Bilimkurgu Sever misiniz?

Kriptograf

Profesör
Katılım
18 Mayıs 2007
Mesajlar
1,687
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Profesör ‘Küçültme Makinesi’ üzerindeki tüm kontrolleri bitirmişti.
Bakışlarını uzay gemisine çevirdi.
İçine onlarca insan sığacak büyüklükte idi.
Ama profesöre ait hangarın ancak yarısını dolduruyordu.
Geri kalan alanda çeşit çeşit aletler çalışıp durmakta idi.
Bu uzay gemisi uzaya gitmeyecekti.
Hedef bir kömür parçasının atomlarından birindeki elektron olacaktı.
Ve bu yolculuğu bilgisayar gerçekleştirecekti.
Profesör heyecanının en yüksek noktaya çıktığını hissetti.
Zira gemiye binip yolculuğa çıkacak olanlar kızı ve damadı idi.
Onlara döndü:
--‘Yolculuğunuz sadece 10 dakika sürecek.
Ben yüzlerce deney yaptım.Her deney başarılı oldu.
Şimdi içeri girebilirsiniz.Herşeyi bilgisayar ayarlayacak.
Siz sadece gözlemde bulunacaksınız.’
Genç kız ve kocası gemiye bindiler.
Profesör ‘Küçültme Makinesi’ ni çalıştırdı.
Koskoca gemi birkaç dakika içinde bir kibrit kutusu kadar küçüldü.
Bir kıskaç gemiyi kavrayarak kömür parçasının önüne getirdi.
Küçültme işlemi devam etti.Bir-iki dakika sonra gemi artık görülmüyordu.
Profesör bilgisayar ve diğer aletlere bakarak gelişmeleri takip etti.
Göstergeler küçülme işleminin sürdüğünü gösteriyordu.
Bir atomaltı parçacığının da çok altına ulaşıncaya dek sürdü.
Herşey otomatik olarak ayarlanıyordu.
Nihayet yolculuk başladı.
Kısa bir zaman sonra geminin elektrona ulaştığını bilgisayar haber verdi.
Profesör şimdi 10 dakikanın dolmasını beklemeye başlamıştı.
Sabırsızca hangarın içinde dolaştı.Merak içindeydi.
Kızı ile damadı kimbilir neler anlatacaktı.
Atomun elektronuna yapılan ilk yolculuktu bu.
Ve vakit doldu.Gemi ilk önce ufacık olarak belirdi.Sonra hızla büyüdü.
Nihayet gerçek boyutuna ulaştı.Kapılar açıldı.
Dışarıya 20 kişi çıktı.Kadınlı erkekli 20 kişi.
Ama içlerinde kızı ile damadı yoktu.
Profesör şaşkınlıkla bakıyordu.Bu 20 kişi nereden çıkmıştı?
Kızı ile damadı nerede idiler?
Gemiden çıkanlardan biri coşkulu bir şekilde diğerlerine döndü:
--‘İşte kutsal kitabımızın doğru söylediğini görüyorsunuz.
İlk anamız ve ilk babamız haklılarmış.Şimdi asıl yerimizi bulduk.’
Profesörün şaşkınlığı sürüyordu.Coşkulu adama sordu:
--‘Siz kimsiniz?Bu gemiye nasıl bindiniz’Nereden geliyorsunuz?’
Coşkulu adam sakince cevap verdi:
--‘Bizim gezegenimiz küçük bir dünyadır.
Biz nesiller boyu hep o kutsal kitabın buyruklarına uyduk.
Kitapta ilk anamız ve ilk babamızın başka bir dünyadan geldiği yazıyordu.
Onların geldiği gemiyi olduğu gibi korumamız emredilmişti.
Bizler nesiller boyu bu görevi sürdürdük.Ve vakit geldi.
İçimizden 20 kişi ile buraya döndük.
Verilen diğer buyruğu da şimdi uygulayacağız.
Kitapta yaşlı bir bilgini bulacağımız yazıyordu.
Şimdi senin yardımınla diğerlerini de buraya getireceğiz.’
Profesör olan biteni anlamaya başlamıştı.
Bir elektron,atomun çevresinde hızla döner.Her bir dönüş bir yıl.
Bu dünyada geçen 10 dakikada o elektron kimbilir kaç kez dönmüştü?
Elbette o elektrona göre aradan binlerce yıl geçmişti.
Kızı ile damadı o elektronun ilk insanları idi.
Onlardan üreyenler, binlerce yıl boyunca nesiller halinde yaşamış ve çoğalmışlardı...

