
Ne Osmanlı-Türk romancılığı ne de reyting rekorları kıran diziler üzerinde yeterli özgün çalışma yapılmıyor. Aşk-ı Memnu dizisinin neden bu kadar seyredildiğini nedense kimse tahlil etmedi. Keza dizi gibi, Eren Talu-Defne Samyeli ilişkisinin de gündem yaratması üzerinde duruldu. Oysa bunlar yapılmadan; ne Aşk-ı Memnu romanının yazıldığı ve çok beğenildiği II. Abdulhamidin baskıcı rejimi; ne de Aşk-ı Memnu dizisinin çok seyredildiği Ergenekonun yarattığı korku toplumu analiz edilebilir. Kafanız mı karıştı; halbuki tüm bunların basit bir yanıtı var.
Mimar Erdem Talunun yanında çalıştırdığı mimarlardan biri de Emel Evgindi.
Bir gün Emel Evgin, patronu Erdem Talunun kız kardeşi Çiğdem Talunun söz yazarı olduğunu öğrendi. Benim eşim de şarkı söylüyor, birbirlerini tanıştıralım önerisinde bulundu.
Erol Evgin ve Çiğdem Talu böyle tanıştı. Aralarına sonradan katılan Melih Kibarla birlikte bir dönem Türkiyenin dilinden düşmeyen şarkılara imza attılar.
Türkiye bugün, mimar Erdem Talunun oğlu mimar Eren Talunun eski eşi Defne Samyeliyle boşanmasını konuşuyor.
Kamuoyunun bu ilişkiyi ve Aşk-ı Memnu dizisindeki çarpık ilişkileri merakla takip etmesi sebebi nedir?
Bu merak tesadüf mü? Merakı doğuran neden-sonuç ilişkisi üzerinde durmak gerekmiyor mu?
İlginçtir: Aşk-ı Memnu eserinin yazarı Halit Ziya Uşaklıgil ile Eren Talunun büyükdedesi Recaizade Mahmut Ekrem iki yakın dosttu. Hayır, anlatmak istediğim bu benzerlik değil.
Dönem benzeşmesi üzerinde; yani, Eren Talu-Defne Samyeli ilişkisi ile Aşk-ı Memnu dizisinin bu derece ilgi görmesinin nedenleri/koşulları üzerinde durmak istiyorum.
Hemen toplumsal çöküş - toplumsal kirlenme gibi ahlakçı çözümlemelere girecek değilim. Benim derdim başka
Aşk-ı Memnuyu doğuran koşullar
Aşk-ı Memnunun yazıldığı (1899) 19uncu yüzyıl sonuna gidelim:
Sultan II. Abdulhamidin baskıcı dönemi her geçen gün etkisini artırıyordu. Tanzimat ve Yeni Osmanlılar döneminin göreceli özgürlük dönemi tamamen sona ermişti. Topluma korku hakimdi. Hakkınızdaki bir jurnal hayatınızı kabusa çeviriyordu.
Ülkede esen zulüm rüzgarlarından, yönetimin her köşesine sokulan kötülükler zehirinden basın ve edebiyat da nasibini alıyordu diyor Halit Ziya Uşaklıgil anılarında. (Kırk Yıl, s 464)
Bir kolu sarayın gerici ve geleneksel eğilimleriyle kuruntulu siyasetine uzanan, öteki kolu ülkede eskiliğe, medrese anlayışına, Arap ve İran bulaşığı şiirlere bağlı ne kadar eleman varsa ki pek sınırlı azınlığa karşılık, bunlar büyük bir çoğunluktu- sırtını Sirkecideki bir yazı fabrikasına (Ahmet Mithat Efendinin çıkardığı) Tercüman-ı Hakikat gazetesine dayamıştı. Bu güç öyle bir etkinlik kazanmıştı ki, Tanzimat edebiyatını ve Batı sanatını savunanların İstanbuldaki tek temsilcisi olan Recaizade Mahmut Ekrem Beyi (Galatasaray Lisesi ve Mekteb-i Mülkiyeden) attırabilmiş ve yerine geçmişti.
