llavinya
Dekan
- Katılım
- 9 Ekim 2006
- Mesajlar
- 7,781
- Reaksiyon puanı
- 92
- Puanları
- 0
Çantanı yere bırakırsın, biri hızla kapıp kaçar. Dalgın yürürken elindekini kapıp kaçar, vs... Bunlar kapkaç. Ama zorla, çekeleyerek, sürükleyerek alıp kaçmak, kapkaç değil, gasptır... Yargı böyle yorumlamaya başlayınca, kararlar ağırlaşınca, farkında mısınız ki kapkaç olayları bitti. Bitti gibi bir şey.
Cezaların caydırıcılığı vardır, kim ne derse desin. Suç işlemeyi alışkanlık (meslek) edinenler, ilgili yasa maddelerini bir hukukçu gibi bilirler! "Şu saatte girersen şöyle, bu saatte girersen böyle olur" ayrıntılarına kadar...
Hep "yasak" kavramının aleyhinde konuşulurdu. "Yasaksız Türkiye" en çok kullanılan slogandı... İçkili lokantada, vapur güvertesinde, stadyumda bile sigara yasak! Böyle bir şey hayal edilemezdi. Bizim semtimizde bir tek sigara içilmeyen, oyun oynanmayan küçük bir kahvehane vardı, sonradan kapandı. Bu yasak, tür değişikliğine yol açar; kulüpler, lokaller yaygınlaşır diye düşünüyorum. Ama yine de etkili olur. Her neyse...
Asıl merak ettiğim ve yıllardır zihnimi hayretle meşgul eden mesele şu: Acaba niçin, silah taşımaya ağır ceza konulmaz?
"Paraya çevirme, erteleme" gibi uygulamalar kaldırılsın, 10 yıl ceza getirilsin; bakın bakalım kimse silah taşıyabiliyor mu?
Cezalarda "tedahül" kaygısı olur. Yani, "insanlık halidir, normal insanların da başına gelir" denilerek, ceza bahsine daha geniş bakılır. Ama silah taşımanın böyle bir anlamı da yok. Kimse silah taşımasın, taşıyamasın. Kimse taşımıyor ise, taşıma ihtiyacı denilebilecek durumlar da ortadan kalkar. Bu konuda "ya herkeste olsun ya kimsede olmasın" sözü bir gerçek payı taşır.
... Korkunç bir bireysel şiddet tırmanışı yaşıyoruz. Daha da kötüsü, patlamaları çatlamaları sevmeye başladık! Havai fişeklerle dehşet uyandırmak, gençlere zevk veriyor. Hem ateşliyorlar hem hoplayıp zıplayarak çığlık atıyorlar... Seyrederken, kendimi zaptedemiyor ve çok büyük öfke duyuyorum. Hasta mı var, yaşlı mı var, uyuyan çocuk mu var; bu türlü insani duyarlılıklardan eser yok. Bu manzaraların hepsi birbirini besleyip pekiştiriyor.
... Sessizlik, sükûnet, çok uzak hasretlere dönüştü. Oysa sessizlik, sükûnet, huzur, verimliliğin sesidir ve bu musikiyi andıran bir sestir. Kendilerini dinleyenlerin, kendileriyle konuşanların ve üretim konsantrasyonunun topyekûn ifadesidir. Gürültü ise bunun tam tersidir; boş teneke gibi, boşluğun, boşta kalışın, ağırlık ve muhteva yokluğunun getirdiği yuvarlanışların, çarpışmaların, birbirine girmelerin, tek kelimeyle dengesizliğin sesidir. Nerede gürültü varsa, orada bol bol boşluklar dengesizlikler vardır.
Ya yorgun düşüp uyuyacağız; ya da, hiç düşünme fırsatı bulmamak için, gürültülü bir koşuşturmaya başlayacağız! Ne o uykuda hayır var, ne o koşuşturmada. O uyku dinlendirmez, o koşuşturma kazandırmaz. Biz mutlu olmayı çok istiyoruz da mutlu olmanın anlamını hiç bilmiyoruz.
Mutluluk, bir denge güzelliğidir. Hem mantığı vardır hem estetiği... Düşünce ve şuur boşluklarını işgal etmiş tutkunlar batağında sadece çırpınılır. Çırpındıkça batarsın, çırpına çırpına gidersin... Unutana, kendisi de unutturulur. Kendisini unutanın hiçbir şeyi, hiçbir güzelliği tanıması mümkün değildir. Sevgi onun için, bazı tutkuların içgüdüsel dürtülerinden, çirkinleşmiş gölgelerinden ibarettir.
Bir zaruret-mecburiyet dairesinde ancak meşru olabilen silah denilen aleti-cismi, zevkle-keyifle-övünçle bir çocuğun en güzel oyuncağına duyduğu bağlılıkla severek taşıyan biri için ne söylenebilir? İnsanlığını unutmaktan başka.
