habibineccar
Asistan
- Katılım
- 15 Mart 2009
- Mesajlar
- 273
- Reaksiyon puanı
- 0
- Puanları
- 0
CEHENNEM AZABI
“İçinizden, oraya uğramayacak hiçbir kimse yoktur. Bu, rabbin için kesinleşmiş bir hükümdür. Sonra biz, Allah’tan sakınanları kurtarırız; zalimleri de diz üstü çökmüş olarak orada bırakırız.” [1]
Oraya uğrayacağın kesin, ancak kurtulacağın şüphelidir. O halde cehennemin felâketlerini önce kalbine bir hatırlat, belki ondan kurtulmak için hazırlıklara başlarsın!
Sonra kıyametin dehşetleriyle yüz yüze gelen mahlûkatı bir düşün; hepsi âdeta iki büklüm olmuşlardır. Onlar böyle korku ve dehşet içinde bir şefaatçinin şefaat haberlerini beklerken birden bire cehennemin karanlıkları içinde kalmış günahkârlar tarafından kuşatılırlar. Alevli bir ateş onların üzerini kaplar. Sonra cehennemin öfkelenişini (kaynamasının sesini) ve uğultusunu işitirler. İşte o zaman günahkârlar helâk olacaklarını anlarlar. Korkularından herkes dizlerinin üzerine çöker. Öyle ki hiç günahı olmayanlar bile akıbetlerinin kötü olacağından endişe duymaya başlarlar.
Sonra cehennem bekçilerinden bir zebânî çıkar ve, “Dünyada uzun hayaller peşinde koşup ömrünü boş yere zayi eden o falan oğlu falan nerede?” diye seslenir. Ardından ellerinde demirden tokmaklar bulunan zebânîler süratle o günahkârın yanına gelirler, onu büyük bir azapla korkuturlar ve şiddetli bir azap çekmek üzere baş aşağı cehennemin derinliklerine atarlar. Arkasından:
“Tat bakalım (şimdi bu azabı)! Hani sen kendince üstündün, şerefliydin!” [2] derler.
O günahkârları dar, karanlık, korkutucu ve ürkütücü ve ateşinin ebedîyen sönmediği bir yere hapsederler. İçecekleri kaynar su, meskenleri ise cehennemdir. Orada zebânîler tarafından devamlı dövülürler. O günden sonra tek arzuları yok olup gitmek olur, ancak oradan kurtuluş yoktur.
Bu günahkârların, kimi zaman ayakları saçlarına bağlanır öyle azap edilir. Günahlarının zulmetinden yüzleri simsiyah olmuştur.
Günahkârlar türlü türlü azabın ardından, seslerinin yettiği kadar, cehennemin her köşesinde şöyle seslenirler:
“Ey cehennem meleklerinin reisi! Çekeceğimiz kadarını çektik. Demir kelepçelerin ve bukağıların altından kalkamaz olduk. Derilerimiz pişti, kavruldu. Ne olur bizleri buradan çıkar. Zira o yaptıklarımıza bir daha dönmeyeceğiz!”
Bir zebânî onlara, “Heyhat! Şimdi eman dileme zamanı değildir. Bu zelillik yurdundan çıkış yoktur. Kesin sesinizi ve sakın konuşmayın. Şayet buradan çıkarılacak olsanız, sizler yasaklandığınız şeylere tekrar geri dönersiniz.” diye karşılık verir.
Artık bundan sonra tamamen ümitlerini keserler, konuşmazlar. Allah Teâlâ’ya ibadet ve itaat hususunda kaçırdıkları fırsatlara hayıflanırlar. Fakat onları ne pişmanlıkları kurtarır ne de teessüfleri bir fayda verir. Sanki elleri kolları bağlanmışçasına yüz üstü kapaklanırlar. Ateş üstlerinden, altlarından, sağlarından, sollarından onları büsbütün kuşatır. Ateşin içinde boğulmuşlardır. Yemekleri ateş, içecekleri ateş, elbiseleri ateş, yatakları ateştir. Ateşten kaftanlar ve gömlekler giydirilerek demirden tokmaklarla dövülürler. Kelepçelerin ve zincirlerin ağırlığının altında kıvranır dururlar. Cehennemin derinliklerinde parça parça olurlar.
