Bedir Gazvesi (savaşı) hakkında..

redyellow

Doçent
Katılım
3 Kasım 2008
Mesajlar
709
Reaksiyon puanı
17
Puanları
18
BEDİR GAZVESİ

İslâm devletinin Medine'de kurulmasından sonra müslümanlarla müşrikler arasında meydana gelen ilk savaş. Bu savaşa, yapıldığı kasabanın adıyla anılarak, Bedir Gazvesi denilmiştir.

Bedir kasabası Medine'nin 120 km. kadar güneybatısında ve Kızıl Deniz sahiline 20 km. uzaklıktadır. Bedir, Mekke'den gelip Medine'den geçerek Suriye'ye kadar uzanan yol üzerinde olup, Mekke-Medine arasındaki konak yerlerinden biri idi. Bedir halkı kasabalarına uğrayan ticaret kervanlarına verdikleri hizmetler karşılığında elde ettikleri kazançlarla geçinirlerdi. Ayrıca her yıl Zilkade ayında burada kurulan bir panayır kasaba halkına önemli gelir sağlardı. Bedir kasabasının İslâm savaş tarihinde önemli bir mevkii vardır. Hz. Peygamber (s.a.s.) müşriklerle çarpışmak üzere buraya üç defa gelmişti. Birincisine ilk Bedir Gazvesi adı verilir. Savaşa henüz izin verilmediği dönemlerde Mekkeli müşrikler müslümanlara saldırılarına devam ediyorlardı. Fakat hicretin altıncı ayından sonra cihat izni verilince artık müslümanlar kendilerini ve İslâm devletini koruma imkânı bulmuşlardı. Bir ara müşrikler o sırada henüz müslüman olmamış olan Kürz b. Câbir'in kumandası altında bir askerî birlik gönderip Medine'nin çevresine saldırtmışlardı. Kürz ve yanındaki müşrikler Medine'nin güneyinde Cemmâ denilen yere gelip müslümanların sürülerine saldırmış ve yağmalamışlardı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s.) Medine'de Zeyd b. Hârise'yi devlet başkanlığına vekil tayin edip bir grup müslümanla Sefevan vadisine kadar ilerledi. Kürz ve adamlarını takip eden Hz. Peygamber, müşriklerin izlerine rastlamayıp Medine'ye geri döndü. Bu gazveye ilk Bedir Gazvesi adı verilir. Peygamber, hicretin ikinci yılında Rabîü'l-evvel (623 Eylül) ay'ı başlarında bu sefere çıkmıştı.

Müslümanların her şeylerini Mekke'de bırakıp Medine'ye hicret etmeleri müşriklerin İslâm'a ve müslümanlara olan kinlerini dindirmemişti. Hatta müslümanların Medine'de devletlerini kurup yerleşmeleri Mekkeliler'e çok ağır gelmişti. Müşrikler İslâm'ın bu başarısını hazmedemeyip mutlaka durdurmak için yollar aramağa başladılar. Hicretten önce Abdullah b. Übey b. Selül adındaki kabîle reisi Medine'de taç giyip kral olmak üzere idi. Fakat akrabalarının ve destekçilerinin büyük bir kısmı müslüman olup Hz. Peygamber (s.a.s.)'i şehirlerine davet edince, artık burada bir Arap devleti değil İslâm devleti kurulmuştu. Bunu bir türlü içine sindiremeyen Abdullah b. Übey, etrafındaki bazı adamlarıyla birlikte İslâm'a girdiklerini söylemişlerse de asla içten iman etmemiş, münafıklıklarını sürdürmüşlerdi. Bunu fırsat bilen Mekkeli müşrikler eski dostları olan İbn Übey'e bir mektup yazarak şöyle demişlerdi: "Siz bizimkileri barındırdınız. Ya siz Muhammed'i öldürür veya yurdunuzdan çıkarırsınız; yahut biz hepimiz toptan gelip üzerinize saldırır erkeklerinizi öldürür kadınlarınızı esir alırız."

Hz. Peygamber ve arkadaşlarının Medine'ye gelmeleriyle krallığı engellenen Abdullah b. Übey, etrafındaki münafıklarla İslâm'ı içten yıkmağa çalışıyordu. Onun gayesi gayet açık idi. Krallık isteyen bir adam İslâm devletinde ve Peygamber'in başkanlığında barınamazdı. Münafıklar, dünya ve dünya çıkarlarının peşine takılmış müşriklerle işbirliği yaparak, İslâm'ın Medine'deki hâkimiyet ve devletini yıkmağa çalışıyordu.

