Kur'anı Kerime göre hz.Muhammed[sav]

Bu konuyu okuyanlar

yemliha

Asistan
Katılım
4 Mart 2009
Mesajlar
133
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
KUR’AN-I KERİME GÖRE HZ.MUHAMMED(a.s.)


Prof.Dr.Lütfullah CEBECİ
A.Ü. İlahiyat Fakültesi Erzurum


GİRİŞ

Her dinin bir ana kitabı veya ona benzer bir ana kaynağı vardır. O din açısından herhangibir konunun manasını, yerini ve önemini anlamak için o kitaba ve kaynağa başvurmak gerekir. Bu herkes ve her din için geçerli bir kaidedir.


İslam Dini’nin ana kitabı, bilindiği gibi Kur’an-ı Kerim’dir. Müslüman olanlar bir tarafa, yabancı birisi bile birşeyi İslam’a göre anlamak ve anlatmak istediğinde Kur’an’a başvurmak zorundadır. Çünkü İslam açısından herbirşeyin değerini-ederini o söyler. Aksi yapıldığı zaman dürüst davranılmamışolur ve bunu yapanın gayesinin bilgi elde etmekten çok insanları aldatmak olduğu anlaşılır.


İslamın tarihinde zaman zaman olduğu gibi , günümüzde de bir çok insan “Kur’an’a dönmek”ten bahsetmektedir. Bizce de Kur’an’a dönmek ve her konuda onu esas almak gerekmektedir. Ama Kur’an’a dönmenin de samimi ve gayr-i samimi şekilleri olduğunu unutmamak lazım.


Biz bugün, bu yazımızda, samimi, tarafsız ve saplantısız olarak, bir konuda Kur’an’a dönmek ve sorumuzun cevabını ondan almak istiyoruz. Sorumuz şu: “Hz.Muhammed’in İslam Dini’ndeki yeri, konumu, kimliği ve yetkileri nedir? Mümin ve müslüman olduğunu söyleyenlerin, onu nasıl kabul etmeleri ve ona karşı nasıl bir tavır takınmaları gerekmektedir?” Bu soruların cevabını sadece ve sadece Kur’an’ın ayetlerine dayanarak arayacağız ve bunu yaparken, ayetleri keyfimize göre zorlamayacağız, açık ve net anlamlarını esas alacağız. Dolayısıyla ulaşacağımız netice, mümin ve müslüman olduğunu söyleyen herkesi bağlayıcı olacaktır.


Çünkü mümin olduğunuzu iddia ediyorsanız, Kur’an’ın açık bir şekilde ifade ettiği bir konuya aykırı inanamaz ve aksini kabul edemezsiniz. Ancak inançsız iseniz veya bir başka dinin mümini iseniz, Kur’an’ın söylediklerine itiraz hakkınız olabilir; onu tenkid edebilir; onun ortaya koyduğunu reddedebilir; onun aksine bir inanç, kanaat ve düşünceye sahib olabilir; karşı fikir ileri sürebilirsiniz ve mesela Kur’an’ın haram saydığı birşey için, “Bana göre bu helal...” diyebilirsiniz. Ama islama göre birşey anlamak ve anlatmak isterseniz, İslam’ın kitabı ne diyorsa onu söylemek mecburiyetindesiniz.


Bu kaide, Kur’an’ın açık ve net olarak anlaşılabilen ayetleri içindir. Ayrıca bu söz, “Kur’an’daki hiçbirşey üzerinde düşünülmez, olduğu gibi kabul edilir.” anlamında değildir. Yoruma açık konularda elbette inananlar arasında da farklı kanaat ve düşünceler olacaktır. Ama bazı konular vardır ki yoruma gerek kalmaksızın anlaşılmaktadır. İşte bunları yorumlayarak farklı kanaat ve inanç çıkarmaya çalışmak, samimiyetsizlikten ve, Kur’an ifadesi ile eğri kalblilik” (Al-i İmran,6)ten başka birşey değildir.


İşte bu yüzden, yukarıda işaret ettiğimiz soruların cevabı olarak, cehalet ve aşırı sevgiden dolayı söylenen sözler istisna, ondört asırdır Ehl-i Sünnet çizgisindeki insanların genel hatları ile Kur’an’dan anladığı ve inandığı, tarafsız insanların da anlayabileceği bir inancı sunacağız. Dolayısıyla soru ve cevabı zor olmadığı halde ve birçok insanca bilinmesine rağmen, bizim dışımızda oluşturulan gündemler, bu cevabı yeniden hatırlamamızı gerekli kılmıştır.Ayetleri ele alırken de görülebileceği gibi, konumuz ve sorumuz net konulardan biridir. Hem sonra bu soruların cevabının fazla bir orjinalliği de yoktur. Orjinal olması için ilk defa söyleniyor olması ve daha önce bulunamamış-bilinememiş olması gerekir.


