Penetrator God
Doçent
- Katılım
- 14 Ocak 2020
- Mesajlar
- 901
- Çözümler
- 1
- Reaksiyon puanı
- 541
- Puanları
- 93
- Yaş
- 26
Giriş
Öksüz ve yetim kalan Hassad'a dayısı sahip çıkmıştı. Anne ve baba şefkati ile sevgisinin eksikliğine rağmen dayısının kucağında mutlu bir çocukluk geçirdi. Hassad gezmeyi çok severdi. Serpilip büyüdüğünde hayatını değiştirecek bir seçim yaparak dayısının yanındaki rahat hayatını bırakıp maceracı olmaya karar vermiş.
Dayısı, Hassad'ın bu kararına saygı duymuş ve hatta onu desteklemiş. Yardım olarak ona bir kese altın verdikten sonra vedalaşmışlar. Ardından Hassad'da bu parayla şehirden büyük bir at ve gösterişli bir eyer aldıktan sonra hiç tanımadığı ıssız Alik'r Çölü'nde yolculuğa çıkmış.
Çöl kurtlarının saldırısına uğramış ve onlardan güçbela kurtulduktan sonra köle tacirlerinin eline düşmüştü. Ancak onlardanda birşekilde kaçan Hassad fedakar atı ile tekrar yola düşmüştü. Derin bir vadiyle karşılaşan Hassad vadiye inen uçurumun kenarında mola verip dinlenerek güneşin doğmasını beklemeye başlamış.
Burayı aşıp yolculuğuna devam etmekte kararlıydı...
I - HAYALET
Yer:Balyoz Yurt, Alik'r Çölü, Derin Vadi
Tarih:
Turdas, Last Seed'in 17. günü 4E 201
Güneş hayli yükselmiş, genç Hassad deyim yerindeyse tere batmış bir halde ağır haraketlerle yattığı yerden ayağa kalktı. Gözü, derin vadiye takıldı. Dün gece başından geçenleri anımsıyordu. Kurtların saldırısı, kölecilerin eline düşüşü, mağaraya hapsedilişi ve onu esir alan adamların içkiyi fazla kaçırıp sızıp kalmalarından yararlanarak mağaradan kaçışı ve bu vadiye gelişi. Hassad ardından çıktığı bu belalı yolculuğun ne zaman biteceğini düşünmeye başladı. Issız vahşi Alik'r Çölü'ndeki tehlikeler ve zorluklar daha ne kadar sürecekti? Bu soruyu kendine soruyor ama bir türlü yanıtını veremiyordu. Sıkıntılı başlayan yolculuğuna rağmen Hassad hiç pişman değildi.
Bu talihsiz genç, düşünü gerçekleştirecekti. Çünkü başka yolu yoktu! Herkesce tanınan efsanevi bir maceraperest olacaktı! Gerekirse bunlardan daha fazlasını çekecekti, ama asla vazgeçmeyecekti. Yeni hayatı için ölümü göze almıştı. Şu Tamriel üstünde artık yıllardır hayalini kurduğu maceracılıktan ne ayrı olabilir ne de onsuz yaşayabilirdi. Hedefine kavuşana kadar azimle yılmadan yola devam etmekte kararlıydı...
Uçurumun kenarında durmuş aşağıdaki derin vadiyi inceliyordu. Dikkatlice baktığında yukarıdan aşağıya doğru inenlerin bıraktıkları ayak izlerinin oluşturduğu bir patika gördü. Vadiye inmek için bu yeri kullanmaya karar verdi. Buraya girişinin belli bir amacı yoktu, çünkü onu nereye götüreceğini bilmiyordu. Sırf gezginlere özgü bir merakla, yolun nereye çıkacağını öğrenmek için patikada yürümeye başlamıştı.
Yer dar olduğu için binek hayvanlar ile yolculuk etmek imkansızdı. Bu yüzden atını kamp yaptığı yerde bırakmak zorunda kalmıştı. Çoğu zaman yayan bile yürümek oldukça güç oluyordu. Hassad patikada ilerledikçe, öngördüğünden çok daha dik olduğunu fark etti. Ancak geri dönmeyerek pür dikkat inmeyi sürdürüyordu. Dikkat etmezse altındaki çakıl taşları kayarak onu vadinin dibine düşürmeleri işten bile değildi.
Hassad yorulmuş ayak kaslarının gerilmeye başladığını hissediyordu. Ama hala geri dönemiyordu çünkü rahmetli annesinden aldığı inatçılık gibi kötü bir huyu vardı. Yaklaşık bir saat sonra amacına ulaşmış, vadiye inmişti. Başını kaldırıp da yukarı baktığında uçurumun ne kadar derin olduğunu daha iyi anladı. Neredeyse gözle seçilemeyecek kadar uzakta kalmıştı. Bu uzun yoldan inmenin ne kadar büyük bir ahmaklık olduğunu artık biraz geçte olsa anlamıştı. Belli bir plan olmadan böyle aptallık ettiği için kendine kızıyordu.
Hassad vadide öbek öbek yığılmış taşlar, kum tepecikleri ve uçurumun dik yamaçlarında insanlar tarafından yapılmış olduğu açıkça belli olan kazma izleri gördü. "Bu kurak vadiyi ve dik yamaçları niçin kazmışlar acaba?" diye kendi kendine söylendi. İlk aklına gelen, bu yerin bina yapımında kullanılan taşların çıkarıldığı bir ocak olmasıydı. Ancak bu taşları taşıyacak arabaların tekerlek izleri yoktu. Çıkarılan taşlar nasıl ve nereye götürülüyordu? Yakınlarda bir yerleşim merkezi mi vardı? O anda aklına başka bir fikir gelmişti.
Belki de burada altın veya benzeri değerli bir maden aranıyordu? Bu düşünce onu da araştırmaya teşvik etti. Merakla çevreyi kolaçan etmeye başladı. Taş ve kum yığınlarını karıştırdı. Eliyle yokluyor, ayağıyla itekliyordu. Çok geçmeden aklına gelmeyecek bir şey oldu ve kumların arasında mermerden yapılmış bir heykelcik gördü. Hassad daha önce ömründe böylesine güzel ve eşsiz bir parça görmemişti. Heykeli alarak üzerindeki tozları temizledi. Sonra onu dikkatle incelemeye başladı.
Heykele hayran kalmış, yorgunluğu bile geçerek neşesi yerine gelmişti. Çok değerli antik bir eser olduğu belliydi. Anladığı üzere bu eski harabe geçmişte böyle hazinelerin saklandığı bir mekandı. Ve bunu bilen ya da öğrenen bazı kimseler de buraya gelip kazılar yapıp gitmişlerdi. Peki ama neden gitmişlerdi? Aradıkları şeyi bulmaktan ümit keserek mi gitmişlerdi, yoksa alabildiklerini aldıktan sonra bir daha gelmek üzere mi gitmişlerdi? Belki de geri dönüp kazılarına devam edeceklerdi?
Hassad düşüncelere gömülerek bu bölgede karşılaştığı şeylere mantıklı bir açıklama getirmeye çalışıyordu. Bulduğu heykel, araştırma arzusunu kamçılamıştı. Titiz bir şekilde kazıya girişti. Bu kez gördüğü her taşın altına bakıyordu. Hassad kalıntıların sırrını öğrenmekten başka bir şey düşünemez olmuştu. Acaba burada başka neler vardı? Fazla zaman geçmeden yeni bir şey daha buldu. Bu, gizli bir tünele açılan kapıydı. Üstü taşlarla örtülmüştü.
Kapının ardında neler olduğunu öğrenmek için üstündeki taşları birer birer kaldırdı. Sonunda içeri girebileceği büyüklükte bir gedik açıldı. İçeri girdi ve dar ve oval bir tünel ile karşılaştı. Bir süre durup cesaretini topladı. Ardından ona babasından yadigar kalan kavisli kılıcını çekip tünelde ilerlemeye başladı. Bastığı taşlardan kayarak düşmemek için çok dikkatli ilerliyordu. Neyse ki tünel uzun değildi. Sonuna ulaşmıştı. Burası içinde mezarlık olan kare biçiminde dört duvarlı korkutucu bir odaydı. Duvarlardan her birinin üstünde bir kapı vardı.
Hassad kapıları sırayla açmayı denedi. Ama dördü de sıkıca örtülmüştü. O kadar zorlamasına karşın bir milim bile oynatamamıştı. Sanırım bu bir bilmeceydi. Ancak Hassad ne yapacağını bilemiyordu. Bu noktadan sonra geri dönmekte gücüne gidiyordu. Tam bu anlarda atının sesini duyar gibi oldu. Tepeden inerken onu tamamen unutmuştu. Birileri gelip onu kaçırabilirdi! Sahip olduğu her şey onun yanındaydı. Yaptığı şey için kendini affedemiyordu. Nasıl olmuştu da merakına yenilip bu işe kalkışmıştı. Hassad birden atının yanına dönmeye karar verdi.