Kaynak
 

@LgOsS

Doçent
Katılım
12 Şubat 2008
Mesajlar
620
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
çoook güzel bir şey bu yaa benim hoşuma gitti ^^ :)
 

keyloger

Rektör
Katılım
4 Ocak 2008
Mesajlar
13,268
Reaksiyon puanı
237
Puanları
243
:D süper olmuş yaa gerçekten çok güzelmiş :D
 

dnzz

Asistan
Katılım
10 Aralık 2006
Mesajlar
460
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
cogu seyden daha mantıklı gelıyor
 

Kriptograf

Profesör
Katılım
18 Mayıs 2007
Mesajlar
1,687
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0


Uzunluklari birbirine esit uc dogru bir araya gelip bir eskenar ucgen olusturdu. Ben bu eskenar ucgenin icine iki göz ile bir burun ve bir agiz cizdikten sonra kulaklarini ekledim. Meydana gelen sekil bir insan basina benzedi. sekle en basitinden gövdeyle, kollar ve bacaklar da cizerek insan modelimi ortaya cikardim. Beyaz bir kartona cizdigim insan modelimi makasla kenarlarindan keserek aldim ve ayaklari ustunde duracak sekilde biraktim. Haydi eskenar ucgen, yolun acik olsun, dedikten sonra onu ugurladim. Aradan iki ay gectikten sonra eskenar ucgen geldi ve basindan gecen olaylari anlatti.

? Senden ayrildiktan sonra uzun sure yol yurudum. Sonunda bir ormana geldim. Ormanda giderken ilerde bir isik gördum. Megerse isik acik bir alanda duran ucan daireden geliyormus. Hic korkmadan ucan daireye bindim. Ucan daire az sonra havalandi. Rengarenk isikli dugmeler vardi ucan dairede ve biri yanip biri sönuyordu. Bilgisayardan gelen metalik ses uzaya cikildigini ve Samanyolu Galaksisi?nin cok uzaginda bulunan bir baska galaksideki 31092-ct adindaki gezegene gidildigini haber verdi. Bayagi keyiflenmistim. Metalik sesin söyledigine göre, ucan daireler kozmatik gucle hareket ederlermis. Metalik ses aylarca yolculuk yapildigi halde uzayin sonunun bulunamadigini söyledi. Ertesi gun pat diye bir ses duydum ve ucan daire hafifce sarsildi. Bunun ne oldugunu sordugumda metalik ses Samanyolu?ndan bir baska galaksiye gecildigini, bilgisayarin önceden programlandigi gibi zaman ayarini yapip, atlamayi gerceklestirdigini, zaman ayarinin periyodik uzay takvimine göre yapildigini, zaman ayarini yapmadan, atlamayi gerceklestirmeden bir galaksiden bir baska galaksiye gecmenin mumkun olmadigini söyledi. Her galaksinin kendine özgu, sadece o galakside gecerli olan zamani varmis. Daha önceden hazirlanmis olan periyodik uzay takviminde, bulundugun galaksiyle gecmek istedigin galaksi arasindaki zaman farki bulunurmus. Zaman farki bulunmadan zaman ayari yapilamazmis. Zaman farkini bulmak icin, bulundugun ve gecmek istedigin galaksilerdeki en yasli gezegenler baz alinirmis. En yasli gezegenlerin yasi birbirinden cikarilinca aradaki fark + - zaman farki olurmus.

Örnegin bulundugun galaksinin takvimi 4900 yilini gösteriyor. Periyodik uzay takviminde gecmek istedigin galaksinin durumunun -1200 oldugunu gördun. Bulundugun galaksinin yasi olan 4900 yilindan -1200 u cikarinca, gecmek istedigin galaksinin yasini 3700 olarak bulursun. simdi is supersonik zaman göstergecinde zaman ayarini yapmaya kalmistir. Ilgili tuslara basarak rakamlarin göstergecin ekranina dusmesi icin bir dakika beklenir. Surenin sonunda zaman ayar dugmesine basarak islem tamamlanir.