KUR’AN-I KERİM’E GÖRE Hz.MUHAMMED(S.A.V)

Bu konuyu incelerken, ilk nazarda beşyüz civarında ayetin konumuzla ilgili olduğunu görürüsünüz. Bir konu için bu kadar çok ayetin bulunması o meselenin öneminin de bir göstergesidir. Bu ayetlerin hepsini tek tek ele almak, bir tebliğ için mümkin olmayacağına göre, benzerlerini bir araya getirip, ana konulara temas etmek ve bazı örnek ayetler sunmaktan başka çare yok.


Kur’an-ı Kerim’i gözden geçirirken görürsünüz ki peygamberlik konusu ve Hz.Muhammed(a.s.), üzerinde en çok durulan hususlardan biridir. Çünkü peygamberliğin ne demek olduğunu doğru bir şekilde anlayıp benimseyememiş iseniz ve bir dinin peygamberini yerli yerine oturtamamışsanız, bundan sonraki bütün konuları karıştırır ve yanlışlardan kurtulamazsınız. O zaman din, dinolmaktan çıkar. Çünkü vahyi, yani Allah’ın mesajını size getiren ilk el O... Onu yanlış anlar ve yanlış konumlandırırsanız, getirdiğini sağlıklı anlama şansını büyük oranda yitirirsiniz..


Bu önemden dolayı Kur’an-ı Kerim, çeşitli surelerinde ve çeşitli vesilelerle birçok ayetinde Hz.Muhammed(a.s.)’i değişik açılardan bize tanıtıyor; yetkilerinin ve sınırlarının neler olup, neler olmadığını anlatıyor. İstiyor ki ne yahudilerin geçmişte yaptığı gibi, peygamberi hafife alalım; ne de bazı hristiyanlar gibi ona uluhiyetten bir pay verelim...


O da bir insan

Kur’an’ın Hz.Muhammed(a.s.) ile ilgili olarak üzerinde en çok durduğu hususlardan biri. onun da bizim gibi bir insan olduğudur. Bu yüzden Cenab-ı Allah ona, sık sık, “Ben ancak sizin gibi bir insanım.”(Fussilet,6) demesini emrediyor. Yani bir insanda yaratılış itibarı ile hangi özellikler varsa, onda da var. Dolayısıyla o da diğer insanlar gibi ölümü tadacaktır. Bunun için ona hitaben “Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler.” (Zümer,30) buyuruluyor. Müşrikler, “Bu nasıl peygamber; yemek yiyor, çarşı-pazar geziyor. Gerçekten peygamber ise, ona bir melek indirilseydi ya, yahut ona (gökten) bir hazine atılsaydı; yahut onun bir (güzel) bahçesi olsaydı, yerden gözeler fışkırtsaydı, göklere çıksaydı, yahut (som) altından yapılmış bir evi olsaydı..” gibi görüşler (Furkan,7-8; İsra,93) ileri sürdüğünde, Kur’an bütün peygamberlerin birer insan olduğunu; Hz.Muhammed’in de onlar gibi, “bir insan peygamber” (İsra,93) olduğunu vurgulamıştır.


Allah Teala Hz.Muhammed(a.s.)’e “Ben kendim için , Allah’ın dilediğinden başka bir fayda ve zarar vermeye sahip değilim.” (Yunus,49); “Ben size, “Allah’ın hazineleri benim elimde...” demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Ben melek olduğumu da söylemiyorum. Ben ancak bana vahy olunana uyuyorum...” (En’am,50) demesini emrediyor. Bütün bunlar sadece ve sadece, onun da bir insan olduğunu iyice anlatmak ve insanların yanlış peygamber telakkilerini düzeltmek içindir. Çünkü bu noktadaki yanlışlar, tarihte de görüldüğü gibi, dinin özünü tehdit eden başka büyük yanlışlara sebeb olmaktadır.


