deatmania
Rektör
- Katılım
- 30 Ekim 2009
- Mesajlar
- 12,997
- Reaksiyon puanı
- 62
- Puanları
- 228
EDEBİYAT NOTLARI- 35
Bu iki dal biribirine çok yakın görünse bile, ayrı disiplinlerin birbirine çevrilerek işlenmesi sorunlarını fazlasıyla taşır. Çünkü şiir, zaten kendi içinde bir müzik barındırmakta, şairin iç ezgisini taşımaktadır. Bir bestecinin bu iç ezgiyi alıp bir besteye dönüştürmesi çok riskli bir iştir.
Buna rağmen, nitelikli şiirle, nitelikli müziğin buluşması o kadar büyük bir ödüldür ki, pek çok besteci kendini bu sanatsal ödülün peşine düşmekten alıkoyamamıştır.
Bir zamanlar Kırgızistanda Manas destanı söyleyenleri dinlemiştim. Manasçı denilen bu adamlar, bir milyon dizeden oluşan bu destanın bölümlerini, özel bir ezgi ve ritimle söylüyorlardı. Bu deneyim, bana destan ve müzik tarihine ilişkin daha geniş bir bakış açısı kazandırdı. Demek ki bugün bizim kitaplarda okuduğumuz destanlar böyle söyleniyordu. Homerosun altı heceli destanları bu biçimde aktarılıyordu insanlara. Belki Gılgamış da böyle söyleniyordu. Bu küçük keşif, şiir ve müzik ilişkisine başka türlü bakmamı sağladı.
Bazı kutsal kitaplar, ilahiler, mezmurlar da müzikle aktarılmıyor mu zaten?
Yunanca Tragedyanın ne demek olduğunu herkes bilir ama tragudinin şarkı anlamına geldiğini öğrendiğim zaman çok şaşırmıştım. Demek ki tragudi, Tragedyada söylenen şarkıydı. Yunanistanın ünlü tiyatro yönetmeni Terzopoulos, yıllar önce sahneye koyacağı bir Euripides trajedisi için müzik yazmamı istemişti benden. Onca Yunan bestecisi dururken bu işi neden benden istediğini sorduğum zaman da Bu eserlerin o dönemde nasıl sahnelendiği ve ne tarz bir müzik kullanıldığıyla ilgili hiç bir bilgi yok elimizde demişti. Belki de Küçük Asya müzikal gelenekleri bu işe daha uygundur.
Opera librettoları da şiir-müzik yaratıcılığına dair, büyük örnekler oluşturuyor. Librettistlerin, genellikle büyük bestecilerin gölgesinde kalması ve adlarının az bilinmesi ise büyük bir haksızlık. Eskiden New Yorkta sefalet içinde yaşayan ve barlara gidip kendisinin Mozarta libretto yazdığını anlatıp duran bir adamdan söz edilir. Kimsenin inanmadığı ve alay ettiği adam yoksulluk içinde öldükten sonra ortaya çıktı ki, doğru söylüyormuş, gerçekten Mozarta libretto yazmış.
Bence şiir-müzik birlikteliğinin doruğu; Beethovenin 9. Senfonisinin, Schillerin şiiri üzerine bestelenmiş olan Neşeye Övgü bölümüdür. Beethoven bu şiiri bestelemeyi daha 22 yaşındayken aklına koymuş. Bugün Avrupa Marşı olarak kabul edilen bu muazzam melodi, iki dahiyi buluşturan bir mücevher.
Schubertin piyano eşliğinde söylenen liedleri, yani şarkıları da müthiş lirik tınılar barındırır. Bu liedler Goethenin şiirlerine de uyarlanmıştır.
