Kulak hırsızlığı yapan cinlerin taşlanması ne demektir?
Cinlerin ve cinlerin kafirleri olan şeytanların, Peygamberimizden önce gökyüzüne tırmanıp bazı olaylar ve haberler hakkında önceden malumat sahibi olduklarına, gerek ayet-i kerimelerde gerekse hadisi şeriflerde işaret edilmektedir. Mesela: “Onlar, artık mele-i a'lâ'ya (yüce topluluğa) kulak veremezler. Her taraftan taşlanırlar. Kovulup atılırlar. Ve onlar için sürekli bir azap vardır. Ancak (meleklerin konuşmalarından) bir söz kapan olursa, onu da delip geçen bir parlak ışık takip eder.” Ayetleri ile “Andolsun ki biz, (dünyaya) en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık.” Ve “Doğrusu biz (cinler), göğü yokladık, fakat onu sert bekçilerle, alev huzmeleriyle doldurulmuş bulduk. Halbuki, (daha önce) biz onun bazı kısımlarında (haber) dinlemek için oturacak yerler (bulup) oturuyorduk; fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev huzmesi buluyor.” Ayetleri bunlardan bazılarıdır.(1)
Peygamberimiz (s.a.v) doğduğu andan ve özellikle vahiy gelmeye başladığı andan itibaren casus cinlerin ve şeytanların kahinlerle olan irtibatlarına gölge düştü. Zaten getirdikleri haberlerden bir tanesi doğruysa yüz de yalan ilave ederek anlatıp kahinleri kandırıyorlardı. Yüzde biri doğru çıktığı için kısmen insanları aldatmaya muvaffak olan kahinler artık kimseyi aldatamaz oldular. Bu konuda Kur’an-ı Kerimde;
“Onları, taşlanmış (kovulmuş) her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı eden müstesna. Onun da peşine açık bir alev sütunu düşmüştür.” Ve “Şüphesiz onlar, vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır. Ve (gökyüzünü) itaat dışına çıkan her şeytandan koruduk”(2) buyurulmaktadır.
Bu yüzden onların başları veya amirleri durumunda olanlar emirlerinde çalışan diğer cinleri, kendilerine gök kapılarının neden kapatıldığını öğrenmeleri için yeryüzüne dağılmak ve araştırmak üzere gönderdiler.(3)
Kahinler yoluyla cinlere casusluk yaptırıldığı konusunda Bediüzzaman da şöyle demektedir:
“Rasül-i Ekrem (s.a.v) dünyaya geldikten sonra, özellikle veladet/doğum gecesinde, yıldızların düşmesinin çoğalmasıdır ki; şu hâdise; şu yıldızların düşmesi, şeytanların ve cinlerin gaybe ait haberlerden kesilmesine alâmet ve işarettir. İşte madem Rasül-i Ekrem (s.a.v) vahiy ile dünyaya çıktı; elbette yarım yamalak ve yalanlar ile karışık, kâhinlerin ve gaipten haber verenlerin ve cinlerin ihbarlarına set çekmek lâzımdır ki, vahye bir şüphe îras etmesinler ve vahye benzemesin. Evet bi’setten, yani peygamberlikten evvel kâhinlik çoktu. Kur'an nâzil olduktan sonra onlara son verdi. Hattâ çok kâhinler imana geldiler. Çünkü daha cinler taifesinden olan muhbirlerini bulamadılar. Demek Kur'an hâtime çekmişti. İşte eski zaman kâhinleri gibi, şimdi de medyumlar suretinde yine bir nevi kâhinlik Avrupa'da ispritizmacıların içlerinde baş göstermiş.”(4)
Yine başka bir yerde şöyle demektedir:
“Hazret-i Peygamber (sav)’in çıkışı zamanında; “Yıldızlar dökülüp yayıldığı zaman...” (82:2) ayetinin bir numunesini gösterir bir tarzda, şeytanların taşlanmasına alâmet olan yıldızların düşmesi çok defa gerçekleşmiştir. Ehli tahkikin nazarında; o zaman vahiy zamanı geldiğinden, vahye şüphe gelmemek için, kâhinler gibi, gaybî ve cinler vasıtasıyla semavî haberlerine karışanlara set çekmeye alâmet ve işaret olmakla beraber, Hz. Muhammed (sav)’in, cinlere ve insanlara mebus olarak gelmesinin semavat ehlince bir şenlik, bir bayram gibi, bir sevinç ve sürur alâmeti olduğuna, keşif ve hakikat ehli hükmetmişlerdir.”(5)
(1) Saffat, 37/8, 9, 10;
(2) Hicir, 15/17-18;
(3) Buhari, Ezan, 105, Tefsir, 72/1;
(4) Mektubat, 178.