Kur’an-ı Kerim, Hz.Muhammed(a.s.)’in insan oluşunu böyle direkt ifadelerle anlatmakla da kalmıyor, birçok dolaylı işaretlerle de sık sık hatırlatıyor. Mesela ona hitaben “Eğer sana ilim(vahiy ile bilgi) geldikten sonra o(kafirlerin) heva-ü heveslerine uyarsan, o zaman şüphesiz zalimlerden olursun.” (Bakara,145) buyurulurken, bir insan olarak hata etme riskine sahip olduğuna işaret edilmektedir. Yine “Ey peygamber Allah’dan kork; kafirlere ve münafıklara uyma. Şüphesiz Allah hakkıyla bilen ve sonsuz hikmet sahibi olandır. Rabbinden sana vahyedilene uy... Allah’a tevekkül et... Allah, (sen de dahil) hiçbir adamın içinde iki kalb yaratmamıştır..” (Ahzab,1-4) buyurulurken, onun, iyi niyetle de olsa, bir insan olduğu için, başkalarının tesirinde kalabileceğine, Allah’a tevekkül ihtiyacında olduğuna ve iki kalbli olmak gibi, yaratılış itibarıyla diğer insanlarda bulunmayan bir fevkaladeliğe sahip olmadığına işaret edilmiştir. Aynı konuda daha kesin ifadeler taşıyan şu ayetler dikkate değer işaretler taşımaktadır: “Müşrikler, sana vahyettiğimizden başka bir şeyi yalan yere bize isnad etmen için seni neredeyse, sana vahyettiğimizden saptıracaklar ve ancak o zaman seni candan dost kabul edeceklerdi. Eğer sana sebat vermeseydik , neredeyse onlara biraz meyledecektin. (Eğer meyletseydin) o zaman sana hayatı da, ölümü de kat kat tattırırdık ve bize karşı kendin için bir yardımcı bulamazdın.” (İsra, 73-75).


Bu ayetlerde vurgulanan, Hz.Muhammed(a.s.)’in insani tarafı ve bir insan olarak sahib olduğu za’flardır. Bunlar elbette onun faziletini ve büyüklüğünü engellememektedir. Bir insan olduğu için, bütün insanlar gibi etkilere açıktır: Dolayısıyla kafirler ve münafıklar, onun iyiniyetini istismar ederek, hile ve tuzakları ile onu yanlışlara sevkedebilirler; ufak gibi görünen tavizler karşısında büyük şeyler va’dederek, herkesin mümin olmasını çok arzu eden peygamberi aldatabilirlerdi. Çünkü o da bir insan. İşte bu tür ayetlerde esas vurgulanan bu noktadır.




O da sorumlu bir kul

İnsan olduğu için, onun da diğer insanlar gibi sorumluluğu var; Allah’a kulluk ve vahye tavizsiz uyma noktasında bir ayrıcalığı yok. Diğer insanlar Allah’ın kitabına uymadığında ne olacaksa, faraza o uymadığında da aynı şey olacak. Dediğimiz gibi, çünkü o da bir insan... Nitekim şu ayetlerde, “Ben ancak bana Rabbimden vahyedilene uyarım..” (A’raf,203); “Eğer ben saparsam, kendi aleyhime sapmış olurum ve eğer hidayete erersem, bu da Rabbimin bana vahyetmesi (yahut vahyettiği şey) sayesindedir.” (Sebe,50) demesi emredilerek, kul olma bakımından diğer insanlardan farklı olmadığı hatırlatılıyor. Zümer ve İsra Surelerinde daha ileri bir ifade ile, “(Ey peygamber) eğer (faraza) şirk koşacak olursan, (yapmış olduğun iyi) ameller boşa gider ve hüsrana uğrayanlardan olursun.” (Zümer,65) ve “Allah’ın yanısıra başka bir ilah edinme. Aksi takdirde kınanmış ve (Allah’ın rahmetin’den) uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın.” (İsra,39) buyurulmak suretiyle, onun da diğer insanlar gibi mes’ul olduğu, aynı ölçülere göre hesaba çekileceği, aynı hidayet ve dalalet hükümlerine bağlı olduğu ve risk altında bulunduğu ifade edilmektedir. Binaenaleyh onun bu bakımlardan bir ayrıcalığı yoktur. Zaten ayrıcalıkları olsaydı ve bildiğimiz o yüceliklerini onlar sayesinde elde etmiş olsaydı, bunun bir kıymeti olmayacaktı ve insanlar o zaman, “Aynı ayrıcalıklara sahip olsaydık, biz de onun gibi yüce bir insan olurduk.” diyeceklerdi.
Kur’an-ı Kerim’deki “Şüphesiz biliyoruz ki (o kafirlerin) söylediği sözler yüzünden göğsün daralıyor.” (Hicr,98) ve “Onların dediklerine sabret... Sakın, kendilerini denemek için onlardan bir kesimi faydalandırdığımız dünya hayatının süsüne gözlerini dikme (yani onlara imrenme)” (Taha, 130-131) gibi ayetler, Hz.Muhammed(a.s.)’in bir insan olarak, diğer insanlardaki fıtri duygu ve özelliklere sahip olduğunu göstermektedir. “Şeytan sana unutturur da, (dine ve Kur’an’a hakaret eden o kafirlerin) meclislerinde oturur kalırsan, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma.” (En’am, 68) ayeti, onun da zaman zaman unutabileceğini, şeytanın vesvese ve oyalamalarına maruz kalabileceğini gösteriyor. “De ki: “(Ey inanmayanlar) size (Allah Teala tarafından vahiy ile ilahi) bir tehdit olarak bildirilen o (bela-ceza), yakın mıdır, yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi koydu bilmiyorum.” (Cinn,25) ayeti, Hz.Muhammed(a.s.)’in de keza kendisine vahiyle bildirilen hususlar dışında, gaybi konularda diğer insanlar gibi olduğunu göstermek bakımından oldukca açıktır. Hemen bunun peşinden gelen ayetlerde Cenabı Allah “(Allah) gaybı bilir ve (gaybını, daha doğrusu gaybının bir kısmını bildirmeyi) arzu ettiği peygamberlere ancak gaybını bildirir. Çünkü (Allah) onun önünden ve arkasından gözcüler salar ki böylece onların, Rablerinin gönderdiklerini hakkıyla tebliğ ettiklerini bilsin..” (Cinn,26-28) buyurarak, peygamberlere bildirilen gaybların daha çok din ile ve peygamberlik vazifesiyle ilgili olduğuna işaret eder.
Bütün bunlardan sonra Kur’an’da onunla ilgili şu ayetlere bakın: “Allah seni affetti. Fakat, doğru söyleyenler sana iyice belli olup, sen yalancıları bilinceye kadar, o (savaştan kaçmak için mazeret uydurup izin isteyenlere) niçin izin verdin?” (Tevbe, 43). Bu ayette Hak Teala onu tatlı bir şekilde uyarıyor ve bir hatasını bildiriyor. “Ey Peygamber, hanımlarının hoşnutluğunu kazanmak için, niçin Allah’ın helal kıldığı şeyleri (kendine) haram kılıyorsun..” (Tahrim, 1) ayetinde ise hanımlarının hatırı için de olsa helallerden vazgeçerek, inananların onları haram sanmasına imkan vermemesi, yani dikkatli olması istenmektedir. Tevbe Suresi 113. ayette de, gerek peygamberin, gerek diğer müminlerin, yakınları da olsa müşrikler için mağfiret talebinde bulunmaması adeta emredilmektedir.
Bunlar gibi daha birçok ayette Hz.Peygamber(a.s.) ikaz ediliyor. Çünkü o da bir insan; hem bir kul olarak, hem de bir peygamber olarak hesabı, mesuliyetleri ve görevleri olan bir insan... Onun da bedeni ve ruhi ihtiyaçları var; ahsen-i takvim üzere yaratılmış ve dünya imtihanının gerektirdiği artı ve eksi hertürlü techizatla donatılmış insan cinsinin bir ferdi, bir beni adem...