Daha yakın zamanlara gelirsek Mikis Theodorakis; Ritsos, Seferis, Elitis gibi önemli Yunan şairlerinin şiirlerini besteleyerek, büyük kitlelere mal etmiş bir besteci olarak anılır. Üstelik yalnız Yunan şairleriyle de yetinmemiş Pablo Nerudanın Canto Generali gibi pek çok dünya şairinin eserini de bestelemiştir. Bunlar arasında Nazım Hikmet de vardır. (Ortak Berlin konserimizin, Tropical Music tarafından yayımlanmış olan CD kaydında bir Theodorakis bestesi olan Kerem Gibiyi dinlemek mümkün. Şiiri Yunancaya Yannis Ritsos çevirmiş. Ama söz açılmışken, beni çok üzen bir olayı aktarmama da izin verin. Geçen yıl Theodorakis büyük bir şaşkınlık içinde beni aradı ve Nazım Hikmetin varislerinin kendisine ve ölmüş olan Ritsosun kızına dava açtıklarını söyledi. Varisler, çeviri ve beste için Nazımla bir kontrat yapılıp yapılmadığını soruyorlar, tazminat ve ceza davası açıyorlarmış. Ritsosun kızı ve Theodorakis, savaş koşullarında faşizme karşı mücadele ederken hapislerde, sürgünlerde yapılan bu dayanışma eserinin nasıl kontrata bağlanacağını anlayamamışlar. Çünkü o sıralarda bu üç yaratıcı da faşizmle, ölümle burun buruna yaşıyorlardı ve bu eserleri, faşizme karşı verdikleri mücadelenin yüklediği bir görev olarak algılıyorlardı. Zaten eserler de kaçak olarak, gizli kapaklı ortaya sürülüyor veya icra ediliyordu. Bu çalışma Nazıma bir destekti. Hem Theodorakis hem de Yannis Ritsosun kızı bu işe çok üzülmüşlerdi. Çünkü ne Garcia Lorcanın, ne Nerudanın varisleri böyle bir kapitalist saldırıda bulunmuştu. Nazım sağ olup da bunu duysaydı nasıl kızardı kimbilir!)
Edebiyatla işbirliği yapan bestecileri sayarken Bertolt Brechtin oyunlarını ve şiirlerini besteleyen Kurt Weill ve Hans Eisleri anmamak haksızlık olur. Özellikle Hans Eisler, düşünceleri ve müzik teorisiyle benim hocalarımdan biri olmuştur.
Bizden vereceğim en yetkin şair-besteci birlikteliği ise elbette Yahya Kemal ve Münir Nurettin Selçuk yaratıcılığı. Üstatların elinden ne müthiş eserler çıkmış.
Dünyada trubadur, bizde âşık veya ozan denilen, diyar diyar gezerek şiirlerini müzik yoluyla aktaran insanların yarattığı gelenek, 20. yüzyılda yorumcu/yazar (singer/songwriter) diye anılan yeni bir müzisyen türü yarattı.
Bu insanlar şarkıcı değil, ses gösterileri yapmaya niyetleri yok ama kendilerine ait tarzları, müzikleri ve söz gücüyle büyük kitleleri etkiliyorlar.
Mesela Bob Dylanın Blowing in the Wind şarkısı, bütün bir 68 kuşağının marşı haline gelmiştir. Dünyada, aklı başında olan hiç kimse Bob Dylan, Leonard Cohen, Jacques Brel, Şili darbesinde elleri kesilen Victor Jara, George Brassens gibi insanlara şarkıcı diyerek, onları eğlence piyasasına yerleştirmez. Çünkü onların asıl özelliği şarkı yazarlığıdır.
1999 yılında İtalyanın San Remo festivalinden bir mektup almıştım. Her yıl verilen En iyi şarkı yazarı ödülünün, o yıl bana verileceğini müjdeliyorlardı. Bu ödülü daha önce kimlerin aldığını sorduğumda ise Leonard Cohen, Leo Ferre, Bob Dylan gibi isimler saymaları beni çok memnun etmiş ve yaptığım işin (hiç olmazsa yabancılar tarafından) anlaşıldığını görmek mutluluğuna ermiştim.
Çünkü bu aciz kulunuz da karınca kararınca kırk yılını şarkı yazarlığına verdi. Gün oldu Nazım Hikmetin Karlı Kayın Ormanı başta olmak üzere yirmibeş şiirini, gün oldu Bedri Rahminin Nazım için yazdığı ve daha sonra Deniz Gezmiş ve Uğur Mumcuyla özdeşleşen Yiğidim Aslanım Burda Yatıyor şiirini besteledim. Paul Eluardın Ey Özgürlük dizelerini büyük alanlarda haykırdık. Lorca, Orhan Veli, Melih Cevdet, Bertolt Brecht, Kavafis, Aragon, Cemal Süreya, Ahmed Arif gibi pek çok değerli şairin eserlerini bestelediğim gibi, Kardeşin Duymaz Eloğlu Duyar, Kan Çiçekleri, Duvarlar, Sevdalı Başım gibi kendi şiirlerimi de ezgiyle aktardım.
