HAKAN34
Asistan
- Katılım
- 5 Ekim 2008
- Mesajlar
- 193
- Reaksiyon puanı
- 0
- Puanları
- 0
Dünya ve biz
Ahmet Altan - 25.10.2008
Yeryüzü, eğer eskiden inanıldığı gibi öküzün boynuzları üstünde dursaydı ve öküz kafasını sallasaydı, ancak bu kadar sallanabilirdi.
Dipten doruğa bir sarsıntı yaşanıyor.
Yaşananlarla ilgili çeşitli yorumlar var.
Ben dünyanın kabuk değiştirdiğine, eski bir çağdan sıyrılıp yeni bir çağa geçtiğine inanıyorum.
Tabii bu öyle kolayca gerçekleşecek bir iş değil, sarsıntısı, sancısı derin oluyor.
İnsanoğlunun aklının bir yanı, yeni bir çağı hazırlıyor ama aklının diğer yanı eski alışkanlıklarından kopmakta zorlanıyor.
Hem yeniliği arzuluyor hem yeniliğe ayak uydurmakta sorunlar yaşıyor.
Bu hep böyle olmuş.
Şimdi de böyle oluyor.
İnsanların para kazanma biçimlerinin değişeceği bir dönemin başlangıcında olduğumuzu sanıyorum.
Bedenimizden ziyade beynimizle para kazanacağımız bir dönem olacak bu.
Bütün alışkanlıkların, ilişkilerin, eğitim anlayışının, iş yapma tarzının, toplumsal yapının, sınıfların değişmesi anlamına geliyor bu.
Eski klişelerin de anlamsızlaşacağı bir çağ.
İnsan zihni yeni bir düşünce biçimine alışmak zorunda kalacak.
Sanırım esas sorun da burada çıkacak.
Türkiye, bu “parasal” sarsıntıyı nispeten kolay atlatıyor gibi gözüküyor.
Fakirlik bu konuda işimize yaradı.
Zenginlerin, kolay para kazanmayı amaçlayan kurnaz oyunlarına katılamadık ve bu sayede onların kaybının büyük ortaklarından olmadık.
Banka sistemini daha önceki krizde sağlamlaştırmış olmamız da bize çok yardımcı oldu.
Bugün yaşanan mali krizi biz de bazı hasarlarla atlatacağız.
Gelişmiş dünya, yeni çağın gereklerine uygun önlemler alıp yapısal değişikliklerden geçecek.
Silahtan ve petrolden para kazanmanın yerini bilgisayarlardan, uzay teknolojisinden, hizmet sektöründen para kazanmak alacak.
Yeni bir düşünme biçimi, yeni bir algılama tarzı geliştirecekler.
Peki, biz ne yapacağız?
Bu parasal kriz durulduktan sonra bizim durumumuz ne olacak?
Bana sorarsanız biz asıl sıkıntıyı mali konularda değil “zihinsel” konularda yaşayacağız.
Dünyanın da yardımıyla ekonomik krizi geçiştiririz ama sonra ne yaparız?
Biz dünyanın değiştirmeye hazırlandığı “zihinsel düzeye” bile henüz ulaşamadık.
Yeni çağın gerektirdiği düşünce yapısını nasıl geliştireceğiz?
Hâlâ 19. yüzyılın zihinsel saplantılarından kendini kurtaramamış bir toplum nasıl olacak da 21. yüzyılın zihinsel gelişmişliğine zıplayacak?
Baksanıza biz hâlâ “laikliğin” ne olduğunu tartışıyoruz.
Anayasa Mahkemesi’nin başkanı, bu devletin laik olmadığını açıklıyor.
Henüz laik bile olamamışız.
Ama bu devletin laikliğinin tek “laiklik ölçüsü” olduğuna inananlarımız var.
Laiklik sorununu bile çözememişiz.
Laikliğin ne olduğunu, bir devletin nasıl laik olabileceğini kavrayamamışız.
Ama kızların başını örtelim mi örtmeyelim mi kavgası yapıyoruz.
Temel sorunlarımız, Kürtler Kürt olma hakkına sahip mi, kızlar başını örtebilir mi gibi sorunlar.
Bir çağdan bir çağa geçeceğiz güya ama iki çağ arasına “eşiği bir metre, kapısı on santim” olan bir geçiş yeri yapmışız.
Bu “eşikle” o kapıdan nasıl geçeriz?
