Ottomanzo
Doçent
- Katılım
- 25 Temmuz 2008
- Mesajlar
- 746
- Reaksiyon puanı
- 7
- Puanları
- 0
-Bir bardak terlemiş soğuk limonata Edip Cansever'in 'Su Altında Kanat Çırpan Üveyik' şiirini çağrıştırıyor. Sarı sıcak, koyu taşların ateşini alıyor da, sırf yaşamak neşesi olsun, her zaman bir mutluluk yolu vardır denilsin diye, o bardağa, doyumsuz limonata serinliği olarak geri dönüyor.
Limonatayı yapan el, limonları bu koyu sıcakta sıkan el, bir kere daha inanıyor insanın insan için mutluluk kuyusu olabileceğine. Öyleyse, uzansın eller, göz göz, aşk ve bahar sarısı bardaklara, soğuk limonatalara. Sıcakta. Toprağın bile kaynadığı zamanda. Hayat bir sarı dağ zambağı gibi bu limonata bardağına yansıyınca, teslim olmak gerekir sıcağa, sıcağın getirdiği yaşamak coşkunluklarına.
Gönlümü ilkin Camlıköşk çaldı. Camlıköşk bir kahvehane ismidir ve bu soğuk limonata, ne yer altı mağarasında ne de eski bir kapı eşiğinde gelip oturmuştur zamanın penceresine. Mardin'in tek tarihi ana caddesinde mucizeler dizilidir. Badem şekerleri, o tarçınlı badem şekerleri, insanı çocukluğun oyunlarına çeker damağından. Ölüm yatağından bir gençlik narası atarcasına kalkar ve kendisini kırlara bırakır. Yapar bunu. Dilinizin altında dönen, çıtırdayan badem, şeker olmanın ötesine geçer. Hafıza altın kulesinden iner, fanilerin arasına karışır. Yemek, güzel şeyler yemek fanilerin harcıdır. Su içinde üveyik gibi dönen limon da, o da öyle...
Limonata ve badem şekerinden söz açışım sebepsiz değildir ancak, şimdilerde, Fikret Bilbay'ın işlettiği Camlıköşk Kahvehanesi, Mardin'in tarihi çatısı altında, en mütevazı, en yalnız, en yalın, en sıradan ancak en çarpıcı olarak hayat süren bir duraktır. Yüksek tavanları altında, kare ve mahcup masalara kurulmuş insanlar, dünyaya karşı pervasız yaşam sürerler. Kağıt oyunları, tavla sesleri, televizyon ekranından havaya dağılan şimdiki zaman sesini boğarcasına, arkaik bir ses borazanı gibi kendisini üfler. Limonata içine dolduğu sıradan, gariban bardaklarda, doğunun en içli macerasını sayıklar, ayrılıklardan, ateşten dem vurur. Mahzun ve gururludur. Düşünmezmiş gibi yaşar. Ayrılık durmadan çıkılan dağdır.
İşte, bu kare yapının bir duvarında fabrika işi bir halı. Başbaşa iki tavus. Halıyı aşağıya doğru iyice dolduruyorlar. Tavus, kutsalla primitifliğin arasında, boşlukta duruyor. Daha genç görünümlü bir Atatürk fotoğrafı, diğer fotoğrafların arasında soyut bir fırça darbesi gibi bakıyor salona. Belki asıl, Enver Paşa'nın bıyıklarını anımsatan, Fikret Bey'in büyük babası ve onun hemen yanında fotoğrafı bulunan babası, o babanın ince bıyıklarını süsleyen dolgun ve yumuşak cildi, yine Fikret Bey'in kendi sesi kadar yüzüne dolan büyük teslimiyetin içinde eriyip gidiyor. Ahşap çay ocağı, tavandaki büyük pervanenin rüzgarıyla bu sıcakta serinlemeye çalışıyor. Ben fark ettim ki burada yüksek bir ferahlık barınıyor. Kahvenin üç yanı da istenildiğinde açık hale getirilebiliyor. Bir köşede duran 'lüküs lambası' ise hem tedbir hem geçmişin bir gözü.
Öyleyse söylenmelidir, Camlıköşk'e, komşusu Rıdo'ya uğradıktan sonra gelinmelidir. Rıdo, Rıdvan isminin yörece söylenmiş hali de olsa, Rıdo kebabçıdır. Kebap Rıdo'nun ocağında bütün ağırlıklarını ateşin dersinde bırakır bütün lezzetiyle ağzınızda dağılır. Her ustanın bir sırrı vardır ancak asıl o sır lezzetle birlikte sizin ağzınızda var olur. Kimlerin, ne zaman ve niçin kullandığını bilemediğim salaş yer tabiri Rıdo için de söylenebilir. Fakat kebap, coğrafyanın insandan insana şehirden şehre miras bıraktığı bir yemek etkinliği olarak mutfağın felsefesini aklıyla değil, dumanıyla değil, ustalığıyla değil lezzetiyle yıkar. Kebap doğunun bitmeyen savunmasıdır. Mayası hatta. Acıyı bir taş değirmen gibi döndürmekten yorulmayan bu coğrafya henüz şarkısını bitirmeden dalını terk etmeyen mağrur kuşa benzer. Onun uğruna ölümün yağlı kurşununu göze alır.
