Ne alakası var yaa?

Bu konuyu okuyanlar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

tugbagaleri

Profesör
Katılım
13 Mayıs 2006
Mesajlar
2,224
Reaksiyon puanı
46
Puanları
48
Engin Ardıç


Anayasa’da yer alsa da almasa da, Atatürk devrimlerinden geriye dönüş yoktur ve olamaz. Attila İlhan, kendisiyle sohbet etmeye gelen “dinci” bir gence “yazıyı da değiştirecek misiniz” diye sormuş, çocuk da “o zor iş be ağabey” demişti...

Örneğin, “cumhuriyet rejimi” hiçbir şekilde tartışmaya açılamaz. Açan da yoktur. Bugün bir Fransız’ın “kralcı” ya da “Napolyoncu” olması ne anlam taşırsa, bir Türk’ün padişahçı olması da aynı derecede gülünçtür. Kaldı ki, atalarının tahtına çıkmak isteyen hiçbir Osmanoğlu da yoktur ve bu konuyu açarsınız son derece tedirgin olur.

Başkentin Ankara olmasını da tartışan yoktur, üstelik bunu istemek de yasaktır. Yasak bir yana, başkentin yeniden İstanbul’a taşınmasının yaratacağı trilyonlarca yeni lira masrafın altından, petrol da bulsak kalkamayız.

Hilafet, tarihte kalmış bir mevkidir. Yeni bir Türk halifesi bulup çıkarsak, hiçbir Arap dönüp de bakmaz, lafını iplemez. İpleyecek olsaydı bunu 1914 yılında yapardı... İran’ın varlık nedeni zaten “sünni halifeye karşı çıkmak” üzerine kurulmuştur. Bir Türk halifesine ancak Pakistan, Malezya, Endonezya gibi ülkeler ilgi gösterebilirler ki, eh, göstermeseler de olur!...

Demek ki bu konularda geriye dönüşten korkmak bile abestir.

Gelelim şu ünlü altı oka...

“Devletçilik” ilkesi fiilen tarihe karışmıştır. Günümüzde “ulusalcılar” bile, birkaç sapığın dışında, devletçi değildirler. (Ekonomiden sözediyorum.)

“Devrimcilik” ilkesinin içi boşalmıştır. Atatürkçü geçinen bir sürü tutucu bürokratın ve bürokrat ruhlu gazetecinin neresi devrimcidir?

“Halkçılık” ilkesinin hiçbir anlamı kalmamıştır. Adı Halk Partisi olan parti bile halkçı değildir. Kaldı ki, her ne kadar amigolar ona “kömür dağıtıyor” diye küfür etseler bile, tutucu olduğu söylenen iktidar partisi bütün partilerden daha halkçı görünmektedir.

“Milliyetçilik”, eğer Türkiye’yi otuzlu yıllarda olduğu gibi “otarşik”, dışa kapalı, içine dönük, kendi yağıyla kavrulan, fakir ama onurlu bir ülke yapacaksa, buna ilk karşı çıkacak Sinan Aygün olmazsa yüzüme tükürün. Devlet Bahçeli, yabancı sermayesi kaçmış, borsası çökmüş, şirketleri batmış, işsizliği sekize katlanmış, parasının değeri dolara karşı beşe, avroya karşı ona düşmüş, ordusu silah ve mühimmat bulamayan bir “enkazın” başbuğu olmayı isteyecek midir?

“Cumhuriyetçilik” ilkesinden sözettik... Kalıyor “laiklik”...

Laiklik, din ve devlet işlerinin ayrılması, birinin ötekine karışmaması demektir. Bizde, dinin devlet tarafından baskı altına alınması, din adamları sınıfının memur zümresine indirgenmesi şeklinde uygulanmıştır. Kavga da bundan kopmaktadır.

Madem laiklik ilkesine bu kadar bağlısınız, onun gerçek uygulamasına he diyecek misiniz? Örneğin Fransa’daki Katolik Stanislas Koleji gibi bir dinci üniversite kurulabilir mi? Camiler, bakım masraflarını ve personel giderlerini, imamın da müezzinin de muvakkitin de maaşını başbakanlık bütçesinden değil de kendi döner sermayelerinden karşılayabilirler mi? Bu amaçla cemaatten para toplayabilirler mi? Tarikatlar, cizvitler gibi, kendi okullarını açabilirler mi?

Cizvitlerin Saint-Joseph, Saint-Michel gibi orta öğretim kurumları Lausanne Antlaşması’na göre ülkemizde serbestçe faaliyet gösterebiliyorlar, Aczmendi’ler de “Hazret-i Ömer Lisesi” açsınlar mı?

Hayır diyeceksiniz. O zaman hiç laiklik diye şişinmeyiniz, çünkü bugünkü uygulamanız da laiklik değildir.

Kalıyor kılık kıyafet, şapka, takvim, soyadı, alfabe, falan filan...

Şapka giymemekle hepimiz suç işlemekteyiz. Çünkü Atatürk “moda” kavramını hiç düşünmemiş. Birbirimize “bey, hanım, paşam” demekle de suç işlemekteyiz, işlem yapan yok. Soyadından vazgeçmekten daha büyük aptallık olamaz, göbek adım olan Halil’i rahmetli babamın adı Mustafa Şevki’yle birleştirsem, yazılarıma Osmanlı zagonunca “Halil Şevki” diye imza atsam şaşar kalırsınız, o herifin aslında Engin Ardıç olduğunu anlamanız üç ay sürer.

Herhalde başbakan da kendine, Kıbrıslılar gibi, “Recep Ahmet” dedirtmek istemeyecektir!

Latin alfabesi Türkçe’ye tam olarak uymamaktadır ama Arapça’dan daha iyi uymaktadır, orada da geriye dönüş imkânsıza yakın derecede zordur.

Kaldı ki, Japonya, Çin, en başta Rusya gibi ülkeler dev kalkınmalarını hangi alfabeyle yapmışlardır? Avrupa Birliği üyeleri Yunanistan ve Bulgaristan, Latin alfabesi mi kullanıyorlar?

Takvim... Açın bakın, anlı şanlı Hürriyet Gazetesi’nin üçüncü sayfasının başında 27 Recep 1428 yazıyor ama hiçbir amigosu bunu tartışmıyor...

Demek ki bir bardak suda fırtına koparmaya gerek de yok. Atatürk kolay kolay elden gitmez, korkmayın.

Ticaretiniz bu korkuyu körüklemek üzerine kurulu değilse tabii!...

[sub]aksam[/sub]
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Son mesajlar

Üst