Tünelin ağzına çıktığında atını gördü. Uçurumu göremiyordu, çünkü önünde hiç beklemediği bir şey duruyordu. Bu bir insandı. Bu ıssız yerde insanın ne işi olabilirdi? Ama bu adam korkutup endişelendirecek türden bir görünüme sahip değildi. Aksine bilindik ve normal, koyu tenli, sırım saçlı bir Kızılmuhafız köylüsü gibi görünüyordu. Hassad yinede temkinli ve kaygılıydı. "Kimsin sen? Nereden geldin?" diye sordu yabancı karşısına dikilip gayet sıcak bir ifadeyle.
Hassad cevap vermeden önce bir süre sustu. Yanıt vermede ağır davrandığını gören adam Hassad'ı süzmeye başladı. Gözü hemen Hassad'ın arkasındaki kabire takıldı. Adam Hassad'ın yer altında yaşayan hayaletlerden biri olduğunu sandı. Aniden sırtını dönüp korkuyla kaçmaya başladı. Yoku dilinde tam anlaşılamayan ilahlara dua eder gibi bir şeyler söylüyordu. Bunu fırsat bilen Hassad yabancının peşinden koşmaya başladı. Ellerini hipnoz yapar gibi ona kaldırmış ilerliyordu.
Adam birden durdu. Donup kalmıştı. "Ne olur beni bırak ey ruh! Ne olur peşimi bırak!" dedi korku dolu bir ses tonuyla. "Gözlerini kapat, sırtını dön ve buradan git! Sakın gözlerini açma! Koşabildiğin kadar hızlı koş!" dedi Hassad nefesini çekip üfleyerek kalın bir sesle. Zavallı adam gözlerini yumdu ve arkasını dönüp Daedra kovalıyormuş gibi kaçmaya başladı. O an Hassad adama acımıştı. Ama ondan kurtulduğu için de sevinmiyor değildi. Artık tek düşündüğü, bir an önce eşyalarını bıraktığı tepeye geri dönmekti.
Ancak yol, çok zorlu ve çetindi. Bir saatte indiği yere çıkmak neredeyse akşamı bulmuştu. Patika yola baktıkça ümitsizliği daha da artıyordu. Ara sıra arkasına bakıyor, kaçırdığı adamı görmeye çalışıyordu. Oysa adamcağız gözden kaybolalı çok olmuştu. Sanırım kendisi için güvenli olacak bir yere varmıştı. Vadinin biraz ötesinde bir yerleşim merkezi ve insanlar olmalıydı. Tepeye çıktıktan sonra Hassad'da o yöne doğru ilerlemeye karar verdi.
Adamın gittiği yöndeki yolun sonuna varan Hassad hiç ummadığı bir manzarayla karşılaştı. Bu, hem ürkütücü hem de acıklı bir görüntüydü. Aynı zamanda içinde bir ümit ışığı yanmıştı. Fakat çok dikkatli olması gerekiyordu. Yoluna devam etmeden önce bir süre durup düşünmeliydi...
II - BATIL İNANÇLAR
Balyoz Yurt, Alik'r Çölü, Bilinmeyen Köy
Tarih:
Fredas, Last Seed'in 18. günü 4E 201
Hassad adamın kaçtığı yolun sonunda çıplak araziye kurulmuş bir sürü çadır gördü. Uzaktan bakıldıklarında inşaat komitelerinin yol, köprü ve benzeri projeler için kurdukları şantiye çadırlarına benziyorlardı. Çadırlar çok geniş bir alana kurulmuştu. Aralarında belli uzaklıklar bulunan çadırların etrafına çiçekli bitkiler ekilmiş ve çit çekilmişti. Ancak bu çitler, gelip geçeni engellemekten çok, sınır belirlemeye yarayan sembolik çitlerdi.
Hassad çadırlara iyice yaklaştığında korkup irkildi. Onu korkuttuğu kadar acıma duygusunu harekete geçiren şey, kovaladığı adamın çadırların ortasında yatıyor olmasıydı. Bölge sakinleri üstüne yığılmış, ona ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Yüz ifadelerinden üzüntü duydukları anlaşılıyordu. Hassad'ın aklına birden adamın korkudan ölmüş olabileceği fikri geldi. Adamcağız yaşadığı korkuya dayanamayarak cansız yığılmış olabilir miydi? O anda Hassad kalbinde büyük bir acı hissetti. Bir cana kıymıştı! Hem de hiçbir suçu olmayan bir insandı bu.!
Hassad yanlarına gittiğinde endişeli kalabalığın hala yerde yatan komşuları ile ilgilendiğini nabzını kontrol ettiğini gördü. Hassad'ın çitleri aşıp çadırların arasına girdiğini fark etmemişlerdi. Hassad adamcağızın durumunu öğrenmek için yavaşça yanlarına sokuldu. İçlerinden biri "Nefes Alıyor! Yaşıyor!" diye sevinç içinde bağırdı. Herkes rahatlamıştı. Ama yine de adamın başından kalkmıyorlardı. Zavallı adam, şu an belki iyiydi ama şimdi de nefes alamamaktan dolayı ölüp gidecekti.
Hassad bu durumdaki hastaların üstünün açılarak nefes almasının kolaylaştırılması gerektiğini bir kitapta okumuştu. Hastanın olabildiğince bol temiz havaya ihtiyacı vardı. Hassad birden aralarına karışıp kalabalığı yararak "Çekilin de adam nefes alsın!" diye bağırmak istedi. Ama onu gördüklerinde beklemediği bir tepki gösterebilirlerdi. Bu sebeple Hassad susmak zorunda kaldı. Çevrede toplanmış insanlardan hiçbirinin böyle bir durumdaki hastaya nasıl ilk yardımda bulunacağını bilmediği görülüyordu.
Bunların tamamı cahil kimselerdi. Yürekleri şefkat doluyken beyinleri bilgiden yoksundu. En azından adama uyarıcı kokular koklatabilir, ya da yüzüne su serpebilirlerdi. Elbisesinin yakasını açıp daha rahat oksijen almasını sağlayabilirler, ellerine ve ayaklarına masaj yapabilirlerdi. Ama onlar hiçbirşey yapmadılar. Hatta bazıları eğilmiş baygın adamın başucunda yüksek sesle dua ediyordu. Sanırım hayaletleri ve perileri kovmak için böyle yapıyorlardı. Bununla adamın içine girdiğine inandıkları şeyin kaçacağını sanıyorlardı.!
Hassad çadırlardan birinin arkasına saklanmış, olup biteni, izliyor, söylenenleri dinliyordu. Hassad'ın yaşanan olaya yüreği parçalanıyor, ama bu konuda bir şey yapamıyordu. Topluluğa görünmesi başını olmadık bir belaya sokabilirdi. Zaman geçiyor ve Hassad saklandığı yerde giderek daha çok bunalıyordu. Bir tarafı sonucu ne olursa olsun çık adamı kurtar derken diğer yanı da başını derde sokma diyordu. Tam bu sırada Hassad arkasında bir haraketlilik hissetti.
Sanki köylülerden biri geliyor gibiydi. Hassad ona görünmemek için çadıra iyice sokuldu. Bu bir kadın idi Hassad'ı neyseki görmeden yanından geçti. Kadın yerde yatan adamın yanına yaklaşırken kalabalık kenara çekilerek ona yol verdiler. Kadın bu topluluğun önde gelenlerinden biri olmalıydı. Nitekim onlardan daha akıllı ve bilgili olduğunu da gösterdi. Hafifçe eğilerek adamın nabzını kontrol etti. Ardından giysi bağcıklarını çözdü ve kollarını haraket ettirerek nefes almasını sağlamaya çalıştı.
Yerde yatan adamın nefes alışverişi düzelmeye başlamıştı. Sonra insanlardan bir kaçına emrederek hastayı çadırlardan birine taşıttı. Bu arada Hassad'da saklandığı yerden çıkarak hastanın taşındığı çadıra doğru gitti. Çadırda olan biteni ve adamın halini öğrenmek istiyordu. Çadıra taşınan adam çok geçmeden ayıldı ve bir kenara oturarak çevresine bakınmaya başladı. Ardından rahatlamış bir yüz ifadesiyle "İlahlara şükürler olsun!" dedi. Hassad ile çadırda, kovaladığı adam ve az önceki akıllı kadından başkası yoktu. "Sana ne oldu Serhaas?" diye sordu ileri gelen kadın merakla.
"Onu sizde gördünüz mü efendim?" diye sorusuna soruyla karşılık verdi Serhaas korkusunu hala tam atamadığı belli olan titrek bir sesle. "Kimi kastediyorsun?" diye sordu ileri gelen şaşırarak. Adam dua etti sonra devam etti. "Yer yarılıp içinden bir heyula çıktı. Çok korkunç bir şekilde önümde durdu. Bir insan boyundaydı. Üzerinde kuşaklı bir kıyafet, altında postal ile kafasında bir sarık vardı. " Bir süre sustuktan sonra ekledi. "Korkunç görünümüyle karşıma dikilince ister istemez şöyle dedim: 'Kimsin, nereden geldin?' Kollarını büyü yapar gibi bana doğru uzattı. Gözlerinden kıvılcımlar fışkırıyordu.
