Günümüzdeki kriz bir kere daha piyasanın ve piyasacılığın sefaletini ortaya koyuyor. Toplumda bireysel hak ve özgürlüklere sık sık yapılan vurgular, liberal bir toplumsal proje için yeterli olmadığını gösteriyor. Bireylerin üretim ilişkilerinden kopuk olarak düşünülmemesi gerektiğini, tersine bireylerin toplumdaki asıl kimliklerinin üretim ilişkilerinin belirlediğini günümüzdeki kriz daha da iyi göstermektedir. İşçi ile işveren arasında oluşan iş akdinin, liberal düşünürlerin vurguladıkları gibi bireysel hak ve özgürlükleri koruyan bir araç olmadığı böylesi krizlerde daha da iyi ortaya çıkmaktadır. Liberal düşünürlerin iddia ettikleri gibi, emekçi ile sermayedar arasında oluşan çalışma aktı’nın süresinin kısıtlı oluşu emekçiye işveren karşısında bir özgürlük kazandırmamaktadır, çünkü üretim araçlarından yoksun emekçi için sermayenin emrinde çalışmak vazgeçilmez bir koşuldur. Bu bağlamda iki taraf arasındaki iş kontratından karlı çıkacak olan, emekçiye karşı hiçbir ahlaki sorumluluğu bulunmayan ve bulunmayacak olan sermayedardır. Akit belki iki tarafı da bu bağlamda özgür kılmıştır, ama üretim araçlarına sahip sermayedar’ın emekçi karşısında bariz bir üstünlüğü vardır. Nitekim kriz dönemlerinde yani emekçinin en fazla işe muhtaç olduğu dönemlerde, işveren maliyetleri kısmak adına birçok işçinin işine son verecektir. Piyasa’nın bireysel özgürlükleri pompalamasının diğer bir kuramsal nedeni, emekçi ile sermayedar’ın zaman zaman yer değiştirebilecekleri öngörüsüdür. Bu değişim piyasanın ve piyasacılığın toplumsal anlamda cazip hale gelmesine neden olan fikirlerin başında gelir. Oysa iki sınıfında kendi iç dinamikleri ve sermaye sınıfının korunaklı duvarları bu iki sınıf arasındaki geçişi mümkün kılmamaktadır. Söylenen özgürlükler hep kâğıt üzerindedir, gerçekler ise bambaşkadır. Bireysel özgürlükler üzerine kurulan bir toplumsal modelin temelleri tek kutuplu dünya’ya geçtiğimizden beri önem kazanmıştır. Sınıfsal bir toplum incelemesinden çok, kimlik ve cinsiyet, ırk vs… gibi farklılıklar üzerinden hareket eden sosyal düşünce kalıpları, merkezci, devletçi toplumsal modellerin zayıflamasından hem yararlanmış hem de daha da önemsizleşmelerine neden olmuştur.
Az gelişmiş bir toplum yapısında kimlik üzerinden siyaset yapmanın sermaye için önemi büyük olacaktır. Bir kere muhalefet konularının çıkar çatışmalarının ekonomik zeminden kültürel zemine suni bir biçimde çekilmesi emekçilerin sınıfsal konumlarından koparılıp daha fazla emek sömürüsüne maruz kalmalarını sağlamaktadır. Önemli olan toplumsal kimlik ve farklılıklardır, kötü koşullarda çalışmak ise olması gerekendir. Toplumu üretim süreçlerinden bağımsız düşünmeye iten yeni yapının topluma indirgenmiş karşıt görüşü milliyetçilik olacaktır. Milliyetçilik hem bu yeni süreçte kaybeden taraf için bir can simidi olacaktır, hem de bireysel hak ve özgürlüklere vurgu yapan sosyal bir proje de milliyetçilikte bir kimlik, bir özgürlük hareketi olarak ortaya çıkacaktır. Bir anlamda sınıfsal yapılar yerine oluşturulmaya çalışılan sivil toplum kuruluşlu yeni demokratik düzen, milliyetçiliğin gelişmesinin önünü de açmaktadır. Bu yeni gelişmenin toplumsal izdüşümleri şunlar olacaktır: toplumda oluşturulan dezenformasyon ve bunun sonucunda emekçi hareketlerin ve sol görüşlerin içinin boşaltması süreci. Bu gelişme ise sınıf bilincinden yoksun tepkisel lümpen bir milliyetçilik anlayışını ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Ama sermaye için bunlarla baş etmek çok daha kolay olacaktır. Sermaye için millet, vatan, her şeyden önce taleptir, pazardır. Dolayısıyla patron sınıfının tarihte hiçbir zaman milliyetçilikle sorunu olmamıştır. Sermaye’nin sözcülüğüne savunan yeni solunun da işine gelmektedir, milliyetçiliğin dallanıp budanması. Bir kere siyaseten kendi konumlarının meşruiyetlerini sağlamaktadır. Diğeri ise tepkisel milliyetçiliği sözde eleştirerek merkezden yönetilen toplumsal projeleri alt ettiklerini zannedeceklerdir. Böylece milliyetçiliğin devletçilikle, sosyalizmle eş değer tutulup bu görüşlerin toplumda kabul görmesi sağlanmaktadır.
