HAKAN34
Asistan
- Katılım
- 5 Ekim 2008
- Mesajlar
- 193
- Reaksiyon puanı
- 0
- Puanları
- 0


Mensur Akgün
Herkesin gözü MHP'nin oylarında
15.11.2008 | Mensur Akgün | Yorum
15.11.2008 | Mensur Akgün | Yorum
Yakın zamana kadar Türkiye'de siyasi partilerin nerede durduğu, hangi konulara öncelik verdiği, ne gibi hassasiyetleri kolladığı belliydi . Çok partili döneme geçiş bu sayede oldu. Demokrat Parti "devlete" karşı halkın partisiydi, bürokrasinin hegemonyasını kırmak iddiasıyla ortaya çıktı. AP de benzeri bir üslup kullandı. Zaman içinde CHP ortanın solu dedi ve bugün sosyal demokratik değerler olarak adlandırabileceğimiz şeyleri insanların anlayabileceği bir dile taşıdı.
1970'li yıların siyasi kırılma çizgisi sağ sol ayrımından geçtiği için siyasi partilerin nerede durduğunu, hangi değerleri savunduğunu bilirdik. 1980 darbesi ve paradoksal bir şekilde 24 Ocak kararları siyasi ve ekonomik anlamda liberalizmi devreye soktu, kırılma çizgisi "özgürlükçülüğe" taşındı .
Ama bu arada sağ-sol ayrımı zayıflamaya, sol yediği darbe ve aslında baştan beri kendisini yanlış kurgulamasından dolayı "millileşmeye" başladı. İthal ikameciliğinin, arkaik prensiplerin savunucusu haline dönüştü.
Sol, önce özgürleşmeye, dünya ile bütünleşmeye karşı çıktı. Ardından Türkiye'nin en önemli değişim projesi içinde yer almak konusunda çekimser davrandı, hatta engel oldu. Yani Türkiye'nin AB ile bütünleşmesini istemedi. Sonra da uzun yıllar rekabet ettiği bir görüşle, MHP zihniyeti ile barışıp, onunla bütünleşmeye, onun yerine kendini ikame etmeye gayret etti.
2002 seçimlerinde AKP'nin elde ettiği başarı ve askeri bürokrasinin laiklik hassasiyeti CHP'yi bir süre laik ve devletçi zihniyetin savunuculuğuna ittiyse de, gözünü MHP'nin tavır alışından hiç ayırmadı. Milliyetçi söylemini taklit etmeye devam etti. Başörtüsü konusunda zorlanmasaydı, CHP ile MHP arasında sınır çizgisi şehit cenazelerinde yer alıp almamak noktasında çekilecekti.
AKP ise başörtüsünü bir özgürleşme sorunu olarak gösterdiğinden, kendi seçmen kitlesinin kuruluş ideolojisinin baskısı altında ezildiğini düşündüğünden ve parti olarak ortaya çıkışında liberallerle koalisyon yaptığından başlangıçta özgürlükçüydü. Reform sürecine sahip çıktı, AB ile entegrasyon yolunda adımlar attı. Kürt sorununu çözebileceği izlenimi doğurdu. Yakın zamana kadar da milliyetçi reflekslerden uzak durdu.
AKP, PKK teröründen bile uzunca bir süre etkilenmedi. Sarkozy Fransa'sının, Merkel Almanya'sının Türkiye'ye sırtını dönmesine "fark etmez biz de yolumuza Ankara kriterleri ile devam ederiz " diyerek cevap verdi.
Kıbrıs konusundaki sapma, başka bir deyişle Başbakan Erdoğan'ın izolasyonlar ile Türkiye'nin gümrük birliğinden doğan sorumluluklarını yerine getirmesi arasında kurduğu bağ, aslında milliyetçi bir refleksti, ama var olan şartlar altında kabul edilebilir bir tepki olarak algılandı.
AKP, cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında, anayasa taslağının gündeme getirilmesinde "özgürleştirici" tavrını korudu. Askerlerle olan ilişkilerini dengeli götürdü, Türkiye'yi germe çabalarına fırsat vermedi.
İlk sapma, başörtüsü sorununu çözmek için anayasa reformundan taviz verme ve MHP ile iki madde üstünde uzlaşmada yaşandı. Erdoğan Madrid'de verdiği ani bir kararla MHP ile anlaştı, reform sürecini de bu partinin ipoteği altına soktu.
Sonuç ise Erdoğan'ın belki de hiçbir zaman kabul etmeyeceği bir hataydı. Az daha partisi kapatılacak, Türkiye büyük bir siyasi krizin girdabına sürüklenecekti. MHP gibi olma, sorunları MHP üslubuyla çözme çabası AKP'ye pahalıya patlamıştı.