(5) Barla Lahikası, 287.
Kuran’da, Hz. Süleyman' a cinlerin "ifrit" denilen bir kısmından hizmetcileri olduğu ifade edilmektedir. Bu hadiseyi ve ifrit cinleri açıklar mısınız ?
Cinlerden bir kısmına ifrit deniliyor. Ragıb el-İsfehanî, ifritin, pis, çetin anlamına geldiğini söylemiştir. Yazır, bundan hareketle, Şeytan gibi insan hakkında da kullanıldığını, ifrit ve nifrit şeklinde ifade edildiğini kaydeder. İbn-i Kuteybe ise, “İfrit, yaratılışı kuvvetli, demektir. (1) Şibli ise, Ebu Amr b. Abdülberr’den naklen; “Lisanı iyi bilen kelam alimleri cinleri dereceler halinde zikrederler. Yalın olarak cin dediklerinde “Cinni” derler. İnsanlarla birlikte oturanını kastettiklerinde “âmir”, çoğulunda “ummar” derler.(2) Demek ki ifrit, kötülük ve pislikte son dereceyi bulmuş ve şeytanlıkta ileri gitmiş, tuttuğunu devirir, kuvvetli, becerikli, ele avuca girmez biri demektir. İnsana da denildiği için ayette “cinden” diye açıklanmıştır.(3)
Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de; “Cinlerden bir ifrit, ‘Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm ve güvenim var.’ Dedi. Kitaptan ilmi olan kimse ise, ‘Gözünü açıp kapamadan, ben onu sana getirebilirim’ dedi. (Süleyman) onu (Melikenin tahtını) yanı başına yerleşivermiş görünce, ‘Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye, beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbin müstağnidir (şükre ihtiyacı olmayan), çok kerem sahibidir.”(27:39-40) buyurulmaktadır.
Burada ifritlerin neler yapabileceğine işaret edilmekle beraber, celp ilmini bilen bir alimin de onlardan daha seri olarak bazı işleri yapabileceği anlatılmaktadır. Nitekim tefsirciler bu işi yapan kişinin Hz. Süleyman’ın adamlarından biri olduğuna kanidirler. Ancak bu kişinin kim olduğu hakkında değişik şeyler söylenmiştir. İbn Mes’ud (r.a) bunun Hızır (a.s) olduğunu söylemiştir(4). İbn Abbas’ın meşhur görüşüne göre ise, bu kişi, Hz. Süleyman’ın vezirlerinden Asaf b. Berhıya’dır ki, sadık ve doğru bir kişiliğe sahiptir.(5) Tefsircilerin çoğunluğu bu isim üzerinde birleşmektedir. Aradaki mesafenin ise, iki aylık bir mesafe olduğu kaydedilmektedir.(6) Bu zat, dua edildiği zaman Allah’ın mutlaka kabul edeceği “İsm-i A’zam” duasını biliyordu. Hz. Süleyman’ın bir mucizesi olarak veziri böyle bir keramet göstermiştir.