Müslümanlar, müşriklerle münafıkların kurdukları bu işbirliğini haber aldılar. Mekkelilerin gönderdiği bu mektup onların ve Medine'deki münafıkların gayelerini gayet açık bir şekilde ortaya koyuyordu.

O bakımdan, müslümanlar çok dikkatli idiler. Bu düşmanlardan gelebilecek saldırıya hazırdılar. Resulullah ilk tedbir olarak, Medine-i Münevvere çevresine küçük müfrezeler gönderdi. Bu müfrezeler, Kureyş'in ticaret kervanına engel oluyor ve Medine çevresindeki kabîlelerle barış anlaşmaları yapıp, Medine-i Münevvere'nin güvenliğini sağlıyordu.

Hamza b. Abdülmuttalib, Ubeyde b. Hâris ve Sa'ad İbn Ebi Vakkas (r. an.) gibi ileri gelen sahabiler, bu müfrezelerin başında görev yapmışlardı. Bunlar kan dökmemeğe dikkat ediyorlardı. Yalnız Abdullah b. Cahş (r.a.) müfrezesi Bedir'den önce düşmanla çarpışan ilk İslâm seriyyesidir. Bu hadisenin savaşılması haram aylardan Recep ayının son gecesinde olması, müşriklerin dedikodusuna sebep oldu. Bu olay üzerine, haram aylarda savaşmak hakkında aâyetler nazil oldu. Bu ayetlerde, müslümanlara, cihat izninin verileceğine dair müjdeler vardı. Ve hemen ardından da savaşa izin veren ayetler geldi.

"Kendileriyle savaşılan (mü'min)lere izin verildi. Çünkü onlara zulmedilmiştir. Ve Şüphesiz Allah, onlara yardım etmeğe kadirdir. " (el-Hacc, 22/39).

"Ey inananlar, korunma tedbirleri alın; bölük bölük veya hep birlikte savaşa gidin." (en-Nisâ, 4/71).

"(Yeryüzünde) hiçbir kötülük kalmayıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse muhakkak Allah, ne yaptıklarını görmektedir. " (el-Enfâl, 8/39)

Bu ayetler, müslümanları, müşriklerden yıllarca gördükleri işkencelere karşı intikam almaya teşvik ediyor; zalimlerden, Allah'ın hâkimiyetini gasba yeltenmiş müstekbirlerden bu hâkimiyetin alınarak Allah'a iade edilmesini ve hükmün Allah'a ait olduğunun onlara gösterilmesini istiyordu. Bunun için de müslümanların gerekli tedbirler alarak ve korunarak savaşmalarını istiyordu. Bu ayetlerdeki istek elbette Cenâb-ı Hakk'a aitti. Eğer insanlara ve Resule ait olsaydı zaten onlar yıllarca önce savaşmak ve zulme isyan etmek istemişlerdi. Ancak, zulme isyan Allah'ın ölçülerine ve rızasına uygun yapılmalı ve bir zulüm kaldırılırken yerine başka bir zulüm ikame edilmemeliydi. İşte Medine'deki İslâm toplumu bunu anlıyordu. Müslümanlar işte bunun için müşriklerle savaşmayı göze almışlardı.

Mekkeli müşrikler defalarca müslümanları tehdit edip, onlara Medine-i Münevvere yakınlarına kadar gönderdikleri çapulcu birlikleri eliyle zararlar veriyorlardı. Son zamanlarda Ebû Süfyân'ın da ortaklığıyla oluşturulan bir kervan Suriye'den mallar getirecek ve bununla müslümanlara son ve kesin darbe indirilecekti. Bunu haber alan Resulullah (s.a.s.), durumu ashabıyla istişare etti. Bu kervanın Mekke'ye ulaşmasına engel olunması kararı alındı. Bu kararın uygulanması aşamasına gelindiğinde Ebu Süfyan durumdan haberdar oldu ve Damdam b. Amr el-Gifârî'yi Mekke'ye göndererek Kureyş'ten yardım istedi.