Eğer AKP ilkeli davranabilseydi, başörtüsü sorununu diğer özgürlükler içinde eritebilseydi, bugün ne yargı yasama rolünü üstlenme fırsatı elde edecek, ne de AKP bu kadar zorlanacaktı. Ama belli ki AKP, MHP'lileşmenin bedelinin kendisi için ağır olabileceğini göremedi, görmek istemedi.
Onun da gözü CHP gibi MHP'nin yerindeydi. Milliyetçi olduğu sanılan retorikle yerel seçimleri kazanmayı hayal etmeye başladı. Türkiye'yi en hassas döneminde germekte bir beis görmedi.
Başbakan, DTP'nin Kürt milliyetçiliğine özgürlük ve demokrasi vaadiyle cevap vereceğine, Türk milliyetçiliği zannettiği saldırgan bir üslupla cevap verdi. Pompalı tüfekle saldırıyı meşru gördü.
Savunma Bakanı Brüksel'de iyi ki Ermenileri ve Rumları ülkemizden kovmuşuz da ulus devletimizi kurmuşuz anlamına gelecek şeyler söyledi. Sonradan sorumluluğu gazetecilerin anlayışına yüklese de, Vecdi Gönül aslında aklından geçenleri, hissettiklerini, doğru bildiklerini bizlere aktardı. Başbakan'ı duymamış olsaydı, gündemde gerilim yaratmak, milliyetçi refleksleri kaşımak olmasaydı, büyük bir olasılıkla daha ketum davranırdı .
Şimdi de TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda AKP Yozgat Milletvekili Abdülkadir Akgül , "devletine ve milletine karşı gelenleri vurmaktan hoşlanacağını" söylüyor. İşi yasa yapmak olan bir vekilimiz açıkça yasaları, hatta anayasayı çiğneyeceğini vurguluyor.
Akgül kendini yargının, güvenlik kuvvetlerinin yerine koyuyor . Toplumda giderek kök salmaya başlayan Kürt-Türk kutuplaşmasını tırmandırıp, bütünlüğünü koruyacağına yemin ettiği ülkesini felakete sürükleyecek açıklamalar yapıyor.
AKP'liler belki farkında değiller ama milliyetçi cephede bu kadar çok partiye ve partiliye yer yok. MHP'nin oy oranı malum. Daha fazlasını ancak kendi partileri kapatılırsa, ortaya çıkışında savunduğu değerlerden uzaklaşırsa alabilir.
Başta Başbakan Erdoğan olmak üzere AK Partililer MHP'yi daha fazla güçlendirmek istemiyorlarsa, yerel seçimlerden değilse dahi bir sonraki seçimden başarıyla çıkmak gibi bir hedefleri varsa, kuruluş felsefesine geri dönmeliler. MHP'yi taklit etmekle olsalar olsalar ancak kötü bir taklidi olurlar…
referans
1970'li yıların siyasi kırılma çizgisi sağ sol ayrımından geçtiği için siyasi partilerin nerede durduğunu, hangi değerleri savunduğunu bilirdik. 1980 darbesi ve paradoksal bir şekilde 24 Ocak kararları siyasi ve ekonomik anlamda liberalizmi devreye soktu, kırılma çizgisi "özgürlükçülüğe" taşındı .
Ama bu arada sağ-sol ayrımı zayıflamaya, sol yediği darbe ve aslında baştan beri kendisini yanlış kurgulamasından dolayı "millileşmeye" başladı. İthal ikameciliğinin, arkaik prensiplerin savunucusu haline dönüştü.
Sol, önce özgürleşmeye, dünya ile bütünleşmeye karşı çıktı. Ardından Türkiye'nin en önemli değişim projesi içinde yer almak konusunda çekimser davrandı, hatta engel oldu. Yani Türkiye'nin AB ile bütünleşmesini istemedi. Sonra da uzun yıllar rekabet ettiği bir görüşle, MHP zihniyeti ile barışıp, onunla bütünleşmeye, onun yerine kendini ikame etmeye gayret etti.
2002 seçimlerinde AKP'nin elde ettiği başarı ve askeri bürokrasinin laiklik hassasiyeti CHP'yi bir süre laik ve devletçi zihniyetin savunuculuğuna ittiyse de, gözünü MHP'nin tavır alışından hiç ayırmadı. Milliyetçi söylemini taklit etmeye devam etti. Başörtüsü konusunda zorlanmasaydı, CHP ile MHP arasında sınır çizgisi şehit cenazelerinde yer alıp almamak noktasında çekilecekti.
