- Katılım
- 29 Haziran 2007
- Mesajlar
- 64,455
- Reaksiyon puanı
- 530
- Puanları
- 0

Ey inananlar, herhangi bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allahı çok anın ki başarıya erişesiniz. (Enfâl, 8/45)
Ayet-i kerimede Türkçemize o enfes güzelliği ile giren ve kullanılan sebat ile zikir beraber ifade edilmiş. Bu iki mesele birleştirilirken, mutlak cem için kullanılan vav atıf harfi kullanılmış. Bu ise bize, sebat veya zikirden hangisinin önce, hangisinin sonra olduğuna dair bir ipucu vermiyor. Demek ki, bazen zikir sebata, bazen de sebat zikre sebep olabiliyor ve öncelik sonralık açısından da bu iki esas yer değiştirebiliyor.
Biz de bu tespitten sonra bir kere daha sebat diyelim. Sebat, sabır demek değildir. Her ne kadar biz Türkçede, sabr u sebat diyerek bunları müteradif kelimeler gibi kullansak da, sebatın, sabırdan farklı manalar taşıdığı da bir gerçektir. Sabır, hiç fasıla vermeden sonuna kadar bir işi devam ettirmede kullanılan bir kelimedir. Mesela, birçok İslam müellifinin tasnifi içinde o hep, ibadete, günaha ve musibete karşı dayanma ve diri kalmanın adı olarak kullanılmıştır.
Evet, bütün bir hayat boyu, sadece namaz adına, günde beş defa ve her türlü şarta rağmen namaz kılmaya sabır.. Efendimizin beyanına göre cehennemin kendisi ile kuşatıldığı şehevâta karşı sabır.. ve yağmur gibi yağan belalara, musibetlere karşı sabır. Bu üç kısma şunlar da ilave edilebilir: Zamanın çıldırtıcılığına karşı sabır. Yani ekmiş olduğunuz tohumların semalara ser çekmesi ve hülyalarınızdaki seviyeye gelmesi için sabır. Herkes için olmasa bile, hak erleri için, bir an önce ölüp, Cenab-ı Hakkın cemalini müşahede etme arzu ve isteğine karşı sabır...
Görüldüğü gibi sabır genellikle süreklilik, devamlılık isteyen meselelerde, her zaman dişimizi sıkıp, sıradağlar gibi yerimizde sabitkadem olma manasında kullanılıyor ki bu, biraz da ne olacak; nihayetinde ölüm olduktan sonra mülahazasına dayanmaktadır. Yani insan, biraz dişini sıkıp sebat etse, hiç de kötü bir şey olmayacak; ya şehid olup kurtulacak ya da gazi sevabı alacak ve uhrevî birtakım mazhariyetlere erecektir. Benim bu çerçevede hayıflandığım ve keşke dediğim bazı hadiseler var. Mesela, Merzifonlu.. evet o koca serdar-ı azam, Viyana önlerinden dönmese azıcık sabredip orada ölse veya öldürülseydi ihtimal İstanbula kadar uzanan o korkunç bozgun yaşanmayacaktı. Ve bunun tam karşısında farklı bir misal: Sorduğum 6 soruya 600 kelimelik cevap isterim diyen mütegallib İngiliz kilisesine Bediüzzamanın: Değil 600 kelime hatta altı kelime, belki bir kelimeyle bile değil, bir tükürükle cevap veriyorum diyerek kükremesi, şehâmet dönemlerimizi hatırlatan bir örnektir.
Sebat; kararlılık, sözde durma, iyi düşünülmüş-taşınılmış sonra da kararlaştırılmış bir husustan geriye dönmeme manalarını da hatırlatır.
Sebat; aynı zamanda önemli bir ahlakî esastır ve faziletin de güçlü kaynaklarından biridir. Sebat ve metanet insanı, yapacağı işleri önceden çok iyi düşünür, sebat edildiğinde lehte ve aleyhte olabilecek bütün sebepleri karşılıklı değerlendirir, tercihini yerinde yapar ve bir daha da kararından dönmez. İradenin önemli bir tezahürü sayılan sebat, hayatî bir insanî meziyettir.. ve böyle bir sebat babayiğidini, ihtimal ki, ne sevinç, ne keder, ne çıkar düşüncesi ne de hezimet endişesi karar verdiği şeyden geri çeviremez.
Yüksek hedefleri gerçekleştirmede sabr u sebat bir peygamber vasfı, hasis işlerdeki dayatma ve direnme ise tam bir şeytan ahlakıdır.
Allahı Çok Zikredin
Ayetin devamında Allahı çok zikredin deniliyor. Zikir, insanın dil ile Allahı anmasına dendiği gibi, kalbi ile tahattur etmesine de denilir. Ve ölüm-kalım mücadelesinin verildiği bu en zor ve en sıkışık anda kalbi Allah ile dolu olan insanı Allah er-geç muvaffak kılar. Yalnız, böyle kritik anlarda, sıkışık zamanlarda, insanın Allah diyebilmesi, Allahı düşünebilmesi, biraz da onun, geniş zamanlarında Allahı zikretmesine bağlıdır. Zaten insan, tabiatı icabı sıkıştığında Allah der.
Öyleyse buradaki, sadece hücum anında Allah Allah demek değil, önemli olan onun, tabiatın bir yönü ve fıtratın bir buudu haline getirilmesi ve tabiat-ı beşerle bütünleştirilmesidir. Bir başka ifadeyle, kalbi, ruhu Allah muhabbeti, Allah korkusu ile dolu olan insan, elbette diliyle de daima Allah diyecektir. Bu sevgi gönlünde yer etmemiş insan ise diliyle Allah dese bile katiyen arzu edilen konumda olmayacaktır.
Zaman