Bana öyle bir nida attıki yerimden uçacak gibi oldum. Gözlerimi yumduğum gibi koşmaya başladım. Dönüp arkama bile bakmadım. Köye nasıl geldiğimi de hatırlamıyorum." Hassad adamın sözlerinde onu kastettiğini anlamıştı. Hassad lider kadının daha akıllı ve daha mantıklı biri olarak Serhaas'ın anlattığı bu saçmalıklara inanmayacağını sanıyordu. Ancak Hassad kadının yüzünü görür görmez adamın anlattıklarından etkilenerek dudaklarının titremeye başladığını fark etti.
"Gerçekten gördün mü bunları?" diye sordu kadın kısık bir sesle. "Elbette! İlahların yardımı olmasaydı beni yokedebilirdi.!" diye cevap verdi Serhaas. " O zaman şükürler olsun! Ruhlar, yer altının karanlıklarında yaşarlar ve olağanüstü bir güce sahiptirler. Onlardan biri yeryüzüne çıkmak istediğinde depremler olur, ateşten bir sütun gibi yerden fırlarlar. Dokunduğu her şeyi yakıp yıkar atar! Eğer sana temas etseydi ruhunu çekip kendine bağlayıp sonsuza kadar kölesi haline getirirdi.!" dedi ileri gelen kadın abartılı haraketlerle.
"Onu gördüğümden beri altımdaki yerin sarsıldığını hissediyorum. Sanki bir gemide gidiyormuşum gibi geliyor.!" dedi Serhaas onu tasdik edercesine. "Ben de bugün içimde bir titreme hissetmiştim. Neden olduğunu bilmiyordum." dedi ileri gelen kadın bunu onaylayarak. "Mutlaka o hayalet çıktığı zaman olmuştur.!" dedi Serhaas araya girerek. Hassad bu ikisinin konuşmalarını dinlerken sanki bir komedi gösterisi izler gibi olmuştu. Çünkü bu tür şeylere inanacak birilerinin çıkabileceği dünyada aklına gelmezdi. Bu ne cahillik, bu ne aptallıktı! Gördüğü Hassad'dı! Nasıl olmuş da onu yer altında yaşayan cinlerden biri olduğunu sanmıştı? Haydi o böyle sandı diyelim, peki bu akıllı kadın nasıl oldu da ona inandı?
Akıl sahibi bir insan tüm bu saçmalıklara inanır mıydı? Hassad o kadar garip görünüşlü müydü? Korkutucu, gözlerinden ateşler saçan.!?Tam bu anlarda hafif bir rüzgar esti ve çadırı salladı. Hassad'ın hissetmediği kadar hafif bir rüzgar onları korkutmaya yetmişti. "Yer sarsılıyor!" dedi Serhaas kaygıyla. İleri gelen kadın da kaygılanmıştı, kalkıp çadırı kolaçan etmeye başladı. "Geldi mi? Geldi mi?" diye sordu Serhaas gözleri faltaşı gibi açılmış bir şekilde.
O anda Hassad arkasında bir çığlık ve koşuşma sesleri duydu. Dönüp baktığında adamlardan birinin onu görüp bağırarak kaçmaya başladığını gördü. Hassad batıl inançların böyle revaçta olduğu bu topraklara nereden gelmişti! Bu insanlara ruhani bir varlık olmadığını nasıl anlatacaktı.? Ahali bu çığlık üzerine bir anda toplanmış, Hassad'ı izlemeye başlamışlardı. Donup kalmıştı, ne yapacağını bilmiyordu. En güzelinin onlara doğru sakince yürüyüp nazikçe konuşmak olduğuna karar verdi. Ama insanlar Hassad'ın kendilerine doğru geldiğini görür görmez kaçışmaya başladılar.
Çitleri bir anda aşmış ve çadırlarını bırakıp gitmişlerdi. Serhaas, kabile ileri geleni ve yanlarındaki adam diğerlerinden daha hızlı kaçmışlardı! Çil yavruları su gibi çöle dağılmışlardı. Hassad nereye gideceğini bilmez bir biçimde çadırlar arasında kalakalmıştı. Fazla süre geçmemiştiki Hassad yakından gelen tuhaf bir sesle irkildi. Sesin geldiği yöne doğru gitti. Yaşlı bir kadın çadırında kalmış, diğerleri gibi kaçamamıştı. Hassad'ı görünce zayıf ellerini uzatıp yalvarmaya başladı. "Ne olur! Beni bağışla, ben yaşlı bir insanım! Bana zarar verme, lütfen!" dedi.
"Korkma teyzeciğim! Sana kötülük etmeyeceğim!" dedi Hassad yaşlı kadına acıyarak yumuşak bir ses tonuyla. Bu sözler kadını biraz olsun rahatlatmıştı. Ama zayıf elleri hala Hassad'a doğru uzanıktı. Dehşetten ağzı açık duruyordu. "Benden niçin korkuyorsun teyze? Bana bir zararın mı oldu ki canını yakayım?" diye sordu Hassad ona biraz daha yaklaşarak. "Sen iyi ruhlardansın. Öbürlerinden değilsin!" dedi kadın ellerini salıverip mırıltıyı andıran bir sesle. "Öbürleri de kim?! Lafından bir şey anlamıyorum!" diye çıkıştı Hassad.
"Ruhlar arasında kötüleri de vardır. İnsanları kıskandıkları için onları taşa, heykele, hatta çirkin yaratıklara dönüştürürler. Ama sen onlardan değilsin. İyi kalpli bir hayaletsin!" dedi yaşlı kadın giysisini çekerek. Kadının sözleri Hassad'ın hoşuna gitmişti. Fırsattan istifade, çadırlarda kalanlar hakkında bilgi alabilirdi. Hassad yaşlı kadını sakinleştirecek bir ses tonuyla devam etti. "Burada benim gibi daha önce hayalet gördün mü.?" Yaşlı kadın sustu. Bir süre Hassad'ın gözlerine baktıktan sonra cebinden abanoz cevherinden yapılma bir yılan heykelciği çıkartıp konuştu. "Bak şuna! Küçücük yavruma nasıl da kara bir yılana çevirdiler! Büyüyü bozup onu tekrar insan formuna geri getirebilir misin? Gördüğün gibi yaşlı bir kadınım ve ondan başka da çocuğum yok."
Sözü biter bitmez küçük heykeli öperek ağlamaya başladı...
III - HAZİNE AVCILARI
Yer:
Balyoz Yurt, Alik'r Çölü, Kum Altın Köyü
Tarih:
Loredas, Last Seed'in 19. günü 4E 201
Hassad abonoz cevherinden yapılmış heykelciği inceledikçe şaşkınlığı artıyordu. Adeta gerçek bir yılana benziyordu. Bunu yapan kişi, heykeltıraşlığın doruğuna çıkmış biri olmalıydı. Yaşlı kadın korku ve teslimiyet içinde bir Hassad'a, bir elindeki heykelciğe bakıyordu. "Bu yerin hikayesi nedir? Söyler misin bana teyzeciğim?" diye sordu Hassad heykeli kadına geri verirken. Yaşlı kadın ağlamaktan kızarmış yorgun gözlerini kendisini dinleyen Hassad'ın üzerinde gezdirerek oldukça uzun bir konuşma yapmaya hazırlandı.
"Buraya Kum Altın denir. 4. Çağ 154'te Doğu Krallığı Şirketi tarafından Sentinel Şehri'nin kuzey doğu ucundaki zengin altın madenlerini keşfetmek için kuruldu. Köyün ve koloninin oluşması birkaç hafta sürdü ve hemen Skyrim'deki Windhelm'e taşımak için altın cevheri çıkarılmaya başlandı. Ailemin mesleği madencilikti, buraya çalışmak için ben daha 10 yaşındayken taşınmıştık. Zamanla burası bizim evimiz oldu ve madende geçim kaynağımızdı. Her şey oldukça güzel gidiyordu, ta ki haydutların istilasına uğradığımız o uğursuz gün 4. Çağ 157 yılına kadar.
Haydutlar bize ve madenlere el süremediler ama bu olay o kadar ucuz atlatılamadı. Kum Altın'da bulunan imparatorluk muhafızlarının büyük bir kısmı istila güçleri ile yapılan savaşta ağır kayıplar yaşadı. Geriye çok azı evlerimizi ve altın madenlerini korumak için kaldı. Garnizonun bu yetersiz sayısı köye tekrar gelebilecek potansiyel saldırıları karşılamada yetersizdi. Asker boşluğunu doldurmak için Doğu Krallığı Şirketi Skyrim'den paralı askerler almaya karar verdi. Bunlar yok olan imparatorluk muhafızlarının yerlerini aldılar. Fakat pek ideal bir seçim olmadıklarını kanıtladılar.
Bu adamlar Kum Altın'ı istila eden o haydutlardan neredeyse farksızdı. Bir çoğu tutuklanması gereken tehlikeli suçlulardan oluşuyordu. O tarihten sonra bir daha sokağa çıkamaz olduk. Köyde haraç kesme, tecavüz ve cinayet vakaları yaşanmaya başlamıştı. Neyse ki Doğu Krallığı Şirketi durumu kısa süre de fark etti ve görmezden gelmeyerek hemen müdahale etti. Paralı askerlerin hepsini kovdular ancak bu sefer Kum Altın yine savunmasız kalmıştı.
