astute
Asistan
- Katılım
- 31 Ekim 2006
- Mesajlar
- 379
- Reaksiyon puanı
- 5
- Puanları
- 0
Öncelikle umarım konuyu yanlış yere açmıyorumdur.eğer öyleyse mod arkadaşlardan ricam beni mazur görsünler en uygun yer burası diye düşündüm.Konu hem edebiyat hem spor menşeili olduğu için kararsız kaldım.çok güzel bir yazıyı tüm taraftarlar okumalı ve "99 Yüz / İzdüşümler - Söz Senaryosu " adlı kitabı almalı diye düşünüyorum.
Bir ölümü, bir sevdiğinin ölümünü, “sen hiç rüzgara karşı koştun mu” tadında dile getirerek başlamıştı bir şiirine Cemal Süreya, “sizin hiç babanız öldü mü?” diye sorarak. Ardından da o bıçak gibi cümleyi söylemişti: “Benim bir kere öldü, kör oldum.” (1)
Hiç kuşkusuz Türkçe yazan gelmiş geçmiş bütün şairlerin en büyüklerden birisiydi Cemal Süreya. (Öldü ama hâlâ da öyle). Üstad vaktinde o inanılmaz iyi kullandığı kalemiyle Metin Oktay’ı yazmıştı. Kimileri için çok edebiyat kokan, kimileri için ise sahalarda görmek istediğimiz türden bir yazı onunkisi.
Bir tür futbolun arkeoloji müzesi gibi. Kimler yok ki o yazıda? “Puşkaş” Ergun Öztuna. “Çengel” Hüseyin Saygun. Reha ve Bülent Eken Kardeşler. Gündüz Kılıç. İsfendiyar Açıksöz. Coşkun Özarı.
Sonra? Lefter Küçükandonyadis. Can Bartu. Cemil Turan. Ziya Şengül. Alpaslan Eratlı. Mehmet Ali Has. “Küçük” Fikret Kırcan. Selahattin Torkal. Başka? Şükrü Gülesin. “Baba” Hakkı Yeten. Kadri Aytaç. İlyas Tüfekçi. Özcan Arkoç.
Daha daha? Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş hakkında entelektüel analizler. Ve bir çok vecize olabilecek denli iri cümleler.
İşte bir Fenerbahçeli olan ve 1990 yılında kaybettiğimiz Cemal Süreya’nın kaleminden Metin Oktay ve diğerleri. (2)
Cemal Süreyya. Şiirin dinmeyen rüzgârı.
Ensesiyle bile top alır. Baldırıyla, oyluğuyla, hatta bademciğiyle.
Avcı Raif ve Arslan Başer Kafaoğlu ile de konuştuk. Raif Ertem’e göre ülkemizde gelmiş geçmiş en büyük futbolcu Ergun (talihsiz). Kafaoğlu ise Çengel Hüseyin (ekonomik) üzerinde duruyor? Elbet, bunlar marjinal değerlendirmeler. Ayrıca futboldan çok futbolseverlerin kaprislerini ortaya koymakta.
Yine de şöyle düşündüm: Metin Oktay marjinal planda nerede duruyor? Öyle bir uçta ona nasıl bakabiliriz? Hemen bir sözcük geliyor aklıma: Adsızlık! Metin Oktay adsızlığın büyük şiirini yaratarak en büyük ad oldu. Hiçbir büyük futbolcu bu kadar ekip adamı olamaz. Yaratıcı, büyük, kulübünün tarihinde çıkardığı çıkardığı bir beden zekâsını her an ayağının önünde bulan adam. Reha’nın kopuşlarını. Bülent’in uzak şut güvencesini. Gündüz’ün yönetsel serinkanlılığını da bulabilirsiniz onda. Ama, daha önemlisi, bir İsfendiyar’ın, bir Coşkun’un ikincil katkılarını da dışlamadı. Böylece Galatasaray futbolcusunun portresi ortaya çıkıyor: Ekip oyunu, ikincilin zaferi…
Metin Oktay en büyük oyuncu olarak ikincildir de.