Bunların hepsi özgürlüğe, barışa, kardeşliğe adanmış, dönem dönem yasaklanmış, beni sıkıyönetim mahkemelerine, hapislere sürüklemiş, hatta cunta dönemlerinde dinleyenlere zulmetmenin gerekçesi olmuş şarkılardır. Bu şarkıların çalındığı söylendiği yurtlar basılmış, insanlar nezarete atılmıştır.
(Bu insanların çoğu solcuydu elbette ama şarkılarım yüzünden zulme uğrayanlar arasında farklı görüşlerden insanlar da vardı. Mesela Mecliste beni dinlediği için nezarete atıldığını söyleyen AKP milletvekilleri ile tanışmak beni şaşırtmıştı doğrusu. Ömer Çelik de Venedikteki bir konuşmamızda, hipodrom konserlerinde çayırların üstüne oturup şarkılarımızı dinleyen insanlardan birisi olduğunu söylemişti. Daha da ötesi Tayyip Erdoğan evlerinde kasetlerimin çalındığını, oğlunun benim şarkılarımla büyüdüğünü belirtmişti. Ne ilginç değil mi? Müzik gerçekten sınır tanımıyor.)
Ama kırk yıllık müzik hayatım boyunca, kurulu düzenin bu şarkılardan çok korktuğunu gördüm. Mesela 1972 yılında yaptığım ve 12 Mart zulmüne karşı çıkan ilk albümüm Demirelin başında bulunduğu kabine tarafından yasaklanmıştı, hâlâ yasak. Sanırım Dünyanın en uzun süre yasaklı kalan albümü olarak Guiness rekorlar kitabına girer.
Ama ne mutlu bana ki henüz yaşarken, yazdığım şarkıların halka mal olduğunu, bu ülkenin mayasına harcına karıştığını görmek bahtına eriştim.
En büyük ödülüm budur.
NOT: Biliyorsunuz kendi konserlerimi bu köşeden duyurmam ama bugün bir konser duyurusu yapacağım. Çünkü benim değil, yirmi beş yıldır faşizme karşı mücadele veren bir grubun, Grup Yorumun konseri bu. Ben de kardeşlerime üç şarkıyla konuk olarak katılacağım ve yüzbinlerce kişi her zaman olduğu gibi Yiğidim Aslanım, Karlı Kayın diye haykıracağız. Bugün Bakırköyde saat 3te.
Kaynak
Bu iki dal biribirine çok yakın görünse bile, ayrı disiplinlerin birbirine çevrilerek işlenmesi sorunlarını fazlasıyla taşır. Çünkü şiir, zaten kendi içinde bir müzik barındırmakta, şairin iç ezgisini taşımaktadır. Bir bestecinin bu iç ezgiyi alıp bir besteye dönüştürmesi çok riskli bir iştir.
Buna rağmen, nitelikli şiirle, nitelikli müziğin buluşması o kadar büyük bir ödüldür ki, pek çok besteci kendini bu sanatsal ödülün peşine düşmekten alıkoyamamıştır.
Bir zamanlar Kırgızistanda Manas destanı söyleyenleri dinlemiştim. Manasçı denilen bu adamlar, bir milyon dizeden oluşan bu destanın bölümlerini, özel bir ezgi ve ritimle söylüyorlardı. Bu deneyim, bana destan ve müzik tarihine ilişkin daha geniş bir bakış açısı kazandırdı. Demek ki bugün bizim kitaplarda okuduğumuz destanlar böyle söyleniyordu. Homerosun altı heceli destanları bu biçimde aktarılıyordu insanlara. Belki Gılgamış da böyle söyleniyordu. Bu küçük keşif, şiir ve müzik ilişkisine başka türlü bakmamı sağladı.
Bazı kutsal kitaplar, ilahiler, mezmurlar da müzikle aktarılmıyor mu zaten?
Yunanca Tragedyanın ne demek olduğunu herkes bilir ama tragudinin şarkı anlamına geldiğini öğrendiğim zaman çok şaşırmıştım. Demek ki tragudi, Tragedyada söylenen şarkıydı. Yunanistanın ünlü tiyatro yönetmeni Terzopoulos, yıllar önce sahneye koyacağı bir Euripides trajedisi için müzik yazmamı istemişti benden. Onca Yunan bestecisi dururken bu işi neden benden istediğini sorduğum zaman da Bu eserlerin o dönemde nasıl sahnelendiği ve ne tarz bir müzik kullanıldığıyla ilgili hiç bir bilgi yok elimizde demişti. Belki de Küçük Asya müzikal gelenekleri bu işe daha uygundur.
