quasimodo
Profesör
- Katılım
- 20 Aralık 2008
- Mesajlar
- 1,929
- Reaksiyon puanı
- 57
- Puanları
- 0
Bayezid-i Bistâmî - I
Evliyanın büyüklerinden olan Bayezid-i Bistâmî, “Sultan-ül Ârifîn” lakabıyla meşhurdur. Künyesi; Ebû Yezid’dir. İsmi Tayfur olup, babasının adı Îsâ’dır.
İran’ın Horosan eyaletinde bulunan “Bistam” şehrinde Hicret-i Nebeviyye’nin (161. 777 veya) 188. (803) senesinde doğmuştur. Aslında Bayezid-i Bistâmî’nin doğum ve vefat tarihleri ihtilaflıdır. Bazı müverrihler, O’nun Hicri 136 yılında doğduğunu ve on iki yaşında olduğu halde, Câfer-i Sâdık (Radıyallâhu Anh)’ın sohbet-i âlîleriyle müşerref olduklarını beyan ve hikaye ediyorlarsa da, bir başka rivâyete göre ki, meşhur olan da budur, Şeyh Bayezid Hazretleri üveysî olup, kendisinden kırk yıl önce vefat eden Câfer-i Sâdık (Radıyallâhu Anh)ın rûhâ niyetlerinden istifade etmiş, kesb-i feyz buyurmuştur.
Büyük dedesi Sürûşan, aslen Îran’lı mecûsî bir din adamıyken sonradan Müslüman olduğu rivâyet edilir. Babası ise, Bistam şehrinin ileri gelenlerinden olup, dindarlığıyla tanınmış iyi bir Müslüman’dı. Bayezidin iki kız kardeşi ile, âbidliği ve zâhidliği ile meşhur Âdem ve Ali isminde iki de erkek kardeşi vardı. Fakat Tayfur yani Bâyezid, âbidlik ve zâhidlik bakımından kardeşlerinden çok ileriydi.
Bayezid-i Bistâmî; uzun boylu, zayıf bedenli, bembeyaz yüzlü, seyrek ve ak sakallı, gözleri ise çukurca idi. Hazreti Ebu Bekir Sıddık (Radıyallâhu Anh)a benzerdi. Büyüklerin ilk tabakasından olan Bayezid-i Bistâmî, tarikatın imamı, hakikatın pîri olup, Hak Teâlâ’ya yakınlık makamında bulunurdu. Hakikatin sırlarını, olayların hikmetlerini bilmekte emsali yoktu. Otuz sene Şam ve civarında gezerek riyazat ve mücadelede bulunmuştu. Yüz on üç alimden ilim tahsil etmiş ve onların hizmetinde kusur etmemişti.
Fevkalade âlim ve fâzıl olduğu gibi, son derece de edip olan ve şiir söyleme kudretine sahip olan Bayezid-i Bistâmî (Kuddise Sirruhu), aşk-ı ilahide o kadar ileri, ibâdette o derece yüksekte idi ki; namaz kılarken, Allah korkusundan, göğüs kemikleri kütürder, yanında bulunanlar da bu sesi rahatça işitirlerdi. Bu halin ona gelişi, Allâh-u Teâlâ’nın heybetinden ve şeriat emirlerine tazimden ötürü idi.
Ahmed Hadraveyh, Ebû Hafs b. Haddad ve Yahya bin Muâz gibi kıymetli zatlarla, Bayezid-i Bistami aynı asırda yaşamış, Şakîk-i Belhî’yi de görmüştür.
Şeyh Bayezid (Kuddise Sirruhu)nun bir çok kerametleri ve menkıbeleri anlatılır. Hatta kerametlerinin daha annesinin karnında iken görülmeye başlandığı rivayet edilir. Annesi şöyle anlatır: “Bayezid’e hamile iken ne zaman şüpheli bir taam ağzıma koyacak olsam, onu ağzımdan çıkarıncaya kadar karnımın içinde ayağı ile vururdu.”
