Reformcuların sapıklığı yanlışlığı

dergah yolu

Asistan
Katılım
10 Şubat 2009
Mesajlar
216
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
REFORMCULARIN SAPIKLIĞI, YANLIŞLIĞI

mtalu.jpg
Mehmet Talu hocaefendi

Mezhebsizler, “Niçin dört mezheb?.. Mezhebler kalksın ve birlik olsun” diyorlar. Mezhebler kalkınca birlik olmaz, korkunç bir anarşi olur. Dört mezheb yerine binlerce, hattâ yüz binlerce mezheb çıkar. Ümmet içinde birlik ve beraberlik kalmaz. Müslümanlar dinî konularda çekişip tepişmeye başlar ve sonunda sıkıntıya düşerler.



Dinde reform... Dinde yenilik ve değişim... Fazlurrahman modeli... Light islam... İlmihal Müslümanlığına karşı Kur’ân Müslümanlığı... Münzel (indirilmiş) İslâm’a karşı, diyalog ve hoşgörü çerçevesinde yeni bir İslâm... gibi cereyanlar tutarlı ve ciddî midir? Uydurulmuş bir İslâm çıkartmak isteyenlerin gayeleri nelerdir?
1923’te İsviçre’de Lozan müzakereleri sürerken, kapalı kapılar ardında, içlerinde Hahambaşı Hayim Naum’un da bulunduğu bir heyet: Türkiye’de mümkünse İslâm’ı kaldırmak; değilse reforme etmek, temelinden değiştirmek hususunda birtakım kararlar aldıkları, tavsiyelerde bulundukları, protokoller yaptıkları konusunda rivayetler vardır.
Son yıllarda ortaya atılan dinde reform, yenilikçilik, tarihsellik, Light İslam hareketinin temelleri Lozan’ın gizli protokollerine dayanmaktadır.
Amerika, kendi idaresinde, kendisine tâbi bir “Birleşmiş Ortadoğu” projesini gerçekleştirmek için çalışıyor. Bu maksatla oryantalistler, uzmanlar, araştırıcılar çalışıyor, çareler ve çözümler araştırıyor, stratejiler planlıyor.
Türkiye’de Light İslam, tarihsel İslâm diye yeni bir din çıkartılacak, İslâm dünyasına model olarak gösterilecek, her yola baş vurularak bu model benimsetilecek, kabul ettirilecek ve dünyada bir Pax Americana-Judaica devri başlayacak.
Bu hayaller gerçekleşir mi? Böyle bir şey mümkün değildir. İslâm dininin hükümleri Kıyâmet’e kadar değiştirilmeden bâkî kalacaktır. Kitabımız ALLAH’ın koruması altındadır.
Fakat ne yazık ki, son otuz-kırk yıl içerisinde Türkiyemizde; Kur’ân’a, Sünnet’e, Şeriat’a, fıkh’a aykırı birtakım bid’at cereyanları ve fırkaları ortaya çıktı. Bunların bazılarını sayalım:
1- Mezhebsizlik
İyi bilinmelidir ki mezhebsizlik, dinsizliğe köprüdür. Fıkıh mezheplerinin yıkılması Ehl-i Sünnet Müslümanlığının yıkılması demektir. Bu sebeple mezhepsizliği sapıklık olarak göreceğiz. Nitekim Zâhid el-Kevserî hazretleri: “Mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür” buyurmuştur. Çağımızın büyük sünnî âlimi Said Ramazan el-Bûtî hazretleri: “İslâm Şeriatını tehdit eden en tehlikeli bid’at mezhepsizliktir” adıyla bir kitap yazmıştır.
Bazı şahıslar “Asr-ı Saadette mezhep var mıydı? Yoktu... O halde mezhepler bidattir...” diyorlar. Hiçbir Müslümanın bu gibi safsatalara kanmaması gerekir. Asr-ı Saadet’te Mushaf da yoktu, sonradan bir araya getirilip yazıldığı için, bugün elimizde bulunan Kur’an nüshalarına da mı bid’at diyeceğiz. Hâşâ! Mezhepler, ilk asırlarda, Kur’andaki ve O’nun tefsirini yapan Sünnet’teki hükümlerin metodik bir şekilde bir araya getirilmesidir.
Mezhepsizlik son yıllarda ortaya çıkan büyük ve yıkıcı bir bid’attir. Birtakım hafif akıllılar, fıkıh olmazsa Şeriat’in de olmayacağını, Şeriat elden gidince dinin sadece bir isim ve resimden ibaret kalacağını anlayıp idrak edemiyor. Hukukta bir “Ceza Hukuku”, bir de “Ceza Kanunu” vardır. Bir ülkede Ceza Kanunu olmazsa orada Ceza Hukuku boşta, havada kalır. Cezaların tatbiki, suçluların cezalandırılması, hakların verilmesi, adaletin yerine getirilmesi, yargının icrası için ceza kanunu şarttır. İslâm dininin hükümlerinin bilinmesi ve hayata uygulanması için de mutlaka bir islâm fıkhının olması gerekir, işte mezhebsizler bunu anlayamıyor.