Ateşin üzerindeki tencerenin kaynaması gibi etraflarında kaynayan ateşin verdiği acıyla sancılar içinde kıvranır ve, “Vah halimize, vay başımıza gelenlere!” diye feryad-ü figan ederler.
Her bağırışlarında başlarından aşağı kaynar sular dökülür. Bu su öyle sıcaktır ki, onun tesiriyle derileri ve hatta iç organları erir. Zebaniler, demirden tokmaklarıyla kimilerinin alınlarına vururlar ve ağızlarından irinler akmaya başlar.
Susuzluktan ciğerleri parça parça olur. Ateşin hararetinden gözleri yanaklarına akar. Yanaklarındaki yumrular yerlere düşer. Saçları ve hatta derileri etrafa savrulur.
Azabı tekrar tekrar tatmaları için derilerinin her soyuluşunda yerine başkası gelir. Etler kemiklerden sıyrılır, ruh sadece damarlarda ve sinirlerde kalır. Ruh ise ateşin alevleri içinde kupkuru kalır.
Onlar ölmeyi ve hatta yok olup gitmeyi temenni ederler, ancak nerede! Keşke onların halini (şu dünyada) bir görebilsen! Cehennemin alevlerinden yüzleri simsiyah olmuş ve hatta kömürleşmiştir.
Gözleri körelmiş, dilleri tutulmuş, sırtları kırılmış, kemikleri paramparça olmuştur.
Dilleri ve burunları kıyılmış, derileri lime lime edilmiş, elleri boğazlarına geçirilmiş, başlarıyla ayakları bir araya getirilmiştir.
Yüzükoyun cehennemde sürünürler.
Gözleriyle demir pıtıraklar üzerinde sürünerek azap görürler.
Cehennemin alevleri en içteki organlarına kadar sirayet eder.
Yılanlar ve akrepler sürekli üzerlerinde dolaşıp ısırarak onlara azap eder.
[1] Meryem 19/71–72.
[2] Duhân 44/49.
CEHENNEM
Ey şu yok olmaya ve zevale mahkûm dünyanın meşgaleleriyle aldanmış kişi! Pey yakında göçüp gideceğin şu dünyayı düşünüp durmayı bırak artık. Düşüncelerini varacağın yere; mahşere ve âhirete çevir. Çünkü herkesin o ateşe uğrayacağı haberi sana gelmiştir. Allah Teâlâ bu hususta şöyle buyurmaktadır:
“İçinizden, oraya uğramayacak hiçbir kimse yoktur. Bu, rabbin için kesinleşmiş bir hükümdür. Sonra biz, Allah’tan sakınanları kurtarırız; zalimleri de diz üstü çökmüş olarak orada bırakırız.” [1]
Oraya uğrayacağın kesin, ancak kurtulacağın şüphelidir. O halde cehennemin felâketlerini önce kalbine bir hatırlat, belki ondan kurtulmak için hazırlıklara başlarsın!
Sonra kıyametin dehşetleriyle yüz yüze gelen mahlûkatı bir düşün; hepsi âdeta iki büklüm olmuşlardır. Onlar böyle korku ve dehşet içinde bir şefaatçinin şefaat haberlerini beklerken birden bire cehennemin karanlıkları içinde kalmış günahkârlar tarafından kuşatılırlar. Alevli bir ateş onların üzerini kaplar. Sonra cehennemin öfkelenişini (kaynamasının sesini) ve uğultusunu işitirler. İşte o zaman günahkârlar helâk olacaklarını anlarlar. Korkularından herkes dizlerinin üzerine çöker. Öyle ki hiç günahı olmayanlar bile akıbetlerinin kötü olacağından endişe duymaya başlarlar.
Sonra cehennem bekçilerinden bir zebânî çıkar ve, “Dünyada uzun hayaller peşinde koşup ömrünü boş yere zayi eden o falan oğlu falan nerede?” diye seslenir. Ardından ellerinde demirden tokmaklar bulunan zebânîler süratle o günahkârın yanına gelirler, onu büyük bir azapla korkuturlar ve şiddetli bir azap çekmek üzere baş aşağı cehennemin derinliklerine atarlar. Arkasından:
“Tat bakalım (şimdi bu azabı)! Hani sen kendince üstündün, şerefliydin!” [2] derler.