Iki galaksiyi birbirinden ayiran, zamanin gecerli olmadigi bölgeye girilir. Burada ucan daire yol aldikca göstergecin ekraninda 4900 yilindan 3700 yilina her yarim saniyede bir yil olarak zamanin gerilemesi izlenir. Ekran 3700 yilina gelindigini gösterince ucan dairenin hizi limite cikarilarak gecmek istedigin galaksiye giris yapilir. sayet -1200 yerine +1500 olsaydi 4900, 1500 ile toplanirdi. O zamanda göstergecin ekraninda zamanin ilerlemesi izlenirdi. Herneyse, galaksiler arasi yolculuktan sonra 31092-ct adindaki gezegene yumusak inis yaptik. Bu gezegende görduklerim beni sasirtmadi, cunku yolculuk sirasinda metalik ses her seyi anlatmis ve bana pek cok konuda detayli bilgi vermisti. Orada da insanlar yasiyor. Agaclar var, cicekler var, kuslar var, daglar var, dereler var. Insanlari sevecen, iyi kalpli, hosgörulu. Sorunlarini tartisarak, kavga ederek degil, karsilikli anlayisla, hosgöruyle cözuyorlar. Herkes birbirinin hakkina saygili, kimse kimseye kötu söz söylemiyor ve son derece nazik insanlar. Butun cabalari bilimde, teknolojide daha ileri seviyelere ulasmak. Gecim sorununu önce yardimlasma daha sonra paylasma ile cözumlemisler. Birinde cok ötekinde yok degil, ikisinde de var. ?

Eskenar ucgen konusmasi bitince ayaga kalkti ve söyle dedi: ? Patron, ben geri dönuyorum. Ucan daire beni bekliyor. Gel seni de götureyim. ?
? Bos versene sen ya, ne isim varmis benim uzayda ? dedim ben de. Bunun uzerine eskenar ucgen keyfin bilir dedi ve vedalastik. Eskenar ucgen ayrilirken son olarak elveda dedi el sallayarak. Sanirim onu bir daha hic göremeyecegim.

Kaynak
 

cabbarcan

Profesör
Katılım
19 Ocak 2007
Mesajlar
1,477
Reaksiyon puanı
1
Puanları
0
Çok hoş yazılar.. paylaşımın için teşekkürler...
 

Kriptograf

Profesör
Katılım
18 Mayıs 2007
Mesajlar
1,687
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0

"Işık, biraz daha ışık"
Goethe
[Kiralık Beyin]

Güvenlik kulübesinin önünden geçip büyük camdan binaya doğru yürürken hep o tanımlayamadığı kaygıyı hissederdi. Her zamanki gibi güvenlik görevlileri pek fazla dokunmadan sadece ellerindeki uzun beyaz çubuklarla üstünü aramışlardı. Yüzlerindeki tiksintiyi gizlemeye çalışmadan başlarıyla geç işareti yapıp televizyondaki aptal maça dönmüşlerdi.

Belki onlarca kere gelmiş olmasına rağmen bu korkuyla karışık kaygı hissini üzerinden hiç atamamıştı. İlk geldiğinde kapıdan geri dönmüştü ama sonunda girmişti. Verilen para iyiydi. Üstelik yapman gereken tek şey yarım saat boyunca başına takılı tellerle kıpırtısız durmaktı. Yarısı yeşil, yarısı kırmızı haplardan almak için paraya ihtiyacı vardı. Bir serserinin namuslu yollardan kazanamayacağı kadar çok para. Birkaç arkadaşı gitmişti. Hatta ekşi elma kokan o sefil yaşlı kadın bile gitmişti. Elindeki kartı sallayarak "Her seferinde 100 kredi veriyorlar" deyince o da gitmeye karar vermişti ve ertesi gün gitmişti. Sağlık taramaları, çekilen filmlerden sonra bir adam kafasındaki tüm saçları bir daha çıkmamak üzere kırmızı ışıklar saçan bir aletle kesmişti. Artık ana sistemin evlatlarından biriydi. Daha sonra ona kargacık burgacık yazılarla dolu sayfalar imzalatmışlardı. Hiç birini okumadan imzalamıştı. Zaten okusa bile ne fark edecekti ki? Tek düşündüğü alacağı yüz krediydi. Dişçi koltuğuna benzer bir koltukta yarım saat oturup uyku gibi bir durumda kalıp, daha sonra uyanmıştı. Rüyaya benzer görüntüler geçmişti gözünün önünden. Bir sürü matematik formülü, bir parlak metal, bir deniz ve bir kırmızı gezegen. Sonradan dediklerine göre özel bir sıvıda hareket edecek bir gemi yapmıştı kendisi. Buna hiçbir zaman inanmamıştı.