Onun da korkuları, üzüntüleri, sevinçleri, dertleri, unutmaları ve iyi niyetli hataları var. Evet çünkü o da bir insan, melek değil; uluhiyyetin bir parçası değil ve mükemmel şekilde hep iyiye proğramlanmış bir robot değil. Ama insanlığa örnek olan o yüce ahlakı ve yaşantısı tamamen kendi tercihi ve faziletidir.


Eğer Hz.Muhammed(a.s.)’i övmek için, Kur’an-ı Kerim’in onun hakkında kullandığı ifadeleri bile görmezden gelerek, onun bir melek gibi olduğunu söylerseniz, yahut onun insani ve iradi yönünü gözardı eden birşey derseniz, övmüş değil, bilakis onu yermiş ve insanlık tarihinde eşine rastlanmaz yüce ahlakını küçümsemiş olursunuz. Çünkü o zaman bir kişi de kalkar, “Eğer onun gibi, nefsaniyet, gazab, şehvet ve benzeri, insanı iyi olmaktan alıkoyan ancak kendilerine karşı büyük mücadelelerle iyi olunabilen özellikler olmadan yaratılsaydım, ben de öyle güzel ahlaka sahip olabilirdim.” derdi. Dolayısıyla bu tür övgüler, Hz.Peygamber(a.s.)’in yüceliklerinde, onun iradesini, gayretini, mücadelesini ve tercihini görmeyerek, onu haksızlık olur.
Binaenleyh doğru olan ve denmesi gereken şudur: Hz.Muhammed, bütün diğer insanlarda, insan olmaları hasebiyle, olumlu özelliklerinin yanısıra bulunan olumsuz özelliklere sahip olmasına rağmen, böylesine güzel bir insan olabilmiş ve her insana yönelik imtihanı birinci olarak bitirmiştir.


ve O bir peygamberdi

Evet o bir insandı, ama aynı zamanda bir peygamberdi ve peygamberlerin sonuncusu idi (Ahzab,40). Büyük büyük dedeleri Hz.İbrahim ve Hz.İsmail “Ey Rabbimiz, o (insanlara), içlerinden / kendilerinden, senin ayetlerini onlara okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder....” (Bakara, 129) diye dua ederek kavimlerinin geleceğini aydınlatmak için bir peygamber istemişlerdi. İşte Cenab-ı Allah, onlardan nesiller sonra bu duanın bir cevabı olarak onu göndermişti (Bakara,151). Ayette de görüldüğü gibi, o, insanlardan biri idi, ama vazifesi ağır ve şerefli idi: Allah’ın ayetlerini okumak,kendisine Rabbi tarafından verilecek olan kitab ve hikmeti insanlara öğretmek, onları maddi ve manevi bakımdan “tezkiye” etmek...


