*SiRiNe*
Dekan
- Katılım
- 22 Kasım 2007
- Mesajlar
- 5,336
- Reaksiyon puanı
- 2
- Puanları
- 0
İnsanı insan yapan öğelerin en başta gelenlerinden birisinin gülmek olduğuna kuşku yok.
Gülen insan yani dünyaya ve kendisine mizah duygusuyla yaklaşabilen kişi, öfkeli insandan daha olgundur, daha hazımlıdır.
Gülmek zekâ belirtisidir. Albert Einstein’ın ünlü fotoğrafını bilirsiniz: Büyük bilgin objektife dilini çıkarır.
Ne profesör ününün zedeleneceğinden korkar ne de bilim adamı tavrının.
Kameraya dil çıkarabilmek için evren ve insan orantısının, yani çok büyük ölçeklerin farkına varmış olmak gerekiyor.
Sıradan insan böbürlenmesi içinde bu yapılamaz.
***
Sorum şu: Atatürk’ün “hayat damarlarından biri” olarak nitelediği sanat ve kültür, hayatımızda ne kadar yer tutuyor?
Dünya edebiyatı denilen o muazzam birikimi, insanın doğayla arasına koyduğu o derinleşme çabasını, kendini tanıma mücadelesini nereye yerleştireceğiz?
Homeros, Dante, Cervantes, Shakespeare, Yunus Emre, Mevlânâ, Molière, Stendhal, Balzac, Flaubert, Dostoyevski, Tolstoy insanlık için ne ifade ediyor?
Daha doğrusu eğer bu yazarların kitapları olmasaydı, insanlık düşüncesi aynı noktaya gelebilir miydi?
İnsan bireyi ve toplum, sadece bilimle açıklanamaz. Hele sosyal bilimlerdeki emekleme dönemlerinin, toplumları açıklamada yetersiz kaldığını hepimiz biliyoruz.
İnsan psikolojisinin ve toplum yapılanmasının, matematik kesinlikle ele gelmeyen, formüllere dökülemeyen alacakaranlık bir bölgesi var.
İşte edebiyat o bölgeyi aydınlatarak, bizim kendimizi daha iyi tanımamıza yardımcı oluyor.
Mesela Dostoyevski olmasaydı, insan psikolojisi hakkındaki bilgi ve sezgilerimiz eksik kalırdı.
***
19. yüzyıl Fransa’sındaki insanları, toplumun bir yere doğru akışını ve sistemi, Balzac’ın romanları kadar iyi anlatan hiçbir yaratı yoktur.
Ne bilimsel çalışmalar, ne tarih kitapları, ne de üniversite tezleri...
Balzac’ı okumadan o dönemi anlayamazsınız.
Çünkü büyük romancı, siyasal görüşleri ne kadar yanlış olursa olsun, parmak uçlarından kalemine akan müthiş bir sezgiyle, içinde yaşadığı toplumu anlatabilmişti.
Zülfü LİVANELİ
Gülen insan yani dünyaya ve kendisine mizah duygusuyla yaklaşabilen kişi, öfkeli insandan daha olgundur, daha hazımlıdır.
Gülmek zekâ belirtisidir. Albert Einstein’ın ünlü fotoğrafını bilirsiniz: Büyük bilgin objektife dilini çıkarır.
Ne profesör ününün zedeleneceğinden korkar ne de bilim adamı tavrının.
Kameraya dil çıkarabilmek için evren ve insan orantısının, yani çok büyük ölçeklerin farkına varmış olmak gerekiyor.
Sıradan insan böbürlenmesi içinde bu yapılamaz.
***
Sorum şu: Atatürk’ün “hayat damarlarından biri” olarak nitelediği sanat ve kültür, hayatımızda ne kadar yer tutuyor?
Dünya edebiyatı denilen o muazzam birikimi, insanın doğayla arasına koyduğu o derinleşme çabasını, kendini tanıma mücadelesini nereye yerleştireceğiz?
Homeros, Dante, Cervantes, Shakespeare, Yunus Emre, Mevlânâ, Molière, Stendhal, Balzac, Flaubert, Dostoyevski, Tolstoy insanlık için ne ifade ediyor?
Daha doğrusu eğer bu yazarların kitapları olmasaydı, insanlık düşüncesi aynı noktaya gelebilir miydi?
İnsan bireyi ve toplum, sadece bilimle açıklanamaz. Hele sosyal bilimlerdeki emekleme dönemlerinin, toplumları açıklamada yetersiz kaldığını hepimiz biliyoruz.
İnsan psikolojisinin ve toplum yapılanmasının, matematik kesinlikle ele gelmeyen, formüllere dökülemeyen alacakaranlık bir bölgesi var.
İşte edebiyat o bölgeyi aydınlatarak, bizim kendimizi daha iyi tanımamıza yardımcı oluyor.
Mesela Dostoyevski olmasaydı, insan psikolojisi hakkındaki bilgi ve sezgilerimiz eksik kalırdı.
***
19. yüzyıl Fransa’sındaki insanları, toplumun bir yere doğru akışını ve sistemi, Balzac’ın romanları kadar iyi anlatan hiçbir yaratı yoktur.
Ne bilimsel çalışmalar, ne tarih kitapları, ne de üniversite tezleri...
Balzac’ı okumadan o dönemi anlayamazsınız.
Çünkü büyük romancı, siyasal görüşleri ne kadar yanlış olursa olsun, parmak uçlarından kalemine akan müthiş bir sezgiyle, içinde yaşadığı toplumu anlatabilmişti.
Zülfü LİVANELİ