Oldukça düzgün konuşan ve düzgün giyimli bir adam, yani "ötekilerden" biri onun anlayacağı bir dille durumu izah etmişti.

Cam ve çelikten yapılmış uyuyan çirkin bir deve benzeyen bu bina onu yutacakmış gibi bakardı. Bütün bu kaygısına rağmen her şey yine aynı şekilde işlemeye başladı. Gömleğini iç cebinden çıkardığı mikrochipli kartı girişteki şeffaf kulübelerden birindeki görevliye uzattı. Hemen arkasında oluşan kuyrukta kendisi gibi başını kazıtmış bir iki kişi daha vardı. Binanın tüm modernliğine ve temizliğine rağmen girişteki şeffaf kulübelerin önündeki kuyruktakilerin hepsi serseri görünümlü ve başları kazıtılmıştı. Binanın ve görevlilerin görünümüyle bir arada duran serserilerin görünümü garip bir tezat oluşturuyordu. Yerleri temizlemek için kullanılan deterjanın kokusu, havaya sıkılan parfüm ve serserilerden çıkan ekşimsi ter ve insan kokusu da kesinlikle dünya üzerinde başka bir yerde bulunacak bir koku değildi..
To be Continued...
 

Kriptograf

Profesör
Katılım
18 Mayıs 2007
Mesajlar
1,687
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Camın arkasındaki görevli mikrochipli kartı bilgisayara sokup bir şeyler yaparken Anaxa etrafına bakındı. Biraz ilerde serseri kıyafetli, başı kazıtılmış bir adam elindeki mikrochipli kartı tehditkar bir şekilde sallıyor ve "Seni gidi sahtekar, kredi eksik çıktı bana hak ettiğim krediyi yükle" diye şeffaf kulübede ona kayıtsızca bakan görevliye bağırıyordu. Başı kazıtılmış serserilerin olay çıkartmasına alışmış iki güvenlik görevlisi sakin adımlarla kargaşanın yaşandığı cam bölmeye doğru yürüdüler. Olan biteni daha rahat izlemek için yan döndü ama elektronik kartını almış olan görevli yüzüne bakmadan "Bölüm bir ünite 4" dedi ve kartı bilgisayardan çıkarttı ve ona uzattı.

Parmak uçlarından yarım kesilmiş yün eldivenli elleriyle kartı alıp cebine koydu. Huzursuz adımlarla bölüm bire doğru yürüdü. Bir iki kere arkasına dönüp güvenlik görevlilerinin sorun çıkartan serseriyi her iki kolundan tutup dışarı çıkarmalarına baktı.

Parlak yer karosundaki düz çizgilere basmamaya çalışarak yürümeye devam etti. Açık kalan bir iki kapıdan sakin bir kütüphane izlenimi veren bölümlere ve içerde oturanlara baktı. Kadın kuaförlerinin saç kurutma makinelerine benzer şeffaf başlıkların altında hepsi sakin görünüyordu. Bazısı eliyle tedirgin bir şekilde oturdukları koltuğun kenarına vuruyor, kimisi de uzun yıllardır aradıkları huzuru bulmuş gibi gözleri kapalı, yüzlerinde biraz eksik kalmış bir gülümsemeyle öylece duruyorlardı. Bu sessiz kalabalığın arasında arkadaşı Xavieri seçti. Bu soğuk ve yabancı yerde bir tanıdığı görmekten mutlu olmuştu. Hararetle el salladı. Xavier önündeki sabit bir noktaya bakışlarını kilitlemişti. Kendisini görecek durumda değildi. Yoğun bir trans haline girmiş gibi duruyordu. İşin gerçeği ana sistem beyin kullanım faktörünü en üst düzeye çıkarmıştı. Bu döneme "teslim alma" diyorlardı. Birazdan son faz olan "terk etme" başlayacaktı. Bütün bu fazların tümünü kendisi tek bir cümleyle ifade etmeyi severdi; "ana sistem beynimi beceriyor".