Tezkiye, yani temizleme geniş anlamı olan bir kelimedir. Başkalarına öğreten, okuyan ve onları her açıdan temizleyecek olan kişinin elbette, üstünlükleri ve farklılıkları olacaktır. Öğretmen ile öğrenci aynı olmayacaktır. Hele bu bir ahlak ve iman öğretmeni ise, öğrencileri ile aynı olması düşünülemez. Aynı veya onlarda aşağı olursa sağlıklı ve başarılı bir eğitim ve öğretim bekleyemezsiniz. Öğreten ve özellikle eğitenin, söylediklerini öncelikle kendisinin uyuyor olması gerekir. Bu yüzden Cenab-ı Allah, “Ey iman edenler niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz. Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah yanında şiddetli bir buğza sebeb olur.” (Saff,3-4) buyurarak inananları samimiyete davet etmektedir.


Hz.Peygamber(a.s.)’in vazifelerine işaret eden, “(Allah’ın) ayetlerini onlara okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber .” (Bakara, 129) ayeti ve benzeri ayetlerde, ona, Kur’an ile birlikte verilen bir “hikmet”ten bahsedilmektedir. Genelde alimlerimiz normal olarak bunu, Hz.Peygamber(a.s.)’in, Kur’an ayetleri dışında, din ile ve gaybla ilgili olarak söylediği ve uyguladığı herşey, yani “sünnet” diye yorumlamışlardır. Bundan dolayı da bazı alimlerimiz, “O(peygamber) heva-ü hevesine göre konuşmaz; o (konuştuğu) şey, ancak vahyolunuş olan bir vahiydir.” (Neml, 3-4) ayetinin kapsamına Kur’an’ın yanında sünneti de dahil etmişlerdir.


Nitekim Tahrim Suresi’nin başında Resulullah(a.s) ile ilgili bir hadiseden bahsedilirken Cenab-ı Allah, “Peygamber eşlerinden birine gizlice birşey söylemişti. Fakat eşi o sözü başkalarına haber verip, Allah da bunu peygambere açıklayınca, peygamber (Allah’ın o hadise ile ilgili olarak kendisine bildirdiğinin) bir kısmını açıklayıp, bir kısmını söylememişti. Peygamber bunu o (hanımına) haber verince o, “Bunu sana kim söyledi?” dedi. Peygamber de, “Alim ve habir olan (Allah) bunu bana haber verdi.” dedi.” (Tahrim, 3-4) buyururken, açık bir şekilde buna işaret etmiş olmaktadır. Çünkü bu konuyla ilgili bir ayet ve bir teferruat Kur’an’da yer almamaktadır. Ama Kur’an kendisi peygambere böyle bir bilginin verildiğini, hatta onun bu bilgiden bir kısmını da hanımına söylemediğini bildirmektedir. Biz Allah Teala’nın o annemizin, diğer annelerimizle, yani peygamber hanımları ile konuşmalarını hangi kelimelerle ve ifadelerle vahyettiğini, Resulullah’ın, o hanımına bu bilgilerden neleri söylediğini, neleri söylemediğini bilemiyoruz; bildiğimiz ve inandığımız Allah Teala’nın peygamber hanımları arasında geçen bu konuşmaları ona vahiy yoluyla bildirdiğidir. Bu gösterir ki Resulullah’a vahyedilenler Kur’an’da olanlardan ibaret değildir.


Çeşitli ayetlerde Allah Teala, Hz.Muhammed(a.s.)’in bir peygamber olarak görevlerine işaret eder ve niçin gönderildiğini, yani görevlendirildiğini açık bir şekilde bildirir: Mesela bir ayette ona hitaben buyurur ki: “Ey Peygamber, biz seni bir şahid, bir müjdeci, bir uyarıcı, Allah’ın izni ile Allah’a çağıran bir davetci ve aydınlatıcı bir lamba olarak gönderdik. Kafirlere ve münafıklara itaat etme. Onların eza ve cefalarına aldırma. Allah’a güvenip dayan. Vekil ve destek olarak Allah sana yeter.” (Ahzab, 45-47). Bir diğer ayette “Biz seni ancak, bütün insanlara bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak göndrdik. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Sebe2, 28) buyurulur.


Dolayısıyla Peygambere düşen ancak apaçık bir “belağ”dır, yani “tebliğ”dir (Ankebut,18). Tebliğ ise, elçinin kendine emanet edilmiş olan mesajı - mektubu - fermanı - bilgiyi, yerine ve sahibine yahut sahiplerine olduğu gibi ulaştırmasıdır. Bu elçi bütün insanlara gönderilmiş ise öncelikli vazifesi, kendilerine bir mesaj geldiğine inananlara bunu eksiksiz ve katkısız olarak ulaştırmasıdır.