Sanırım başarısının anahtarı burda. Galatasaray gerçekliğinin başlaması onun dönemine rastlıyor.
Gladyatör.
Lefter ise, yalnızlığın büyük serüveninden dönen Ulysseus. Evde kimseyi bulamadı. Attığı golleri bir de İstanbul surlarının burçları arasından geçirirdi.
Metin Oktay jimnastikçi. Lefter sanatçı.
Metin’de destan, Lefter’de roman.
Can’da? Can ki altın arayıcısıdır da. Onda Amerika duygusu, çılgın raket, kibir, en yüksek beğeniye ulaşmış, entelektüel dans… İstediği zaman oynar; oynamıyorsa tenezzül etmediği için oynamıyordur.
Cemil ise Fenerbahçe’de bir Metin tasarımıdır. Cemil de büyük bir futbolcu. Ama tasarım tutmadı. Cemil’i hazırlayan öğeler de. Bir Ziya, bir Alpaslan yeni maya olarak var oldular. Cemil’de de, Ziya’da da, Alpaslan’da da Fener’in geleneksel kişiselliği hiçbir zaman yitmedi. Mehmet Ali’den, Küçük Fikret’ten, Selahattin’den Lefter’e, ondan Can’a geçen büyük bir virtüözlük var ki, şu anda bize şu cümleyi söyletecek: Brezilya dünyanın Fenerbahçesi’dir… Ancak bununla anlatabilirim. Fenerbahçe’de her zaman kişisellik önde oldu. Galatasaray ise ekip çalışması gerçeğiyle futbolu adamakıllı centilmen bir boks maçı olarak benimsedi: boks dansı… Seyirci buna yalnızca dans bölümüyle katılır.
Galatasaray’da futbol gerçeği. Fenerbahçe’de ise Türkiye gerçeği ağır basar.
Beşiktaş ise özlemler ve öncelemeler takımıdır. Şükrü’yü (enişte) düşünüyorum. Lefter kadar zariftir. Öyle ki filin en zarif yaratıklardan biri olduğunu kanıtladı. Ondaki hız kimsede görülmedi. Kornerlerden attığı dolaysız gollerde özür dileme, şaka, biraz da Baba Hakkı’dan kalma bir son an küfrü vardır. Bilinenin tersine, hemen her zaman en temiz futbolu Beşiktaş oynamıştır. Beşiktaş’ta yıldız futbolcuyla ikinci adam birbirine karışmıştır. Beşiktaşlı sporcu başka takıma geçse de Beşiktaşlılığını yitirmez.
Metin Oktay’ın bir özelliği de hiç şımarmamış olması. O rolü yanında oynayan başka futbolculara bıraktı.
Kadri Galatasaray’daki bir Fenerli olarak yaşadı.
Yeni bir Lefter görünümünde işe giren İlyas, Galatasaray’da büyüyemedi, yararlı öğe olarak kaldı.
Metin’de bütün bu büyük futbolcuların yanında kendisini daha büyük gösteren bir şey var. Nedir bu acaba? Teknik mi, beden gücü mü, sezgi mi? Bütün bunlar birleşmiş onda. Ama aynı özellikleri başka futbolcularda kolayca seçiyoruz. Sanırım asıl niteliği topla buluşması. İcatçıdır bu konuda. Sevecendir. Şemsiyesini ne mi yaptı? Fenerbahçe’ye attığı çok ünlü bir gol vardır. “Uçan Manda” olarak anılan Özcan’ın beklediği kalenin ağlarını yırttı. Ayıp olmasın diye ve rakip takıma bir cemile olarak şemsiyesiyle örttü orayı. Şemsiye’nin bugün hâlâ orda olduğu söylenir.
(1)Şiirin tamamı şöyle:
Sizin hiç babanız öldü mü
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar, aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu, kör oldum
Siz hiç hamama gittiniz mi
Ben gittim lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü kör oldum
Tepede bir gökyüzü vardı, yuvarlak
Şöylelemesine maviydi, kör oldum
Taşlara gelince hamam taşlarına
Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm
Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
Yüzümden hiç ummazdım bunu, kör oldum
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı.