Camlıköşk Kahvehanesi ve Rıdo Kebap-çısı'na bir kere uğrayan insan, şu dünya faniliğinin durmadan akan çatısından başka sığınakların olduğuna bir kez daha inanır. İnsan, bir gelecek zaman yitiği gibi yan masada ölüme meydan okuyarak yaşamanın sessiz türküsünü söyler. Duyana.
kaynak
Limonatayı yapan el, limonları bu koyu sıcakta sıkan el, bir kere daha inanıyor insanın insan için mutluluk kuyusu olabileceğine. Öyleyse, uzansın eller, göz göz, aşk ve bahar sarısı bardaklara, soğuk limonatalara. Sıcakta. Toprağın bile kaynadığı zamanda. Hayat bir sarı dağ zambağı gibi bu limonata bardağına yansıyınca, teslim olmak gerekir sıcağa, sıcağın getirdiği yaşamak coşkunluklarına.
Gönlümü ilkin Camlıköşk çaldı. Camlıköşk bir kahvehane ismidir ve bu soğuk limonata, ne yer altı mağarasında ne de eski bir kapı eşiğinde gelip oturmuştur zamanın penceresine. Mardin'in tek tarihi ana caddesinde mucizeler dizilidir. Badem şekerleri, o tarçınlı badem şekerleri, insanı çocukluğun oyunlarına çeker damağından. Ölüm yatağından bir gençlik narası atarcasına kalkar ve kendisini kırlara bırakır. Yapar bunu. Dilinizin altında dönen, çıtırdayan badem, şeker olmanın ötesine geçer. Hafıza altın kulesinden iner, fanilerin arasına karışır. Yemek, güzel şeyler yemek fanilerin harcıdır. Su içinde üveyik gibi dönen limon da, o da öyle...
Limonata ve badem şekerinden söz açışım sebepsiz değildir ancak, şimdilerde, Fikret Bilbay'ın işlettiği Camlıköşk Kahvehanesi, Mardin'in tarihi çatısı altında, en mütevazı, en yalnız, en yalın, en sıradan ancak en çarpıcı olarak hayat süren bir duraktır. Yüksek tavanları altında, kare ve mahcup masalara kurulmuş insanlar, dünyaya karşı pervasız yaşam sürerler. Kağıt oyunları, tavla sesleri, televizyon ekranından havaya dağılan şimdiki zaman sesini boğarcasına, arkaik bir ses borazanı gibi kendisini üfler. Limonata içine dolduğu sıradan, gariban bardaklarda, doğunun en içli macerasını sayıklar, ayrılıklardan, ateşten dem vurur. Mahzun ve gururludur. Düşünmezmiş gibi yaşar. Ayrılık durmadan çıkılan dağdır.
İşte, bu kare yapının bir duvarında fabrika işi bir halı. Başbaşa iki tavus. Halıyı aşağıya doğru iyice dolduruyorlar. Tavus, kutsalla primitifliğin arasında, boşlukta duruyor. Daha genç görünümlü bir Atatürk fotoğrafı, diğer fotoğrafların arasında soyut bir fırça darbesi gibi bakıyor salona. Belki asıl, Enver Paşa'nın bıyıklarını anımsatan, Fikret Bey'in büyük babası ve onun hemen yanında fotoğrafı bulunan babası, o babanın ince bıyıklarını süsleyen dolgun ve yumuşak cildi, yine Fikret Bey'in kendi sesi kadar yüzüne dolan büyük teslimiyetin içinde eriyip gidiyor. Ahşap çay ocağı, tavandaki büyük pervanenin rüzgarıyla bu sıcakta serinlemeye çalışıyor. Ben fark ettim ki burada yüksek bir ferahlık barınıyor. Kahvenin üç yanı da istenildiğinde açık hale getirilebiliyor. Bir köşede duran 'lüküs lambası' ise hem tedbir hem geçmişin bir gözü.
Öyleyse söylenmelidir, Camlıköşk'e, komşusu Rıdo'ya uğradıktan sonra gelinmelidir. Rıdo, Rıdvan isminin yörece söylenmiş hali de olsa, Rıdo kebabçıdır. Kebap Rıdo'nun ocağında bütün ağırlıklarını ateşin dersinde bırakır bütün lezzetiyle ağzınızda dağılır. Her ustanın bir sırrı vardır ancak asıl o sır lezzetle birlikte sizin ağzınızda var olur. Kimlerin, ne zaman ve niçin kullandığını bilemediğim salaş yer tabiri Rıdo için de söylenebilir. Fakat kebap, coğrafyanın insandan insana şehirden şehre miras bıraktığı bir yemek etkinliği olarak mutfağın felsefesini aklıyla değil, dumanıyla değil, ustalığıyla değil lezzetiyle yıkar. Kebap doğunun bitmeyen savunmasıdır. Mayası hatta. Acıyı bir taş değirmen gibi döndürmekten yorulmayan bu coğrafya henüz şarkısını bitirmeden dalını terk etmeyen mağrur kuşa benzer. Onun uğruna ölümün yağlı kurşununu göze alır.
Camlıköşk Kahvehanesi ve Rıdo Kebap-çısı'na bir kere uğrayan insan, şu dünya faniliğinin durmadan akan çatısından başka sığınakların olduğuna bir kez daha inanır. İnsan, bir gelecek zaman yitiği gibi yan masada ölüme meydan okuyarak yaşamanın sessiz türküsünü söyler. Duyana.
kaynak