Ottomanzo
Doçent
- Katılım
- 25 Temmuz 2008
- Mesajlar
- 746
- Reaksiyon puanı
- 7
- Puanları
- 0
Ulus-devlet kuruluş süreci her coğrafyada kanlı ve sancılı olmuştur.
1912-1913 Balkan Savaşı’nın ardından tüm varlıklarını bırakarak Anadolu’ya kaçmak zorunda kalan yüz binlerce müslümanın İstanbul’daki perişan hali Osmanlı zihninde silinmez bir iz bırakmıştır.
Daha yakın bir zamanda bu coğrafyada nefretin sona ermediğini, Bulgarlar’ın müslüman azınlığa baskısı ile Bosna ve Kosova’da yaşanan katliamlarla gördük.
Biraz daha eskiye gidersek Avrupa’nın sömürgeci halklarının gerek kendi halklarına, gerek Asya ve Afrika’da yaptıklarını düşünmemiz gerekir.
Özetle ulus-devlet kurmuş tüm devletlerin dolaplarının derinliklerinde sabıka dosyaları, suç dosyaları vardır.
Türkiye de böyle bir geçmişten muaf değildir.
Elimde iki kitap var; biri Hüseyin Aygün’ün ‘Dersim 1938 ve Zorunlu İskan’ adlı çalışması, diğeri İngiliz gazeteci Giles Milton’un ‘Kayıp Cennet, Smyrna, Hoşgörü Kentinin Yıkılışı’ adlı kitabı.
İkisi de bizim çok konuşulmasını istemediğimiz, bilmezden görmezden geldiğimiz konular üzerine.
Biri Kürtler’e yönelik baskı, sindirme ve asimilasyon politikalarını anlatıyor.
Diğeri Ege’nin incisi diye bildiğimiz bir kentin başta Lloyd George olmak üzere İngiliz siyasetçilerinin yanlış politikaları ve Anadolu’yu Türk ve müslüman dışındaki halklardan arındırmayı amaçlayan İttihatçılar’ın başlattığı politikaların yeni rejim tarafından da devamının sonucunda yaşanan dramı dile getiriyor.
Bu geçmişi bilmemiz, gelecekte de bu tip yanlışlar yapmamızı engelleyecek en büyük dersi sağlar.
Tarih, doğru okumayı bilene en iyi öğretmendir.
İtiraf etmek gerekir ki, Türkiye’nin resmi tarihi bu konuları ya görmezden gelmiş ya da olayları sadece kendi penceresinden dile getirmeyi tercih etmiştir.
20 yıl öncesine kadar Kürt diye bir etnik grubun varlığını bile inkar eden bir anlayış için kaçınılmaz bir yaklaşım elbette.
Genç Cumhuriyet yöneticileri’nin İttihat ve Terakki Partisi kadrolarından geliyor olmasının da bu inkar ve üstünü örtme çabasında büyük payı olmuştur elbette.
Türkiye bugün geldiği noktada yakın geçmişiyle hesaplaşacak güce erişmiştir.
Yıllar önce Stanford’a gittiğimde, tarih profesörü ‘Amerika, Japonya’ya atom bombasını gereksiz yere attı. Bu bombanın asıl hedefi Rusya’nın gözünü korkutmaktı. Binlerce insanı gereksiz yere öldürdü’ diye ders anlattığında çok şaşırmıştım.
O günkü anlayışım, üniversitede böyle bir konunun bu kadar açık bir şekilde dile getirilmesini kavramakta güçlük çekiyordu.
Bugün artık tabuların anlamsızlığının farkındayız.
Gerçi darbe belgelerini bırakın, darbelerin gerçekliğinin bile tartışıldığı bir ülkede tarihle hesaplaşmak kolay iş değil ama biz de meydanı Ergenekon veya İttihat Terakki’nin avukatlarına bırakacak değiliz herhalde.