Ebu Cehil bu fırsatı kaçırmak istemediğinden Kâbe'ye koştu. Müşrikleri müslümanlara karşı savaşa teşvik etti. Tellâllar çıkararak Mekke sokaklarında bağırttı. Eli silâh tutan herkes bu müşrik ve putperest orduya katıldı. Hatta Resulullah'ın müşrik olan amcası Ebu Leheb, kendisi gidemeyecek kadar hasta olduğu için yerine ücretle bir kiralık asker gönderdi.

Resulullah hicretin ikinci yılı Ramazan ayının sekizinci günü Abdullah İbn Ümmü Mektum'u Medine'de kalan yaşlı ve hastalara namaz kıldırmak üzere görevlendirdi. Yahudilerin karışıklık çıkarmasından şüphelendikleri için Ebu Lübabe'yi de Medine'de yönetimin başında vekil bıraktı.

Müslüman ordusunun sayısı üçyüzbeş kişi idi. Bunların seksenüçü Muhacirlerden, altmışbiri Evs'den, geri kalanları da Hazrec kabilesinden idiler. Muhacirlerden yalnızca Osman b. Affân (r.a.), hanımı Resulullah'ın kızı Rukiye ağır hasta olduğu için Medine'de kalmıştı. Kendisi de ayrıca rahatsızdı.

Müslümanların yalnız üç atları ve yetmiş develeri vardı. Bineklerine sırayla binmek zorundaydılar. Zefiran denilen yere geldiklerinde, Mekkeli müşriklerin büyük bir ordu ile üzerlerine gelmekte olduklarını öğrendiler. Biraz duraklayıp tereddüt ettiler. Çünkü onların büyük hazırlıklarla gelen Mekke ordusuna karşı koyacak kadar askerleri yoktu. Buna hazırlıklı da değillerdi. Resulullah ashabıyla yeniden istişare etti. Kervanın peşine mi düşülmeliydi; yoksa müşrik ordusuna karşı mı durulmalıydı. Allah Resulu ve Muhâcirler ordunun karşısına çıkılması taraftarıydılar. Ensâr ise, Akabe beyatında verdikleri sözle Medine' de Rasûlullah'ı koruyacaklardı. Şimdi ise Medine dışında idiler. Rasûlullah (s.a.s.) onlara reylerini sordu. Ensardan Sa'd b. Muaz şöyle dedi:

"Ya Resulullah, biz sana inandık. Allah tarafından getirdiklerinin hak olduğunu tasdik ettik. Artık siz ne dilerseniz emrediniz. Seni gönderen Allah hakkı için artık denize girersen, seninle beraber biz de gireriz. Hiç birimiz geri kalmayız. Biz düşmana karşı durmaktan çekinmeyiz. Muharebeden geri dönmeyiz. Sabrederiz ve sadakatten ayrılmayız. Bizden memnun kalacağın işler nasip etmesini Allah' tan dilerim. Hemen Allah'ın bereketini dileyerek istediğiniz tarafa yürüyünüz."

Resulullah (s.a.s.), ashabının bu birlik ve beraberliğine çok sevindi. Allah'a hamd ile, müşriklerle karşılaşmak üzere Bedir kuyuları mevkiine doğru yola koyuldu.

Ebu Süfyan, müslümanların Bedir'e gelmekte olduğunu öğrenince kervanın yönünü değiştirdi. Deniz tarafından Mekke'ye yollandı. Müslümanlar Bedir'e gelince, kervan çoktan uzaklaşmıştı.

İslâm ordusu, kumluk bir araziye konakladı. Müşrikler ise Bedir kuyularını tutmuşlardı. Gece yağan yağmur, hem araziyi pekiştirdi, hem de müslümanların su ihtiyacını giderdi. Bu Allah Teâlâ'nın onlara bir yardımıydı.

Daha sonra, buraları çok iyi tanıyan Habbâb b. Munzir'in teklifiyle ordunun karargâhı değiştirilip Bedir köyünün en sonundaki kuyunun yararına geçildi. Resulullah (s.a.s.) elini kana bulamak istemediğinden kendisine ordunun gerisinde bir çadır kuruldu. Çadırının kapısında Sad b. Muaz nöbet tutuyordu.

Mekkeli müşrikler zırhlar içinde idi. Sayıları bin kişiye yakındı. Bunun yüz kadarı süvari yedi yüzü develi ve geri kalanı piyade idi. Bu sayı İslâm ordusunun üç katı idi.

