Metafizik Gayb

  • Konuyu başlatan Konuyu başlatan tuvana
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi

tuvana

Doçent
Katılım
14 Şubat 2009
Mesajlar
816
Reaksiyon puanı
1
Puanları
0
Sonsuzluk anlaşılabilir mi?

Bir bardağa denizin yerleşmesi mümkün olmadığı gibi, sınırlı olan insan aklının da sonsuzu kavraması mümkün değildir. Şu var ki, insan sonsuzu anlamasa bile onun varlığını bilebilir. Bilmek, inanmak başka anlamak daha başkadır.

İnsanoğlu her şeyiyle sınırlı. Hayatının bir başlangıcı var. Her başlangıç bir sondan haber verdiği için bu hayatın bir de sonu olacaktır. İşte, başı ve sonu olan bu kısa hayat içerisinde, insan her yönüyle sınırlı işler görebiliyor. Gözü, mevcut ışınların ancak %2.5 kadarını görebiliyor. Kulağı sadece belli bir frekanstaki sesleri işitebiliyor.

Madde aleminde açıkça görünen bu hakikat, ruh aleminde de geçerli. İnsan aklı her şeyi anlayamıyor. Zira, öğrenmeye başlamasının bir başlangıcı var. Başlangıcı olan ilim sonsuz da olamıyor; tıpkı hayat gibi...

İnsan aklının aczinde başlangıç noktası, kendini anlayamamasıdır. Şu sınırlı akıl, henüz kendini anlamış değilken nasıl oluyor da sonsuzu anlamaya kalkışabiliyor?.. Üçün dörtten küçük olduğunu bilen insanoğlu, yine kesinlikle bilir ki, ben üçten dördü çıkarmaya kalkışırsam menfi bir netice ile karşılaşırım. Bunu bildiği halde, sınırlı olan aklına sonsuzluğu sıkıştırmaya çabalıyorsa, sonucun eksi sonsuz, yani sonsuz bir menfi olacağını da baştan kabul etmiş demektir.

İnsan sonsuzu anlayamaz, ama sonsuza inanabilir... Bu da insanoğluna büyük bir ilahî lütuftur. Yoksa, bütün sıfatları sonsuz olan Rabbine nasıl iman edecekti?..

Bu vadide insanoğluna bir mukayese imkanı, bir fikir yürütme, istidlalde bulunma gücü verilmiş. O, bu güç sayesinde çok iyi bilir ki, bu alemde benim bir başlangıcım ve sonum olduğu gibi, her şeyin de yine bir ilk ve son noktası var.

Başlangıcı olan her şey, bize şu iki hakikati birden ders verir: Beni yoktan yaratan bir zat var ve onun varlığı ezelidir. Aynı şekilde her son da bize ebedi bir zattan haber verir. Kendimize şu soruyu soralım: Senin anlayamadığın sadece sonsuzluk mu? Yer çekimini anlayabiliyor musun? Güneşin, gezegenlerini nasıl çekip çevirdiğini kavrayabiliyor musun? Ruhun, aklın, hayalin, hafızanın mahiyetlerini bilebiliyor musun? Elma ağacının içindeki o manevi fabrikayı izah edebilmiş misin? Yumurta nasıl oluyor da, uçan bir kuş oluyor? Nutfe dokuz ay sonra nasıl ağlıyor, görüyor, işitiyor? Bu alemde insanın göremedikleri gördüklerinden, anlayamadıkları anladıklarından, bilmedikleri bildiklerinden çok fazladır.

İnsanın, bu fani eşyayı anlamış gibi, bekayı anlamaya kalkışması onu en azından yorar. En azından diyorum, çünkü bu gibi yersiz arayışların insanı sersem etme ve yoldan çıkarma ihtimali de vardır...

İnsanın sonsuzu anlama gayreti iki ayrı sahada cereyan ediyor. Birisi, ilahi sıfatların sonsuzluğu, diğeri de ahiret hayatının sonsuzluğu... Bu ikisi arasında, gözden kaçmaması gereken önemli bir farklılık var. Ahiretteki sonsuzluktan söz edildiğinde, zihinlerde hemen zaman ve müddet kavramları canlanır. Sonu gelmeyen, tükenmeyen, fani olmayan, arızalanmayan bir hayat... Burada verilen hayatın geri alınmaması, baki kılınması söz konusudur. Bunu aklın almaması için bir sebep olmasa gerek..

Allah ın sıfatlarının sonsuzluğuna gelince: Onun kudreti sonsuzdur, demek, “ne kadar alem yaratırsa yaratsın kudretinde bir noksanlık olmaz” demektir. İlminin sonsuzluğu onun cehilden münezzeh olduğu manasınadır. Diğer sıfatlar da aynı şekilde, aynı mantık içerisinde değerlendirilmelidir. “Ezeli olan elbette ebedidir” hakikati, Cenabı Hakk ın zatı için de geçerlidir, sıfatları için de... Yani, onun bütün sıfatları sonsuzdur, ebedidir. Zira, hiçbiri sonradan var olmuş değildir; hepsi ezelidir.


Gayba iman ne demektir?

Gayb, “ gizli olan, görünmeyen” demektir. Kur’an-ı Kerim muttakilerden, yâni takva sahibi müminlerden bahsederken onların en büyük özelliği olarak “gayba imanlarını” gösterir. “Onlar –o muttakiler- gayba iman ederler”(Bakara Sûresi,3) mealindeki âyet-i kerimeyi tefsir eden âlimlerimiz, gayba imana iki şekilde mânâ verirler. Birincisi, “Onlar görmedikleri halde, aklî ve naklî delillere dayanarak iman ederler.” Diğeri ise, “Onlar gıyaben dahi iman ederler.” Yâni münafıklar gibi sadece müminler arasında değil, gıyaben de Allah’a ve resulüne (asm.) iman ederler.