Öyle çok “kutsallıklar” yaratmışız ki bir “kutsalı” yaralamadan konuşma imkânı bile kalmamış.
Atatürk kutsal, tarih kutsal, devlet kutsal, ordu kutsal, vatan kutsal, din zaten kutsal...
Kutsal olmayan tek değer sanki insanın kendisi.
İnsanları öldürmek, hırpalamak, onlara işkence yapmak, inançlarını aşağılamak, fikirlerini yasaklamak serbest.
İnsan, somuttur.
Diğer bütün kutsal kavramlar da soyut.
Soyut olan her şeyi yüceltip, somut olanı da aşağılamak biraz tuhaf değil mi?
Niye insanı, yani kendimizi böyle aşağılıyoruz?
Niye kendimize bu kadar düşmanız?
Niye insanın, yani kendimizin, “değerli” olduğunu kabul etmekte böylesine zorlanıyoruz?
Biz insanız.
Ve, değerliyiz.
Sanırım, bizim bir çağdan bir çağa atlamamız, kendi değerimizi algılamakla başlayacak.
“Ben insanım, değerliyim”, “o da insan o da değerli” dediğimizde bir eşiği geçebileceğiz.
“Ben insanım, değerli değilim; benim gibi düşünmeyen zaten insan bile değil” duygusundan kurtulmamız ise sandığınız kadar kolay değil.
Bizi yıllarca bu saçmalığa inanmamız için eğittiler.
Bu inançla bizi geçmiş bir çağın içine hapsettiler.
Dindarlar dindar olmayanları, solcular dindarları, Türkler Kürtleri, Kürtler Türkleri, Sünniler Alevileri, Aleviler Sünnileri, devlet de hepsini aşağılayıp duruyor.
Ve, dünya sancılar çekerek, bizim henüz ulaşamadığımız bir çağı terk etmeye hazırlanıyor.
Dünya şöyle ya da böyle mali sorunlarını halleder.
Biz de hallederiz.
Zihinsel sorunlarımız ne olacak?
Onu söyleyin bana.
“Ben insanım değerliyim, o da insan o da değerli” diyebilecek düzeye gelecek miyiz?
Yoksa böyle kendi kendimizi aşağılayarak sürünüp gidecek miyiz?
kaynak
Ahmet Altan - 25.10.2008
Yeryüzü, eğer eskiden inanıldığı gibi öküzün boynuzları üstünde dursaydı ve öküz kafasını sallasaydı, ancak bu kadar sallanabilirdi.
Dipten doruğa bir sarsıntı yaşanıyor.
Yaşananlarla ilgili çeşitli yorumlar var.
Ben dünyanın kabuk değiştirdiğine, eski bir çağdan sıyrılıp yeni bir çağa geçtiğine inanıyorum.
Tabii bu öyle kolayca gerçekleşecek bir iş değil, sarsıntısı, sancısı derin oluyor.
İnsanoğlunun aklının bir yanı, yeni bir çağı hazırlıyor ama aklının diğer yanı eski alışkanlıklarından kopmakta zorlanıyor.
Hem yeniliği arzuluyor hem yeniliğe ayak uydurmakta sorunlar yaşıyor.
Bu hep böyle olmuş.
Şimdi de böyle oluyor.
İnsanların para kazanma biçimlerinin değişeceği bir dönemin başlangıcında olduğumuzu sanıyorum.
Bedenimizden ziyade beynimizle para kazanacağımız bir dönem olacak bu.
Bütün alışkanlıkların, ilişkilerin, eğitim anlayışının, iş yapma tarzının, toplumsal yapının, sınıfların değişmesi anlamına geliyor bu.
Eski klişelerin de anlamsızlaşacağı bir çağ.
İnsan zihni yeni bir düşünce biçimine alışmak zorunda kalacak.
Sanırım esas sorun da burada çıkacak.
Türkiye, bu “parasal” sarsıntıyı nispeten kolay atlatıyor gibi gözüküyor.
Fakirlik bu konuda işimize yaradı.
Zenginlerin, kolay para kazanmayı amaçlayan kurnaz oyunlarına katılamadık ve bu sayede onların kaybının büyük ortaklarından olmadık.
Banka sistemini daha önceki krizde sağlamlaştırmış olmamız da bize çok yardımcı oldu.
Bugün yaşanan mali krizi biz de bazı hasarlarla atlatacağız.