Bayezid-i Bistâmî küçük yaşta iken okumaya başladı. Derslerinde son derece dikkatli ve başarılıydı. Bir gün medresedeyken, derste okuduğu bir ayeti kerimenin tesiri ile eve döndü. Onun bu halini annesi hemen fark ederek ne olduğunu sordu. Bayezid-i Bistâmî şöyle cevap verdi:
- Anneciğim bir âyet işittim. Allâh-u Teâlâ buyuruyor ki: ‘Biz insana ana-babasını (onlara iyilik yapmasını) da tavsiye ettik. Anası onu karnında meşakkat üstüne meşakkatle taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki sene içindedir. (Ve insana dedik ki
Hem bana hem de ana-babana şükret. Dönüş ancak banadır.” (Lokman: 14) bu ferman karşısında iki yere hizmet etmem gerekiyor. Ya benim için dua et, hem sana hizmet edip hem de Allâh-u Teâlâ’ya kulluk etmem kolay olsun, ya da beni serbest bırak, hep Allah-u Teâlâ’ya ibadet ile meşgul olayım, dedi. Annesi bunun üzerine:
- Ben sana hakkımı bağışladım. Var sen Hak Teâlâ’ya kulluk et! dedi.
Bayezid-i Bistâmî bundan sona tamamıyla Allâh-u Teâlâ’ya kulluğa yöneldi ve emirlerin hiç birisini yapmakta gevşeklik göstermedi. Aynı zamanda annesinin hizmetini de ihmal etmedi. Onu memnun etmek, gönlünü kazanmak için elinden geleni yaptı. Annesinin küçük bir arzu ve isteğini dahi büyük bir emir telakki edip yerine getirirdi. Denilir ki: Onun bu yüce makamlara çıkması, annesine olan hürmeti saygısı ve onun duası sebebiyledir. Hatta bununla alakalı olarak şöyle anlatılır:
Soğuk ve dondurucu bir kış gecesiydi. İhtiyar anası gecenin bir yarısında uykusundan uyanıp, yattığı yerden oğlundan su istedi. Bayezid-i Bistâmî Hazretleri derhal yatağından fırladı ve annesine su getirmek için testiye koştu. Fakat testide hiç su kalmamıştı. Hiç üşenmeden testiyi kaptığı gibi gecenin o soğuğunda dışarı çıktı. Çeşmeden su doldurup tekrar geri döndü. Eve annesinin yanına geldiğinde baktı ki, yaşlı anası tekrar uykuya dalmış. Onu uyandırmaya kıyamadı ve anasının başında elinde su testisiyle beklemeye başladı.
Annesi sabaha doğru namaza kalkıp, oğlunun elinde su testisiyle ayakta beklediğini görünce:
- Oğlum ne yapıyorsun?
- Anacığım hani gece su istemiştin ya,işte getirdim.
- Vah yavrum, o zamandan beri bekliyor musun? Peki beni neden uyandırmadın?
- Kıyamadım anacığım, öylesine güzel uyuyordun ki….
- Yavrum! Ben senden razıyım. Rabbim de senden razı olsun. Bu hizmetinin semeresini göresin, arifler sultanı olasın oğlum!
Gerçekten de gün geldi, Bayezid-i Bistâmî Âriflerin Sultanı oldu. “Sultanü’l-Arifîn” lakabıyla şöhrete buldu. Seyyidüt-Taife Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri buyuruyor ki; “Veliler arasında Bayezid-i Bistâmî’nin yeri, melekler arasında Cebrail’in yeri gibidir.”
Muhiddîn-i Arabî’de “Bayezid-i Bistâmî zamanın kutbu ve gavsı idi.”demiştir.
Yine rivâyet edilir ki; Bayezid-i Bistâmî henüz küçük yaşlardayken, câmi avlusunda arkadaşlarıyla oynadığı bir sırada oradan Şakîk-i Belhî hazretleri geçiyordu. Onu görünce: “Bu çocuk büyüyünce zamanının en büyük velisi olacak.” buyurdu.
Rivâyet edilir ki: Bayezid-i Bistâmî gençlik yıllarındayken yaptığı bâzı ibâdetlerden haz alamıyordu. Bu durumu annesine anlattı ve kendisini emzirirken veya yedirirken haram ya da şüpheli bir şey yedirip yedirmediğini sordu.