Bölüm Bir'e girince görevli asistana elindeki kartı uzattı. Bu yabancı binada belki de tek sevdiği kişiydi. her zamanki bildik törenlerini gerçekleştirdiler.

"Merhaba Anaxa. Nasılsın görüşmeyeli?"

To be Continued
 

Turab Garip

Dekan
Emektar
Katılım
30 Mayıs 2007
Mesajlar
6,902
Reaksiyon puanı
181
Puanları
1,243
Güzel kurgu, ama ne yeyip ne içip yaşadılar yıllarca diye sorası geliyor insanın. Sonra elektron-proton çekiminden kaynaklanan müthiş eletromanyetik ortam ve radyoaktiviteye rağmen nasıl yaşayabildiler ve üreyebildiler sorusunu gündeme getiriyor. Bir de kutsal kitap yazacak kalem, kağıt ve mürekkebi nerede bulmuşlar atomun içinde. Ayrıca en ilginç ve iğrenç tarafı da bunların çocukları birbirleriyle mi evlenmişler? :)

Biliyorum çok gıcığım.. :)
 

Kriptograf

Profesör
Katılım
18 Mayıs 2007
Mesajlar
1,687
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Sanırım daha öncede sorulan sorular ve bunlara verilen cevaplar var.Kimisine göre kesin doğru bu cevaplar kimisine göres ise muhtemelen.Yani 4 tane ikiz oluyor ikizlerden kız olanlar diğerinin erkeği ile,erkek olan ise diğerinin kız olanı ile evlenerek soylarını sürüyorlar.Zaten ilk etap geçildimi uzun bir düzlük var önlerinde biraz çaba ile ufukları zorlamışlar :)
Bilimi kuruyoruz işte elektromanyetik ortam ve diğer etmenler sadece hikaye için en aza indirilmiş :)
Parantez içinde elektromanyetik kuvvetler ve insanların açlık hissi önemsenmeyecektir gibi bir ifade ekleseydim çoook garip kaçardı.Korktum.
 

Kriptograf

Profesör
Katılım
18 Mayıs 2007
Mesajlar
1,687
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
"""[Merhaba Anaxa. Nasılsın görüşmeyeli?"]

"Daha iyiyim. Geçen sefer bir uzay gemisi mi yaptım?" dedi yarım bir gülümsemeyle.

Asistan önündeki ekrana bakıp gülümsedi.

"Uzay gemisinin rota kanatçıklarıymış" dedi.

"Rota kanatçıkları mı? Ne bu?"

"Bir tür uçak kanadı gibi bir şey ama uzay gemilerinde kullanılıyor" dedi asistan.

Konuşmaları devam ederken dişçi koltuğuna benzeyen üniteye oturdu. Asistan yeni duyduğu yeşil Merihli fıkrasını anlatırken Anaxa'nın saçtan tamamı ile arınmış başına elektrotları itinayla yerleştirmeye başladı. Keskin olmayan lazerin kazıtılmış kafada oluşturduğu hayali noktalara gelecek şekilde özenle yerleştirmeye başladı. Asistanın elektrotları yerleştirirken çıplak kafa derisine dokunması nedense onu rahatlatırdı. Bir annenin bebeğine dokunmasına benzer bir etki yapardı. Elektrotların ucuna sürülmüş şeffaf jel kafa derisine değince yine o rahatlatıcı serinliği hissetti. Gözünü kapadı ve tüm elektrotların tek tek takılmasını sabırla bekledi. Son elektrotu yerleştirdiğinde içinden "yüz" dedi ve gözünü açtı. Yatay olarak 20, düşey olarak 5 sıra. Tüm elektrotların kaç tane olduğunu bilirdi ve her seferinde tüm elektrotları tek tek sayardı.

Asistan ona gülümseyerek baktı.

"Hazır mısın?" dedi.

