Banka Soygunu

Bu konuyu okuyanlar

goodolddays

Müdavim
Katılım
30 Ağustos 2010
Mesajlar
6,907
Reaksiyon puanı
202
Puanları
63
“Çünkü parayı aldığın zaman kimsenin hesabından eksilmiyor. Düşünsene, kimsenin parasını almıyorsun aslında” dedim. Kardeşim Necati’yi benimle beraber banka soygununa gelmesi için ikna etmeye çalışıyordum…
“Planın var mı peki?” diye sordu, bir yandan da elinde kumandayla televizyona bakıyordu.
“Banka soygunu bu. Banka açıkken gireceğiz, para isteyeceğiz; sonra da parayı alacağız ve kaçacağız. Plana ne gerek var?” dedim.
“Nasıl kaçacağız?” diye sordu kanalları değiştirirken.
“Bizim arabayla” dedim gayet rahat. Yüzünü bana döndü,
“O külüstürle mi?” dedi. Aslında haklıydı, arabamız biraz eskidir. Ama dolmuşla da kaçacak değildik sonuçta. Çıkışta paramız olacağını akıl edip,
“Taksiyle de kaçabiliriz istersen” diye ekledim. Bana, bu konu hakkında hiçbir şey bilmediğimi söyledi. Bunun üzerine ben de ona, ilk arabalı banka soygununun Bonnot Çetesi tarafından 1911 yılında Paris’te çalıntı bir limuzinle yapıldığını anlattım. Verdiğim cevaba şaşırıp, biraz düşündükten sonra bana,
“Bir şekilde bankayı soyduk diyelim. Hemen yakalanacağız. Bu işlerin sürekliliği yok ki” demesi üzerine ona, Amerika ve Kanada’da, çetesiyle beraber 140’dan fazla banka soyan, Kanadalı Paddy Mitchel’ın hikâyesini anlatarak karşılık verdim.
“Ama biz bu işler için artık çok yaşlıyız” dedi. Ona Texas’ta 92 yaşında banka soyarak en yaşlı soyguncu ünvanıyla Guinness rekorlar kitabına giren J.L. Hunter Rountree’i örnek verdim.
Bu sefer de tüm banka soyguncularının kaybeden tipler olduğunu iddia etti. Ben de ona, dövüş sanatı müsabakalarında birçok madalyası olan İngiltereli sporcu Lee Murray ile yazarlık macerasının arasına bir de banka soygunu ekleyen Avustralyalı Gregory David Roberts’ın hikâyelerini süslü bir dille aktardım.
Necati saf bir çocuktu. Küçükken onu birçok kez kandırmıştım. Hele toprağa gömülen bozuk paralardan, para ağacı çıkmadığını öğrendiğinden bu yana söylediklerimi şüpheyle karşılıyordu. Ama bakışlarından anladığım kadarıyla, birkaç saat önce internetten öğrendiğim bu bilgiler onu bayağı etkilemişti. O esnada televizyonda, akşam yayınlanacak olan Dog Day Afternoon filminin reklamı çıktı,
“Bak Al Pacino da banka soyuyor. Sen hâlâ burada oturuyorsun” dedim ve kumandayı elinden alıp televizyonu kapattım.
“Haydi, kalk gidiyoruz, akşam oluyor, bankalar kapanacak” dedim. Baktım hâlâ duruyor, “Hadisene!” dedim sesimi yükselterek. Söylene söylene kalktı.
“Bir seferlik.” dedi, “Bir daha yapmam.”
“Tamam, tamam,” dedim ceketini uzatarak, “giy şunu”
Dönüşte başımızın çaresine bakarız nasılsa düşüncesiyle, bankaya bizim arabayla gitmeye karar verdik. Yani Türkiye’nin ilk banka soygununu yapan Necdet Elmas’ın altındaki Chevrolet’nin aynısıyla. Bankaya doğru ağır aksak yol alırken,
“Sen arkamdan beni kollayacaksın,” dedim ve torpido gözüne eğilip, “tanınmamak için şu gözlüğü tak.” diyerek gözlüğü alıp uzattım. Şaşırarak sordu:
“Kar maskesi filan takmayacak mıyız?”
“Bu sıcakta kar maskesi mi takılır? Al şunu.” dedim gözlüğü uzatarak, o da gözlüğü alıp taktı ve
”Göremiyorum! Çok bulanık.” diyerek çıkardı.
“Tak şunu!” dedim.
“Al sen tak!“ dedi.
“Ver!” dedim. Taktım. Vay canına!
“Tamam.” dedim, “Gözlük bende kalsın. Sen şu sakalı tak.” Bu sırada radyoda Butch Cassidy and Sundance Kid filminin müziği, Raindrops Keep Fallin’ on My Head çalmaya başladı. Vahşi Batı’nın bu ünlü soyguncularının müziği bize eşlik ederken, içimden “İşte!” dedim, “bu işlerin yolunda gideceğine işaret!”
Yolda ilerlerken aklıma bir arkadaşım geldi, kendisi profesyonel soyguncuydu. Banka soyup, parayı fakirlere dağıtırdı. İyi çocuktu, tek kötü tarafı Robin Hood’a özendiği için sürekli tayt giymesiydi. Sırf bu yüzden onunla pek fazla takılmak istemiyordum. Demem o ki rahat tipti. Adamda, turist kılığında polislerin cephaneliğine gidip sorular soran John Dillinger rahatlığı vardı. Bu müstesna arkadaşım da bir soygunundan sonra elinde çuvalla polis arabasına eğilip adres sormuştu. Hatta polis, “Yolumun üzeri” diyerek onu gideceği yere kadar bırakmıştı. Sokakta taytla dolaşan ve tüylü şapka takan kaç adam var, öyle değil mi? Şans işte. Ben de ona özeniyordum biraz aslında. İlerde onun gibi, işi büyütüp bir çete kurmaktı niyetim.