Gürültüsüz şehir ve silahsız toplum, dumansız havadan daha az önemli değildir. Bu Ramazan'ı, tarihî bir sürecin içinde yaşamanın özel heyecanını hissediyorum.
Evet, hasretim çok büyük, ama tedirginliklerim de yok değil... Yüce Rabb'im milletimizin yardımcısı olsun.
Ahmet Selim
Cezaların caydırıcılığı vardır, kim ne derse desin. Suç işlemeyi alışkanlık (meslek) edinenler, ilgili yasa maddelerini bir hukukçu gibi bilirler! "Şu saatte girersen şöyle, bu saatte girersen böyle olur" ayrıntılarına kadar...
Hep "yasak" kavramının aleyhinde konuşulurdu. "Yasaksız Türkiye" en çok kullanılan slogandı... İçkili lokantada, vapur güvertesinde, stadyumda bile sigara yasak! Böyle bir şey hayal edilemezdi. Bizim semtimizde bir tek sigara içilmeyen, oyun oynanmayan küçük bir kahvehane vardı, sonradan kapandı. Bu yasak, tür değişikliğine yol açar; kulüpler, lokaller yaygınlaşır diye düşünüyorum. Ama yine de etkili olur. Her neyse...
Asıl merak ettiğim ve yıllardır zihnimi hayretle meşgul eden mesele şu: Acaba niçin, silah taşımaya ağır ceza konulmaz?
"Paraya çevirme, erteleme" gibi uygulamalar kaldırılsın, 10 yıl ceza getirilsin; bakın bakalım kimse silah taşıyabiliyor mu?
Cezalarda "tedahül" kaygısı olur. Yani, "insanlık halidir, normal insanların da başına gelir" denilerek, ceza bahsine daha geniş bakılır. Ama silah taşımanın böyle bir anlamı da yok. Kimse silah taşımasın, taşıyamasın. Kimse taşımıyor ise, taşıma ihtiyacı denilebilecek durumlar da ortadan kalkar. Bu konuda "ya herkeste olsun ya kimsede olmasın" sözü bir gerçek payı taşır.
... Korkunç bir bireysel şiddet tırmanışı yaşıyoruz. Daha da kötüsü, patlamaları çatlamaları sevmeye başladık! Havai fişeklerle dehşet uyandırmak, gençlere zevk veriyor. Hem ateşliyorlar hem hoplayıp zıplayarak çığlık atıyorlar... Seyrederken, kendimi zaptedemiyor ve çok büyük öfke duyuyorum. Hasta mı var, yaşlı mı var, uyuyan çocuk mu var; bu türlü insani duyarlılıklardan eser yok. Bu manzaraların hepsi birbirini besleyip pekiştiriyor.
... Sessizlik, sükûnet, çok uzak hasretlere dönüştü. Oysa sessizlik, sükûnet, huzur, verimliliğin sesidir ve bu musikiyi andıran bir sestir. Kendilerini dinleyenlerin, kendileriyle konuşanların ve üretim konsantrasyonunun topyekûn ifadesidir. Gürültü ise bunun tam tersidir; boş teneke gibi, boşluğun, boşta kalışın, ağırlık ve muhteva yokluğunun getirdiği yuvarlanışların, çarpışmaların, birbirine girmelerin, tek kelimeyle dengesizliğin sesidir. Nerede gürültü varsa, orada bol bol boşluklar dengesizlikler vardır.
Ya yorgun düşüp uyuyacağız; ya da, hiç düşünme fırsatı bulmamak için, gürültülü bir koşuşturmaya başlayacağız! Ne o uykuda hayır var, ne o koşuşturmada. O uyku dinlendirmez, o koşuşturma kazandırmaz. Biz mutlu olmayı çok istiyoruz da mutlu olmanın anlamını hiç bilmiyoruz.
Mutluluk, bir denge güzelliğidir. Hem mantığı vardır hem estetiği... Düşünce ve şuur boşluklarını işgal etmiş tutkunlar batağında sadece çırpınılır. Çırpındıkça batarsın, çırpına çırpına gidersin... Unutana, kendisi de unutturulur. Kendisini unutanın hiçbir şeyi, hiçbir güzelliği tanıması mümkün değildir. Sevgi onun için, bazı tutkuların içgüdüsel dürtülerinden, çirkinleşmiş gölgelerinden ibarettir.
Bir zaruret-mecburiyet dairesinde ancak meşru olabilen silah denilen aleti-cismi, zevkle-keyifle-övünçle bir çocuğun en güzel oyuncağına duyduğu bağlılıkla severek taşıyan biri için ne söylenebilir? İnsanlığını unutmaktan başka.
Gürültüsüz şehir ve silahsız toplum, dumansız havadan daha az önemli değildir. Bu Ramazan'ı, tarihî bir sürecin içinde yaşamanın özel heyecanını hissediyorum.
Evet, hasretim çok büyük, ama tedirginliklerim de yok değil... Yüce Rabb'im milletimizin yardımcısı olsun.
Ahmet Selim