Evet anlamında başını salladı. Asistan ünitenin hemen arkasında duran bilgisayarın başına geçip bir kaç tuşa bastı.

"Seans bitince ben gelirim" deyip eliyle Anaxa'nın omzuna hafifçe dokunup kendine bir kahve almak için uzaklaştı.

Ana sistem, Anaxa'nın beynini yavaş yavaş "becerirken" asistan genellikle bir kahve molası verir ya da kendi bölümündeki diğer ünitelerdeki diğer deneklerle ilgilenirdi.

Anaxa başına hafif bir ağrının saplandığını hissetti. "Bu sefer ağrı var" dedi kendi kendine. Beyninin seansa ne tepki göstereceğini önceden asla kestiremezdi. Bazen başı ağrır, bazen de bir karıncalanma hissederdi. Nadiren hızlı geçip giden görüntüler görürdü. Ana sistemin uğraştığı işe bağlı olarak iki basamaklı iki sayıyı kafadan çarpamayan Anaxa'nın asla göremeyeceği bir matematik formülü ya da hiç bilmediği bir gezegenin fotoğrafı. Buna "zihinsel taşma" diyorlardı.

Başındaki ağrı arttıkça zamanın geçmesini sabırla beklemeye başladı. Seans sırasında zihnini uğraştıracak bir şeyle uğraşmasına kesinlikle izin verilmezdi. Bir gazete okuması ya da ufak bir cep televizyonu seyretmesi yasaktı. Ana sistem bu konuda çok kıskançtı. Seans sırasında deneklerden birinin zihninin kıvrımlarında kendinden başka bir şeyin olmasına asla izin vermezdi. Birazdan kendi deyimiyle "uçuşa" geçecekti. Her seferinde olduğu gibi yine huzursuz hissetti kendini. "Bazı denekler teknik arızalardan dolayı geri dönemiyorlar". Basın açıklamalarında geçen bu cümle kendini tedirgin etti. Ya geri dönemezse? Her seferinde bu kaygıyla derin bir uykuya dalar gibi trans haline geçerdi.

Bu sefer de öyle oldu. Kendini görebilseydi göz kapaklarının sinirli hızlı bir şekilde açıp kapandığını görebilirdi. Eli koltuğun kenarlarına yapışmış alabildiğine sıkıyordu. Şakaklarından sızan ter damlaları belirgin hale gelmişti. Bu durum bir trans halinden çok şiddetli bir sara krizine benziyordu.

Arkasında duran bilgisayarın ekranında bir kırmızı düğme yanıp sönmeye başladı. Sonra insanın sinirini bozan kesik bip sesi odayı doldurdu. Asistan ortalıklarda yoktu. Normal zamanlarda bilgisayar en ufak bir şey yanlış gittiğinde trans halini bitirip normal duruma geçerdi ama bu sefer ana bilgisayar son sürat gaza basmaya devam ediyordu...

Devam edecek...

Kaynak
 

Kriptograf

Profesör
Katılım
18 Mayıs 2007
Mesajlar
1,687
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Geliyor geliyor az kaldı :) Gümrükte sıkıntı yaşıyorum...
 

dnzz

Asistan
Katılım
10 Aralık 2006
Mesajlar
460
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
gumruk mu sorun mu gumrukcuyum ben hallederız ;)
 

Kriptograf

Profesör
Katılım
18 Mayıs 2007
Mesajlar
1,687
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
bu da yeni mal çok temiz buyrun...

:)

Elinde bir kahve ile geri dönen asistan koşturarak bilgisayarın başına geçti, sistemi durdurmaya çalıştı ama Anne buna izin vermiyordu. Panik içinde klavyeye basmaya başladı. Yine bir yanıt yoktu. Koltukta elektrik akımına kapılmış gibi kıvrılıp duran Anaxa'ya baktı. Olaya doğrudan müdahale etmek dışında bir çaresi kalmamıştı.

Bilgisayarı koltuğa bağlayan kalın mavi kabloyu giriş yerinden hızlıca çıkardı. Anaxa öylece koltuğa yığılıp kaldı. Yüzü ter içindeydi ve mosmor kesilmişti. Bilinci yerinde değildi ve gözleri kapalıydı.