Bankadan içeri girdik. Kapıdaki güvenlik görevlisi alt etmesi çok kolay birine benziyordu. İşimizi hızlı yaparsak bir sorun çıkmazdı. Fakat içerisi çok kalabalıktı. Numaratörden numara almak zorunda kaldık. Ama kimliğimiz ortaya çıkar diye ATM kartıyla numara almadığımız için sıra bize bir türlü gelmiyordu. Beklemekten ikimiz de sıkılmıştık. Banka birazdan kapanacak zannederken, elimdeki kâğıda ait numara yukarıdaki dijital panoda belirdi. Gişeye doğru soğukkanlı adımlarla yürürken, kendimi, Bob Dylan’ın Outlaw Blues şarkısında bahsi geçen ‘Jesse James gibi’ hissediyordum.
Söyleceklerimi biliyordum. Her kelimesini planlamıştım. İçimden tekrar ediyordum. Az kalmıştı. Kahretsin! Bu kadın olmasın, hayır! Gişeye vardığımda beni bekleyen güzel görevlinin gözlerinin içine bakarak,
“Neden bankalarda hep böyle güzel kadınları çalıştırıyorlar?” diye sordum. Bu, planladığımdan tamamen farklı bir cümleydi. Kadın gülümsedi. Hangi işlemi yaptıracağımı sordu.
“Para yatıracağım” dedim kendime şaşırarak. Tüm planlarımız altüst olmuştu. Bu bankada tek kuruşum yoktu ama nadiren kullandığım bir hesabım vardı. Cebimdeki az miktardaki parayı yatırmak için kendisine uzattım. Vaktim varsa bana bankanın bir hizmetinden bahsetmek istediğini söyledi.
“Elbette” dedim. Eğer isterse ömrümün geri kalanını komple ona ayırabilirdim.
Beş dakika kadar sonra bana meraklı gözlerle bakan Necati’ye doğru yaklaşırken
“Yürü gidiyoruz.” dedim. “Abi sen ne yaptın orda öyle?” diye sordu.
“Boşver” dedim. Cebimde beş kuruş kalmamıştı. Çıkışta ATM’den, yatırdığım parayı geri çekmek için hesabıma girdiğimde, ekran açılırken, “Yıllık hesap işletim ücretini kesmiş olmasalar bari.” diye düşündüm. Lakin korktuğum başıma gelmişti. Sıfır bakiye. Burayı soymaya gelmiştim, fakat soyulmuştum!
“Necati hep senin yüzünden geldi başımıza bunlar.” dedim.
“Abi ne yaptım ki ben şimdi?” dedi.
“Sus!” dedim, “Sus… Gel, haydi bana yemek ısmarla. Karnım acıktı.”
Derken, kapanan bankadan gişedeki güzel kadın çıktı. Bize doğru geliyordu.
“Çok iyi bir hizmet aldınız” dedi bana, “İhtiyacınız olduğu durumda kapınıza çilingir de gönderiyoruz”
“Abi sen sigorta mı yaptırdın?” dedi Necati. İş çıkışı bu güzel kadının yanında, kimse yok muydu? Yolda kendisine eşlik edebilirdim.
“Kardeşim de şimdi gidecekti.” dedim
“Hayır abi ne gitmesi?” dedi. Anlaması için gözümü oynatarak bir kadına bir ona baktım.
“Abi neden bir ona bir bana bakıyorsun?” dedi.
“Allah cezanı versin Necati!” dedim içimden. Sonra Necati, kadına elini uzatarak, yılışık bir ses tonuyla,
“Merhaba, Necati ben.” dedi.
“Memnun oldum, ben de Afet” dedi kadın. Vay canına! Gerçekten de öyleydi! Bankadayken yakasında yazan ‘Devran’ da soyadıymış. Düşünebiliyor musunuz? Kadın, Necati’nin sakalını işaret ederek
“Sakalınızın rengi çok ilginçmiş; pembe.” dedi. Sakalı pamuk şekerden yapmıştım. Necati de bunun üzerine,
“Bu sakalı her zaman kullanmıyorum zaten, beğenmediyseniz çıkarırım.” diyerek takma sakalını çıkarttı ve bir kenara fırlattı. Yalaka. Kadının ağzının içine girecekti nerdeyse. Fakat sanırım ben de onun gibi bakıyor olmalıydım. Kadın ikimizden de ürkmüş görünüyordu.
“Eh, ben gideyim artık, kocam evde yemek bekler.” dedi. ‘Kocam’ mı?
“Size iyi akşamlar” dedi giderken.
“İyi akşamlar…”
Evli kadının arkasından ikimiz de umutsuzca bakarken elimi cebime attığımda, ev anahtarımı yanıma almadığımı fark ettim. Bu ne demekti biliyor musunuz? Evet kesinlikle! Gerçekten harika bir hizmet almıştım! Bedavaya çilingir çağırabilirdim! Param boşa gitmemişti!
“Necati evin anahtarları yok!“ dedim neşeyle.
“Bende var abi, ben aldım yanıma.” dedi. Allah cezanı versin Necati.
“Mutlaka alırım, hiç unutmam” diye övünüyordu bir de.
“Haydi, eve gidelim” dedim.
“Sana yemek ısmarlamayacak mıydım ben?” dedi.
“İştah mı bıraktın adamda?!” diye söylendim.
Ava giden avlanır derler… Belki bugün bu bankayı soyamamıştım ama yarın ilk iş, hesabımı bankadan sildirecektim. İşte bu, onlara iyi bir ders olurdu…


Murat Karaca, 25 Temmuz

Kaynak: Afili Filintalar
 
Üst