(2) Yazı 2000’e Doğru Dergisi’nde yayınlandı. Şairin bu dergideki portreleri, YKY tarafından 2004’te “99 Yüz / İzdüşümler Söz Senaryosu” adıyla kitaplaştırıldı.
KAYNAK

Bir ölümü, bir sevdiğinin ölümünü, “sen hiç rüzgara karşı koştun mu” tadında dile getirerek başlamıştı bir şiirine Cemal Süreya, “sizin hiç babanız öldü mü?” diye sorarak. Ardından da o bıçak gibi cümleyi söylemişti: “Benim bir kere öldü, kör oldum.” (1)
Hiç kuşkusuz Türkçe yazan gelmiş geçmiş bütün şairlerin en büyüklerden birisiydi Cemal Süreya. (Öldü ama hâlâ da öyle). Üstad vaktinde o inanılmaz iyi kullandığı kalemiyle Metin Oktay’ı yazmıştı. Kimileri için çok edebiyat kokan, kimileri için ise sahalarda görmek istediğimiz türden bir yazı onunkisi.
Bir tür futbolun arkeoloji müzesi gibi. Kimler yok ki o yazıda? “Puşkaş” Ergun Öztuna. “Çengel” Hüseyin Saygun. Reha ve Bülent Eken Kardeşler. Gündüz Kılıç. İsfendiyar Açıksöz. Coşkun Özarı.
Sonra? Lefter Küçükandonyadis. Can Bartu. Cemil Turan. Ziya Şengül. Alpaslan Eratlı. Mehmet Ali Has. “Küçük” Fikret Kırcan. Selahattin Torkal. Başka? Şükrü Gülesin. “Baba” Hakkı Yeten. Kadri Aytaç. İlyas Tüfekçi. Özcan Arkoç.
Daha daha? Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş hakkında entelektüel analizler. Ve bir çok vecize olabilecek denli iri cümleler.
İşte bir Fenerbahçeli olan ve 1990 yılında kaybettiğimiz Cemal Süreya’nın kaleminden Metin Oktay ve diğerleri. (2)

Ensesiyle bile top alır. Baldırıyla, oyluğuyla, hatta bademciğiyle.
Avcı Raif ve Arslan Başer Kafaoğlu ile de konuştuk. Raif Ertem’e göre ülkemizde gelmiş geçmiş en büyük futbolcu Ergun (talihsiz). Kafaoğlu ise Çengel Hüseyin (ekonomik) üzerinde duruyor? Elbet, bunlar marjinal değerlendirmeler. Ayrıca futboldan çok futbolseverlerin kaprislerini ortaya koymakta.
Yine de şöyle düşündüm: Metin Oktay marjinal planda nerede duruyor? Öyle bir uçta ona nasıl bakabiliriz? Hemen bir sözcük geliyor aklıma: Adsızlık! Metin Oktay adsızlığın büyük şiirini yaratarak en büyük ad oldu. Hiçbir büyük futbolcu bu kadar ekip adamı olamaz. Yaratıcı, büyük, kulübünün tarihinde çıkardığı çıkardığı bir beden zekâsını her an ayağının önünde bulan adam. Reha’nın kopuşlarını. Bülent’in uzak şut güvencesini. Gündüz’ün yönetsel serinkanlılığını da bulabilirsiniz onda. Ama, daha önemlisi, bir İsfendiyar’ın, bir Coşkun’un ikincil katkılarını da dışlamadı. Böylece Galatasaray futbolcusunun portresi ortaya çıkıyor: Ekip oyunu, ikincilin zaferi…
Metin Oktay en büyük oyuncu olarak ikincildir de.
Sanırım başarısının anahtarı burda. Galatasaray gerçekliğinin başlaması onun dönemine rastlıyor.
Gladyatör.
Lefter ise, yalnızlığın büyük serüveninden dönen Ulysseus. Evde kimseyi bulamadı. Attığı golleri bir de İstanbul surlarının burçları arasından geçirirdi.