Opera librettoları da şiir-müzik yaratıcılığına dair, büyük örnekler oluşturuyor. Librettistlerin, genellikle büyük bestecilerin gölgesinde kalması ve adlarının az bilinmesi ise büyük bir haksızlık. Eskiden New Yorkta sefalet içinde yaşayan ve barlara gidip kendisinin Mozarta libretto yazdığını anlatıp duran bir adamdan söz edilir. Kimsenin inanmadığı ve alay ettiği adam yoksulluk içinde öldükten sonra ortaya çıktı ki, doğru söylüyormuş, gerçekten Mozarta libretto yazmış.
Bence şiir-müzik birlikteliğinin doruğu; Beethovenin 9. Senfonisinin, Schillerin şiiri üzerine bestelenmiş olan Neşeye Övgü bölümüdür. Beethoven bu şiiri bestelemeyi daha 22 yaşındayken aklına koymuş. Bugün Avrupa Marşı olarak kabul edilen bu muazzam melodi, iki dahiyi buluşturan bir mücevher.
Schubertin piyano eşliğinde söylenen liedleri, yani şarkıları da müthiş lirik tınılar barındırır. Bu liedler Goethenin şiirlerine de uyarlanmıştır.
Daha yakın zamanlara gelirsek Mikis Theodorakis; Ritsos, Seferis, Elitis gibi önemli Yunan şairlerinin şiirlerini besteleyerek, büyük kitlelere mal etmiş bir besteci olarak anılır. Üstelik yalnız Yunan şairleriyle de yetinmemiş Pablo Nerudanın Canto Generali gibi pek çok dünya şairinin eserini de bestelemiştir. Bunlar arasında Nazım Hikmet de vardır. (Ortak Berlin konserimizin, Tropical Music tarafından yayımlanmış olan CD kaydında bir Theodorakis bestesi olan Kerem Gibiyi dinlemek mümkün. Şiiri Yunancaya Yannis Ritsos çevirmiş. Ama söz açılmışken, beni çok üzen bir olayı aktarmama da izin verin. Geçen yıl Theodorakis büyük bir şaşkınlık içinde beni aradı ve Nazım Hikmetin varislerinin kendisine ve ölmüş olan Ritsosun kızına dava açtıklarını söyledi. Varisler, çeviri ve beste için Nazımla bir kontrat yapılıp yapılmadığını soruyorlar, tazminat ve ceza davası açıyorlarmış. Ritsosun kızı ve Theodorakis, savaş koşullarında faşizme karşı mücadele ederken hapislerde, sürgünlerde yapılan bu dayanışma eserinin nasıl kontrata bağlanacağını anlayamamışlar. Çünkü o sıralarda bu üç yaratıcı da faşizmle, ölümle burun buruna yaşıyorlardı ve bu eserleri, faşizme karşı verdikleri mücadelenin yüklediği bir görev olarak algılıyorlardı. Zaten eserler de kaçak olarak, gizli kapaklı ortaya sürülüyor veya icra ediliyordu. Bu çalışma Nazıma bir destekti. Hem Theodorakis hem de Yannis Ritsosun kızı bu işe çok üzülmüşlerdi. Çünkü ne Garcia Lorcanın, ne Nerudanın varisleri böyle bir kapitalist saldırıda bulunmuştu. Nazım sağ olup da bunu duysaydı nasıl kızardı kimbilir!)
Edebiyatla işbirliği yapan bestecileri sayarken Bertolt Brechtin oyunlarını ve şiirlerini besteleyen Kurt Weill ve Hans Eisleri anmamak haksızlık olur. Özellikle Hans Eisler, düşünceleri ve müzik teorisiyle benim hocalarımdan biri olmuştur.
Bizden vereceğim en yetkin şair-besteci birlikteliği ise elbette Yahya Kemal ve Münir Nurettin Selçuk yaratıcılığı. Üstatların elinden ne müthiş eserler çıkmış.
Dünyada trubadur, bizde âşık veya ozan denilen, diyar diyar gezerek şiirlerini müzik yoluyla aktaran insanların yarattığı gelenek, 20. yüzyılda yorumcu/yazar (singer/songwriter) diye anılan yeni bir müzisyen türü yarattı.
Bu insanlar şarkıcı değil, ses gösterileri yapmaya niyetleri yok ama kendilerine ait tarzları, müzikleri ve söz gücüyle büyük kitleleri etkiliyorlar.