Gelişmiş dünya, yeni çağın gereklerine uygun önlemler alıp yapısal değişikliklerden geçecek.
Silahtan ve petrolden para kazanmanın yerini bilgisayarlardan, uzay teknolojisinden, hizmet sektöründen para kazanmak alacak.
Yeni bir düşünme biçimi, yeni bir algılama tarzı geliştirecekler.
Peki, biz ne yapacağız?
Bu parasal kriz durulduktan sonra bizim durumumuz ne olacak?
Bana sorarsanız biz asıl sıkıntıyı mali konularda değil “zihinsel” konularda yaşayacağız.
Dünyanın da yardımıyla ekonomik krizi geçiştiririz ama sonra ne yaparız?
Biz dünyanın değiştirmeye hazırlandığı “zihinsel düzeye” bile henüz ulaşamadık.
Yeni çağın gerektirdiği düşünce yapısını nasıl geliştireceğiz?
Hâlâ 19. yüzyılın zihinsel saplantılarından kendini kurtaramamış bir toplum nasıl olacak da 21. yüzyılın zihinsel gelişmişliğine zıplayacak?
Baksanıza biz hâlâ “laikliğin” ne olduğunu tartışıyoruz.
Anayasa Mahkemesi’nin başkanı, bu devletin laik olmadığını açıklıyor.
Henüz laik bile olamamışız.
Ama bu devletin laikliğinin tek “laiklik ölçüsü” olduğuna inananlarımız var.
Laiklik sorununu bile çözememişiz.
Laikliğin ne olduğunu, bir devletin nasıl laik olabileceğini kavrayamamışız.
Ama kızların başını örtelim mi örtmeyelim mi kavgası yapıyoruz.
Temel sorunlarımız, Kürtler Kürt olma hakkına sahip mi, kızlar başını örtebilir mi gibi sorunlar.
Bir çağdan bir çağa geçeceğiz güya ama iki çağ arasına “eşiği bir metre, kapısı on santim” olan bir geçiş yeri yapmışız.
Bu “eşikle” o kapıdan nasıl geçeriz?
Öyle çok “kutsallıklar” yaratmışız ki bir “kutsalı” yaralamadan konuşma imkânı bile kalmamış.
Atatürk kutsal, tarih kutsal, devlet kutsal, ordu kutsal, vatan kutsal, din zaten kutsal...
Kutsal olmayan tek değer sanki insanın kendisi.
İnsanları öldürmek, hırpalamak, onlara işkence yapmak, inançlarını aşağılamak, fikirlerini yasaklamak serbest.
İnsan, somuttur.
Diğer bütün kutsal kavramlar da soyut.
Soyut olan her şeyi yüceltip, somut olanı da aşağılamak biraz tuhaf değil mi?
Niye insanı, yani kendimizi böyle aşağılıyoruz?
Niye kendimize bu kadar düşmanız?
Niye insanın, yani kendimizin, “değerli” olduğunu kabul etmekte böylesine zorlanıyoruz?
Biz insanız.
Ve, değerliyiz.
Sanırım, bizim bir çağdan bir çağa atlamamız, kendi değerimizi algılamakla başlayacak.
“Ben insanım, değerliyim”, “o da insan o da değerli” dediğimizde bir eşiği geçebileceğiz.
“Ben insanım, değerli değilim; benim gibi düşünmeyen zaten insan bile değil” duygusundan kurtulmamız ise sandığınız kadar kolay değil.
Bizi yıllarca bu saçmalığa inanmamız için eğittiler.
Bu inançla bizi geçmiş bir çağın içine hapsettiler.
Dindarlar dindar olmayanları, solcular dindarları, Türkler Kürtleri, Kürtler Türkleri, Sünniler Alevileri, Aleviler Sünnileri, devlet de hepsini aşağılayıp duruyor.
Ve, dünya sancılar çekerek, bizim henüz ulaşamadığımız bir çağı terk etmeye hazırlanıyor.
Dünya şöyle ya da böyle mali sorunlarını halleder.
Biz de hallederiz.
Zihinsel sorunlarımız ne olacak?
Onu söyleyin bana.
“Ben insanım değerliyim, o da insan o da değerli” diyebilecek düzeye gelecek miyiz?
Yoksa böyle kendi kendimizi aşağılayarak sürünüp gidecek miyiz?
kaynak