Metin Oktay jimnastikçi. Lefter sanatçı.
Metin’de destan, Lefter’de roman.
Can’da? Can ki altın arayıcısıdır da. Onda Amerika duygusu, çılgın raket, kibir, en yüksek beğeniye ulaşmış, entelektüel dans… İstediği zaman oynar; oynamıyorsa tenezzül etmediği için oynamıyordur.
Cemil ise Fenerbahçe’de bir Metin tasarımıdır. Cemil de büyük bir futbolcu. Ama tasarım tutmadı. Cemil’i hazırlayan öğeler de. Bir Ziya, bir Alpaslan yeni maya olarak var oldular. Cemil’de de, Ziya’da da, Alpaslan’da da Fener’in geleneksel kişiselliği hiçbir zaman yitmedi. Mehmet Ali’den, Küçük Fikret’ten, Selahattin’den Lefter’e, ondan Can’a geçen büyük bir virtüözlük var ki, şu anda bize şu cümleyi söyletecek: Brezilya dünyanın Fenerbahçesi’dir… Ancak bununla anlatabilirim. Fenerbahçe’de her zaman kişisellik önde oldu. Galatasaray ise ekip çalışması gerçeğiyle futbolu adamakıllı centilmen bir boks maçı olarak benimsedi: boks dansı… Seyirci buna yalnızca dans bölümüyle katılır.
Galatasaray’da futbol gerçeği. Fenerbahçe’de ise Türkiye gerçeği ağır basar.
Beşiktaş ise özlemler ve öncelemeler takımıdır. Şükrü’yü (enişte) düşünüyorum. Lefter kadar zariftir. Öyle ki filin en zarif yaratıklardan biri olduğunu kanıtladı. Ondaki hız kimsede görülmedi. Kornerlerden attığı dolaysız gollerde özür dileme, şaka, biraz da Baba Hakkı’dan kalma bir son an küfrü vardır. Bilinenin tersine, hemen her zaman en temiz futbolu Beşiktaş oynamıştır. Beşiktaş’ta yıldız futbolcuyla ikinci adam birbirine karışmıştır. Beşiktaşlı sporcu başka takıma geçse de Beşiktaşlılığını yitirmez.
Metin Oktay’ın bir özelliği de hiç şımarmamış olması. O rolü yanında oynayan başka futbolculara bıraktı.
Kadri Galatasaray’daki bir Fenerli olarak yaşadı.
Yeni bir Lefter görünümünde işe giren İlyas, Galatasaray’da büyüyemedi, yararlı öğe olarak kaldı.
Metin’de bütün bu büyük futbolcuların yanında kendisini daha büyük gösteren bir şey var. Nedir bu acaba? Teknik mi, beden gücü mü, sezgi mi? Bütün bunlar birleşmiş onda. Ama aynı özellikleri başka futbolcularda kolayca seçiyoruz. Sanırım asıl niteliği topla buluşması. İcatçıdır bu konuda. Sevecendir. Şemsiyesini ne mi yaptı? Fenerbahçe’ye attığı çok ünlü bir gol vardır. “Uçan Manda” olarak anılan Özcan’ın beklediği kalenin ağlarını yırttı. Ayıp olmasın diye ve rakip takıma bir cemile olarak şemsiyesiyle örttü orayı. Şemsiye’nin bugün hâlâ orda olduğu söylenir.
(1)Şiirin tamamı şöyle:
Sizin hiç babanız öldü mü
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar, aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu, kör oldum
Siz hiç hamama gittiniz mi
Ben gittim lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü kör oldum
Tepede bir gökyüzü vardı, yuvarlak
Şöylelemesine maviydi, kör oldum
Taşlara gelince hamam taşlarına
Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm
Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
Yüzümden hiç ummazdım bunu, kör oldum
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı.
(2) Yazı 2000’e Doğru Dergisi’nde yayınlandı. Şairin bu dergideki portreleri, YKY tarafından 2004’te “99 Yüz / İzdüşümler Söz Senaryosu” adıyla kitaplaştırıldı.
KAYNAK