Annesi bilerek kesinlikle oğluna böyle bir şey yedirmediğini söyledi. Ama “Farkında olmadan bir kusur etmiş olabilir miyim?”diye de uzun uzun düşündü. Epey bir müddet düşündükten sonra, Bayezid-i Bistâmî’ye dönüp:
- Evlâdım sen henüz küçükken komşulara oturmaya gitmiştim. Sen kucağımda ağlamaya başladın ve ne yaptıysam seni bir türlü susturamadım. Orada ocakta pişen çorbaya parmağımı bandırıp ağzına koydum ve seni öyle susturabildim. Bunun için ev sahibinden izin almamıştım. Acaba Senin ibadetindeki lezzete mani olan şey, ağzına sürdüğüm bu çorba olabilir mi? dedi.
Bayezid-i Bistâmî bunun üzerine annesinden hemen o komşuya gidip helallik dilemesini istedi. Annesi o komşusuyla helalleştikten sonra gerçekten de ibâdetlerinden zevk almaya başladı.
Bayezid-i Bistâmî (Kuddise Sirruhu) medresede ilim tahsil ettiği yılarda, hocalarından birisi ona:
- Ey Bayezid! Şu raftaki kitabı getir, dedi. Bayezid:
- Hocam hangi raftaki kitabı istiyorsunuz? deyince hocası:
- Evladım bunca zamandır burada ders okuyorsun, oturduğun yerin üstündeki rafı görmedin mi? dedi. Bayezid:
- Efendim beni mazur görün. Sizleri dinlemekten, dikkatimi derse vermekten ve edebe riayetten, başımı kaldırıp etrafa bakmış değilim, diye cevap verince hocası:
- Madem ki durum söylediğin gibidir, öyleyse senin işin tamam oldu. Var Bistam’a geri dön ve öğrendiklerini başkalarına da öğret, dedi.
Bayezîd-i Bistâmî, hocalarına karşı son derece saygılı ve edepliydi. Öyle ki, ilim tahsîl ettiği üstâdlarından birine olan saygı ve edebinden dolayı, onun kabrinin yanına defnedilmeyi ve kendi kabrinin de, hocasının kabrinden daha derine yapılmasını, yani kendi vücûdunun, hocasının vücûdundan aşağıda olmasını vasiyyet etmişti.
Bayezîd, cezbesi istiğraka, sevgisi aşka varan ve tevhid konusunda konuşan sûfîlerdendi. Önceleri Hanefi mezhebine mensuptu, sonraları kendisine öyle bir velayet hali geldi ki, mezhebi de o velayet hali içinde bilinir oldu. Vecd hali artıp mana derinliğine vuzû’ eden sözler söylediğinde, bu sözlerini avam anlayamaz, onu küfür sözler söylüyor zannederlerdi.
Ebû Ali el-Cûzcâni’ye sordular:
- Bayezid-i Bistâmî’den manası zor anlaşılan bazı sözler nakledilmektedir, onlara ne diyorsun? Şöyle cevap verdi.
- Onu kendi haline bırakın. Herhalde bunları manevi sarhoşluk halinin ağır olduğu bir zamanda söylemiştir. Kim Bayezid’in makamına çıkmayı dilerse aynen Bayezid gibi nefsiyle mücahede etsin. İşte o zaman onun sözlerini anlayabilirler. Ama kim onun gibi nefsiyle mücahede edebilir ki? O bir defasında ibadet edeceği zaman, nefsi ağırlandı diye bir sene su içmedi.
Kevâkib sahibi Münavî’nin verdiği bilgiye göre, çağdaşları onun ilm-i tevhid ve ilm-i hakikate dair söylediklerini anlayamadıklarından çeşitli ithamlarda bulundular ve onu yedi defa memleketinden ayrılmaya mecbur bıraktılar. Fakat Bayezid-i Bistâmî memleketinden her ayrılışında onların işleri bozuldu ve başlarına belalar geldi. Sonunda Ona inanıp, onun büyük bir zat olduğunu anlayarak hürmet göstermeye başladılar.