Sonunda vahşi hayvanların ve haydutların saldırılarından bıkıp usanan Doğu Krallığı Şirketi 4. Çağ 163'te Kum Altın'ı terk etmek zorunda kaldı. Ancak köydeki insanların gidecek başka yerleri yoktu. Bu yüzden birkaç yıl daha kendi imkanlarımız ile madenleri işletmeye çalıştık. Ancak fazla uzun sürmedi. 4. Çağ 169 yılında altın damarları tamamen tükendi. Maden kapanmak zorunda kaldı. Kum Altın'da geçimini sağlamak için avcılık ve balıkçılığa başladı ve burada bir şekilde yaşamımızı sürdürmeye devam ettik."
"Büyüleyici bir hikayeydi. Bu heykeli nerede buldun teyzeciğim?" diye sordu Hassad uykudan esneyerek. "O, benim kızım Dasmir! Ruhlar onu gördüğün şu heykele çevirdiler! Onu aramak için dağın eteğindeki hayaletli eve gittiğimde buldum! Onun kızım Dasmir olduğunu hemen anladım. Hayaletler onu lanetlemiş!" dedi kadın dehşet içinde. "Peki, nasıl bu kadar emin oluyorsun?" diye sordu Hassad gözlerini devirerek. "Bu lanetlenmiş kara heykel, kızım Dasmir değilse kim? Kızımı gören olmamış! Böyle olacağını daha önceden hissetmiş ve o civara gitmemesi için defalarca kez yalvarmıştım.
Bunun olacağını Zaadia bir yıl önce söyleyerek kızımı şöyle uyarmıştı: 'Eğer hayaletlerin evine gidip gelmekten ve hazinelerini aramaktan vazgeçmezsen bir gün senden intikam alacak ve seni lanetleyerek abonozdan yapılma bir yılana çevireceklerdir!' Ama kızım bu uyarıları dikkate almayıp oralara gitmeyi sürdürdü. Hayaletlerin hazinelerini aramaya devam etti. En sonunda onu böyle lanetleyerek yılana çevirdiler." dedi yaşlı kadın şaşkınlığı yüzünden okunan bir ifadeyle.
Kadının anlattıkları Hassad'ı daha da meraklandırmıştı. "Kızın aptalın biriymiş!" dedi Hassad kadını daha fazla konuşturmak için. "Evet, hırslı ve aptaldı. Bir gün eve elinde küçük bir altın parçasıyla 'Altın buldum' diyerek geldi. Meğer o lanetli yere gidip oradan almış. Aptallığını ve hırsını biliyordum. Bir daha oraya gitmemesi için onu Zaadia'la birlikte uyardık. Ruhlar tarafından alıkonabileceğini ya da taşa çevrilebileceğini söyledik." "Peki hayaletler ondan önce başkalarını da lanetlediler mi?" diye sordu Hassad. Kadın biraz toparlanarak lafına devam etti.
"Ey ruh, sen her şeyi bilirsin! Niçin bana soruyorsun?" Hassad tebessüm ederek kadına yaklaştı. Ona güvenmesini istiyordu. "Bunları bilmiyordum! Sonra ne oldu?" dedi Hassad. "Ne benim ne de Zaadia'nın uyarıları işe yaradı! Dasmir'in hırsı onu sürekli kışkırtıyordu. Sonunda bir gün gitti ve geri dönmedi. Hayaletler onu Zaadia'nın dediği gibi abonoz cevherinden bir yılana çevirdiler!"Yaşlı kadın yılan heykeline sarılarak öpmeye başladı. Bir yandan da ağlıyor, 'Yavrum! Yavrum!' diye inliyordu. "Ey ruh! İlahlar aşkına söyle, kızımın lanetini kaldırabilir misin? Onu eskisi gibi insan yapabilir misin? O benim biricik kızımdı. Ben onsuz ne yaparım? Gördüğün gibi çok zamanım kalmadı artık. Son yıllarımı yalnız geçirmek istemiyorum." dedi kadın Hassad'a dönüp dilek dilermiş gibi yaparak.
Hassad kadına acımıştı ama arzusunu yerine getirme gücü yoktu. Daha öğrenmesi gereken çok şey vardı. "Gördüğüm kadarıyla Zaadia oradaki hayaletler hakkında çok şey biliyor. Beni onunla görüştürebilir misin?" dedi Hassad. "Zaadia gideli aylar geçti. Nereye gittiğini de bilmiyorum. Bir sabah uyandığımızda onu göremedik. Kutsal bir insandı. Halk, onu hayaletlerin kaçırdığını söylüyor. Çünkü o, ruhlar hakkında bildiklerini insanlara anlatmış, sırlarını saklamamıştı!"
"Bence de öyle olmalı! Çünkü hayaletler sırlarının yayılmasından hiç hoşlanmazlar!" dedi Hassad kadını onaylarmış gibi başını sallayarak. "Evet, bir keresinde buraya sakallı, başlıklı ve kısa giysili bir topluluk gelmiş, hayaletlerin evini aramışlardı. Eskilerin kitaplarından öğrendikleri bir hazineyi arıyorlardı. Köyümüz, oraya en yakın yerdi. Bu sebeple de kazı işlerinde kullanmak için bizden adam istemişlerdi. Birkaç kişi dışında kimse çalışmaya gitmedi. Onlar da kazmalarını vurmaya başlar başlamaz sineklerin saldırısına uğradılar.
Sinekler, ellerine, ayaklarına yüzlerine yaralar açıp oradan yumurtalarını bıraktılar. Sonra sinek larvaları vücutlarının içinde büyüyüp gelişti ve onları diri diri içten yemeye başladılar. Sinek bulutları o kadar çoğaldı ki birbirlerini göremez oldular. Tepelerinden taş yağmaya başladı ve kimi ezilerek öldü, kimi de çıldırmış halde evlerine döndü. Kimi taşa dönüşürken kimi de etsineğe dönüştü. Ama şapkalı yabancılar vazgeçmeyerek kazıyı sürdürdüler. Köye gelip tekrar işçi istediler. Zaadia öncekilerin başına gelenin sebebini biliyordu.
Bu yüzden gitmek isteyenlere engel oldu. Hayaletlerin lanetinden korkuyordu. Kazı ekibi bizden olumlu cevap alamayınca Skaven'den başka işçiler getirdiler. Ama onlarda bizimkilerin başına gelenlerden kurtulamadılar. Hayaletlerin laneti onları da vurmuştu. Hala taşa ve heykele dönüşmüş halde dağılmış orada duruyorlar!" dedi yaşlı kadın. Uzun uzun Hassad'ın yüzüne baktıktan sonra konuşmasına devam etti.
"Yabancılar bir türlü pes etmiyordu. Oradan buradan işçiler getirip kazıya devam ettiler. Tek amaçları, ruhlar tarafından korunan hazineye ulaşmaktı. Hayaletler artık onlardan usanmıştı. Sonunda kazı ekibinin lideri olan adam başından bir sinek tarafından ısırılarak hastalandı. Birkaç gün yattıktan sonra öldü. Kafasının üstünden onlarca sinek beynini yedikten sonra uçarak çıkmıştı. Diğerleri de çadılarını söküp bölgeyi terk ettiler. O gün bugündür lanet bizi vurur oldu. Gün geçmiyor ki gençlerimizden biri oraya gidip hayaletler tarafından lanetlenmesin! Bizim için en ağırı da Zaadia'yı yitirmek oldu.
Ne izini ne de cesedini bulamadık. Ruhların lanetinden bunaldığımız zaman ruhların eviyle aramızda bulunan mabede gider, korkan kimseleri orada iyileştirmeye çalışırız."Güneş batmıştı. Hassad ise hala çadırda oturmuş, yaşlı kadının kızı, hayaletleri, hayali hazine ve büyülü heykelleri hakkında anlattığı saçmalıkları dinliyordu. Anlatacak bir şeyi kalmayan yaşlı kadın abonoz heykelciğe şefkatle sarıldıktan sonra elini Hassad'a doğru uzatarak yalvardı.
"İlahlar aşkına ey ruh! Kızımı bana geri ver! Fazla ömrüm kalmadı, bu günleri bari yalnız geçirmeyeyim!" dedi kadın titrek ve duygu dolu içten bir sesle. "Kızın sana geri dönecek teyzeciğim! Hiç merak etme!" dedi Hassad kadının konuşmasından etkilenip kendini tutamayarak. Bu söz, kadıncağızda sanki büyü etkisi yapmıştı. On yaş gençleşmiş gibi dirilerek konuşmaya başladı. "Dasmir'im dönecek değil mi?" Hassad bu soruya yanıt veremedi. Arkasında bir haraketlilik hissetmişti. Ansızın döndüğünde kimseyi göremedi. Çadırın kapısında hafif bir sallantı vardı. Çadırın dışında birinin onları dinlediğinden emindi. Hassad bir an endişelendi ama çok geçmeden cesaretini toplayıp yaşlı kadına 'Beni izle' diyebildi.