Mesela Bob Dylanın Blowing in the Wind şarkısı, bütün bir 68 kuşağının marşı haline gelmiştir. Dünyada, aklı başında olan hiç kimse Bob Dylan, Leonard Cohen, Jacques Brel, Şili darbesinde elleri kesilen Victor Jara, George Brassens gibi insanlara şarkıcı diyerek, onları eğlence piyasasına yerleştirmez. Çünkü onların asıl özelliği şarkı yazarlığıdır.
1999 yılında İtalyanın San Remo festivalinden bir mektup almıştım. Her yıl verilen En iyi şarkı yazarı ödülünün, o yıl bana verileceğini müjdeliyorlardı. Bu ödülü daha önce kimlerin aldığını sorduğumda ise Leonard Cohen, Leo Ferre, Bob Dylan gibi isimler saymaları beni çok memnun etmiş ve yaptığım işin (hiç olmazsa yabancılar tarafından) anlaşıldığını görmek mutluluğuna ermiştim.
Çünkü bu aciz kulunuz da karınca kararınca kırk yılını şarkı yazarlığına verdi. Gün oldu Nazım Hikmetin Karlı Kayın Ormanı başta olmak üzere yirmibeş şiirini, gün oldu Bedri Rahminin Nazım için yazdığı ve daha sonra Deniz Gezmiş ve Uğur Mumcuyla özdeşleşen Yiğidim Aslanım Burda Yatıyor şiirini besteledim. Paul Eluardın Ey Özgürlük dizelerini büyük alanlarda haykırdık. Lorca, Orhan Veli, Melih Cevdet, Bertolt Brecht, Kavafis, Aragon, Cemal Süreya, Ahmed Arif gibi pek çok değerli şairin eserlerini bestelediğim gibi, Kardeşin Duymaz Eloğlu Duyar, Kan Çiçekleri, Duvarlar, Sevdalı Başım gibi kendi şiirlerimi de ezgiyle aktardım.
Bunların hepsi özgürlüğe, barışa, kardeşliğe adanmış, dönem dönem yasaklanmış, beni sıkıyönetim mahkemelerine, hapislere sürüklemiş, hatta cunta dönemlerinde dinleyenlere zulmetmenin gerekçesi olmuş şarkılardır. Bu şarkıların çalındığı söylendiği yurtlar basılmış, insanlar nezarete atılmıştır.
(Bu insanların çoğu solcuydu elbette ama şarkılarım yüzünden zulme uğrayanlar arasında farklı görüşlerden insanlar da vardı. Mesela Mecliste beni dinlediği için nezarete atıldığını söyleyen AKP milletvekilleri ile tanışmak beni şaşırtmıştı doğrusu. Ömer Çelik de Venedikteki bir konuşmamızda, hipodrom konserlerinde çayırların üstüne oturup şarkılarımızı dinleyen insanlardan birisi olduğunu söylemişti. Daha da ötesi Tayyip Erdoğan evlerinde kasetlerimin çalındığını, oğlunun benim şarkılarımla büyüdüğünü belirtmişti. Ne ilginç değil mi? Müzik gerçekten sınır tanımıyor.)
Ama kırk yıllık müzik hayatım boyunca, kurulu düzenin bu şarkılardan çok korktuğunu gördüm. Mesela 1972 yılında yaptığım ve 12 Mart zulmüne karşı çıkan ilk albümüm Demirelin başında bulunduğu kabine tarafından yasaklanmıştı, hâlâ yasak. Sanırım Dünyanın en uzun süre yasaklı kalan albümü olarak Guiness rekorlar kitabına girer.
Ama ne mutlu bana ki henüz yaşarken, yazdığım şarkıların halka mal olduğunu, bu ülkenin mayasına harcına karıştığını görmek bahtına eriştim.
En büyük ödülüm budur.
NOT: Biliyorsunuz kendi konserlerimi bu köşeden duyurmam ama bugün bir konser duyurusu yapacağım. Çünkü benim değil, yirmi beş yıldır faşizme karşı mücadele veren bir grubun, Grup Yorumun konseri bu. Ben de kardeşlerime üç şarkıyla konuk olarak katılacağım ve yüzbinlerce kişi her zaman olduğu gibi Yiğidim Aslanım, Karlı Kayın diye haykıracağız. Bugün Bakırköyde saat 3te.
Kaynak