Ordular ibret alınacak bir dağılım sergiliyordu. Tarih hiç bir zaman bu derece anlamlı bir savaşa tanık olmamıştı. Bir tarafta Müminlerin dostu Ebu Bekr (r.a.), diğer tarafta müşrik saflarında yer alan oğlu Abdurrahman; bir tarafta müşrik ordusu komutanı, Utbe b. Rabia, karşısında oğlu Huzeyfe bulunuyordu. Resulullah'ın amcası Abbas ile Hazreti Zeyneb'in eşi ve Resulullah'ın damadı Ebu'l As, müşriklerin arasındaydı. Akîl ise kardeşi Hz. Ali'ye karşı müşrik ordusunda yer almaktaydı.

Bu sırada Ebû Süfyan'ın kervanının Mekke'ye ulaştığı haberi geldi. Ebu Süfyan müşriklere bir haber göndererek, "Siz kervanınızı korumak için harekete geçtiniz. Artık savaşmadan geri dönünüz" dedi. Ancak geri dönmek için arzulu olanlar olduysa da savaşma kararı alanlar çoğunluktaydı. Ebû Cehil, "Müslümanları öldürmeye bile lüzum yoktur. Ellerini bağlayıp onları tekrar Mekke'ye götüreceğiz ve böylece İslâm da bitecek" diyordu.

Bu ordu, İslâm'ın tek ordusuydu. Eğer bu ordu ezilecek ve silinecek olursa Allah'ın hükmünü hâkim kılacak bir başka topluluk kalmayacaktı. Hz. Peygamber (s.a.s.): "Allah'ın, vadettiğin yardımını bugün lutfet. Ya Rab, bu bir avuç mücahid yok olursa, bir muvahhidler bu gün telef olursa, yeryüzünde sana ibadet eden kalmayacak!" diye dua ve niyazlarına devam etti. Bu sırada da şu mealdeki vahiy gelmişti:

"Bütün bu toplananlar (müşrikler) hezimete uğrayacak ve arkalarına dönüp kaçacaklardır. " (el-Kalem, 68/45).

Resulullah (s.a.s.) kan dökülmesini istemediğinden Ömer b. el-Hattab'ı elçi olarak müşriklere gönderdi. Onlar savaş konusunda kararlı olduklarından Resulullah'ın bu şerefli elçisinin tekliflerini dinlemediler. Kur'an bir başka ayetiyle müminleri desteklemekte ve Mekkeli müşriklerin cezalandırılmasını talep etmektedir:

"Onlar, (insanları, Rasülü ve mü'minleri) Mescid-i Haram'dan geri çevirdikleri ve onun velisi, bakıcısı ve koruyucusu olmadıkları halde Allah onlara neden azap etmesin? Onun velileri sadece muttakîlerdir. Fakat çokları bunu bilmez. " (el-Enfal, 8/34).

Bu harpten itibaren, Kur'an-ı Kerîm'de, girişilen bütün savaşlarda müslümanların yanıbaşında çok sayıda meleğin savaşa katıldığından bahsedilir. Ancak Bedir savaşı ötekilerden bir farklılık gösterir.

"O zaman sen müminlere.' Rabbinizin size indirilmiş üç bin meleği ile yardım etmesi, size yetmez mi?' diyordun , "Evet, sabreder, (Allah' dan) korkarsanız, onlar hemen şu dakikada üzerinize gelseler, Rabbiniz, size nişanlı beş bin melek ile yardım eder", Allah, bunu size sırf müjde olsun ve kalpleriniz yatışsın diye yaptı.

Yardım, daima galip ve hikmet sahibi Allah katındadır. " (Âli İmrân, 3/124-126).

17 Ramazan (13 Mart 624) Cuma günü sabahleyin her iki ordu Bedir kuyularına doğru ilerledi. Müslümanlar bu kuyuların başına kâfirlerden önce ulaşmışlardı. Müşriklerin tarafındaki kuyular tamamen kapatılıp tutulduysa da Hz. Peygamber (s.a.s.) düşmanın kendi tarafındaki bir kuyudan su almalarına müsaade etmiştir. Cahiliye adetlerine göre savaşı iyice kızıştırıp heyecan doğurmak için gruplar öne adam çıkararak birbirlerine meydan okurlardı. Müşrikler tarafından Esved adındaki şahıs ortaya çıkıp er istemiş, buna karşı Hz. Hamza çıkarak onu derhal öldürüvermişti. Bunun üzerine Kureyş'in ileri gelenlerinden Utbe b. Rabîa, kardeşi Şeybe ve oğlu Velid ortaya atıldılar. Bunların karşısına Medineli gençlerden üç kişi çıkınca, kim olduklarını sormuş ve onlara: "Siz bizim dengimiz ve muhatabımız değilsiniz, bizim kavmimiz ve kabilemizden adamlar çıksın" demişlerdi.