Bu konuda, Bediüzzaman “Sözler” adlı eserinde şöyle diyor:
“Hazret-i Süleyman (a.s)’a Belkıs’ın tahtını yanına getirtmek için vezirlerinden celp (eşyayı bir yerden bir yere nakletme) ilmini bilen bir alim dedi ki: “Gözünüzü açıp kapayıncaya kadar sizin yanınızda o tahtı hazır ederim” olan hârika hadiseye delalet eden şu âyet:
قَالَ الَّذِى عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ اْلكِتَابِ اَنَا اَتِيكَ بِهِ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَ فَلَمَّا رَاَهُ مُسْتَقِرًّا عِنْدَهُ
i؛aret ediyor ki: Uzak mesafelerden e؛yayı aynen veya ؛eklen getirip hazır etmek mümkündür. Hem vakidir ki; peygamberliğiyle beraber saltanatla mü؛erref olan Hazret-i Süleyman (a.s), hem masumiyetine, hem de adaletine medar olmak için pek geni؛ olan aktar-ı memleketine bizzât zahmetsiz muttali olmak ve raiyetinin ahvalini gِrmek ve dertlerini i؛itmek; bir mucize suretinde Cenab-ı Hak ihsan etmi؛tir. Demek, Cenab-ı Hakk'a itimat edip Süleyman (a.s)’ın lisan-ı ismetiyle istediği gibi, o da lisan-ı istidadıyla Cenab-ı Hak'tan istese ve âdet kanunlarına ve inayetine uygun olarak hareket etse; ona dünya, bir ؛ehir hükmüne geçebilir. Demek taht-ı Belkıs Yemen'de iken, ھam'da aynıyla veyahut suretiyle hazır olmu؛tur, gِrülmü؛tür. Elbette taht etrafındaki adamların suretleri ile beraber sesleri de i؛itilmi؛tir. İ؛te uzak mesafede, celb-i surete ve sese ha؛metli bir surette i؛aret ediyor ….(7)
Nitekim Bediüzzaman’ın temas ettiği hususlar ؛imdi gerçekle؛mi؛tir. Gerek İNTERNET, gerek RADYO veya TELEVİZYON yoluyla, kapalı devre yayınlar ve marifetli kameralar yolu ile naklen yayın yapmak, multi vizyon veya sine vizyon yoluyla konu؛malar yapmak, her yere bağlanan monitِrler ve uydu aracılığı ile yayınlar yapmak ve dünyayı kontrol altında tutmak mümkün hale gelmi؛tir. Güncel deyimiyle, dünya küreselle؛mi؛ ve her türlü faaliyetler aktiflik kazanmı؛tır. Bir bakıma dünya artık bir binanın deği؛ik katları ve daireleri, odaları kadar birbirine yakın hale gelmi؛tir. Ayetin buna i؛aret etmesi bir çe؛it mucize olarak gerçekle؛mi؛, Kur’an’ın ِlümsüzlüğüne ve evrenselliğine bir kere daha imza atılmı؛tır.
(1) Yazır, Hak Dini, VI, 142.
(2) ھibli, Cinlerin Esrarı, s. 65.
(3) Yazır, Hak Dini, VI, 143.
(4) Alûsî, Ruhu’l-Meani, X, 203.
(5) Süyuti, ed-Dürrü’l-Mensur, VI, 360.
(6) Yaz‎r, Hak Dini, VI; 144.
(7) Sِzler, 20. Sِz, (256-257).
Arif Arslan
sorularlaislamiyet
Cinlerin ve cinlerin kafirleri olan şeytanların, Peygamberimizden önce gökyüzüne tırmanıp bazı olaylar ve haberler hakkında önceden malumat sahibi olduklarına, gerek ayet-i kerimelerde gerekse hadisi şeriflerde işaret edilmektedir. Mesela: “Onlar, artık mele-i a'lâ'ya (yüce topluluğa) kulak veremezler. Her taraftan taşlanırlar. Kovulup atılırlar. Ve onlar için sürekli bir azap vardır. Ancak (meleklerin konuşmalarından) bir söz kapan olursa, onu da delip geçen bir parlak ışık takip eder.” Ayetleri ile “Andolsun ki biz, (dünyaya) en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık.” Ve “Doğrusu biz (cinler), göğü yokladık, fakat onu sert bekçilerle, alev huzmeleriyle doldurulmuş bulduk. Halbuki, (daha önce) biz onun bazı kısımlarında (haber) dinlemek için oturacak yerler (bulup) oturuyorduk; fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev huzmesi buluyor.” Ayetleri bunlardan bazılarıdır.(1)
Peygamberimiz (s.a.v) doğduğu andan ve özellikle vahiy gelmeye başladığı andan itibaren casus cinlerin ve şeytanların kahinlerle olan irtibatlarına gölge düştü. Zaten getirdikleri haberlerden bir tanesi doğruysa yüz de yalan ilave ederek anlatıp kahinleri kandırıyorlardı. Yüzde biri doğru çıktığı için kısmen insanları aldatmaya muvaffak olan kahinler artık kimseyi aldatamaz oldular. Bu konuda Kur’an-ı Kerimde;
“Onları, taşlanmış (kovulmuş) her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı eden müstesna. Onun da peşine açık bir alev sütunu düşmüştür.” Ve “Şüphesiz onlar, vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır. Ve (gökyüzünü) itaat dışına çıkan her şeytandan koruduk”(2) buyurulmaktadır.