Asistan hemen acil tıbbi yardım ekibini çağırdı. Onlar gelinceye kadar bir eliyle Anaxa'nın elini tutarken diğer eliyle boynundan nabzını hissetmeye çalışıyordu.

Anaxa ölmüş müydü? Hayır ölmemişti ama nabzı varla yok arasında hissediliyordu. Acil yardım ekibi gelinceye kadar bir şey yapamazdı, bu kurallara aykırıydı. Sadece Anaxa'nın elini tutmaya devam etti. Kafasını vurarak ya da bir başka bir şekilde kendisine zarar vermesini istemiyordu.

Acil yardım ekibi gelince kenara çekildi ve onların telaşlı gösterisini kaygıyla izlemeye başladı.

Biri bir oksijen maskesini takarken diğeri koluna bir iğne vuruyordu. Hepsinin hareketleri hızlı ama telaşsızdı. Acil yardım ekibinin hummalı çalışması sonunda Anaxa hayata dönmüştü. Kusmaya başladı. Gerçeküstü bir filmden fırlamış gibi duran mekanın içinde insan kusmuğu nedense asistanı rahatsız etmedi. Hatta bilakis anlaşılmaz bir rahatlama vermişti. Acil tıp ekibi beyaz tıbbi aletlerini toplarken bir başka görevli de yerdeki kusmuk yığınına paspas yapıyordu. Bir hemşire Anaxa 'ya son bir iğne yaptıktan sonra eline bir beyaz hap ve su dolu bir ufak bardak tutuşturup üniteyi terk etti.

Olan bitene çaresizlik içinde bakan asistanın kafasında tek bir soru vardı "Ne olmuştu?". Sistemin ilk kuruluş yıllarında olan nahoş bir olay, neden aradan beş yıl geçtikten sonra tekrar etmişti? Elindeki sıcak kahveyi içmesi için Anaxa'ya uzatırken bunları düşündü.

"Sıcak bir kahve iyi gelir sanırım" dedi asistan. Hiç bir hatası olmamasına rağmen aslında o da olan bitenden epey bir korkmuştu.
Anaxa başını sallayıp onu onayladı ve kahve fincanını aldı.

Bu tür zorlanmalar artık sistemde hiç yaşanmıyordu. İlk başta meydana gelen ve basın bültenlerinde "talihsiz" olarak geçen bir iki ölümden sonra hiç böyle bir şey olmamıştı. Ölenler kimi kimsesi olmayan serseriler olduğu için başları kazıtılmış bu "bilim şehitlerinin" kaybından dolayı kimse hesap sormamıştı. Başlangıçta Anaxa'nın da imzaladığı kargacık burgacık yazılarla dolu olan sözleşmede de bu gibi durumlarda şirketin bir sorumluluk kabul etmeyeceği açık bir dille ifade ediliyordu.

Biraz olsun kendine gelen asistan, Anne'nin Anaxa'yı ne için kullandığını merak etti. Anaxa'yı böylesine zorlayan ne olabilirdi ki? Bilgisayarın başına geçti ve denek konu başlığı kısmına girdi. Bir uzay gemisi ya da bina tasarımı ile karşılaşacağını beklerken ekrana kırmızı harflerle "Erişim yetkiniz yok" diye ukala bir mesaj geldi. Genellikle silah tasarımları sırasında ünite asistanlarına bu türden kısıtlamalar getirilirdi ama artık bunlar da kalkmıştı. Uzun zamandır görmediği bu mesajı görünce ister istemez ne olup bittiğinden habersiz görünen Anaxa'ya geri döndü. Sanki cevabı o biliyormuş gibi bir süre çaresiz durumdaki Anaxa'ya baktı. Demin geçirdiği krize rağmen Anaxa'nın yüzü hiç de kötü görünmüyordu, hatta yüzünde daha önce görmediği bir ifade vardı: huzur ve mutluluk...

Karşısına geçip oturdu. "iyi misin?" diye sordu. başı hala elektrotlara sürülen jelden dolayı parlak görünen Anaxa, elindeki fincandan sakin yudumlar almaya devam ederek .

"Evet. İyiyim. Hiç bu kadar iyi olmamıştım" dedi. Bu sefer yüzüne hafif bir gülümseme yayılmıştı.


Kaynak :) Konyak :)
Devaaaam...
 
Üst