Kureyş kâfirlerinin bu istekleri üzerine Hz. Hamza, Hz. Ali ve Ubeyde b. Hâris çıktılar. Hz. Hamza ile Hz. Ali hasımlarını derhal öldürdüler. Ubeyde ise hasmını yaralamış kendisi de yaralanmıştı. Onun yardımına koşan Hz. Hamza ve Hz. Ali (r.a.) derhal Utbe'yi öldürüp yaralı arkadaşlarını müslümanların karargâhına taşımışlardı. Bu mubarezelerin sonunda taraflar birbirlerine saldırıya geçtiler. İkindiye doğru müslümanlar tarihin kaydettiği büyük zaferlerden birini gerçekleştirmişlerdi. Savaş sona ermişti. Müslümanların, İslâm'ın ve özellikle Hz. Peygamber'in en büyük düşmanı Ebu Cehil başta olmak üzere müşriklerin ileri gelenlerinden çok kimse hayatını kaybetmişti. Müşriklerden tam yetmiş kişi öldürülmüştü. Müslümanlar ise on dört şehid vermişlerdi. Hz. Peygamber (s.a.s.) namazlarını kıldırdıktan sonra Allah yolunda canlarını veren bu ilk şehitleri toprağa verdi. Müslümanlar Kureyş'in ölülerini de yerde bırakmayıp açtıkları bir çukura gömdüler.

Mekkeli müşriklerden bir miktar esir alındı. Ama henüz Cenâb-ı Allah esirler hakkında hükmünü bildirmemişti. Peygamberimiz bu esirlerle ilgili olarak ashabıyla istişarede bulundu. Ashabtan bazıları bunların derhal öldürülmesini teklif ederken, en yakın müslüman akrabalarının bunu infaz etmelerini tavsiye etmişlerdi. Buna karşılık başta Hz. Ebu Bekir olmak üzere bazı sahabeler de bu esirlerin fidye karşılığında serbest bırakılmalarını teklif ettiler. Rasûlullah bu ikinci teklifi uygun buldu. Fidye ödeyemeyenlerden okuma yazma bilenlerin müslümanların çocuklarından onar kişiye okuma-yazma öğretmeleri istendi. Esirler müslümanlar arasında dağıtıldı.

Hz. Peygamber onlara iyi muamele edilmesini istedi. Esirlerden elbisesiz kalmış olanlara giyecekler verildi. Bu esirler müslümanlarla birlikte ve onlarla eşit şartlar altında yemeğe oturuyorlardı. Esir alınanlardan sadece ikisi idama mahkûm edilmiştir. Çünkü bunlar Mekke'de inananlara yapmış oldukları zulümden dolayı idamı haketmişlerdi. Rasûlullah'ın, bu ilk askerî karşılaşmada gösterdiği bu insânî tutum ve davranış daha sonraki olaylarda da değişmemiştir.

Mekke müşriklerinin ileri gelenleri ve başkanları, Bedir'de öldürülmüştü. Ebû Süfyan ise büyük ticaret kervanının başında olduğu halde kaçıp kurtulmuş ve bundan böyle Mekke' nin başkanı olmuştu. Oğlu, kayınpederi ve kayınbiraderi Bedir savaşında öldürülen Ebu Süfyan, bunların intikamını alıncaya kadar hanımına yaklaşmayacağına, saç ve sakalını kestirmeyeceğine yemin etti. Bunun yanında karısı Hind de kendi akrabalarını öldürenleri bulup onların ciğerlerini yiyeceğine and içmişti.

