Komitesi” adı veren bir grup ile çatışmıştı. Posterin açıklamasını yapmaya çalışan SVP’liler, siyah koyunun İsviçre kanunlarına uymayan ve ülkeye ait olmayan yabancı bir suçluyu temsil ettiğini belirtiyorlar. İsviçre’deki hapishanelerdekilerin yüzde 70’inin yabancı olduğunu iddia eden SVP temsilcilerine göre, afişin mesajı basit ve açıktı.
SVP, suç işleyen yabancıların cezalarını çektikten sonra, tekrarlamasına fırsat kalmadan ilk seferinde söz konusu kişileri sınır dışı edilmesini savunuyor. Üstelik suçlunun 18 yaşından küçük olması durumunda, ailenin tamamının ülkeden çıkarılması gerektiğini ileri sürüyor. İnsan hakları savunucularına göre bu düşünce, Nazilerin “sippenhaft” denilen, suçlunun akrabalarının da sorumlu tutularak cezalandırması şeklindeki uygulamayı hatırlatıyor. İsviçreli bir suçlu ile yabancı bir suçlu arasında fark yaratılması, suçun içeriğini veya mağduru önemsiz kılarak, suçlunun ırkını hedef alması açısından adalet alanında ciddi sorun yaratan bir fikir.
SVP, sadece yabancı suçlulara değil, genel olarak yabancıların tamamına karşı olduğunu gösteriyor. Partinin seçim kampanyası sırasında, yabancıların toplumu kirlettiği, toplumsal kültüre ve kimliğe tehdit oluşturduğu, sosyal güvenlik sisteminde sorunlara neden olduğu savunuluyordu.
SVP, aynı zamanda İsviçre’deki camilerin minaresiz yapılmasını, çünkü “minare”nin varlığının, şeriatı, radikalizmi ve İslam’ın Avrupa’ya egemen olma isteğini simgelediği düşüncesine sahip. Ülkenin tamamında minarelerin yasaklanması için başlattığı imza kampanyası devam ediyor.
İsviçre, Avrupa’daki en katı vatandaşlık kanununa sahip ülke. Vatandaşlığa geçmek isteyenler değerlendirilmeye alınmak için bile 12 yıl beklemek zorundalar. Üstelik, vatandaş olmadıkları için konut ve iş bulma konusunda sorun yaşadıkları, ayrımcılığa maruz kaldıkları biliniyor. İlginç olan nokta, terörün ne olduğunu bilmeyen İsviçre’de dahi, şüpheli gözüyle bakılan yabancıların polis tarafından kötü muamele gördüğü yönündeki iddialar. Bir süre önce, vatandaşlık yasasında daha serbest düzenlemelere yönelik başlayan tartışmalar yine SVP tarafından ırkçı kampanyalarla engellenmişti.
AB üyesi olmayan İsviçre’nin AB ile arasında yakın bir ilişki mevcut. Örneğin aralarındaki anlaşmaya göre, İsviçre’nin istihdam sektörü AB üyesi ülkelerin vatandaşlarına açık olmak zorunda. Fakat SVP’nin AB’den gelecek işçilere dahi kısıtlama getirmesi bekleniyor.
Nüfusunun yüzde 20’sinden fazlası yabancı olan İsviçre, yüksek refah düzeyi, hoşgörü toplumu, çokkültürlülük uygulamaları, dış politikadaki tarafsızlığı ve konsensüs siyaseti ile örnek teşkil eden ülkelerdendi. SVP’nin savunduklarına rağmen aldığı destek İsviçre’nin itibarına zarar vererek, ülkenin bundan sonra bu sıfatlarla anılmasını zor kılıyor.
Aşırı sağ partinin başarısıyla ilgili iyimser değerlendirmelerde bulunanlara göre, SVP zaten koalisyonda yer alıyordu, seçimlerde sandalye sayısını biraz daha arttırdı, ancak ülke yine koalisyonla yönetilmeye devam edecek, dolayısıyla SVP’nin İsviçre’yi radikal bir şekilde değiştirmesi imkansız. Bu düşüncenin doğru olduğu açık. Ayrıca, kabinenin oluşturulması oy oranları doğrultusunda değil, parlamentoya seçilenlerin kendi aralarında gayriresmî bir şekilde konsensüs yoluyla belirleniyor. Diğer taraftan, önemli konularda doğrudan demokrasi uygulaması devreye giriyor ve halk oylamasına gidiliyor. Ancak, doğrudan demokrasi aynı zamanda SVP’nin kendi radikal politikalarına destek almak için kullanabileceği bir sistem. Çok zengin bir işadamı olan Christoph Blocher yönetimindeki SVP, daha önce olduğu gibi, “etkili” kampanyalarla halkı kendi tarafına çekebilir.
Irkçılığın doğduğu yer olan Avrupa, yüzyıllar boyu “kendinden olmayanlara” karşı hoşgörüden uzak tutumlar sergiledi. Hollanda, İsviçre gibi hoşgörü ve çokkültürlülük konusunda örnek olan ülkeler dahi artık kültürel ırkçılığa teslim olmuş durumdalar. Anlaşılan o ki, II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan Yahudi soykırımı felaketinin utancı, Avrupa’nın “farklılara tahammülsüzlük” geleneğine sadece bir süre ara vermesini ve “şimdilik” daha ılımlı yöntemler uygulanmasını sağlayabildi.