AKP ise başörtüsünü bir özgürleşme sorunu olarak gösterdiğinden, kendi seçmen kitlesinin kuruluş ideolojisinin baskısı altında ezildiğini düşündüğünden ve parti olarak ortaya çıkışında liberallerle koalisyon yaptığından başlangıçta özgürlükçüydü. Reform sürecine sahip çıktı, AB ile entegrasyon yolunda adımlar attı. Kürt sorununu çözebileceği izlenimi doğurdu. Yakın zamana kadar da milliyetçi reflekslerden uzak durdu.
AKP, PKK teröründen bile uzunca bir süre etkilenmedi. Sarkozy Fransa'sının, Merkel Almanya'sının Türkiye'ye sırtını dönmesine "fark etmez biz de yolumuza Ankara kriterleri ile devam ederiz " diyerek cevap verdi.
Kıbrıs konusundaki sapma, başka bir deyişle Başbakan Erdoğan'ın izolasyonlar ile Türkiye'nin gümrük birliğinden doğan sorumluluklarını yerine getirmesi arasında kurduğu bağ, aslında milliyetçi bir refleksti, ama var olan şartlar altında kabul edilebilir bir tepki olarak algılandı.
AKP, cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında, anayasa taslağının gündeme getirilmesinde "özgürleştirici" tavrını korudu. Askerlerle olan ilişkilerini dengeli götürdü, Türkiye'yi germe çabalarına fırsat vermedi.
İlk sapma, başörtüsü sorununu çözmek için anayasa reformundan taviz verme ve MHP ile iki madde üstünde uzlaşmada yaşandı. Erdoğan Madrid'de verdiği ani bir kararla MHP ile anlaştı, reform sürecini de bu partinin ipoteği altına soktu.
Sonuç ise Erdoğan'ın belki de hiçbir zaman kabul etmeyeceği bir hataydı. Az daha partisi kapatılacak, Türkiye büyük bir siyasi krizin girdabına sürüklenecekti. MHP gibi olma, sorunları MHP üslubuyla çözme çabası AKP'ye pahalıya patlamıştı.
Eğer AKP ilkeli davranabilseydi, başörtüsü sorununu diğer özgürlükler içinde eritebilseydi, bugün ne yargı yasama rolünü üstlenme fırsatı elde edecek, ne de AKP bu kadar zorlanacaktı. Ama belli ki AKP, MHP'lileşmenin bedelinin kendisi için ağır olabileceğini göremedi, görmek istemedi.
Onun da gözü CHP gibi MHP'nin yerindeydi. Milliyetçi olduğu sanılan retorikle yerel seçimleri kazanmayı hayal etmeye başladı. Türkiye'yi en hassas döneminde germekte bir beis görmedi.
Başbakan, DTP'nin Kürt milliyetçiliğine özgürlük ve demokrasi vaadiyle cevap vereceğine, Türk milliyetçiliği zannettiği saldırgan bir üslupla cevap verdi. Pompalı tüfekle saldırıyı meşru gördü.
Savunma Bakanı Brüksel'de iyi ki Ermenileri ve Rumları ülkemizden kovmuşuz da ulus devletimizi kurmuşuz anlamına gelecek şeyler söyledi. Sonradan sorumluluğu gazetecilerin anlayışına yüklese de, Vecdi Gönül aslında aklından geçenleri, hissettiklerini, doğru bildiklerini bizlere aktardı. Başbakan'ı duymamış olsaydı, gündemde gerilim yaratmak, milliyetçi refleksleri kaşımak olmasaydı, büyük bir olasılıkla daha ketum davranırdı .
Şimdi de TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda AKP Yozgat Milletvekili Abdülkadir Akgül , "devletine ve milletine karşı gelenleri vurmaktan hoşlanacağını" söylüyor. İşi yasa yapmak olan bir vekilimiz açıkça yasaları, hatta anayasayı çiğneyeceğini vurguluyor.
Akgül kendini yargının, güvenlik kuvvetlerinin yerine koyuyor . Toplumda giderek kök salmaya başlayan Kürt-Türk kutuplaşmasını tırmandırıp, bütünlüğünü koruyacağına yemin ettiği ülkesini felakete sürükleyecek açıklamalar yapıyor.
AKP'liler belki farkında değiller ama milliyetçi cephede bu kadar çok partiye ve partiliye yer yok. MHP'nin oy oranı malum. Daha fazlasını ancak kendi partileri kapatılırsa, ortaya çıkışında savunduğu değerlerden uzaklaşırsa alabilir.
Başta Başbakan Erdoğan olmak üzere AK Partililer MHP'yi daha fazla güçlendirmek istemiyorlarsa, yerel seçimlerden değilse dahi bir sonraki seçimden başarıyla çıkmak gibi bir hedefleri varsa, kuruluş felsefesine geri dönmeliler. MHP'yi taklit etmekle olsalar olsalar ancak kötü bir taklidi olurlar…
referans