Bedir zaferi, siyasi-dini yapıdaki İslâm devlet ve camiasının daha da sağlam temeller üzerine oturmasını sağladı. Hz. Muhammed (s.a.s.) Bedir' de savaş başlayacağı sırada, secdeye kapanıp Allah'a yönelerek O'na, yardımını esirgememesi için dua ettiğinde o günkü durumu en güzel bir şekilde dile getiriyordu:

"Ey Allah'ım! Şayet şu küçücük ordu eriyip giderse sana (yeryüzünde) artık ibadet edecek kimse kalmayacaktır... "

Kaynak:

http://www.islamiyet.gen.tr/islam_tarihi/bedir_savasi.php
 

yemliha

Asistan
Katılım
4 Mart 2009
Mesajlar
133
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Allah(cc) razı olsun
13 mart bedr gazvesinin sene i devriyesidir
Redyellow kardeşimiz erken davranmış o gün şehidlerimize karşı elimiz boş olmayalım diye.Kur'an bilipte kardeşimin bu konusunu okuyanlar bedr şehidlerine hehiyelerini göndersinler
Allah[cc]şimdiden hediyelerinizi indi ilahiyesinde kabul buyursun
bende birşeyler eklemek isterim
Bedir savaşı ve sonuçları (h.2/m.624)
Müşrikler, insan (asker) sayısı ve silah bakımından müslümanlardan çok üstün durumda idiler. Bu sebeple, savaşı kazanacaklarından emin görünüyorlar, müslümanların manevi gücünü hesaba katmıyorlardı. Burada Hak ile Batıl, İman ile Küfür çarpışacaktı. İslâm'ın geleceği de bu savaşın sonucuna bağlı idi.

Ertesi günün sabahında iki ordu karşı karşıya geldi ve savaş başladı. İşte o anda Peygamberimiz ellerini semaya kaldırarak; "Ya Rabbi! Bana va'dettiğin yardımı bugün ver" diye dua etti. Daha sonra secdeye kapanarak Yüce Allah'a şöyle yalvardı; "Ya Rabbi! Bu bir avuç müslüman bugün telef olursa, yeryüzünde sana ibadet edecek kimse kalmayacak."

Allah Teâlâ Peygamberinin duasını kabul etti.

Müslümanlar, imanlarından aldıkları güçle kahramanca çarpıştılar ve Allah'ın yardımıyla kendilerinden kat kat üstün olan düşman ordusunu büyük bir bozguna uğrattılar. Düşmanlar savaş alanında 70 ölü, 70'de esir bırakarak kaçtılar. İslâm'ın en büyük düşmanı Ebû Cehil'de ölenler arasında idi. Böylece savaş müslümanlann kesin zaferi ile sonuçlanmış oldu. Bu savaşta müslümanlardan 14 kişi şehit olmuştur.
http://forum.itibarhaber.com/islami...-halka-hz-muhammed-sav-efendimiz-2-bolum.html

BEDİR ŞEHİTLERİ

Mart ayı İslâm tarihi açısından büyük zaferlerin başlangıcı olan Bedir savaşının yapıldığı aydır.

Müminlerle, müşrikler arasında yapılan ilk büyük gazvedir ve Rasûlullah (s.a.v.)’ın savaş öncesi duasında zikrettiği gibi bir avuç inananın yok olması ya da şanlı zaferlerin başlangıcı olarak İlay¬-ı Kelimetullah’ın yeryüzüne hakim olmasının ilk adımlarından biri olacaktı.

Bu yazımızda Rasûlullah (s.a.v)’ın sahabesi olma şerefinin yanında şehitlik mertebesinin ilk halkalarından olan ve İslâm’ın ilk yıllarında her türlü sıkıntı ve meşakkate sabreden, imanlarındaki sadakatlerini en doruk noktada göstererek canlarını İslâm için feda eden o şanlı şehit sahabelerden kesitler sunarak o günlere uzanmayı amaçladık.

Hicri 2. yıl 17 Ramazan (13 Mart 624 Cuma günü) vuku bulan Bedir savaşında şehit olan sahabe efendilerimiz şunlardır:

Bedir savaşında, altısı Muhacirler’den, sekizi de Ensar’dan olmak üzere 14 şehit verildi.

1- Ubeyde bin Haris,

2- Umeyr bin ebi Vakkas,

3- Zü`ş-şimaleyn ibn abdi Amr,

4- Akil bin Bukeyr,

5- Mihca bin Salih,

6- Safvan bin Beyda,

7- Sa`d ibn Hayseme,

8- Mubeşşir bin Abdilmunzir,

9- Yezit bin Haris,

10- Umeyr ibn Humem,

11- Rafi bin Mualla,

12- Harise bin Suraka,

13- Avf ibn Afra,

14- Muavviz bin Afra.