Mezhebsizler, “Niçin dört mezheb?.. Mezhebler kalksın ve birlik olsun” diyorlar. Mezhebler kalkınca birlik olmaz, korkunç bir anarşi olur. Dört mezheb yerine binlerce, hattâ yüzbinlerce mezheb çıkar. Ümmet içinde birlik ve beraberlik kalmaz. Müslümanlar dinî konularda çekişip tepişmeye başlar ve sonunda sıkıntıya düşerler.
Bazı kimseler müctehid olmadıkları halde ictihada yelteniyorlar, Kur’ân’ı tefsir etmek hususunda yeterli bilgiye, ilme, ehliyet ve icâzete sahip olmadıkları halde müfessirlik yapıyorlar, ALLAH’ın âyetlerine kendi heva, re’y ve hevesleriyle yanlış mânâlar veriyorlar. Dînî ilimleri okumamış, yeterli dînî kültürü olmayan câhil ve mukallid kimselere: “Kur’ân’dan ve hadisden kendiniz hüküm çıkartınız” denilerek, dînî sahada anarşiye yol açacak telkin ve teşviklerde bulunuyorlar. Bu şahıslar dini tahsili olmayan, ehliyet ve icâzeti bulunmayan bütün cahil ve yetersiz Müslümanların Kur’ân’dan hüküm çıkartabileceklerini iddia ederek, dinde anarşi ve bozulma meydana getirmek istiyorlar. ALLAH hidâyet versin. Amin.
2- Kur’an Müslümanlığı.
Bazı kimseler, kendi kafasına, re’yine, hevasına göre “Kur’an Müslümanlığı” diye bir din çıkarmıştır. Bu kimseler, İslâm’ın temel hüküm kaynaklarından üçünü inkâr etmekte, sadece Kur’an-ı esas aldığını söylemektedirler. Peki Kur’an’ın yorumlanmasında hangi metodu takip etmektedirler? Daha önceki muteber ve ehliyetli müfessirlerin yorum ve tefsirlerine itibar etmemekte, kutsal Kitab’ımızı kendi kafalarına göre yorumlamaktadırlar.
Ehl-i Sünnet Müslümanlarının bağlı oldukları gerçek İslâm’ı “İlmihal Müslümanlığı” diyerek hafife almakta, reddetmekte, onunla alay etmektedirler. Bu şahıslar: “Her Müslüman kutsal kitaptan kendi kafasına ve anlayışına göre hüküm çıkartabilir, onu yorumlayabilir” diyorlar. Ne kadar hatalı ve sakıncalı bir zihniyet ve metod! Evet Kur’an-ı Azimüşşan elbette bütün Müslümanların kitabıdır, hidâyet kaynağıdır. Ancak, ondan hüküm çıkartmak, O’nu tefsir etmek her müslümanın yapabileceği bir şey değildir. Tefsir ve hüküm çıkartma işi ve vazifesi; ehliyetli, liyâkatli, icâzetli müctehidlerin, müfessirlerin işidir. Abdullah ibn-i Abbas (Radıyallâhu Anhüma)dan rivâyete göre Resûlüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem): “Kim Kur’an hakkında ilme dayanmadan söz söylerse yani, Kur’an-ı kendi kafasına göre yorumlarsa cehennemdeki yerine hazırlansın”1 buyurmuştur.
Müslümanlar elbette Kur’an-ı Azimuşşanı okuyacaklar, tefsir tercüme ve meallerini inceleyecekler, bu kıraatten yararlanacaklardır. Kur’an’daki kıssalardan, öğütlerden, uyarılardan ders, ibret, hisse alacaklardır. Ancak kesinlikle kendi heva ve reyleriyle kutsal kitaptan hüküm çıkartmaya yeltenmeyeceklerdir.
“Her Müslüman İslâm dinini Kur’ân’dan doğrudan doğruya öğrenmelidir.” diyenler; fıkhı, mezhepleri inkâr ediyor. Metodları ve istekleri bir hayalden ibarettir. Kur’ân elbette, şeksiz şüphesiz ALLAH’ın kutsal kitabıdır, Kelâmullah’tır. Ama her Müslüman ondan din ve Şeriat hükmü çıkartabilir mi? Kesinlikle çıkartamaz. Çünkü, Kur’ân’dan hüküm çıkartabilmek için bazı ilimleri bilmek gerekir. Kur’ân’dan hüküm çıkartabilmek için Sünnet’i, Hz. Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’in on binlerce hadîs-i şerifini senetleriyle bilmek gerekir. Kur’ân’dan hüküm çıkartabilmek için müctehid olmak gerekir. Her Müslüman müctehid değildir.
Kur’ân’dan hüküm çıkartabilmek için iyi Arapça bilmek yetmez. Uzman ve ehliyetli büyük din âlimi olmak gerekir. Zamanımızda “Mealciler” adı verilen yeni bir fırka çıkmış olup, bunlar Arapça bilmedikleri halde Kur’ân’ın Türkçe tercüme ve meallerini okuyarak din, fıkıh, Şeriat hükmü çıkartmaya yeltenmektedir.