* Mustafa Özşimşekler Hocaefendi’nin Altın Silsile isimli kitabından alınmıştır.http://irsadforum.net/forum/evliyaullah/bayzid-i-bistami/
arkadaşlar 4 bölümlük dizinin 1. bölümü ilginizi çekerse diğerleri gelecek
Evliyanın büyüklerinden olan Bayezid-i Bistâmî, “Sultan-ül Ârifîn” lakabıyla meşhurdur. Künyesi; Ebû Yezid’dir. İsmi Tayfur olup, babasının adı Îsâ’dır.
İran’ın Horosan eyaletinde bulunan “Bistam” şehrinde Hicret-i Nebeviyye’nin (161. 777 veya) 188. (803) senesinde doğmuştur. Aslında Bayezid-i Bistâmî’nin doğum ve vefat tarihleri ihtilaflıdır. Bazı müverrihler, O’nun Hicri 136 yılında doğduğunu ve on iki yaşında olduğu halde, Câfer-i Sâdık (Radıyallâhu Anh)’ın sohbet-i âlîleriyle müşerref olduklarını beyan ve hikaye ediyorlarsa da, bir başka rivâyete göre ki, meşhur olan da budur, Şeyh Bayezid Hazretleri üveysî olup, kendisinden kırk yıl önce vefat eden Câfer-i Sâdık (Radıyallâhu Anh)ın rûhâ niyetlerinden istifade etmiş, kesb-i feyz buyurmuştur.
Büyük dedesi Sürûşan, aslen Îran’lı mecûsî bir din adamıyken sonradan Müslüman olduğu rivâyet edilir. Babası ise, Bistam şehrinin ileri gelenlerinden olup, dindarlığıyla tanınmış iyi bir Müslüman’dı. Bayezidin iki kız kardeşi ile, âbidliği ve zâhidliği ile meşhur Âdem ve Ali isminde iki de erkek kardeşi vardı. Fakat Tayfur yani Bâyezid, âbidlik ve zâhidlik bakımından kardeşlerinden çok ileriydi.
Bayezid-i Bistâmî; uzun boylu, zayıf bedenli, bembeyaz yüzlü, seyrek ve ak sakallı, gözleri ise çukurca idi. Hazreti Ebu Bekir Sıddık (Radıyallâhu Anh)a benzerdi. Büyüklerin ilk tabakasından olan Bayezid-i Bistâmî, tarikatın imamı, hakikatın pîri olup, Hak Teâlâ’ya yakınlık makamında bulunurdu. Hakikatin sırlarını, olayların hikmetlerini bilmekte emsali yoktu. Otuz sene Şam ve civarında gezerek riyazat ve mücadelede bulunmuştu. Yüz on üç alimden ilim tahsil etmiş ve onların hizmetinde kusur etmemişti.
Fevkalade âlim ve fâzıl olduğu gibi, son derece de edip olan ve şiir söyleme kudretine sahip olan Bayezid-i Bistâmî (Kuddise Sirruhu), aşk-ı ilahide o kadar ileri, ibâdette o derece yüksekte idi ki; namaz kılarken, Allah korkusundan, göğüs kemikleri kütürder, yanında bulunanlar da bu sesi rahatça işitirlerdi. Bu halin ona gelişi, Allâh-u Teâlâ’nın heybetinden ve şeriat emirlerine tazimden ötürü idi.
Ahmed Hadraveyh, Ebû Hafs b. Haddad ve Yahya bin Muâz gibi kıymetli zatlarla, Bayezid-i Bistami aynı asırda yaşamış, Şakîk-i Belhî’yi de görmüştür.
Şeyh Bayezid (Kuddise Sirruhu)nun bir çok kerametleri ve menkıbeleri anlatılır. Hatta kerametlerinin daha annesinin karnında iken görülmeye başlandığı rivayet edilir. Annesi şöyle anlatır: “Bayezid’e hamile iken ne zaman şüpheli bir taam ağzıma koyacak olsam, onu ağzımdan çıkarıncaya kadar karnımın içinde ayağı ile vururdu.”