Ergun BABAHAN / Star Gazetesi
http://www.stargazete.com/gazete/ya...n-degil-ittihatcilar-in-da-avukati-195634.htm
1912-1913 Balkan Savaşı’nın ardından tüm varlıklarını bırakarak Anadolu’ya kaçmak zorunda kalan yüz binlerce müslümanın İstanbul’daki perişan hali Osmanlı zihninde silinmez bir iz bırakmıştır.
Daha yakın bir zamanda bu coğrafyada nefretin sona ermediğini, Bulgarlar’ın müslüman azınlığa baskısı ile Bosna ve Kosova’da yaşanan katliamlarla gördük.
Biraz daha eskiye gidersek Avrupa’nın sömürgeci halklarının gerek kendi halklarına, gerek Asya ve Afrika’da yaptıklarını düşünmemiz gerekir.
Özetle ulus-devlet kurmuş tüm devletlerin dolaplarının derinliklerinde sabıka dosyaları, suç dosyaları vardır.
Türkiye de böyle bir geçmişten muaf değildir.
Elimde iki kitap var; biri Hüseyin Aygün’ün ‘Dersim 1938 ve Zorunlu İskan’ adlı çalışması, diğeri İngiliz gazeteci Giles Milton’un ‘Kayıp Cennet, Smyrna, Hoşgörü Kentinin Yıkılışı’ adlı kitabı.
İkisi de bizim çok konuşulmasını istemediğimiz, bilmezden görmezden geldiğimiz konular üzerine.
Biri Kürtler’e yönelik baskı, sindirme ve asimilasyon politikalarını anlatıyor.
Diğeri Ege’nin incisi diye bildiğimiz bir kentin başta Lloyd George olmak üzere İngiliz siyasetçilerinin yanlış politikaları ve Anadolu’yu Türk ve müslüman dışındaki halklardan arındırmayı amaçlayan İttihatçılar’ın başlattığı politikaların yeni rejim tarafından da devamının sonucunda yaşanan dramı dile getiriyor.
Bu geçmişi bilmemiz, gelecekte de bu tip yanlışlar yapmamızı engelleyecek en büyük dersi sağlar.
Tarih, doğru okumayı bilene en iyi öğretmendir.
İtiraf etmek gerekir ki, Türkiye’nin resmi tarihi bu konuları ya görmezden gelmiş ya da olayları sadece kendi penceresinden dile getirmeyi tercih etmiştir.
20 yıl öncesine kadar Kürt diye bir etnik grubun varlığını bile inkar eden bir anlayış için kaçınılmaz bir yaklaşım elbette.
Genç Cumhuriyet yöneticileri’nin İttihat ve Terakki Partisi kadrolarından geliyor olmasının da bu inkar ve üstünü örtme çabasında büyük payı olmuştur elbette.
Türkiye bugün geldiği noktada yakın geçmişiyle hesaplaşacak güce erişmiştir.
Yıllar önce Stanford’a gittiğimde, tarih profesörü ‘Amerika, Japonya’ya atom bombasını gereksiz yere attı. Bu bombanın asıl hedefi Rusya’nın gözünü korkutmaktı. Binlerce insanı gereksiz yere öldürdü’ diye ders anlattığında çok şaşırmıştım.
O günkü anlayışım, üniversitede böyle bir konunun bu kadar açık bir şekilde dile getirilmesini kavramakta güçlük çekiyordu.
Bugün artık tabuların anlamsızlığının farkındayız.
Gerçi darbe belgelerini bırakın, darbelerin gerçekliğinin bile tartışıldığı bir ülkede tarihle hesaplaşmak kolay iş değil ama biz de meydanı Ergenekon veya İttihat Terakki’nin avukatlarına bırakacak değiliz herhalde.
Ergun BABAHAN / Star Gazetesi
http://www.stargazete.com/gazete/ya...n-degil-ittihatcilar-in-da-avukati-195634.htm