Kadın bir an duraksadı. Ama Hassad'a karşı gelemeyeceği için ister istemez yerinden kalkarak peşinden gitti. Hassad nereye gittiğini bilmediği için tedirgindi. Ama duracak zaman değildi. Çadırın kapısını kaldırıp dışarı çıktı. Yaşlı kadın da Hassad'ın arkasından çıktı. Hassad bir siluetin hızla uzaklaştığını gördü. Kanatlanmış uçuyor gibiydi. Alacakaranlık iyice çökmeye başlamıştı. "Kızını görmek istiyor musun?" diye sordu Hassad kadına dönerek.
"Evet!" dedi kadın heyecanla yanaşıp elini Hassad'ın omzuna koyarak. O an Hassad bir şey planlamış değildi. Ama çok açıkmıştı, endişeli ve şaşkındı. Nereye gideceğini, ne yapacağını bilemiyordu. Yaşlı kadının cehalet ve zaafından yararlanarak bu durumdan kurtulmak istiyordu. "Bu gece yapacak çok işimiz var! İstediğim her şeyi getireceksin! Kızının dönmesini istiyorsan dediklerimi yapacaksın!" dedi Hassad kadına dönerek."Emret!" diye karşılık verdi yaşlı kadın korkuyla karışık bir sesle.
"Şimdi git! Orada fazla zaman harcamadan geri dön! Gelirken yiyecek adına ne bulursan getir! Yolda komşularından veya köylülerinden kimi görürsen gör, sakın konuşma! Sağır, dilsiz ol! Yoksa hayaletlerin lanetine uğrarsın!"Kadın başını eğerek Hassad'ın emirlerine uyacağını ima etti. Ama Hassad onun sözünü tutacağından emin olmalıydı. "Bu, bende kalacak!" dedi Hassad uzanıp kadının elinden abonoz heykelciği alarak.
Kadın itiraz edecek gibi olduysa da Hassad dudaklarını işaret ederek susmasını istedi. "Konuşmak yok! Şimdi doğru göreve!" Hassad daha sözünü bitirmeden kadıncağız köyün yolunu tutmuştu. Yirmi yaşında bir genç kız gibi koşuyordu. Çok geçmeden bedeni karanlıkta kayboldu.O gittikten sonra Hassad büyük bir yalnızlık hisseti. Çadırlardan birine girmeye cesaret edemiyordu. Oysa bir şekilde dinlenmesi gerekiyordu. Ama Hassad çadırlardan kaçanların cesaretlerini toplayıp geri dönmelerinden korkuyordu. Onu burada tek başına yakalayıp bir kötülük yapabilirlerdi.
Taştan bir heykel gibi yerinde oturdu. Sağa sola bile dönmüyordu. Kalbi korkudan küt küt atıyordu. Sanki uzun bir koşudan dönmüş gibiydi. Hassad vadide gördüğü tuhaf mekanla ilgili hemen her şeyi öğrenmişti. Evet, daha önce de Hassad'ın öngördüğü gibi orada eski hükümdarlardan birinin hazinesi gömülüydü. Kazı ekipleri bu hazineye ulaşmak için bölgeye gelmiş, ama hazineyi çıkartamadan ayrılmak zorunda kalmışlardı. Kazıya devam etmek için buraya dönebilecekleri gibi hiç dönmeyebilirlerdi de.
Bu gerçeği kesin olarak biliyordu. Gördükleri ve yaşlı kadının anlattıkları kuşkuya yer bırakmamıştı. Bir diğer gerçek bu köyde ve civar köylerde yaşayan insanların çok cahil insanlar olduğuydu. Hayatları batıl inançlarla doluydu. Yer altında yaşayan hayaletlere ve ruhlara inanıyor, onların insanları taşlara ve heykellere çevirmelerinden korkuyorlardı. Bu yüzden de çocuklarını hayaletlerin evi olarak bilinen bölgeye göndermiyor, oraya gitmemeleri için sürekli uyarıyorlardı. Hassad'ın öğrendiği üçüncü gerçek, köyün gençlerinin hazineyi bulma tutkusuyla tutuştukları ve oraya gittikten sonra geri dönmedikleriydi.
Hassad gördüklerinin ve duyduklarının sayesinde bu üç gerçeğe ulaşmıştı. Peki bu gerçeklerin ışığında Hassad ne yapabilirdi? Hem kendisi hem de bu cahil insanlar için bir şeyler yapmaya karar verdi...
IV - DASMIR'IN DÖNÜŞÜ
Yer:Balyoz Yurt, Alik'r Çölü, Kum Altın Köyü
Tarih:
Sundas, Last Seed'in 20. günü 4E 201
Hassad ıssız kampta tek başına otururken kendi kendine şunları sordu: 'Acaba o hazineyi bulabilir miyim? Hazineye nasıl ulaşabilirim? Cesaret isteyen bu macerada bana kim yardım edebilir? Bulacağım hazine, göze aldığım tehlikeye değecek mi?' Hassad'ın aklına birden, elinde tuttuğu abonoz heykel ile vadi yatağında bulduğu mermer heykel geldi. Heykellere bakarken yaşlı kadının sözlerini hatırlayıp gülümsedi. Elinde duran şu siyah, haraketsiz yılan heykelciğinin, bir zamanlar insan olduğuna ve hayeletler tarafından bu hale çevrildiğine kim inanırdı?
Hassad hangi beynin böyle bir hurafeye kanacağını merak ediyordu. Ama yaşlı kadın buna kesinlikle inanıyordu. Kara yılan heykelinin kızı olduğu dışında başka bir şey söylemiyor, tekrar insan olabileceğini iddia ediyordu!
Kendine sorular yöneltmeye devam etti: 'Yaşlı kadının kızı Dasmir nereye gitmişti? Acaba hala yaşıyor muydu? Yoksa çoktan ölmüş müydü?' Hassad bunları sorgularken bir yandan da yaşlı kadına verdiği sözü düşünüyordu. Kızının canlanıp ona geri geleceğini söylemişti. Nasıl böyle bir yalan söyleyebilmişti? Verdiği bu sözü nasıl yerine getirecekti? Bunu yapamayacağı ortaya çıkarsa ne yapardı?
Hassad buraya gelmekle başını büyük derde sokmuştu. Merakı her zamanki gibi başına iş açmıştı. Eşyaları ve atı kayıptı. Huzursuzdu ve ne yapacağını bilemiyordu! "İlahlar! Ben kimseye kötülük etmek istemedim, ne olur beni bu zor durumdan kurtarın! Bana bir çözüm gösterin de mecera yaşamak için çıktığım bu yolculuğa devam edebileyim!"
Hassad'ın kafası bu duygu ve düşüncelerle çalkalanırken zifiri karanlıkta oturmuş, yaşlı kadının dönüşünü bekliyordu. Beklemekten usanmış, ümitsizliğe kapılmaya başlamıştı. Ya kadın dönmezse? Geri dönmekten korkarak gelmezse? O zaman ne yapardı?
İçini sıkıntı kaplamıştı. İyice daralıp bunalmıştı. Neyse ki uzaktan görünen bir siluetle biraz olsun rahatladı. Yaşlı kadın geliyor olmalıydı! Ancak kadın Hassad'a yaklaşır yaklaşmaz duraksamaya ve titremeye başladı. Arkasında iki siluet daha vardı. Yaşlı kadın tek başına değildi!
Hassad gözlerini onlardan ayırmadan hafifçe geri çekildi. Sonra cesaretini toplayarak onlara seslendi. "Kim var orada?" Kendi sesi kulağında çınlamış, sanki soru onlardan geliyor sanmıştı. "Benim." diye karşılık verdi kendine. Daha sözünü tamamlamamıştı ki büyük bir cismin üzerine geldiğini gördü. Dehşete kapılarak geri çekildi. Ama üstüne gelen cismi gözleri seçince rahatladı. Gelen sadık atıydı. Bu arada üç siluet de koyu gece de açıkça görülür olmuştu.
Bunlar, yaşlı kadın, atı ve daha önce gördüğü ancak tanımadığı üçüncü bir şahıstı. Yaşlı kadın Hassad'ın yanına gelir gelmez dizlerinin üstüne çöktü ve ayaklarını öpmeye, yüzüne sürmeye başladı. "Döndü. Kızım Dasmir döndü ey ruh! Biricik kızıma sayende kavuştum! Hayaletlerin laneti bozuldu!" dedi kadın boğuk bir sesle.
Hassad ne diyeceğini bilemiyordu! Yaşlı kadının söyledikleri onu da şok etmişti. Ne dese, ne yapsaydı? Üçüncü kişi atın yelesini tutan bu genç kız, dağda karşısına çıkıp onu soyup kaçırmaya kalkan, canını zor kurtardığı insan hırsızlarından biriydi. Tuttuğu da Hassad'ın atıydı. Kızın bakışlarından ve suskunluğundan anlaşılan, onun da Hassad'ı tanıdığıydı. Hassad birden korkuya kapıldı. Acaba onu tekrar esir almak için mi peşinden gelmişti? Fakat Hassad'ın ayaklarına kapanmış öperek ona minnettarlığını gösteren yaşlı kadın onu farklı bir duyguya sürüklüyordu. Yoksa atını tutan bu köle tüccarı, yaşlı kadının kızı Dasmir miydi?Annesini bırakıp giden sorumsuz genç bu muydu? Peki, ne olmuş da geri dönmüştü? Acaba şimdi ne olacaktı?