Cenab-ı Allah “İnsanlara indirileni tebyin etmen, yani açıklaman için sana bu zikri indirdik.” (Nahl,44) buyurur. Belki insanlardan bazıları buradaki zikrin Kur’an anlamında olduğunu anlamak istemezse diye, hemen az sonra bu sefer “Biz bu kitabı sana, hakkında ihtilafa düştükleri şeyleri insanlara açıklaman için indirdik..” (Nahl,64) buyurarak, Zikr’in Kur’an olduğunu ve Kur’an’ın kendisinin de bir açıklama olduğunu, ama zaman zaman açıklanmaya ihtiyacı olduğunu bildir. Binaenaleyh Hz.Muhammed(a.s.)’in bir peygamber olarak vazifesi, Kur’an-ı Kerim’in ifadesi ile “tebliğ” ve “tebyin”dir. İnzar, tebşir, yol gösterme, insanlar için adeta bir lamba olma(Ahzab,45-47), bu tebliğ ve tebyinin içindedir.


İnananlar O’na itaat eder

Peygamberlerin bu gibi vazifelerine karşılık, mesajın muhatabları olan insanların da vazifesi var. O da “itaat”tir. Nitekim “(Ey insanlar) Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin ve sakının. Eğer yüz çevirir (itaat etmezseniz) biliniz ki bizim elçimize düşen sadece açık bir tebliğdir.” (Maide, 92) buyurulmuştur. Peygambere itaat hafife alınmasın diye, ayette itaat fiili tekrar edilmiş; bununla da yetinilmemiş , “Kim Peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa,80); “Kim Allah’a ve Peygamberine isyan eder, itaatsizlik gösterirse şüphesiz onun için cehennem ateşi vardır.” (Cinn,23) buyurularak konunun önemine dikkat çekilmiştir. Hatta sadece cehennem ateşinden kurtulmak değil, rahmet-i ilahiyyeye ulaşmanın bile bu itaatden geçtiğine dikkat çekilerek, “Allah’a ve peygamberine itaat edin ki rahmet olunasınız.” (Al-i İmran,132) buyurulmuştur.


Bütün bunlardan maksad, sadece Kur’an’da yer alan ilahi buyruklara uymak olsaydı, ayrıca peygambere itaatden bahsetmeye; iki itaatin aynı manaya geldiğine işaret etmeye ne gerek vardı. O zaman “Bu peygamberin Kur’an olarak getirdiklerinin Allah’ın fermanı olduğunu bilin ve onlara uyun.” denmesi gerekirdi. Yine eğer Allah’a itaatin yanısıra bu peygambere itaati emreden bütün bu ayetlerden maksad sadece Kur’an’da olanlara itaat olsaydı, Resulullah ile ilgili şu ayetlere ne mana verecektik:


Allah Teala buyuruyor ki: “Allah’a ve ahiret gününe inanmayan; Allah ve Resulünün haram kıldığını haram saymayanlarla mücadele edin.” (Tevbe, 29). Allah Teala’nın Kur’an’da haram kıldığı şeyler için, ayrıca peygamberin de haram kıldığı şeyler demek abes olmaz mı? Bu sözden hiçbir yoruma gerek kalmaksızın anlaşılan, Resulullah’ın Kur’an’daki haramların dışında, haram olduğunu haber verebileceği şeyler olabileceği değil midir? Yine Cenab-ı Allah’ın ganimetlerin paylaşımı vesilesi ile Resulüllah için söylediği şu genel hüküm yeterince açık değil mi? “Peygamber size ne verirse onu alın, sizi de neden nehyederse, ona son veriniz.” (Haşr,7) Bu gibi ifadeler peygamberin yetkisinin bazıların iddia ettiği gibi sadece nakletmekten ibaret olmadığını; hiç kimsenin, “Ey peygamber bu söylediğin Kur’an’da yok. Dolayısıyla beni bağlamaz.” deme hakkının olmadığını göstermektedir. Bu noktada, “Allah ve peygamberi bir işe hükmettiğinde, hiçbir inanmış erkek ve kadının, kendi işleri için muhayyerlik hakkı yoktur. (yani o hükme uyma mecburiyetleri vardır. Aksi itaatsizliktir) ve kim Allah’a ve peygamberine itaatsizlik ederse, apaçık bir şekilde (doğrudan ve haktan) sapmış olur.” (Ahzab, 36) ayeti iman ile itaatin aynılığını vurgulamaktadır.


