Yokluğuna Adanan Sözler

kosasker

Profesör
Katılım
24 Aralık 2008
Mesajlar
3,195
Reaksiyon puanı
49
Puanları
228
Senden hemen sonra...

Bütün duygularımı ileriye çok ileriye paketliyorum. Tarihi belli olmayan bir zaman diliminde bu ‘duygu sandukası’nı açacağım.

Sana adadıklarımı, sana verdiklerimi, senden aldıklarımı, hayallerimi, heyecanlarımı, korku ve ümitlerimi, o meçhul zamanda, bütün kainata, insan ve cinlere, melek ve şeytanlara anlatacağım.

Şimdi yapacağım, o ‘mukaddes dakika’lara bir ‘önsöz denemesi’ bir ‘girizgah teşebbüsü’dür.

1.gün.

Kısmi bir şoktur yaşadığım. Bir bunaltı anı, bir afallama, kekeleme devresi. Beynin işlevselliğini yitirdiği, varlığın anlamını kaybettiği, gidişata karşı pasif ve edilgen bir ruh haline büründüğüm demler bu demler.

Şehrin, olanca heybet ve dağdağasına rağmen ciddiyetsizliğinin, olayların, bütün gerçekliklerinin yanısıra aleladeliğin belirginlik kazandığı bir an. Böyle bir anda, böyle bir haleti ruhiye ile, yarı mecnun, biraz da kırgın olarak bir hesaplaşma içine giriyorum. Kiminle mi...?

Beklemek ve görmek gerek...

Hala durulmadım...

Hülyalarım malihülya oldu. Hayallerimin kırıklığı büyüdü. Bir destan yazacaktım, komediye dönüştü. Trajik ve dramatik...

Savaş meydanında kurşunum bitti, kılıcım kırıldı, kalkanım parçalandı. Muktedir günlerimde beni alkışlayanları aradım.

Nafile...

Düşmüştüm ve yuhalanıyordum. Bir tek yüreğim, gururlu ve ayakta. Bir tek o yerinde ve yanımda...

Doğrusu “ondan başka muska da takmamıştım” ortaya atılırken.

Bir teşhis...

Gölgemde kimseler oturmuyor, harabe ve çatlaklarımdan, üzerlerine yıkılacağımdan korkuyorlar.

Bir tespit...

Yanlış yapıyorsunuz bayan ve bayım siz de!...

İçinde beyaz taş olabilir kuruntusuyla bir çuval pirince şüpheyle bakmanızı anlıyorum. Ama aynı dikkati cam parçacıkları içine karışmış elmas kırıntılarına da göstermelisiniz.
Beyaz taşa pirinç muamelesi yapmamak ne kadar akıllıcaysa, cam parçacıkları içine karışmış elmasları heba etmek de o kadar budalacadır.

Öfke ve yıkılış...

Yıllardır içimde biriktirdiğim ümitlerimi, sam yellere verdim, dağıtsınlar diye, yeryüzünde bir ümidi bile olmayanlara.
Rüyalarımı kötü adamlara sattım, işletsinler diye, bana orda da rahat vermesinler diye.
Yüreğimde biten bütün gülleri kırdım, bütün aynaları parçaladım. Daldığım hiçbir gülbahçesi yoktur ki; kovulmayayım. Açtığım hiçbir kapı yoktur ki; yüzüme kapatılmasın. Ben de, artık hıncımı çiçeklerden alacağım, öfkemi çocuklara kusacağım. Hayatın kıyılarında, hep kıyılarında dolaşacağım, avare ve başı dik.

Tebessümümü esirgeyeceğim, yarama tuz basanlardan. Bütün balıkları zehirleyeceğim. Seni içimde yalnız bırakacağım. Bir tek adını; bir tek ihanetini...

‘Bu ihanet seni besler’ dedi bir dost. Ben de kapılarıma kilit vurup anahtarları aç köpeklere yedireceğim. Bütün merhamet dilenmelerine kulaklarımı tıkayacağım.

Adın sırdı, adın gizliydi, adın gizlenendi ama artık adını ihanet koyacağım.

Savunma...

Bir yürek kabarmasına, bir yürek çarpıntısına sahip olamamak ne kötü. Annesini arayan kuzunun canhıraş çığlından zevk almak ne hazin bir şey.

Hayır efendim' doğru yapmadınız! Beni kendinizce anlamlandırmak doğru değildi.
Ben martıları seviyordum, denizi ve güneşi... Balıklar sırdaşımdı. Şiiri seviyordum, güzel metinleri. Bunu yapmamalıydınız. Göğüslerinde sütleri kuruyan kadınların bedduasını alacak bir şey yapmamıştım. Susamış develerin öfkeli bakışları neden üzerimde öyleyse. Denizleri ben kirletmedim, ağaçları kesen de ben değilim oysa!

Arz-ı hal ve sitem

‘Yaşamak’ı okuyordum, ‘Çile’ çekiyordum, ‘Büyük Doğu’nun yedinci oğlu olarak ‘Batı Notları’ tutacaktım. ‘Diriliş’ destanları yazacaktım. ‘Edebiyat’la kuşanıp ‘Mavera’yı keşfe çıkacaktım. ‘Fatih-Harbiye’ arasında mekik dokuyacak, boğazda ‘Sessiz Gemi’leri sayacaktım. Her ezan sesiyle bir daha, bir daha ‘Amentu’ diyecektim. Çocuklarıma torunlarıma ‘Bir Yusuf Masalı’ anlatacaktım. Böylece hayatın ‘Safahat’ına karşı dirençli olacaktım. Ama elbirliği ile beni bitirdiniz bayan ve bayım siz. Yaptığınızı beğendiniz mi?