Gayb iki ayrı mânâya gelir: Birincisi, hakkında hiçbir şey bilmediğimiz, yalnız Allah’ın malûmu olan haller, hâdiseler, âlemlerdir ki, bunlar imana konu değildirler. İman, bu gayb için değil, ancak Kur’anın haber verdiği ve Peygamber Efendimizin (asm.), hakkında açıklamalardan bulunduğu gayb için söz konusudur.

“Bizce gayb, görülemeyen değil, görülmeyen demektir. Biz delilsiz olan gayba değil, delili olan gayb-ı mâkule iman ediyoruz.” (Hak Dini Kur’an Dili)

“Gayba iman” denilince akla ilk gelen, Allah’a ve diğer iman rükünlerine imandır. Bunlar hep gaybdır.

İnanmada ilk adım kalben tasdiktir. Bu tasdikin başlangıcı da anlamak. Beş duyu anlamaya, anlama da inanmaya yardımcı olur. Sadece beş duyunun sınırları içinde dolaşan, onları aşamayan insanlar, hükmen hayvanlıktan kurtulmuş değillerdir. His ile bilme, hayvanların sahası; hissini akla hizmet ettirip anlama, kavrama ve nihayet inanma ise insanın vazifesidir.

İnsan bir meyve ağacına bakmakta hayvanla müşterektir. O ağacın içinde harika bir fabrikanın çalıştığını, yapraklarında fotosentez olayının cereyan ettiğini, o meyvelerin bütün bir ağaçtan, hatta kâinattan, süzülerek meydana geldiğini ise ancak o insan kavrayabilir.

Onun için, mutlak mânâda “insan” denilince, gayba iman eden “mü’min” hatıra gelmelidir.

İşte, o gayba inananlardır ki, nimette boğulmaz, mün’imi, yâni o nimeti ihsan edeni tanırlar. Esere saplanıp kalmaz, o eseri yapan Hâlik’ı tanır ve bilirler. Gayba inanmayanlar ise, sofranın tabakları, kitabın yaprakları, yahut fabrikanın bölmeleri arasında dolaşıp duran bir böcek gibi, bu âlem ve içindekilerden, hakiki mânâda, istifade edemez, hayatlarını zâyi eder giderler.

Cinler gaybı bilirler mi?

Kuran-ı Kerim’de Hz. Süleyman’ın vefatından bahseden ayette: “Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.”(34:14.) buyurulmaktadır.

Bu ayetten, Hz. Süleyman’ın, değneğine dayanmış vaziyette dururken öldüğü, ağaç kurdunun değneği çürütmesi sonucunda Hz. Süleyman’ın yere düşmesiyle öldüğünün anlaşıldığı, fakat öldüğü halde değneğe dayalı vaziyette ayakta durduğu sürece kendisini sağ zanneden cinlerin çalışmaya devam ettikleri anlaşılıyor. Ayetin devamında da cinlerin gaybı bilmedikleri, zira gaybı bilselerdi Hz. Süleyman’ın öldüğünü fark edip, uzun süre onur kırıcı ağır işler altında çalışmayacakları anlatılıyor. Demek ki cinler gaybı bilmiyor. Hatta değil gaybı bilmek, misalde olduğu gibi, bazen gözleri önünde cereyan eden bir olayı bile anlayamayabilirler.

Müfessir Razi de şöyle der: “Süleyman (a.s), bazen gündüz ve gece, tam bir gün ayakta Allah’a ibadet ederdi. Hatta bazen daha da uzatırdı. Bir asası vardı, ona dayanarak Rabbinin huzurunda dururdu. İşte böyle ibadet ettiği bir sırada, değneğine dayalı olarak vefat ettirildi. Askerleri kendisini ibadette sanıyorlardı. Böylece günler, aylar geçti. Sonra Allah, işin ortaya çıkmasını isteyince kurt, Hz. Süleyman’ın değneğini kemirerek çürüttü ve Süleyman (a.s) yere düştü. Hz. Süleyman’ın öldüğünü daha önce fark etmeyen ve kendilerinin gaybı bildiklerini sanan cinler, bu durum karşısında gaybı bilmediklerini anladılar. Çünkü gaybı bilselerdi, Hz. Süleyman öldüğü halde uzun süre ağır işlerde çalışmaya devam etmezlerdi. Gerçi cinler, insanların bilmedikleri bazı şeyleri bilirler ama bu gaybı bilmek demek değildir. Sadece onların bilgi alanı, insanlarınkinden geniştir. Fakat onların bilgisi de sınırlıdır. Ve onlar da sadece eşyanın dış yüzünü bilirler. Onların bilgisi, insanlarınkinden daha gizli, daha derin olmakla beraber onlar da gaybı bilmezler. Gaybı bilmek ancak Allah’a mahsustur".(Razi, Mefatihu'l-Gayb, XXV, 250. )

Cinlerin bizden daha uzun yaşamaktadırlar. Buna bir yere gitme, bir kaynağa ulaşma konusunda sahip oldukları hız da eklenirse, elbette ilimleri ve bilgi kapasiteleri insanlarınkinden farklı olabileceği daha iyi anlaşılır. .

Alaaddin Başar (Prof.Dr.)
Sorularla İslamiyet | Sorularlaislamiyet.com
 
Üst