Münafıkların çeşitli hallerinden bahsedilirken de bu iman-itaat birliğine dikkat çekiliyor ve şöyle buyuruluyor: “(Onlar) “Allah’a ve peygambere inandık ve itaat ettik.” diyorlar. Ondan sonra da içlerinden bir gurup yüzçeviriyorlar. Bunlar (gerçek) mümin değiller. Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve peygambere çağrıldıklarında, bir de bakarsın ki içlerinden bir gurup yüzçevirirler. Ama eğer hak kendileri lehine ise, ona gönülden bağlı olarak saygı ile gelirler. Bunların kalblerinde bir hastalık mı var, yoksa şüphe mi ediyorlar, yoksa Allah ve peygamberinin kendilerine haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar! Hayır hayır, asıl haksızlık eden kendileridir. Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve peygamberine davet edildiklerinde, “İşittik ve itaat ettik.” demek sadece müminlerin söyleyebileceği sözdür. İşte kurtuluşa erenler bunlardır. (Dolayısıyla) kim Allah’a ve peygamberine itaat eder, Allah’a karşı saygı ile dolu bir korku duyar ve Allah’dan ittika ederse, işte nailiyete erenler bunlardır.” (Nur, 47-52). Yine dolayısıyla “Rabbine yemin olsun ki o (inandığını söyleyenler) aralarında çıkan anlaşmazlıklar hususunda senin hakemliğini başvurup, sonra da gönüllerinde hiçbir sıkıntı-zorlanma duymaksızın verdiğin hükmü kabullenmedikce iman etmiş olmazlar.” (Nisa,65).


Müminler O’nu üzmezler de...

Bu ayetler itaat edilme açısından Resulullah’ın konumunu açıklayan son derece önemli ve net ifadelerdir. Kur’an-ı Kerim müminlere bu itaatı emretmenin ötesinde, Hz.Peygambere meşakkat ve sıkıntı vermemeyi, en ufak bir muhalefet göstermemeyi ve onu üzecek sözler söylememeyi de emretmektedir. Cenab-ı Allah, “Allah’a ve Resulüne karşı gelenler, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılırlar...” (Mücadele,5); “Allah’a ve peygamberine düşman olanlar, en zeliller arasındadırlar.” (Mücadele,20); “Allah’a ve ahiret gününe inanan bir toplumun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa, Allah’a ve Resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin.” (Mücadele,22) buyurmaktadır.


Çünkü o özel bir insan

Bunlar Hz.Peygamberin, bir insan olmakla beraber özel bir konuma sahip olduğunu gösteren ayetlerdir. Bu özel konumundan dolayı, aksi ona eziyet verebilecek bazı helaller onun namına haram kılınmıştır. Mesela onun hanımları, “(Ey İman edenler), sizin Allah’ın peygamberini üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikahlamanız asla cazi olmaz. Çünkü bu Allah katında büyük bir (günah)tır.” (Ahzab, 53) buyurularak, o boşadıktan veya onun vefatından sonra ebediyyen diğer insanlara haram kılınmıştır. Halbuki bir insan öldüğü zaman geride kalan hanımı, iddet müddetinden sonra istediği kimse ile nikahlanabilir. Sadece ondan sonra hanımlarını nikahlamayarak değil, onun için imalı sözler söyleyip, mesela münafıkların yaptığı gibi, “O bir kulaktır.” yani gizli şeylerden haberdar oluyor. diyerek onu üzmek bile “elim bir azabı haketme” sebebi sayılmıştır (Tevbe,61) ve Allah Teala ona eziyet ve sıkıntı verenleri lanetlemiştir (Ahzab,57).


Peygamberin hanımları bile, ondan dolayı özel bir konuma sahiptiler. Nitekim Allah Teala buyurur ki: “Ey Peygamber eşlerine şöyle söyle: “Eğer dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim ve sizi güzellikle salıvereyim. Eğer Allah’ı, peygamberini ve ahiret yurdunu istiyorsanız, bilin ki Allah içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükafaat hazırlamıştır.” “Ey peygamber hanımları sizden kim (faraza) açık bir hayasızlık yaparsa, onun azabı (cezası) ikiye katlanır. Bu Allah’a için kolaydır. (Keza) sizden kim de Allah’a peygamberine itaat eder, salih amelller yaparsa, onun mükafaatını da iki kat veririz. Ayrıca Biz onun için cennette bol rızık hazırlamışızdır. Ey peygamber hanımları, siz kadınların herhangibiri gibi değilsiniz...” (Ahzab,28-32). Bu ayetler insanların konumları ve taşıdıkları şeref itibarıyla, mesuliyet ve yüklerinin de farklı olacağını göstermektedir. Binaenaleyh bazı insanlar, insan olarak diğerleri gibi olmakla beraber, onlardan farklı sorumluluk ve mükaffaatlara sahip olabilirler.