Bu yüzden onların başları veya amirleri durumunda olanlar emirlerinde çalışan diğer cinleri, kendilerine gök kapılarının neden kapatıldığını öğrenmeleri için yeryüzüne dağılmak ve araştırmak üzere gönderdiler.(3)
Kahinler yoluyla cinlere casusluk yaptırıldığı konusunda Bediüzzaman da şöyle demektedir:
“Rasül-i Ekrem (s.a.v) dünyaya geldikten sonra, özellikle veladet/doğum gecesinde, yıldızların düşmesinin çoğalmasıdır ki; şu hâdise; şu yıldızların düşmesi, şeytanların ve cinlerin gaybe ait haberlerden kesilmesine alâmet ve işarettir. İşte madem Rasül-i Ekrem (s.a.v) vahiy ile dünyaya çıktı; elbette yarım yamalak ve yalanlar ile karışık, kâhinlerin ve gaipten haber verenlerin ve cinlerin ihbarlarına set çekmek lâzımdır ki, vahye bir şüphe îras etmesinler ve vahye benzemesin. Evet bi’setten, yani peygamberlikten evvel kâhinlik çoktu. Kur'an nâzil olduktan sonra onlara son verdi. Hattâ çok kâhinler imana geldiler. Çünkü daha cinler taifesinden olan muhbirlerini bulamadılar. Demek Kur'an hâtime çekmişti. İşte eski zaman kâhinleri gibi, şimdi de medyumlar suretinde yine bir nevi kâhinlik Avrupa'da ispritizmacıların içlerinde baş göstermiş.”(4)
Yine başka bir yerde şöyle demektedir:
“Hazret-i Peygamber (sav)’in çıkışı zamanında; “Yıldızlar dökülüp yayıldığı zaman...” (82:2) ayetinin bir numunesini gösterir bir tarzda, şeytanların taşlanmasına alâmet olan yıldızların düşmesi çok defa gerçekleşmiştir. Ehli tahkikin nazarında; o zaman vahiy zamanı geldiğinden, vahye şüphe gelmemek için, kâhinler gibi, gaybî ve cinler vasıtasıyla semavî haberlerine karışanlara set çekmeye alâmet ve işaret olmakla beraber, Hz. Muhammed (sav)’in, cinlere ve insanlara mebus olarak gelmesinin semavat ehlince bir şenlik, bir bayram gibi, bir sevinç ve sürur alâmeti olduğuna, keşif ve hakikat ehli hükmetmişlerdir.”(5)
(1) Saffat, 37/8, 9, 10;
(2) Hicir, 15/17-18;
(3) Buhari, Ezan, 105, Tefsir, 72/1;
(4) Mektubat, 178.
(5) Barla Lahikası, 287.
Kuran’da, Hz. Süleyman' a cinlerin "ifrit" denilen bir kısmından hizmetcileri olduğu ifade edilmektedir. Bu hadiseyi ve ifrit cinleri açıklar mısınız ?
Cinlerden bir kısmına ifrit deniliyor. Ragıb el-İsfehanî, ifritin, pis, çetin anlamına geldiğini söylemiştir. Yazır, bundan hareketle, Şeytan gibi insan hakkında da kullanıldığını, ifrit ve nifrit şeklinde ifade edildiğini kaydeder. İbn-i Kuteybe ise, “İfrit, yaratılışı kuvvetli, demektir. (1) Şibli ise, Ebu Amr b. Abdülberr’den naklen; “Lisanı iyi bilen kelam alimleri cinleri dereceler halinde zikrederler. Yalın olarak cin dediklerinde “Cinni” derler. İnsanlarla birlikte oturanını kastettiklerinde “âmir”, çoğulunda “ummar” derler.(2) Demek ki ifrit, kötülük ve pislikte son dereceyi bulmuş ve şeytanlıkta ileri gitmiş, tuttuğunu devirir, kuvvetli, becerikli, ele avuca girmez biri demektir. İnsana da denildiği için ayette “cinden” diye açıklanmıştır.(3)
Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de; “Cinlerden bir ifrit, ‘Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm ve güvenim var.’ Dedi. Kitaptan ilmi olan kimse ise, ‘Gözünü açıp kapamadan, ben onu sana getirebilirim’ dedi. (Süleyman) onu (Melikenin tahtını) yanı başına yerleşivermiş görünce, ‘Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye, beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbin müstağnidir (şükre ihtiyacı olmayan), çok kerem sahibidir.”(27:39-40) buyurulmaktadır.