Kur’ân elbette bütün insanlığa gönderilmiştir. Arapça bilmeyen, din âlimi olmayan Müslümanlar onun tercümelerini, meallerini, tefsirlerini okuyabilirler; içindeki müjdeler, uyarılar, öğütler, emirler, yasaklar, kıssalar hakkında bilgi edinebilirler ama kendi kafalarına göre o yüce ve kutsal kitaptan hüküm çıkartamazlar.
Din tahsili görüp din âlimi olmayan câhil kimselerin dinî konularda tartışmaları, işkembe-i kübralarından konuşmaları, kendi nefis ve hevâlarına göre fetvalar vermeleri, görüşlerini bildirmeleri, dinî konularda “Bana göre böyledir...” şeklinde haddi aşmaları, İslâm toplumu için büyük bir felâket, kaos ve kargaşadır. Şeytanın bu tuzağına düşmemeliyiz.
Kur’ân hepimizin kitabıdır ama, ilmi olmayanların ondan hüküm çıkarmalarına cevaz verilmemiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de: “De ki! Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”2 buyurulmaktadır.
“Halbuki onun tevilini ALLAH’tan başkası bilmez. İlimde yüksek payeye erenler ise,"Biz O’na inandık. Hepsi Rabbimiz katındadır” derler. (Bunları) sâlim akıllardan başkası iyice düşünmez.”3 Ayet-i kerimesinde ise: “Râsih alimler”den bahsedilmektedir.
Zamanımızda birtakım ehliyetsiz kişiler kendi re’y, heva ve hevesleriyle Kur’ân tercümeleri, mealleri, tefsirleri yazmışlar, bunları okuyan Müslümanların zihinleri karmakarışık olmuştur.
1950’li yıllarda ehliyetsiz bir zat “Türkçe Kur’ân” adıyla bir tercüme çıkartmıştı. Kur’ân Arapçadır, “Türkçe Kur’ân” demek yanlıştır, günahtır. Arapça metin nazm-ı ilâhîdir, Türkçesi ise filan kulun ondan anladığı, çıkardığı mânâdır, lâfız olarak kul sözüdür.
Fıkıh ve ilmihal bilgisi olmayan çok zeki bir kimseye birkaç Kur’ân tercümesi ve tefsiri veriniz; beş sene uğraşsa bile onlardan taharet, namaz, oruç, zekât, hac ile ilgili hükümleri çıkartamaz.
Kur’ân’dan din, fıkıh, Şeriat hükmü çıkartabilmek için Sünnet’i, on binlerce hadîsi bilmek gerekir. Çünkü Kur’ân’daki mücmel (özlü) bilgileri onlar açıklar.
“Herkes ALLAH’ın Kitabı olan Kur’ân’ı alsın ve kendi kafasına göre ondan hüküm çıkartsın, dinini onun tercüme ve tefsirlerinden öğrensin” diyenler büyük yanlış yapıyorlar. Bir şahıs ter ter tepiniyor: “İlmihal Müslümanlığı bozuktur. Ben size Kur’ân Müslümanlığını öğretiyorum...” diyor. Şimdi Müslümanlar bu şahsın peşinden mi gitsinler, yoksa, ilimde, ucu Resullerin Seyidi olan Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)e dayanan nûranî bir silsileye bağlı olan icâzetli din alimi, dersiam Ömer Nasûhi Bilmen’e mi tâbi olsunlar? Ömer Nasûhi Bilmen’in “Büyük İslâm İlmihali” veya onun gibi başka bir ilmihal her Türkiyeli Müslümanın başucu kitabı olmalıdır. İtikada, temizliğe, ibâdetlere, ahlâka ait temel din bilgileri muteber ilmihallerden öğrenilmelidir.
Mezhepsizlik, İslâm dinini ve Şeriatını tehdit eden en tehlikeli bid’attir. Mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür. Berberlik, terzilik, aşçılık gibi meslekler ve işler bile ruhsatla, izinle, icâzetle yapılıyor. Bir hastaya damardan iğne yapmak ihtisas isteyen bir iştir. Kur’ân ve hadîslerden din ve Şeriat hükmü çıkartmak bu işlerden bin kere zor, veballi, nazik bir iştir. Her önüne gelenin ictihad yapmasını, Kur’ân’dan hüküm çıkartmasını arzu edenlerde hiç vicdan, akıl, iz’an, mantık yok mudur?
Mezhepsizler, bid’atçiler, reformcu ve yenilikçiler yüzünden Müslümanlar paramparça oldu. Her kafadan ayrı bir ses çıkmaya başladı. Müslümanlar arasındaki din birliği ancak fıkıhla, mezheple sağlanır. Bir İslâm topluluğunda, bir İslâm ülkesinde Müslümanlar dinî konularda tartışırlarsa tefrika çıkar ve sonunda hepsi birden zelil ve rezil olurlar. Düşmanlarımız bizim birlik olmamızı istemiyor, bizim kardeşlerimizle çekişip tepişmemizi istiyor. Onların ekmeklerine yağ sürmeyelim.