Savaşta İlk Şehid Muhacirlerden Mihca b. Salih (r.a.)
Harb âdeti üzere, önce her iki taraftan teke tek çarpışacak kimseler savaş meydanına çıkacaktı. Fakat, müşrikleri heyecana getirmek için ortaya atılan Amir b. Hadremî, harb usûlüne muhalefet ederek, mücâhidlere doğru bir ok attı. Ok, Muhacir Müslümanlardan Mihca Hazretlerine isabet etti ve orada İslâm Ordusu ilk şehidini verdi. Rasûli Ekrem (s.a.v.): "Mihca, şehidlerin efendisidir" buyurarak İslâm'ın bu ilk şehidini tebcil etti.

Şehitlerden Peygamberimizin (s.a.v.) amca oğlu Ubeyde b. Haris (r.a.)

Bedir gününde müşriklerden Utbe cahiliye adetleri üzere meydan okuyarak karşılarına savaşmak için 3 kişi istedi. Hz. Ali meydana çıkıp onun oğlu Velid’le karşılaştı. İkisi de aynı dönemdde yetişmiş birer gençtiler. Ali (r.a.) onu elinden tutarak yüzü koyun yere çarptı ve hemen öldürdü.

Sonra Şeybe b. Rabia kalktı. Hz. Hamza da kalktı. Onlar da aynı yaşlarda idiler. Hamza kuvvetli bir vuruşla onu yere serdi. Sonra Utbe b. Rabia kalktı. Ona da Ubeyde b. Haris karşı çıktı. İkisi de, iki direk gibiydiler. Birbirlerine saldırdılar. Ubeyde ona bir darbe vurarak sol tarafını kesti. Utbe de Ubeyde’nin ayağına yaklaştı ve kılıçla ayağına vurarak baldırını kesti. Hz. Hamza ile Hz. Ali, Utbe’nin üzerine hücum ederek onu ölümünü hızlandırdılar Ve Ubeyde’yi Rasûlullah (s.a.v.)’a getirdiler.

Hz. Peygamber (s.a.v.) Ubeyde’yi yatırıp ayağını ona yastık yaptı. Yüzündeki toprakları siliyordu. Ubeyde: “Acaba ben şehid miyim?” dedi. Hz. Peygamber: “Evet, sen şehidsin” dedi.

“Ey Allah’ın Rasûlü! Allah’a yemin ederim ki! Eğer Ebu Talib beni bu halde görseydi; “Ne zaman ki hepimiz Muhammed’in etrafında vurulup yere serilir ve bizden, çocuk ve kadınlarımızı koruyacak kimse kalmazsa, ancak o zaman onu düşmanlarıyla başbaşa bırakırız” demeye, beni kendinden daha fazla hak sahibi görecekti. Sonra şunları söyledi:

Ne mutlu o kişiye ki
Hayatının sonucunda
Bulur şanlı peygamberi
Kendisinin başucunda

Ubeyde b. Haris, Bedir’den dönülürken, Safra’da vefat etti ve oraya gömüldü. Ashab onun kabri yakınlarında konakladıklarında misk kokusu duydular da hayret etmişlerdi. Rasûlullah (s.a.v.) de: “Duymanıza ne engel var? İşte Ubeyde b. Haris’in kabri ordadadır” buyurarak, misk kokusunun oradan yayıldığını bildirmiştir. (A. Köksal, İslâm Tarihi, III/345-346)

Genç yaşta şehitlik mertebesini kazanan Haris b Süraka (r.a.)

Hazreç Kabilesinden olan Haris b. Süraka adındaki genç, ordunun gerisinde su havuzunun başında bulunuyor ve vuruşmayı temâşâ ediyordu. Düşman tarafından atılan bir ok, ön saftaki mücâhidlerin üzerinden geçerek ona isabet etti ve orada şehid oldu. İşte Ensâr'dan ilk şehid düşen, bu zâttır.