Durum giderek karmaşıklaşıyor, Hassad bir türlü çözemiyordu. Kafası iyice karışmıştı. Abonoz heykelcik hala Hassad'ın elinde duruyordu. "Söz verdiğim gibi kızın sağ salim döndü. Zaten başka çaresi de yoktu!" dedi Hassad heykeli cebine atarken. Yaşlı kadın ayağa kalktı. Gözleri dolmuştu. "Dasmir, önünde eğil ve ayaklarını öp! Çünkü ona hayatını borçlusun!" dedi kadın kızına dönüp Hassad'ı göstererek. O an da Hassad'ın hiç ummayacağı bir şey oldu ve Dasmir atın yelesini bırakıp annesinin yaptığı gibi önünde kapanarak ayaklarını öpmeye başladı.
"Anneme de, bana da çok iyiliğin dokundu! Ne olur şükranlarımızı kabul et!" dedi genç kız bir yandan da Hassad'ın ayaklarını öperek. "Kaldır başını! Ben ruh değilim! Senin gibi, annen gibi bir insanım!" dedi Hassad parmaklarıyla Dasmir'in başını okşayarak. "Ey bizim gibi insan olan! Annem de, ben de sana müteşekkiriz! Ne olur bizi hoş gör! Bir daha hiçbir fenalık yapmayacağım!" dedi Dasmir Hassad'ın sözü üzerine bacaklarına daha da sıkı sarılarak...
V - ZAADIA
Yer:
Balyoz Yurt, Alik'r Çölü, Kum Altın Köyü
Tarih:
Morndas, Last Seed'in 21. günü 4E 201
Dasmir'in eve dönüşü annesinden çok Hassad için süpriz olmuştu. Yaşlı kadın Hassad'ın verdiği söze güvenerek kızının döneceğine inanmıştı. Hassad ise genç kadının annesine bu kadar çabuk döneceğini hiç beklemiyordu. Bu Hassad'da büyük bir şaşkınlığa yol açmış, yaşlı kadının hilesini fark etmesinden korkmuştu. Kadın, kızının hayaletlerin lanetine uğramadığını öğrenerek kendisine Hassad'ın yalan söylediğini anlamış olabilirdi.
Abonoz cevherinden yapılma kara yılan heykelciği olduğu gibi duruyordu. Kızının durumu da Hassad'ı endişelendiriyor, kaygılarının artmasına sebep oluyordu. Çünkü Hassad neden kaybolduğunu bilmediği gibi, niçin geri döndüğünü de bilmiyordu. Tek bildiği nerede olduğuydu. Böyle bir şey olabilir miydi? Her şey birbirine girmiş, çözümsüz bir konuma sürüklenmişti. Dasmir, Hassad'ın önünde eğilip saygısını sunuyor, buyruğunu bekliyordu. Hassad bu sahneye daha fazla katlanamazdı.
"Dasmir! Atı çadıra bağla ve beni izle!"
Hassad bu emri verdikten sonra yaşlı kadını beklediği çadıra yöneldi. Dasmir ve annesi de peşinden geldiler. "Çadıra girip dinlen, Dasmir'le konuşacaklarım var," dedi Hassad çadırın kapısında durup yaşlı kadına. Yaşlı kadın itiraz edecek gibi oldu. Öyle korkuyordu ki. Kızının bir kez daha gidip dönmeyeceğini sanıyordu. "Ne diyorsam onu yap! Çadıra gir ve otur!" diye sesisini kalınlaştırarak yineledi Hassad.
Yaşlı kadının bu ses karşısında elinden bir şey gelmezdi. Başını eğip çadıra girdi. "Seninle konuşacaklarım var! Ama annenin duymasını istemiyorum. Haydi, biraz yürüyelim!" dedi Hassad, Dasmir'in kolun tutarak. Dasmir tamam der gibi başını salladı. Hassad atını çadırın kazığına bağlamıştı. Biraz yürüdüler. Köyden açık alana çıktılar. Oturup konuşabilecekleri bir yer bulup ay ışığının altında karşılıklı oturdular.
"Dasmir! Nerede olduğunu biliyorum, beni kandırmaya veya durumunu gizlemeye çalışman işe yaramaz!" diye söze başladı Hassad. "Efendim, siz her şeyi biliyorsunuz. Ben söylemeden beni adımla çağırdınız! Size nasıl yalan söyleyebilirim?" diye titrek bir ses tonuyla karşılık verdi Dasmir.
Hassad iyice rahatlamıştı. Genç kadın da annesi gibi batıl inançlara sahipti. Hassad'ın ona adıyla seslendiği zaman, bildiğini sanmış, annesinin ona adını söylediğini unutmuştu. Hassad öğrenmek istediklerinin hepsini öğreninceye kadar rolünü oynamaya devam etmeliydi. "Şimdi bunları bırakalım! Söyle bakalım Dasmir, nerelerdeydin?"
"Yaklaşık iki yıl önceydi. Dolunay vaktiydi. Dağın doruğundan inerek eve dönüyordum. Yolda parlak bir şey gördüm. Eğilip aldım. Üstünde tuhaf işlemeler bulunan bir altın parçasıydı. Onu alıp koşarak eve döndüm. Bulduğum şeyi anneme gösterdiğimde dehşete kapılarak şöyle dedi: 'Ruhlar seni lanetleyecek ey Dasmir! Başını bir kötülük gelmesinden korkuyorum!' Köyümüzde inançlı bir kadın olan Zaadia vardı. Annem beni ona götürerek durumumu anlattı. Zaadia beni korkutarak bir daha o civara gitmekten sakındırdı. Bir daha oraya gitmeyeceğime dair söz verdim. Günler geçti. Bir gün parasız kaldım. Borç alacak birini de bulamadım. Hayalet sürekli o vadiye gitmem için beni kışkırtıyordu. Bir parça altın daha bulup işimi görebilirdim. Her neyse oraya gittim. Ama bu kez tuhaf şeyler yaşadım."
Ardından genç kadın bir süre sustu, garip bir ifadeyle Hassad'ın yüzüne bakıyordu.
"Gördüğün her şeyi anlat! Hiç bir şeyi gizleme ve korkma!"
"Zaadia'yı gördüm. Vadiyi kazıyor, çıkan toprağı bir kenara yığıyordu. Uzaktan elinde altın parçaları görür gibi oldum. Beni görür görmez öyle bir bağırdı ki ne yapacağımı şaşırdım! Korkup köye doğru kaçmaya başladım. Ama arkamdan birilerinin geldiğini fark ettim. Ve sonra çok geçmeden beni yakalayarak bayılttılar..."
VI - DASMIR'IN MACERASI
Yer:
Balyoz Yurt, Alik'r Çölü, Kum Altın Köyü
Tarih:
Tirdas, Last Seed'in 22. günü 4E 201
Dasmir anlatıyor, Hassad dinliyordu:
"Zaadia hiç kuşkusuz ruh cemaatindendi. Ama insan kılığına bürünmüştü. Bunu daha önce bilmiyordum. Köyde de böyle olduğunu bilen yoktu. Başıma aldığım darbeyle bayıldıktan sonra hayaletler beni yer altındaki vadilerine götürmüş ve ateşle dolu bir mağaraya koymuşlar.
Bedenimin her tarafından ateş yükseliyor, ama yanmıyordum. Çektiğim acıdan öleceğimi sanıyordum. Ancak ölmüyor, sürekli çığlık atıp yardım istiyordum. Annemi, rahmetli babamı, ailemi çağırıyordum! Ama sesimi duyan yoktu. Bazen kör olduğumu hissediyor, hiçbir şey göremiyordum. Bazende sağır olduğumu sanıyor, hiçbir şey duyamıyordum. Kimi zaman kulağım açılıyor ve bir takım sesler işitiyor, ama konuşmaları anlamıyordum.
Bunların ruhların sesleri olduğunu biliyor, kulaklarımı tıkayıp imdat diyordum. Sürekli ağlıyordum. Sonunda aklım başımdan gitti ve havale geçiyormuş gibi kendi kendime anlamsız şeyler söylemeye başladım. Yorgunluktan susuncaya kadar böyle sürdü. Sonra aynı korkunç sesleri tekrar işitmeye başlıyordum. O ateş vücudumun her tarafında çıkıyor, ama beni yakmıyordu. Acılarım bir türlü son bulmuyordu. İşkencem bitmiyordu.
En sonunda direnmekten vazgeçip sakinleştim ve sessizce ölümü beklmeye başladım. Yakalandığım günden beri gözüme uyku girmemişti. Başımı koyabileceğim bir yastık bile yoktu. Kolumu yastık yaparak uyumak istedim. Ama başımı koluma koyar koymaz acı içinde kıvranarak çığlık attım.