Servet-i Fünuna saldırılar başladı
Tanzimat Edebiyatının temsilcileri Şinasi ve Namık Kemalin takipçisi olan Recaizade Mahmut Ekrem geri adım atmadı. Mülkiyeden öğrencisi Ahmet İhsan (Tokgöz) Beyin çıkardığı Servet-i Fünunu edebiyat ağırlıklı bir dergiye dönüştürdü.
Dergiye ilk olarak Tevfik Fikreti getirdi. Ardından diğer öğrencileri; Cenap Şehabeddin, (Namık Kemalin oğlu) Ali Ekrem, (Peyami Sefanın babası) İsmail Sefa, Süleyman Nazif, Hüseyin Kazım, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahid, Halit Ziya (Uşaklıgil) vb. dergiye götürdü.
Edebiyat-ı Cedide doğdu
Her yeninin karşısında her daim güçlü bir muhafazakar kitle olur.
Servet-i Fünunun muhalifleri çok güçlüydüler, sırtlarını Yıldız Sarayına dayamışlardı.
Bu grubun başında Tercüman-ı Hakikatın sahibi Ahmet Mithad Efendi ve gazetenin edebiyat sayfasını yöneten damadı Muallim Naci vardı.
O dönem edebiyat dünyasının padişahıydılar! Muallim Naci müritleri tarafından şiirin tanrısı olarak görülüyordu. (Ateş-pare, Şerare, Füruzan adlı şiir kitaplarını bugün kim okuyor acaba?)
Şeyh Vasfi, Antelib mahlaslı Faik Esad, Müstecabizade İsmet gibi isimlerin oluşturduğu bu muhalifler, Servet-i Fünunu devrimci buluyor ve onu boğmak istiyorlardı. Sürekli aleyhlerinde yazıyorlardı. Sataşmaları sadece yazıyla sınırlı değildi; Muallim Naci ve şürekası bazen kızdıkları yazarları bir köşede sıkıştırıp dövüyorlardı!
Fakat Servet-i Fünun için en tehlike olan kişi, Malumat dergisini çıkaran Baba Tahir idi. Bu adam kimdi; ne zaman basına girmişti; nasıl sivrilivermişti; kimse bilmiyordu. Sonra anlaşılacaktı; Baba Tahirin arkasında II. Abdulhamid vardı. Basına paraşütle sokuluvermişti.
Servet-i Fünun saldırılara karşı direniyordu.
Böylesine elverişli olmayan koşullarla çevrilmiş beş on kişilik bizim topluluk gücünü nereden alıyordu? Her şeyden önce yılgınlığa yenik düşerek zaten sansür kemendinin günden güne daha sıkışıp boğmaya çalıştığı kalemlerimizi, bir daha ele alınamayacak gibi kırıp bir yana atmaktan koruyan bir dayanma direnme gücümüz vardı; sanata çılgınca aşık olmak. (Uşaklıgil, s 476)
Servet-i Fünunu susturmak için tek bir yol kalmıştı
Tevfik Fikretin evi basıldı
Servet-i Fünun yazarlarının bazıları sürgüne gönderilme tehlikesine karşı; (örneğin; Ali Ekrem A.Nadir, Ahmed Reşit H.Nazım, Süleyman Nazif Bursa Mektupçusu, Süleymanpaşazade Sami Süleyman Nesib ) mahlasla yazdı.
Edebiyat dergisi Servet-i Fünuna gün geçtikçe baskılar artırıldı.
İlk saldırı Tevfik Fikrete yapıldı; evi sabaha karşı polis tarafından basıldı, arandı. Zararlı kitap bulunamadı!
Hemen ardından Servet-i Fünun yazarları Hüseyin Siret, İsmail Sefa ve Ubeduylah Efendi makalelerinde suç tespit edilip sürgüne gönderildi.
Dergi yayınını yine de sürdürdü.
Ve Hüseyin Cahitin yazdığı Edebiyat ve Hukuk makalesinden ötürü dergi kapatıldı.
Aşk yazmak zorunda kaldılar
İşte Aşk-ı Memnu böylesine özgürlük ortamından yoksun bir dönemin ürünüydü.