Artık kuşların dilinden anlamıyorum. Bütün mevsimler hazan şimdi. Bulutlar bana küstü sizin yüzünüzden.

Ötelere sığınış ve sorular...

Dilimin ucuna kadar gelenleri söylersem, denizler kuruyacak, güneş kararacak. Hiçbir kavramın içine sığamayan duygularım, gün yüzüne çıkarsa, bütün aşıklar birbirlerini ihanetle suçlayacak. Metropoller yıkılacak, dağlar devrilecek bir konuşacak olursam.

Yerküreye sığmaz şu küçücük yüreğime sığdırdığım. Aşklar var orda sevdalar, ihanetler, iniş çıkışlar. Yorgunluk ve gözyaşı orda. Ve daha neler, daha neler...

Artık tevazuyu bırakmanın ve doğruları haykırmanın vaktidir. Sormak gerek: O mukaddes mağarayı koruyan örümceğin neydi sırrı?
Ayın yarılışındaki hikmet neydi?
Ya gül bahçesine dönüşen ateş...testereye siper edilen gövde... Yunusun karnındaki inziva ve uzlet...
Anlatmak gerek; İskender’in kılıcını, babasız doğan çocuğu, denizleri yaran komutu. Ve buzağıyı, ve deveyi, ve kıtmiri...
Anlatmak, ama unutmadan Belkis’ı, Züleyha’yı...
Kadını anlatmak gerek. Aşkı yeniden tanımlamak ve taçlandırmak gerek.
Peki kim anlayacak bunları, bunları dinleyecek var mı?
Sormak, sormak ve bir daha sormak gerek.

Kısa bir mola...

“Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak”


Farkı farkediş...

Aynı melodilere tempo tutamayız, anladım artık.
Biliyorum, bizi heyecanlandıran ritimler farklı...
Aynı esprilere gülemeyiz, aynı sahnelerde duygulanamayız...
Biz farklıydık ve farklıyız ama bu farkı, bağışlayın! ancak farkettim.


...ve hücum

Seni azlediyorum gönül kurulumdan.
Zaten hiçbir zaman yazmamıştım ki... Yazılmamışı silme paradoksu bu. Ve hiçbir zaman sahip olunamamışı bırakma tezatı veya bırakamama budalalığı.

Aslında yok sayıyorum seni. Say ki; bir paradigmaydın, iflas ettin. Say ki; bir kabustun. Bir heyulanın peşinden bir ömür harcattın bana. Ama gösteri bitti artık bayan, süren doldu!

Artık ben çıkmalıyım sahneye. Hayatın karanlık veçhesine dair aforizmalarımı sıralamalıyım. Evet, hafakanlarım da var, kabul ediyorum. Bu ruh anaforunda kimse beni ciddiye almayacak, farkındayım. Ama söyleyeceklerim var, konuşmalıyım:
Denizin bu sessizliği hayra alamet değil. Sahillerin ihtirasından korkmalı. Rüzgarın, ağaçlarla, yapraklarla bu şehvetli dansını engellemeli. Şu dağın tepesinde duran büyük kaya aşağıya yuvarlanabilir. Eyfel Kulesi pek tekin değil. Bu makinaların ötüşünde zerre kadar ahenk yok. Başımızda gezinen bulutlardan petrol yağabilir. Bu gökdelenlere güvenilmez. Şehirlerde asalet yok. Beton kaldırımlardan hastalık yayılıyor. Sokak çocuklarının dokunulmazlığı var.

Uyarıyorum ey insanlık: Bir gün kitaplardan bütün harfler uçacak. Ellerinizde bembeyaz sayfalarla kelime avına çıkacaksınız. O zaman şairlerin ne dediğini anlayacak, erenlerden ilham dileneceksiniz. Bir gün bütün ağaçlar çırılçıplak soyunacak, dağlar ovalarla birleşecek ve toprak bütün suları arzuyla içecek. O zaman susuzluktan kokacaksınız. Gözyaşı dökenlerin etrafında halka oluşturacaksınız. Yağmur duasına çıkacaksınız ama, kıbleyi bilmediğiniz için batıya yöneleceksiniz. Ve işte o zaman yağmur yerine başınıza taş yağdığını göreceksiniz.

Protesto...

Belki de deliler haklıdır. Belki de dervişler haklıdır. Belki de babam haklı. Hayır, belki değil kesinlikle babam haklı. Artık yüzü koyun yatacağım ey yıldızlar sizi görmemek için!... Sizi umursamıyorum ey yıldızlar ve bayan seni de, babama dönüyorum.

Ve dua...Ve dua...Ve...

Hayata gözlerimi kapayacağım mekan, hayata gözlerimi açtığım mekan olsun, İlahi!.

Saadettin ACAR
 

karcx

Profesör
Katılım
26 Şubat 2009
Mesajlar
2,391
Reaksiyon puanı
39
Puanları
0
Hayatın bazen acı bazende tatlı gerçekleri vardır....
Malum imtihandayız...
Teşekkürler...
 
Üst