Bayezid-i Bistâmî küçük yaşta iken okumaya başladı. Derslerinde son derece dikkatli ve başarılıydı. Bir gün medresedeyken, derste okuduğu bir ayeti kerimenin tesiri ile eve döndü. Onun bu halini annesi hemen fark ederek ne olduğunu sordu. Bayezid-i Bistâmî şöyle cevap verdi:
- Anneciğim bir âyet işittim. Allâh-u Teâlâ buyuruyor ki: ‘Biz insana ana-babasını (onlara iyilik yapmasını) da tavsiye ettik. Anası onu karnında meşakkat üstüne meşakkatle taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki sene içindedir. (Ve insana dedik ki

- Ben sana hakkımı bağışladım. Var sen Hak Teâlâ’ya kulluk et! dedi.
Bayezid-i Bistâmî bundan sona tamamıyla Allâh-u Teâlâ’ya kulluğa yöneldi ve emirlerin hiç birisini yapmakta gevşeklik göstermedi. Aynı zamanda annesinin hizmetini de ihmal etmedi. Onu memnun etmek, gönlünü kazanmak için elinden geleni yaptı. Annesinin küçük bir arzu ve isteğini dahi büyük bir emir telakki edip yerine getirirdi. Denilir ki: Onun bu yüce makamlara çıkması, annesine olan hürmeti saygısı ve onun duası sebebiyledir. Hatta bununla alakalı olarak şöyle anlatılır:
Soğuk ve dondurucu bir kış gecesiydi. İhtiyar anası gecenin bir yarısında uykusundan uyanıp, yattığı yerden oğlundan su istedi. Bayezid-i Bistâmî Hazretleri derhal yatağından fırladı ve annesine su getirmek için testiye koştu. Fakat testide hiç su kalmamıştı. Hiç üşenmeden testiyi kaptığı gibi gecenin o soğuğunda dışarı çıktı. Çeşmeden su doldurup tekrar geri döndü. Eve annesinin yanına geldiğinde baktı ki, yaşlı anası tekrar uykuya dalmış. Onu uyandırmaya kıyamadı ve anasının başında elinde su testisiyle beklemeye başladı.
Annesi sabaha doğru namaza kalkıp, oğlunun elinde su testisiyle ayakta beklediğini görünce:
- Oğlum ne yapıyorsun?
- Anacığım hani gece su istemiştin ya,işte getirdim.
- Vah yavrum, o zamandan beri bekliyor musun? Peki beni neden uyandırmadın?
- Kıyamadım anacığım, öylesine güzel uyuyordun ki….
- Yavrum! Ben senden razıyım. Rabbim de senden razı olsun. Bu hizmetinin semeresini göresin, arifler sultanı olasın oğlum!
Gerçekten de gün geldi, Bayezid-i Bistâmî Âriflerin Sultanı oldu. “Sultanü’l-Arifîn” lakabıyla şöhrete buldu. Seyyidüt-Taife Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri buyuruyor ki; “Veliler arasında Bayezid-i Bistâmî’nin yeri, melekler arasında Cebrail’in yeri gibidir.”
Muhiddîn-i Arabî’de “Bayezid-i Bistâmî zamanın kutbu ve gavsı idi.”demiştir.
Yine rivâyet edilir ki; Bayezid-i Bistâmî henüz küçük yaşlardayken, câmi avlusunda arkadaşlarıyla oynadığı bir sırada oradan Şakîk-i Belhî hazretleri geçiyordu. Onu görünce: “Bu çocuk büyüyünce zamanının en büyük velisi olacak.” buyurdu.
Rivâyet edilir ki: Bayezid-i Bistâmî gençlik yıllarındayken yaptığı bâzı ibâdetlerden haz alamıyordu. Bu durumu annesine anlattı ve kendisini emzirirken veya yedirirken haram ya da şüpheli bir şey yedirip yedirmediğini sordu.
