Darbe geleneğimiz!..

Ottomans1453

Asistan
Katılım
10 Haziran 2008
Mesajlar
173
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Osmanlı’nın yıkılış sebeplerinden biri, milletle kendini özdeşleştirmiş aydın yetiştirememiş olmasıdır.
Avrupa’nın hızlı gelişmesi karşısında şaşkınlığa düşen Osmanlı aydını, bütün suçu önce ülkenin başındaki padişaha, sonra o padişaha karşı ayaklanmayan millete yüklemiş; bazı sorunların kendi şaşkınlığından ve aşağılık duygusundan kaynaklanabileceğini aklına dahi getirmemiştir.
Sonuçta ortaya çıkan tablo şudur: Halkın eğilimleri, ihtiyaçları, beklentileri dikkate alınmadan padişahın yetkileri kısılacak, memleket “halka rağmen” kurtarılacaktır! “Halâskâran-ı Zabitan” yani “Kurtarıcı Subaylar” sendromu böyle başlamıştır.
Daha önce de söylediğim gibi, “Halâskâran-ı Zabitan” grubunun kendi dünyasında yayınladığı “müdahale” gerekçeleriyle 27 Mayıs (1960), yahut 12 Mart (1971), 12 Eylül (1980). 28 Şubat (1997), nihayet 27 Nisan (2007) ve hatta son olarak Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun (Mayıs 2008) müdahale “gerekçe”leri, “amaç” açısından birbirinden farksızdır.
Osmanlı’nın son zamanlarından günümüze kadar, 110 civarında askerî müdahale yapıldı. Hepsinin ortak noktası, memleketi “inkırazdan” ve “pençe-i izmihlâlden” kurtarmaktır.
Eskiden beri meşru yönetimlere karşı yapılan tüm müdahaleler aşağı-yukarı bu zemine oturur. Ama kurcalandığında kişisel tercihler, ideolojik saplantılar, çıkar hesapları sırıtır. Yoksa bu denli “iyi niyetli”, “ferasetli”, “hamiyetli kurtarıcı”ların milletten kaçmasına, “millete rağmen” bir şeyler yapmasına gerek kalmazdı. Gider, gerekçelerini millete anlatırlar, milletle birlikte harekete geçerlerdi.
Öyle yapmıyorlar. Ülke derlenip toparlanma sürecinde de olsa, millet yönetimden memnuniyet de duysa, gelip kurtarıveriyorlar! Osmanlı’dan bu yana, aşağı-yukarı 110 kez “kurtarılmış” olan bu ülkenin hâlâ kurtarılmaya muhtaç olması ise ayrı bir ilginçliktir. Ne memleket değil mi; kurtar kurtar kurtulmuyor! “Kurtarıcı”lardan bir kurtarabilsek, belki memleket o zaman gerçekten kurtulur.
“Halâskâran-ı Zabitan”, yani “Kurtarıcı subaylar” 14 Mayıs 1950’de yapılan ilk demokratik seçimde iktidara gelen Demokrat Parti’nin, iktidara geldiği gün itibariyle memleketi adım adım uçuruma götürdüğüne inanıp (bu inancın pekişmesi ezanın aslına döndürülmesidir) 27 Mayıs 1960’da bir darbe yaptılar.
O darbeyi 10 yıl aralıkla başka darbeler izledi. Darbenin en sertinden en sanalına envai çeşidi denendi. Olmayınca, “kurtarıcı”lık görevi bu kez “hukuka” mı “ihale” edildi dersiniz?
Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın “Askerler dışında başka anayasal kurumların da laikliğe sahip çıkmalarını memnuniyet verici” bulması, bu yüzden midir? “Halâskâran-ı Zabitan” bu kez kimlik mi değiştirdi?
•
Benim anlamakta asıl zorluk çektiğim şey, bazı çevrelerin milletin seçtiklerine tahammül etmeyi bir türlü öğrenememesi…
Demokrat Parti’yi millet sevmiş, benimsemişti, bazı gruplar ve kurumlar beğenmediği, benimseyemediği için askeri darbe ile yıktılar. Bir intikam sendromu içinde, milletin seçtiklerini Yassıada’ya tıkıp aylarca maddi ve mânevi işkence uyguladılar. Nihayet halkın çok sevdiği Başbakan Adnan Menderes’le birlikte 2 bakan arkadaşını astılar…
Ondan sonra kurulup milletin ak oylarıyla iktidara gelen Adalet Partisi’ni de bazı kurum ve kuruluşlar benimseyemedi. “Laiklik karşıtlarına ve irticaya taviz verdiği” suçlamasını ona da yönelttiler. Ve 12 Mart 1971’de yaptıkları askeri müdahale ile onu da devirdiler.
Millet yine dışlandı. Ama ilk seçimde Demokrat Parti-Adalet Partisi çizgisini tekrar iktidar yaptı. Malûm çevreler tabiî ki yine benimseyemediler. 12 Eylül 1980’de bir askeri darbe daha yaptılar.
Suçlama yine “laikliğe aykırı gidişat” suçlamasıydı… Milletten şu veya bu oranda oy almış partilerle politikacıları, milletin karşısına hiçbir şekilde çıkmamış bir avuç insan suçlayıp milletin verdiği makamdan alaşağı ediyordu.
Bu süreçte kurulan yeni partiler, “eskinin devamı” oldukları gerekçesiyle tekrar tekrar kapatıldı, kurucuları veto üstüne veto edildiler…
Yine de millet, darbecilerin onaylayıp işaret ettikleri MDP’de değil, Demokrat Parti-Adalet Partisi çizgisinin devamı olarak görünen Anavatan Partisi’nde (Turgut Özal’ın önderliğindeki) buluştu.
Tabiî onu da beğenmediler. Rahmetli Turgut Özal’a “Takunyalı Başbakan” dediler, laiklik ilkesinin çiğnendiğini defaatle öne sürdüler, ANAP kadrolarını “irticaya taviz” vermekle suçladılar. Buna rağmen Özal’ın “iktidar gücünü doğru kullanma” becerisini aşamadılar. Yoksa onu da yıkacak, vatanı ondan da kurtaracaklardı!
“Halâskâran-ı Zabitan”ın asıl istediği; Türkiye’yi CHP iktidarına teslim etmekti. Bu arzu, tüm darbelerin gizli gerekçesini teşkil ediyordu. Darbeler, milleti buna zorlamak içindi.
Halbuki bu partinin iktidarları döneminde Türkiye’ye taş üstüne taş konmamıştı. Ülke kalkınması için tek çivi bile çakılmamıştı. Millet CHP iktidarları dönemini “Açlık, kıtlık, kuyruk, yokluk, yoksulluk, karne” dönemi olarak hatırlıyor, o dönemden kalma jandarma ve tahsildar korkusu ile birlikte hâlâ içinde hissediyordu. Ayrıca o dönemde Ezan-ı Muhammedi, dini eğitim ve Hac yasaktı.
CHP Genel Sekreteri Önder Sav’ın, Hacc’a gitmek isteyen vatandaşa, “Araplara para kaptırma” demesi ve Peygamber Efendimiz’le alay etmesi, eski CHP zihniyetinin günümüze bir yansımasıdır.
Ne olursa olsun, Türkiye’yi hiçbir kuvvet o günlere dördüremeyecektir.

Yavuz Bahadıroğlu - Vakit
 
Üst