Birgün mağaraya biri girdi ve ' İlahlara şükürler olsun, dünyaya döndün' dedi. Adamın yüzüne dikkatle baktım. Tanıdık biri değildi. Üstüne baktığımda daha önce hiç görmediğim şeyler gördüm. 'Neredeyim? Sen kimsin?' diye sordum. Yabancı kahkaha attıktan sonra şöyle dedi: 'Sakin dur ki iyileşesin! Yoksa eskisinden daha beter olursun!'
'Az önce hayaletler ülkesinde miydim? Peki şimdi neredeyim?' Adam daha uzun bir kahkaha attıktan sonra 'Yine saçmalamaya başladın! Sus, konuşma!' dedi. İşte o an bu adamın kim olduğunu anladım. Bu adam, aynı senin gibi iyi kalpli hayaletlerdendi. Ayılmam için beni oraya taşıyan ruhtu.
Eğer beni orada kötülerin arasında bıraksaydı kurtulmam imkansız olurdu. Mağaranın dışında birkaç kişinin daha bulunduğundan emindim. Daha sonra onları da gördüm, çirkin yüzlü kaba insanlardı. O sırada mağarada değillerdi. Döndüklerinde üstüme üşüştüler. Beni taciz ettiler. Sonra bana tecavüz etmeye yeltendiler. Ancak konuştuğum adam onları engelledi. Ardından beni koruyan adam bana tuhaf sorular sormaya başladı.
Bu sorulara verecek cevabım yoktu. 'Altını nerede buldun?' 'Hazineye giden yolu biliyor musun?' 'Sakladığın altınları almaya gitmek istemez misin?' İlk anda hazineyi arama hırsımın geçip geçmediğini öğrenmek istediklerini düşünmüştüm. Ama onlara doğru cevap verecek kadar da saf değildim.
Bunu anladıklarında beni mağarada hapsetmeye devam ettiler. Bazen beni mağaraya bağlayıp gidiyor, birkaç saat sonra yanlarında para ve eşya ile dönüyorlardı. Başka biri görse hayalet değil yol kesen hırsız olduklarını düşünürdü."
Hassad, Dasmir'i dinledikçe onun ne kadar saf ve batıl inançlı bir kız olduğunu daha iyi anlıyordu. Onun bu yanlış inançlarını düzeltmek istiyor, ama inanılmaz macerasını anlatmayı bitirinceye kadar kendini tutuyordu.
Dasmir, yaşadıklarını anlatmayı devam etti:
"Haftalar, aylar boyu o mağarada hapis kaldım. Artık hayaletlerin hizmetkarı olmuştum. Onlara yemek yapıyor, bulaşıklarını yıkıyor, yataklarını temizliyordum. Ama kaçmak için fırsat kolluyordum. Bir gece bağrışma sesleriyle irkildim. Gözlerimi açtığımda beni rahatsız eden o iki ruhun beni onlardan koruyanı uykusunda boğazladıklarını gördüm. Daha sonra sıranın bana geldiğini düşündüm. Fakat beni öldürmek yerine ırzıma geçtiler. Bu günlerce sürdü.
Sonra mağaranın civarında sizi gördüm! Çok rahatlamış ve kurtuluşumun yaklaştığını hissetmiştim. Sonra sizi de yakalayıp o lanetli mağaraya tıktıklarını gördüm. O gece çok uykuluydum. Rüyamda bana görünüp kaçış yolunu gösterdin. Sonra beni bırakıp gittin.
Uyandığımda yoktun. İki hayalet seni bulamayınca çılgına döndüler ve seni aramaya çıktılar. Beni unutmuşlardı. Ben de fırsatı ganimet bilip kaçtım. Sabaha kadar bir kayanın altında saklandıktan sonra köye giden yola koyuldum. Ama dağın eteğine yaklaşınca başıma gelenleri hatırladım ve öbür yoldan gitmeye karar verdim. O yolda ilerlerken bu atı gördüm. Ona binerek Kum Altın'a döndüm..."
VII - GİZLİ HAZİNE
Yer:
Balyoz Yurt, Alik'r Çölü, Kum Altın Köyü
Tarih:
Middas, Last Seed'in 23. günü 4E 201
Dasmir başından geçenleri olduğu gibi anlatmıştı.
"Sana minnettarım ey hayalet! Annem adına da sana çok teşekkür ederim. Ne olur bizi affet! Bir daha oraya asla gitmeyeceğim!" dedi Dasmir, bir yandan da Hassad'ın eteklerine sarılıp öpüyordu.
"Kalk ey Dasmir! Bir daha hiçbir insanın önünde eğilme! Şükür ancak İlahlara yapılır." diye karşılık verdi Hassad, elini Dasmir'in başına koyarak.
Hassad birden cebindeki siyah yılan heykelini anımsadı, "Bunu tanıyor musun Dasmir?" diye sordu Hassad, heykelciği ona doğru uzatarak.
"Bu lanetlenmiş! Ruhlar, lanetledikleri bir insanı kara yılana çevirmişler!" dedi Dasmir heykeli çekinerek alıp parmaklarıyla inceleyerek.
"Annen de öyle söyledi. Ona göre bu yılan senmişsin!" dedi Hassad gülerek.
"Olamaz! Hayaletler beni yılana çevirmediler ki, beni alıp yer altındaki yanan mağaralarına götürüp hapsettiler." diye hemen itiraz etti Dasmir.
"Bence bu da doğru değil Dasmir! İşin doğrusu şu, başına vurdukları zaman bayıldın. Sonra rahatsızlanarak ateşlendin. Haydutlar da seni o halde mağaralarına götürdüler. Seni öldürmediler, çünkü hazinenin yerini bildiğini sanıyorlardı." dedi Hassad.
"Peki ya ateş dolu oda?" diye sordu Dasmir.
"Orada ateş dolu bir oda yoktu. Aksine ateş senin kanında ve damarlarındaydı. Mağara bu yüzden kırmızı görünüyordu."
"Peki, kulağımı dolduran o korkunç sesler? Yaşadığım geçiçi körlük ve sağırlık? Ona ne dersin?"
"Ne körlük, ne sağırlık, ne de korkunç sesler vardı! Bunların hepsi hastalık anında geçirdiğin havalelerin sana yaşattığı sinirsel olaylardı. Bu haveleler yüzünden bilincin gelip gidiyordu. Başına aldığın darbe seni çok sarsmıştı. Gördüklerin, havale anında yaşanan normal olaylardır. Orada ne ruhlar vardı ne de hayaletler!"
"Ya Zaadia? Onu ruhların yurdunda gördüm!"
"Zaadia senin bulup getirdiğin altını gördükten sonra onun kaynağına ulaşmak istedi. Ama sonunda altınları bulamayarak gördüğün kazı işlerini yapmaya başladı."
Hassad sözünü bitirmemişti ki arkasından bir ses geldi. Arkasına baktığında Dasmir'in annesini gördü. Zavallı kadın biricik kızı Dasmir'in dönüşüne öyle sevinmişti ki gözüne uyku girmemişti. Çadırda yalnız oturmaktan sıkılınca temiz hava almak için dışarı çıkmıştı. Uzaktan ay ışığı altında Hassad ile Dasmir'in oturduğunu görünce de yanlarına doğru gelmişti. Bu arada konuştukları şeylerden bazılarına kulak misafiri olmuştu. Yaşlı kadın Hassad'ın hala hayalet olduğuna inanıyordu. Hassad'ın onun ruhlar hakkında anlattıklarına inanmadığını öğrenince bir hayli ürkmüştü.
"Ben de sizin gibi bir insanım ey Dasmir'in annesi! Diğer insanlar gibi beni de bir kadın doğurdu!" dedi Hassad.
"Ey ruh, yaptığın bunca iyilikten sonra beni kandırmak mı istiyorsun? Kızımı tekrar yılana mı döndüreceksin?" dedi yaşlı kadın dehşete kapılıp geri çekilerek.
Dasmir hemen ayağa kalktı. Küçük yılan heykeli elindeydi, "Ben asla yılan olmadım anne! İşte heykel, işte Dasmir!" dedi Dasmir biraz da kızgın bir ses tonuyla. Ardından heykeli yere atıp parçalamak istediyse de Hassad atılıp heykeli elinden aldı.
"Onu parçalama! Onun ağırlığınca altın edeceğine inanıyorum. Arayacağımız hazinede de benzer heykeller bulunduğundan adım gibi eminim!"
"Heykel mi!?"
"Gel kızım! Seni tekrar oraya götürmek istiyor! O ateş odasına sana işkence edecek!" dedi kadın kızının kolundan tutarak.
"Bırak da peşinden gideyim anne! Hayatımı ona borçluyum! Emrine karşı gelemem!" dedi Dasmir kolunu yavaşça annesinin elinden kurtararak.
"Seni azaba atsa da mı?" dedi kadın öfkeyle.
"O beni azaba atmaz! Eminim hazinenin kapısını bana açacak!"
"Sen büyülenmişsin! Ruh senin aklını ele geçirmiş!" diye bağırmaya başladı kadın.
"Ne olur onu bana bağışla! Sen iyi kalpli bir hayaletsin! Anneyle kızı ayırmazsın!" dedi kadın başına öne eğip ağlayarak.
"Onu sana bağışladım, kızını götürebilirsin!" dedi Hassad yaşlı kadına acıyarak.