Halid Ziya Uşaklıgil ve Edebiyatı- Cedidecilerin baskıcı bir ortamda halkı eğitmek ve bilinçlendirmek için roman yazmaları imkansızdı. Uşaklıgil de anılarında II. Abdulhamid devrinde yazılan romanlarının memlekette teneffüs edilen zehirli havayı yansıtmadığını itiraf etmektedir. (s. 463)
Bu dönem romanlarında, yaşadıkları toplumun yoksullukları, adaletsizlikleri, sömürü mekanizmaları mecburen yoktu.
Bu nedenle, Halit ziya Uşaklıgil ve Servet-i Fünuncular, toplumsal yaşamı ele alamadılar; bireyci hayatları yazmak zorunda kaldılar.
Bu nedenle, acılı aşkların nedeni olarak toplumsal koşulları görmediler.
Bu nedenle, romanları dış dünyadan kopuktu; toplumsal gerçekçilikten bağımsız bir serüvendi.
Roman da dizi de neden rağbet gördü?
Tarihe baktığınızda her baskı rejiminde, yazarların birey psikolojisi üzerine yoğunlaşan eserler ürettiğini görürsünüz. Bunun örneklerini 12 Eylül 1980 darbesi sonrası yazılan romanlarda da bulabilirsiniz.
Bugün Ergenekon süreciyle başlayan korkuların da benzer edebi eserlerin yazılmasına neden olduğunu tespit edebiliriz. Son yıllarda çıkan romanların çoğunluğunun bireyi ele alması ve bireyin toplumsal-siyasal hayattan bağımsız konu edilmesi rastlantı mıdır?
Uzatmayayım
Aşk-ı Memnu, II. Abdulhamidin baskıcı rejiminde doğdu. Servet-i Fünunda tefrika edilen Aşk-ı Memnu o korkutucu rejimde çok ilgi gördü.
Peki Aşk-ı Memnu dizisi niye çok reyting aldı?
Tesadüf mü? Hayır. Maddi koşullar aynıydı çünkü.
Siyasal baskıların, ekonomik sıkıntıların, hoşnutsuzluğun arttığı her dönem, halkın merakının, Aşk-ı Memnu gibi yaşamlara-aşklara yöneldiği bir gerçek değil midir?
Zengin ve aylak bir toplum katının yozlaşan yaşam biçimini ele alan Aşk-ı Memnu ile, Eren Talu-Defne Samyeli ilişkisinin bu kadar konuşulması, yazılması tesadüf olabilir mi?
Hadi Çiğdem Talu ile başladık Çiğdem Talu ile bitirelim
Nereye Payidar?
Yıl: 1975. Ankara.
Türkiye tarihinin en muhalif günlerini yaşıyordu. Her şey konuşuluyor, her şey yazılıyordu.
Bilgesu Erenus o günlerde, sınıfına ihanet eden bir işçi kadının anlattığı tiyatro oyununu yazdı: Nereye Payidar?
Yönetmenliğini Rutkay Azizin yaptığı oyunu Ankara Sanat Tiyatrosu sahneye koydu.
Müziklerini Timur Selçukun yaptığı oyunda şarkı sözünü Çiğdem Talu yazdı:
Nereye payidar nereye/
Yokuş bayır demesen de /Dere tepe düz gitsen de/
Çıkmaz bu yol bir yere/
Nereye payidar nereye/
Bir gün gelip evlensen de/Kurtulmayı düşlesen de/
Çıkmaz bu yol bir yere/
Nereye payidar nereye/
Şefle iyi geçinsen de/Bugün için sevilsen de/
Çıkmaz bu yol bir yere/
Nereye payidar nereye/
Seninkiler direnişte/Bir sen yoksun içlerinde/
Çıkmaz bu yol bir yere/
Nereye payidar nereye/
Gönlün yoksa ezilmeye/Sen de katıl direnişe/
İşçilerle, işçilerle, işçilerle elele/
Nereye payidar nereye.