Dinimizi mûteber ve güvenilir ilmihallerden öğrenelim. Kur’ân’dan kendi kafamıza, re’yimize, hevâmıza göre hüküm çıkartmaya yeltenmeyelim. Dinî konularda tartışıp çekişmeyelim. Sevâd-ı Âzam’dan ayrılmayalım.
Kulluk görevinin yerine nasıl getirileceği hususunu İslâm âlimleri hayatlarında, ders, sohbet, va’z-u nasihat yoluyla halka anlattıkları gibi, bu konuda eserler de yazmışlardır. Yeryüzünde, Ümmetler tarihinde, İslam milletine mensup âlimler kadar çok feyizli ve bereketli eser meydana getiren başka bir topluluk yoktur. İslâm âlimleri akla gelebilecek her konuda kalem oynatmış ve gerçeğe susamış gönülleri nurlandırmışlardır.
Şimdilerde “Kur’anla yetinme” çağrılarıyla toplumu Kur’an’dan ayrı düşürecek bir yönelişe, sünnet gibi bir yorumdan onu soyutlamaya çalışanlar görülmektedir. Kur’ân yanlısı olduklarını iddia eden bu kişiler, Kur’ân’ı, Sünnet gibi en güvenilir ve evrensel nitelikli çerçeve yorumundan ayrı olarak ele alıp anlatmaya kalkışan keyfî İslâm arayışı içindeki kimselerdir. O kadar ki bu anlayış ve arayış sahiplerinden bazıları giderek laisizm’i bile “en büyük ilâhi ikram” sayabilmekte. Kimileri de Bangladeş’te olduğu gibi sömürgeci İngilizleri, itaatı vacip ulu’1-emr ilan edebilmektedir.”4
Tarihteki sapıklık ve irtidat olayları hep birilerinin Kur’ân-ı Kerim âyetlerini keyfe mâ yeşâ, yani diledikleri gibi te’vil etmeleri yüzünden çıkmıştır. Zekât vermemek için direnen mürtedler: “Onlara duâ et. Senin duan onlar için bereket ve sekînet vesilesidir..”5 âyetini, “halifede bu vasıf yoktur, o halde bize de zekat vermek düşmez” şeklinde aklî ve hissi bir yoruma tabî tutmuşlardı.
Öte yandan Hz. Ali (Radıyallâhü Anh) Hz. Abdullah b. Abbas (Radıyallâhü Anhüma)’yı Hâricilerle münazara ve görüşmeye gönderirken: “Onlara âyetlerden delillerle karşı çıkma, Sünnet’le karşı çık” talimatını vermişti. Hz. Ali (Radıyallâhü Anh)’ın bu talimatının anlamı bugün daha iyi anlaşılmaktadır. Çünkü hâriciler zaten bazı âyetleri kendilerine göre te’vil ederek başkaldırmışlar, müslümanlardan ayrılmışlardı. Sünnetteki çerçeveyi onlara hatırlatmak, Hz. Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’in anlayış ve uygulamalarını önlerine koymak, kimbilir belki düştükleri yanılgıdan onları kurtarabilirdi. Hz. Ali (Radıyallâhü Anh) işte bu tesbit ve ümit içinde o talimatı vermiş olmalıdır.
Bugün de durum aynıdır. Sünnet’teki yorum çerçevesi ve uygulama örnekleri dikkate alınırsa, en azından usûl hatası yapılmamış ve âyetlerin te’vilinde yanılgıya düşülmemiş olur. Aksi halde yorumları disipline etmenin imkanı yoktur.
Bize göre asıl acı olan, Kur’an’a karşı çıktığı için alçaltılmış olmak değil, belki keyfî yorumlara gidebilmek maksadıyla “Kur’an’dan başka delil yoktur” deyip onu da -hangi etkiler altında bilinmez- kendi aklınca yorumlayarak aynı duruma düşmektir.
Bu nokta üzerinde yeniden, ısrarla ve dikkatle durmak ve meseleyi ciddiyetle müzâkere etmek gerekmektedir. Kur’ân’ı getirip tebliğ eden Hz. Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’in yorumlarına, O’nun hayatıyla geçerlilik sınırı çizmek, vefatından sonrasını insan aklına bırakmak herhalde, “Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Ölür veya öldürülürse, ökçeleriniz üzerinde gerisin geri mi döneceksiniz?...”6 âyetinin tehdidi altına girmek anlamına gelse gerektir.
- DİPNOTLAR -
1 - Tirmizi, Tefsir:1, No:2951.
2 - Zümer Sûresi: 9
3 - Âli İmran Sûresi:7
4 - Bu tür iddialar 3-5 Şubat 1995 tarihleri arasında Ankara’da düzenlenen 1. Kur’an Haftası dolayısıyla sunulan tebliğlerde görülmüştür.
5 - Tevbe Suresi: 103
6 - Al-i İmran Suresi: 144
http://www.arifandergisi.com/modules.php?name=Content&pa=showpage&pid=540
bazı bölümler özellik içerdiği için kalın harftir
 