Burada ifritlerin neler yapabileceğine işaret edilmekle beraber, celp ilmini bilen bir alimin de onlardan daha seri olarak bazı işleri yapabileceği anlatılmaktadır. Nitekim tefsirciler bu işi yapan kişinin Hz. Süleyman’ın adamlarından biri olduğuna kanidirler. Ancak bu kişinin kim olduğu hakkında değişik şeyler söylenmiştir. İbn Mes’ud (r.a) bunun Hızır (a.s) olduğunu söylemiştir(4). İbn Abbas’ın meşhur görüşüne göre ise, bu kişi, Hz. Süleyman’ın vezirlerinden Asaf b. Berhıya’dır ki, sadık ve doğru bir kişiliğe sahiptir.(5) Tefsircilerin çoğunluğu bu isim üzerinde birleşmektedir. Aradaki mesafenin ise, iki aylık bir mesafe olduğu kaydedilmektedir.(6) Bu zat, dua edildiği zaman Allah’ın mutlaka kabul edeceği “İsm-i A’zam” duasını biliyordu. Hz. Süleyman’ın bir mucizesi olarak veziri böyle bir keramet göstermiştir.
Bu konuda, Bediüzzaman “Sözler” adlı eserinde şöyle diyor:
“Hazret-i Süleyman (a.s)’a Belkıs’ın tahtını yanına getirtmek için vezirlerinden celp (eşyayı bir yerden bir yere nakletme) ilmini bilen bir alim dedi ki: “Gözünüzü açıp kapayıncaya kadar sizin yanınızda o tahtı hazır ederim” olan hârika hadiseye delalet eden şu âyet:
قَالَ الَّذِى عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ اْلكِتَابِ اَنَا اَتِيكَ بِهِ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَ فَلَمَّا رَاَهُ مُسْتَقِرًّا عِنْدَهُ
i؛aret ediyor ki: Uzak mesafelerden e؛yayı aynen veya ؛eklen getirip hazır etmek mümkündür. Hem vakidir ki; peygamberliğiyle beraber saltanatla mü؛erref olan Hazret-i Süleyman (a.s), hem masumiyetine, hem de adaletine medar olmak için pek geni؛ olan aktar-ı memleketine bizzât zahmetsiz muttali olmak ve raiyetinin ahvalini gِrmek ve dertlerini i؛itmek; bir mucize suretinde Cenab-ı Hak ihsan etmi؛tir. Demek, Cenab-ı Hakk'a itimat edip Süleyman (a.s)’ın lisan-ı ismetiyle istediği gibi, o da lisan-ı istidadıyla Cenab-ı Hak'tan istese ve âdet kanunlarına ve inayetine uygun olarak hareket etse; ona dünya, bir ؛ehir hükmüne geçebilir. Demek taht-ı Belkıs Yemen'de iken, ھam'da aynıyla veyahut suretiyle hazır olmu؛tur, gِrülmü؛tür. Elbette taht etrafındaki adamların suretleri ile beraber sesleri de i؛itilmi؛tir. İ؛te uzak mesafede, celb-i surete ve sese ha؛metli bir surette i؛aret ediyor ….(7)
Nitekim Bediüzzaman’ın temas ettiği hususlar ؛imdi gerçekle؛mi؛tir. Gerek İNTERNET, gerek RADYO veya TELEVİZYON yoluyla, kapalı devre yayınlar ve marifetli kameralar yolu ile naklen yayın yapmak, multi vizyon veya sine vizyon yoluyla konu؛malar yapmak, her yere bağlanan monitِrler ve uydu aracılığı ile yayınlar yapmak ve dünyayı kontrol altında tutmak mümkün hale gelmi؛tir. Güncel deyimiyle, dünya küreselle؛mi؛ ve her türlü faaliyetler aktiflik kazanmı؛tır. Bir bakıma dünya artık bir binanın deği؛ik katları ve daireleri, odaları kadar birbirine yakın hale gelmi؛tir. Ayetin buna i؛aret etmesi bir çe؛it mucize olarak gerçekle؛mi؛, Kur’an’ın ِlümsüzlüğüne ve evrenselliğine bir kere daha imza atılmı؛tır.
(1) Yazır, Hak Dini, VI, 142.
(2) ھibli, Cinlerin Esrarı, s. 65.
(3) Yazır, Hak Dini, VI, 143.
(4) Alûsî, Ruhu’l-Meani, X, 203.
(5) Süyuti, ed-Dürrü’l-Mensur, VI, 360.
(6) Yaz‎r, Hak Dini, VI; 144.
(7) Sِzler, 20. Sِz, (256-257).
Arif Arslan
sorularlaislamiyet