Çoğunluk bugün Eren Talu-Defne Samyeli gibi Aşk-ı Memnu ilişkileri merak etse de; yarın korkularını yenip yine Çiğdem Talu şarkısı söyleyecektir: Nereye Payidar Nereye?..
AŞK-I MEMNU ŞİFRELERİ
Bihterin intiharı:
Efendi; Beyaz Türklerin Büyük Sırrı kitabına çalışırken Halit Ziya Uşaklıgilin ailesindeki intiharlara çok şaşırmıştım.
Halit Ziya Uşaklıgilin amcası Yusuf düğününe bir gün kala intihar etti. Neden intihar ettiği hiç bilinemedi. Sır olarak kaldı.
Halit Ziya Uşaklıgilin bir diğer amcası Süleyman Tevfik de intihar etti. Aşkına karşılık bulamayan Süleyman Tevfik, Elhamra Gazinosunda sevgilisinin karşısına geçip tabancayı şakağına ateşleyerek intihar etti.
Halit Ziya Uşaklıgilin oğlu Dışişleri mensubu Vedat da intihar etti.
Halit Ziya Uşaklıgilin kızı Bihinden olma torunu Tiraje Kösemihal de intihar etti.
Halit Ziya Uşaklıgilin eserlerinin hepsinde bir genç kızın ya da erkeğin, kendi suçu olmadan aşkla hayal kırıklığına uğramasını, yıkılmasını ya da ölmesini bu olaylarla ne derece ilişkilendirebiliriz?
Nihal kim?
Roman Bihterin yasak aşkı ve trajik hikayesini öne çıkarır gibi görünse de, Nihalin öyküsünün daha ağır bastığını söyler kimi eleştirmenler. Onlara göre, Nihalin büyüme romanıydı bu; çocukluktan genç kızlığa, basitlikten olgunluğa geçerken yaşadıklarını anlatımıydı.
Nihal, Halit Ziya Uşaklıgilin en yakın dostu (Tevfik Fikretin halası Ayşe Sermetle evli olan) Mehmet Raufun kızının adıydı.
Nihal, Gazeteci Selami İzzet Sedesle evlendi.
(Halit Ziya Uşaklıgilin oğlu Bülent de, Cumhuriyet gazetesinin kurucusu Yunus Nadinin kızı Leyla ile evlendi. Emine Uşaklıgil Halit Ziyanın torunudur.)
Madam Courton:
Batılı kadınlar Osmanlı romanlarına genellikle mürebbiye olarak girdi. Bunlar hep uygarlık öğretmenliğine dönüştürüldü.
Aşk-ı Memnuda asil kökenli Matmazel de Courtonun da elinden Figaro gazetesi düşmüyordu.
Halit Ziya Uşaklıgil, Vedide, Sadun ve Güzin adındaki üç çocuğunu küçük yaşlarda kaybedince Vedat, Bülent ve Bihine bakması için Avrupadan mürebbiye getirdi.
İlk gelen Fransız Madame Catherine idi. Çocuklara Fransızca öğretti.
Bir diğer mürebbiye ise Alman Fraulein von Katte idi. O da çocuklara Almanca ve piyano öğretti.
Aşk-ı Memnudaki Madam Courton bunlardan hangisiydi acaba?!
Kahramanlar
Uşaklıgil romanlarındaki karakterler için şöyle yazıyor:
Eserlerinde insanlık örnekleri yaratarak bunları bir olayın değişik evreleri arasında, şu ya da bu düşünce ve durum içinde yaşatarak düşündüren, hareket ettiren yazarlar; kendi kişiliklerinden sıyrılarak hayallerinde yarattıkları kişilerce emilir gibi onlardan biri olur. Onların egemeni yazarın yaratıcı düşüncesi, ruhu onun soluğudur. Bu kişilerde yaratıcının kendisinden bütünüyle soyutlayabilmesine pek seyrek rastlanır. Çoğunlukla bunların derileri altında saklanan asıl kişiliği ta kendisidir.
Yalı Halid Ziya Uşaklıgil hayatının son 40 yılını Yeşilköyde bir yalıda geçirdi. Müze olması gereken bu yalı sonradan yıkılarak apartman oldu.
Soner Yalçın
Odatv.com