dergah yolu

Asistan
Katılım
10 Şubat 2009
Mesajlar
216
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
İhvan
Hayırlısıyla Mehmet Talu hocaefendinin aylık yazılarını 3-4 gün aralıklarla vermeye çalışacağım.Kendisi fetfa makamı olup yazılarıhüküm niteliğindedir.Kendi sitesinde fetfa görevini ifa etmektedir.Politika ve dünya gailesi dışındadır tamamıyle kendini ilme vakfetmiştir.
Alıntı yaptığım site,alim ve hocaefendiler sadece ehlisünnet vel cemaat saffında hizmet ederler.herhangibir siyasi görüş ilgi alanları dışındadır.Güvenebiliriz.
okuduklarımızı anlamayı ve onunla amel etmemizi mevlam nasib etsin
 

berckai

Profesör
Katılım
17 Mayıs 2008
Mesajlar
2,394
Reaksiyon puanı
9
Puanları
0
de bunlara karşı çıkan kim kendi kendinize senaryolar tasarlıyorsunuz
 

dergah yolu

Asistan
Katılım
10 Şubat 2009
Mesajlar
216
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
de bunlara karşı çıkan kim kendi kendinize senaryolar tasarlıyorsunuz[/quote
canım kardeşim
ülkemizde inanç sistemi üzerinde oynamalar var ve bunlar islami kesimin güvendiği tv ve gazetelerden hitabeti düzgün ünvanı bol kişileride bu işte kullanıyorlar
yani durup dururken seneryo üretilip bunun üzerine kafa yorulmuyor
hocaefendilerimiz bu çarpıtmalara karşı çıkarılan dergide ve net tv de bu çarpıtmaların yeri zamanı ve yapan belirtildikten sonra ayet ve hadislerle reddiyesi yapılıyor dergi ve net tv adı vermeyeceğim reklam olabilir
ülkemiz iran üzerinden şia suud mısır ve bazı arab ülkelerinden vahhabi/selefi tehdidi altındadır keza islam camiasının tümü aynı tehdit altındadır çalışmalarımız islamın ehli sünnet vel cemaat çizgisinde kalması içindir biiznillah
 
Üst