Annesi bilerek kesinlikle oğluna böyle bir şey yedirmediğini söyledi. Ama “Farkında olmadan bir kusur etmiş olabilir miyim?”diye de uzun uzun düşündü. Epey bir müddet düşündükten sonra, Bayezid-i Bistâmî’ye dönüp:
- Evlâdım sen henüz küçükken komşulara oturmaya gitmiştim. Sen kucağımda ağlamaya başladın ve ne yaptıysam seni bir türlü susturamadım. Orada ocakta pişen çorbaya parmağımı bandırıp ağzına koydum ve seni öyle susturabildim. Bunun için ev sahibinden izin almamıştım. Acaba Senin ibadetindeki lezzete mani olan şey, ağzına sürdüğüm bu çorba olabilir mi? dedi.
Bayezid-i Bistâmî bunun üzerine annesinden hemen o komşuya gidip helallik dilemesini istedi. Annesi o komşusuyla helalleştikten sonra gerçekten de ibâdetlerinden zevk almaya başladı.
Bayezid-i Bistâmî (Kuddise Sirruhu) medresede ilim tahsil ettiği yılarda, hocalarından birisi ona:
- Ey Bayezid! Şu raftaki kitabı getir, dedi. Bayezid:
- Hocam hangi raftaki kitabı istiyorsunuz? deyince hocası:
- Evladım bunca zamandır burada ders okuyorsun, oturduğun yerin üstündeki rafı görmedin mi? dedi. Bayezid:
- Efendim beni mazur görün. Sizleri dinlemekten, dikkatimi derse vermekten ve edebe riayetten, başımı kaldırıp etrafa bakmış değilim, diye cevap verince hocası:
- Madem ki durum söylediğin gibidir, öyleyse senin işin tamam oldu. Var Bistam’a geri dön ve öğrendiklerini başkalarına da öğret, dedi.
Bayezîd-i Bistâmî, hocalarına karşı son derece saygılı ve edepliydi. Öyle ki, ilim tahsîl ettiği üstâdlarından birine olan saygı ve edebinden dolayı, onun kabrinin yanına defnedilmeyi ve kendi kabrinin de, hocasının kabrinden daha derine yapılmasını, yani kendi vücûdunun, hocasının vücûdundan aşağıda olmasını vasiyyet etmişti.
Bayezîd, cezbesi istiğraka, sevgisi aşka varan ve tevhid konusunda konuşan sûfîlerdendi. Önceleri Hanefi mezhebine mensuptu, sonraları kendisine öyle bir velayet hali geldi ki, mezhebi de o velayet hali içinde bilinir oldu. Vecd hali artıp mana derinliğine vuzû’ eden sözler söylediğinde, bu sözlerini avam anlayamaz, onu küfür sözler söylüyor zannederlerdi.
Ebû Ali el-Cûzcâni’ye sordular:
- Bayezid-i Bistâmî’den manası zor anlaşılan bazı sözler nakledilmektedir, onlara ne diyorsun? Şöyle cevap verdi.
- Onu kendi haline bırakın. Herhalde bunları manevi sarhoşluk halinin ağır olduğu bir zamanda söylemiştir. Kim Bayezid’in makamına çıkmayı dilerse aynen Bayezid gibi nefsiyle mücahede etsin. İşte o zaman onun sözlerini anlayabilirler. Ama kim onun gibi nefsiyle mücahede edebilir ki? O bir defasında ibadet edeceği zaman, nefsi ağırlandı diye bir sene su içmedi.
Kevâkib sahibi Münavî’nin verdiği bilgiye göre, çağdaşları onun ilm-i tevhid ve ilm-i hakikate dair söylediklerini anlayamadıklarından çeşitli ithamlarda bulundular ve onu yedi defa memleketinden ayrılmaya mecbur bıraktılar. Fakat Bayezid-i Bistâmî memleketinden her ayrılışında onların işleri bozuldu ve başlarına belalar geldi. Sonunda Ona inanıp, onun büyük bir zat olduğunu anlayarak hürmet göstermeye başladılar.
* Mustafa Özşimşekler Hocaefendi’nin Altın Silsile isimli kitabından alınmıştır.http://irsadforum.net/forum/evliyaullah/bayzid-i-bistami/
arkadaşlar 4 bölümlük dizinin 1. bölümü ilginizi çekerse diğerleri gelecek