Tekrar piyasanın sefaletine döndüğümüzde, artık emekçi “bireyler”, pazarın arz eden kısmına geçemeyeceklerini daha da iyi anlamaktadırlar. Tersine piyasadan temel mal ve hizmet talepleri daha da acil olarak artmıştır. Suni özgürlüklerin ve kimlik siyasetinin bir çeşit hemşeri dayanışma dernekleri şekline bürünmesi ile “özgür bireyler” hükümetten avanta koparma yarışına koşmaktadırlar. Bu süreç emekçilerin daha fazla sınıf bilincinden uzaklaşıp kendi tepkisel, reaksiyoner milliyetçiliklerini besleyecektir.
Tüm bu gelişmelere rağmen Türkiye’deki piyasacıların keyfi çok yerinde değildir. Bir kere serbest, özgür yenidünya için gösterecekleri bir örnek, göğüslerini gere gere verecekleri bir ders filan yoktur. Hatta günümüzde sözlerinin neredeyse hepsini tekzip edecek gelişmeler yaşanmaktadır. ABD ve batı emperyalizmi, Irak ve Afganistan’da kanlı bir savaş sürdürmektedir, kapitalist ülkelerde bir yandan muhafazakârlık öte yandan ırkçılık artmaktadır, faşist partiler gittikçe daha yüksek oy almaktadır, yabancı düşmanlığı hızla tırmanmaktadır. Üstüne bir de kriz gelince sinirler bir hayli gerilmektedir. Tek tesellileri Obama’dir. Seçildiği vakit gösterdikleri aşırı sevinç kendilerini ele vermiştir. Kısacası işleri Obama’ya kalmıştır.
kaynak
Az gelişmiş bir toplum yapısında kimlik üzerinden siyaset yapmanın sermaye için önemi büyük olacaktır. Bir kere muhalefet konularının çıkar çatışmalarının ekonomik zeminden kültürel zemine suni bir biçimde çekilmesi emekçilerin sınıfsal konumlarından koparılıp daha fazla emek sömürüsüne maruz kalmalarını sağlamaktadır. Önemli olan toplumsal kimlik ve farklılıklardır, kötü koşullarda çalışmak ise olması gerekendir. Toplumu üretim süreçlerinden bağımsız düşünmeye iten yeni yapının topluma indirgenmiş karşıt görüşü milliyetçilik olacaktır. Milliyetçilik hem bu yeni süreçte kaybeden taraf için bir can simidi olacaktır, hem de bireysel hak ve özgürlüklere vurgu yapan sosyal bir proje de milliyetçilikte bir kimlik, bir özgürlük hareketi olarak ortaya çıkacaktır. Bir anlamda sınıfsal yapılar yerine oluşturulmaya çalışılan sivil toplum kuruluşlu yeni demokratik düzen, milliyetçiliğin gelişmesinin önünü de açmaktadır. Bu yeni gelişmenin toplumsal izdüşümleri şunlar olacaktır: toplumda oluşturulan dezenformasyon ve bunun sonucunda emekçi hareketlerin ve sol görüşlerin içinin boşaltması süreci. Bu gelişme ise sınıf bilincinden yoksun tepkisel lümpen bir milliyetçilik anlayışını ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Ama sermaye için bunlarla baş etmek çok daha kolay olacaktır. Sermaye için millet, vatan, her şeyden önce taleptir, pazardır. Dolayısıyla patron sınıfının tarihte hiçbir zaman milliyetçilikle sorunu olmamıştır. Sermaye’nin sözcülüğüne savunan yeni solunun da işine gelmektedir, milliyetçiliğin dallanıp budanması. Bir kere siyaseten kendi konumlarının meşruiyetlerini sağlamaktadır. Diğeri ise tepkisel milliyetçiliği sözde eleştirerek merkezden yönetilen toplumsal projeleri alt ettiklerini zannedeceklerdir. Böylece milliyetçiliğin devletçilikle, sosyalizmle eş değer tutulup bu görüşlerin toplumda kabul görmesi sağlanmaktadır.
Tekrar piyasanın sefaletine döndüğümüzde, artık emekçi “bireyler”, pazarın arz eden kısmına geçemeyeceklerini daha da iyi anlamaktadırlar. Tersine piyasadan temel mal ve hizmet talepleri daha da acil olarak artmıştır. Suni özgürlüklerin ve kimlik siyasetinin bir çeşit hemşeri dayanışma dernekleri şekline bürünmesi ile “özgür bireyler” hükümetten avanta koparma yarışına koşmaktadırlar. Bu süreç emekçilerin daha fazla sınıf bilincinden uzaklaşıp kendi tepkisel, reaksiyoner milliyetçiliklerini besleyecektir.
Tüm bu gelişmelere rağmen Türkiye’deki piyasacıların keyfi çok yerinde değildir. Bir kere serbest, özgür yenidünya için gösterecekleri bir örnek, göğüslerini gere gere verecekleri bir ders filan yoktur. Hatta günümüzde sözlerinin neredeyse hepsini tekzip edecek gelişmeler yaşanmaktadır. ABD ve batı emperyalizmi, Irak ve Afganistan’da kanlı bir savaş sürdürmektedir, kapitalist ülkelerde bir yandan muhafazakârlık öte yandan ırkçılık artmaktadır, faşist partiler gittikçe daha yüksek oy almaktadır, yabancı düşmanlığı hızla tırmanmaktadır. Üstüne bir de kriz gelince sinirler bir hayli gerilmektedir. Tek tesellileri Obama’dir. Seçildiği vakit gösterdikleri aşırı sevinç kendilerini ele vermiştir. Kısacası işleri Obama’ya kalmıştır.
kaynak