O günahkârları dar, karanlık, korkutucu ve ürkütücü ve ateşinin ebedîyen sönmediği bir yere hapsederler. İçecekleri kaynar su, meskenleri ise cehennemdir. Orada zebânîler tarafından devamlı dövülürler. O günden sonra tek arzuları yok olup gitmek olur, ancak oradan kurtuluş yoktur.
Bu günahkârların, kimi zaman ayakları saçlarına bağlanır öyle azap edilir. Günahlarının zulmetinden yüzleri simsiyah olmuştur.
Günahkârlar türlü türlü azabın ardından, seslerinin yettiği kadar, cehennemin her köşesinde şöyle seslenirler:
“Ey cehennem meleklerinin reisi! Çekeceğimiz kadarını çektik. Demir kelepçelerin ve bukağıların altından kalkamaz olduk. Derilerimiz pişti, kavruldu. Ne olur bizleri buradan çıkar. Zira o yaptıklarımıza bir daha dönmeyeceğiz!”
Bir zebânî onlara, “Heyhat! Şimdi eman dileme zamanı değildir. Bu zelillik yurdundan çıkış yoktur. Kesin sesinizi ve sakın konuşmayın. Şayet buradan çıkarılacak olsanız, sizler yasaklandığınız şeylere tekrar geri dönersiniz.” diye karşılık verir.
Artık bundan sonra tamamen ümitlerini keserler, konuşmazlar. Allah Teâlâ’ya ibadet ve itaat hususunda kaçırdıkları fırsatlara hayıflanırlar. Fakat onları ne pişmanlıkları kurtarır ne de teessüfleri bir fayda verir. Sanki elleri kolları bağlanmışçasına yüz üstü kapaklanırlar. Ateş üstlerinden, altlarından, sağlarından, sollarından onları büsbütün kuşatır. Ateşin içinde boğulmuşlardır. Yemekleri ateş, içecekleri ateş, elbiseleri ateş, yatakları ateştir. Ateşten kaftanlar ve gömlekler giydirilerek demirden tokmaklarla dövülürler. Kelepçelerin ve zincirlerin ağırlığının altında kıvranır dururlar. Cehennemin derinliklerinde parça parça olurlar.
Ateşin üzerindeki tencerenin kaynaması gibi etraflarında kaynayan ateşin verdiği acıyla sancılar içinde kıvranır ve, “Vah halimize, vay başımıza gelenlere!” diye feryad-ü figan ederler.
Her bağırışlarında başlarından aşağı kaynar sular dökülür. Bu su öyle sıcaktır ki, onun tesiriyle derileri ve hatta iç organları erir. Zebaniler, demirden tokmaklarıyla kimilerinin alınlarına vururlar ve ağızlarından irinler akmaya başlar.
Susuzluktan ciğerleri parça parça olur. Ateşin hararetinden gözleri yanaklarına akar. Yanaklarındaki yumrular yerlere düşer. Saçları ve hatta derileri etrafa savrulur.
Azabı tekrar tekrar tatmaları için derilerinin her soyuluşunda yerine başkası gelir. Etler kemiklerden sıyrılır, ruh sadece damarlarda ve sinirlerde kalır. Ruh ise ateşin alevleri içinde kupkuru kalır.
Onlar ölmeyi ve hatta yok olup gitmeyi temenni ederler, ancak nerede! Keşke onların halini (şu dünyada) bir görebilsen! Cehennemin alevlerinden yüzleri simsiyah olmuş ve hatta kömürleşmiştir.
Gözleri körelmiş, dilleri tutulmuş, sırtları kırılmış, kemikleri paramparça olmuştur.
Dilleri ve burunları kıyılmış, derileri lime lime edilmiş, elleri boğazlarına geçirilmiş, başlarıyla ayakları bir araya getirilmiştir.
Yüzükoyun cehennemde sürünürler.
Gözleriyle demir pıtıraklar üzerinde sürünerek azap görürler.
Cehennemin alevleri en içteki organlarına kadar sirayet eder.
Yılanlar ve akrepler sürekli üzerlerinde dolaşıp ısırarak onlara azap eder.
[1] Meryem 19/71–72.
[2] Duhân 44/49.