O bize Allah’ın bir lutfudur

Evet... Çünkü o bir insandı, ama özel bir insandı; bir peygamberdi, ama özel bir peygamber, son peygamber... Özeldi, çünkü o, Allah Teala’nın müminlere bir lutfu idi: “Allah, kendilerine, kendilerinden, Allah’ın ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle, müminlere büyük bir lutufta bulunmuştur.” (Al-i İmran,164). O, Allah’ın inanlara bir lütfu idi, çünkü onlara karşı çok re’fetli, çok merhametli idi. Müminlerin sıkıntıya düşmesi ona çok ağır gelirdi; müminlere çok düşkündü, çok şefkatli idi (Tevbe, 128). Dolayısıyla inanların adeta manevi babası konumunda idi. Buna işaret olmak üzere Rabbimiz, “Peygamber müminlere kendi canlarından üstündür. (Peygamberin) hanımları da müminlerin anneleridir....” (Ahzab,6) buyurarak, hem peygamber hanımlarının niçin başkalarına nikahlanamayacağını açıklıyor, hem peygambere ve hanımlarına karşı inananların takınmaları gereken sevgi ve saygı tavrını bildiriyor, hem de o peygamberin müminler için olan şefkat ve endişesinin sebebini açıklıyor.


Yine o peygamber, Allah’ın insanlara bir lutfu olarak, müstesna güzel bir ahlakın ve yumuşak bir huyun sahibi olmuş (Al-i İmran,159), yüce bir ahlak üzere yaratılmıştır (Kalem,4). İnsan olmasının yanısıra bu üstünlüklerinin olması gerekiyordu, çünkü o, Allah Teala tarafından Alemlere Rahmet olarak gönderilmişti (Enbiya,107). Alemlere Rahmetti, çünkü bir numune-i imtisal olarak seçilmişti . Onun için ezel ve ebed kitabında: “Andolsun ki (ey insanlar) Allah’ın peygamberinde, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar için en güzel bir örnek var.” (Ahzab,21) buyurulmuştu.
O böylesine özel bir insan olunca ona davranışlar da özel olmalıdır. Dolayısıyla, “(Ey inananlar) peygambere, kendi aranızda birbirinize seslendiğiniz gibi seslenmeyin....”(Nur,63). Yine “Ey inananlar, Allah ve peygamberinin önüne geçmeyin, Allah’dan ittika edin. Şüphesiz Allah, iştir, bilir. Ey iman edenler, seslerinizi peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin; birbirinize bağırdığınız gibi peygambere yüksek sesle bağırmayın....” (Hucurat, 1-4). Yine O özel bir insan olduğu için “Allah, Cebrail ve salih müminler, Onun dostu ve yardımcısıdır. Bunlara ilaveten melekler de onun destekcisidir.” (Tahrim,4). Yine o özel bir insan ve Allah’ın mustafası olunca, “Allah ona apaçık bir fetih ihsan etmiş; geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamış; ona olan nimetini tamamlamıştır...” (Fetih,1-3). Yine O özel bir insan olduğu için, “Allah ve melekleri o peygambere salat-u selam ederler. Öyleyse ey müminler siz de ona salat-u selam edin ve tam bir teslimiyetle teslim olun.” (Ahzab,56).


Sadece müslümanlar değil, ey yahudiler ve hristiyanlar sizler de bu seçkin peygambere ve yüce insana teslim olun-uyun. Çünkü “Ellerindeki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye, o ümmi peygambere uyan(yahudi ve hristiyan)lara (Allah rahmetini yazacak, yani rahmet kapılarını açaçaktır.) İşte o peygamber onlara (ve bütün insanlara) iyiliği emreder, kötülükleri yasaklar; onlara temiz ve güzel şeyleri helal, pis ve zararlı şeyleri haram kılar. Onların üzerlerindeki ağırlıkları ve sırtlarındaki zincirleri atar. O peygambere inanıp, ona saygı gösteren ve yardım eden ve onunla gönderilen nura(Kur’an’a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erecek olanlar onlardır. (Ey peygamber sen de) de ki : “Ey insanlar! Ben gerçekten sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi Allah tarafından gönderilmiş bir elçiyim. (Bilesiniz ki) ondan başka tanrı yoktur. O, diriltir ve öldürür. Binaenaleyh Allah’a inanın, Allah’a ve Allah’ın kelimelerine inanan o ümmi elçiye ve o peygambere inanın ve ona uyun ki hidayete eresiniz, doğru yolu bulasınız.” (A’raf,156-158).


Kur’an-ı Kerim’in bu ifadelerinden sonra, artık Hz.Peygamber(a.s.)’in İslam’daki yerini ve önemini anlatmak için söylenecek sözler zaid olur.
http://www.ashabilyemin.com/kur-8217-an-i-kerime-gore-hz-muhammed-a-s-t63110.html
 

Son mesajlar

Üst