Hassad atının yanına gitti. Onun sırtına bindi. Sonra şaha kaldırıp, mahmuzlayarak oradan ayrıldı. O sırada yaşlı kadınla kızı hararetli bir konuşmaya dalmışlardı. Kimsenin artık yaşamadığı ıssız çadırlarla dolu Kum Altın köyü Hassad'ın arkasında kalmıştı. Hassad göz açıp kapayıncaya kadar kazı alanına varmıştı. Orada atının sırtından indi.
Rahatça oturabileceği bir yer arayıp buldu. Yiyecek çantasını çıkartırken bir çanta daha gördü. İkinci çantada yaşlı kadının köyden getirdiği yemekler vardı. Hassad çantadan çıkarttığı taze yiyecekleri yemeye başladı. Yaşlı kadın evinde bulduğu meyvelerden de koymuştu. Artan yiyecekleri tekrar çantaya koyduktan sonra atının yanına uzanarak derin bir uykuya daldı...
VIII - DASMIR, HASSAD'A KATILIYOR
Yer:
Balyoz Yurt, Alik'r Çölü, Kazı Alanı
Tarih:
Fredas, Last Seed'in 25. günü 4E 201
Hassad dinç bir şekilde uyandı. Ellerini kaldırıp tam tanrılara dua ettiği sırada arkasından bir ses duydu. Dönüp baktığında Dasmir ve annesinin geldiklerini gördü Onlara aldırmayıp duasına devam etti. Hassad duasını bitirdikten sonra onlara döndü. Yakında oturmuş onu izliyorlardı.Yaşlı kadınla göz göze geldiler. "Demek sen de bizim gibi ibadet ediyorsun ey ruh?" dedi kadın tebessüm ederek.
"Elbette!" dedi Hassad.
"Sen iyi bir hayaletsin! Seni gördüğümden beri bundan hiç şüphe etmedim!"
"Sizin gibi insan olduğuma hala inanmıyor musun?"
"Hayır inanmıyorum! Kızım da senin insan olduğunu söylüyor. Sanırım onu da büyüledin. Peşinden gelmemiz için ısrar etti. Ben de onu sana emanet etmeye geldim. Dua ettiğini de gördüm ya, artık Dasmir'imi sana gönül rahatlığıyla emanet edebilirim!"
"Her ibadet edene inanma! İnsanlara gösteriş olsun diye yapan ikiyüzlüler de vardır Nirn'de. Onlardan her türlü fenalık beklenir." diye gülümseyerek karşılık verdi Hassad.
"Doğru söylüyorsun, bizler hakkında gerçekten çok bilgilisin ey ruh! Kızımdan yeni öğrendim bunu. Zaadia'da sözde yemeden içmeden mabette yedi gün yirmi dört saat dua eder, halkı ibadete çağırırdı! Meğer geceleri gizli gizli yol kesen haydutların başıymış!"
Hassad'ın yaşlı kadına kendisi gibi bir insan olduğuna ve buranın hayaletler evi değil, eski hükümdar mezarlarından biri olduğuna ikna etmesi bir hayli güç olmuştu. Hırsızlar da bu mezarlardaki hazineleri çalıyor, kazdıkları yerleri olduğu gibi bırakıyorlardı. Bu alanın altında çıkarılmayı bekleyen daha nice hazineler olmalıydı.
Dasmir, Hassad'a inanmakta istekliydi. Burada gömülü olan hazineleri çıkartmada da ona yardımcı olmakta kararlıydı. "Dayımdan ve evimden bunun için mi ayrıldım?" dedi kendi kendine Hassad. Buradan sıkılmıştı. Maceracı hayatı hiç hayal ettiği gibi gitmiyordu. Her ne kadar daha fazla zaman kaybetmeden yola devam etmek istemiş olsada ayaklarının altında bir hazine olduğu gerçeğini bilerek buradan ayrılmakta zorlanıyordu.
Dasmir de vazgeçeceğe benzemiyordu. Hassad sonunda yer altına dalarak eskilerin hazinelerini aramaya karar verdi...
XI - YER ALTI DÜNYASI
Yer:
Balyoz Yurt, Alik'r Çölü, Unutulmuş Prens'in Mezarlığı
Tarih:
Loredas, Last Seed'in 26. günü 4E 201
Dasmir, Hassad'ın birkaç gün önce hazinenin odasına ulaştığını bilmiyordu. Hassad ona bunu söyleyince sevinçten uçacak gibi oldu. Keşfe başlamak için sabırsızlanıyordu ama Hassad ona bir plan yapabilmek için sabırlı olmasını söyledi. Çünkü başarıya ulaşabilmeleri, bunun sağlamlığına bağlıydı.
Hassad, Dasmir'e öncelikle dehlizin sonunda gördüğü odayı ve duvarlarındaki kapalı kapıları anlattı.
"O kapılardan birini açabileceğimi sanıyorum. Dehlize girmeme izin verir misin Hassad? İnip şansımı denemek istiyorum." dedi Dasmir bir süre düşündükten.
"Ama ben hepsini zaten denemiştim, hiçbiri açılmıyordu. Sen nasıl açacaksın?"
"O zaman bunu birlikte yaparız."
Dehlize açılan kapıya doğru ilerlediler. Dasmir ardından işe başlamak için hazır olduğunu göstermek amacıyla kapının karşısına dikildi. Kapının üstündeki taşı iterek yüzlerce yıldır kimsenin el sürmediği bir hazineye ulaşacaklarını düşünüyorlardı.
"İşte dört kapılı yerdeyiz Dasmir, dehlizde dikkatli yürümeliyiz. Sonuna vardığımızda odayı göreceksin."
Dört Kapıyı da denediler ancak sadece biri çabalarına karşılık vererek açıldı. Dasmir birden oraya doğru atılıp aşağa inmeye başladı.
Biryandan da şöyle bağırıyordu:
"Bekle beni Hassad, döneceğim!"
Hassad onu kararsızlıkla beklemeye başladı. Acaba peşinden gitmeli miydi? Ama karanlıkta birbirlerine çarpabilir ve düşebilirlerdi. İstemeyerekte olsa kapının girişinde kaldı.
"Dasmir ses verde indiğini bileyim!" diye seslendi Hassad.
Dasmir dehlizde ağır ağır iniyordu. Çok geçmeden odaya ulaştı. Ama sesi çok derinden geliyordu artık. Ses, birden kesildi. Hassad susup dikkatle dinliyordu. Dasmir'in hırıltıyla çıkan nefes alıp verişini duyar gibi oldu.
"Dasmir!"
Ama Dasmir ona cevap vermiyordu. Birden gök gürültüsünü andıran bir ses geldi. Sanki deprem oluyordu. Dehlizden büyük bir toz bulutu yükseldı. Kapıdan çekilirken Hassad endişeyle bağırmaya başladı:
"Dasmir! Neler oluyor? İyi misin!"
Dasmir'in ne dediği anlaşılmıyordu. Belki de Hassad'ın sesini işitmemişti. Çünkü dehliz yoğun bir toz bulutuyla doluydu. Hassad o an Kum Altın köylülerinin yer altında yaşayan hayaletler hakkında söylediklerini anımsadı.
Sanki yer yarılmış, ruhlar ve şeytanlar fırlayıp çıkmış, dünyayı yerle bir edeceklerdi. Hassad'ın birden endişesi arttı. Dasmir'e tekrar seslenme ihtiyacı hissettii:
"Dasmir! Dasmir!"
Hassad sesinin vadideki yankısından başka bir şey duymuyordu. Yankılar, kulağına sanki insanların gurur ve aptallıklarıyla alay eden hayaletlerin kahkahaları gibi geliyordu.
Hassad'ın aklı başından gidecek gibi olmuştu. Acaba Dasmir yıkılan taşların altında mı kalmıştı? Hassad içindeki kaygı ve endişeyi bastırıp dostunun yardımına koşmaya karar verdi. Girişe yöneldi. Aşağıya indi.
Toz duman dağılmış, dehlizin havası temizlenmişti. Dehlizde birkaç adım ilerledikten sonra toprakla kapandığını gördü. İlerlemek imkansızdı.
Yüce İlahlar! Dasmir canlı canlı yerin altına gömülmüş olabilir miydi? Bu büyülü yerde hapsolan arkadaşı için ne yapabilirdi? Ne yapıp edip ölü ya da diri ona ulaşmalıydı!
Hassad dehlizi tıkayan taşlara basarken bunları düşünüyordu. Az sonra eğilip toprağı eşmeye başladı.
Yaklaşık bir saat kadar geçmesine rağmen Hassad yolu hala açamamıştı. Ayrıca şu anda kendiside boğulma tehlikesi yaşıyordu çünkü eştiği topraklar onu gömecek kadar olmuştu.
Eştiği toprağı yüzeye dökmeye karar verdi. Bu yüzden çıkan kumları kıyafetine doldurarak dışarı taşımaya başladı.
Bu şekilde saatlerce çalıştı. Sonunda dehlizi açmış ve tek büyük bir kapının bulunduğu odaya ulaşmıştı. Odaya açılan son kapı kapalı halde yerinde duruyordu. Fakat Dasmir orada yoktu...