Harise bin Süraka'nın Bedir'de genç yaşta hayatını kaybettiği haberi Medine’ye annesi Rubeyde Hatun'a gelince yiğit ananın tavrı merak konusu oldu. Acaba ölüm haberi, cahiliyet döneminde olduğu gibi O'na saç baş yoldurup hüngür hüngür göz yaşı döktürecek miydi?

Soylu ana dedi ki: “Benden cahiliyet zamanının alışkanlıklarını beklemeyin. Şimdi evlat kaybetmenin acısını kalbime gömüyorum. Rasûlullah (s.a.v.)’ın dönmesini bekleyeceğim. Şayet Harise şehid olarak cennetlik olmuşsa elbetteki gözümden tek damla yaş sızmayacak; şükür secdesine varacağım. Ama ruhunu imansız olarak teslim etmişse; bu gözlerin şu dünyayı görmesine artık lüzum kalmaz. O zaman kanlı göz yaşları ile ağlayacağım. Efendimiz (s.a.v.), kendisine Haris b.Süraka’nın Firdevs-i a’lâ cennetinde olduğunu haber verdiğinde annemiz sevinçle oradan ayrılırken kendi kendine: “Bak hele! Bak hele şu senin yüce nasibine ey Harise!” diyordu. (A. Köksal, İslâm Tarihi, III/345-346)

Çocuk denilecek yaşta şehit düşen Umeyr b. Ebi Vakkas (r.a.)

Sa'd b. Ebî Vakkas şöyle anlatıyor: Kardeşim Umeyr b. Ebî Vakkas’ı, Efendimiz (s.a.v.) bizi teftiş etmezden önce Bedir suyunda gördüm, orada gizleniyordu. Ben:
“Ey kardeşim, niçin gizleniyorsun?” diye sorunca,
“Korkarım ki, Hz. Peygamber beni küçük görür de geri çevirir diye korkuyorum. Halbuki ben çıkmak istiyorum. Umulur ki, Allah bana şehidlik mertebesi verir” dedi.
Sonunda o, Efendimize (s.a.v.) gösterildi. Hz. Peygamber onu küçük bularak savaşa katılmasına izin vermedi. O da ağladı. Bunu gören Hz. Peygamber ona izin verdi. Ben onun kılıcının ve kınının iplerini, küçüklüğünden ötürü, bağlıyordum. O on altı yaşında iken şehid düştü. (Hayatü’s-sahabe, III/55-56)

Umeyr b. Humam ve Avf b.Haris (r.a.)
Efendimiz (s.a.v.)tesirli bir konuşma ile müslümanşarı cihada teşvik ediyordu: “Ey Ashabım! Sonsuz kuvvet ve kudret sahibi Allah'a yemin ederim ki her kim, bugün düşmandan yüz çevirmeyip sebat eder ve çarpışa çarpışa şehid olursa; Cenâb-ı Hak, onu mükâfaat olarak elbette cennetine koyacaktır. Bugün şehid olacakları en yüksek cennet; Cennetü’l-Firdevs hazır olarak beklemektedir.
Efendimiz (s.a.v.)’in bu müjdesini işiten Umeyr bin Humam (r.a.) daha bir aşka geldi: “Ah ne kadar güzel! Cennetle aramızda bir nefeslik mesafe kalmış... demek ki cennete gitmek için bir düşman kılıcı kâfi...”

Torbasından hurma çıkarttı, yemeye başladı ve sonra: “Şu hurmaları yeyinceye kadar yaşarsam bu uzun bir yaşamdır” dedi ve hurmaları atarak düşman saflarına daldı. Orada şehid oldu. (Ahmet b.Hanbel, III/136,137)
Ensar'dan Avf bin Haris (r.a.) Efendimize (s.a.v.) koştu ve: “Ey Allah’ın Rasûlü! Kulun Rabbini hoşnud eden işi nedir?”

Efendimiz (s.a.v.): “Bilekleri yoruluncaya kadar kılıç sallamak!” buyurdular. Bunun üzerine Avf bin Haris, daha çevik hareket edebilmek için zırhını da çıkartarak yalın kılıç düşmanın arasına daldı ve çarpışa çarpışa şehit oldu.

Bekârlar evinin sahibi şehit Sad b. Hayseme (r.a.)
İslâm dininin kabul edilmesinde ve yayılmasında bekârların gayretleri ve gösterdikleri fedakârlıklar dillere destandır. İlk Müslümanlardan birçoğu bekârdır. Bekâr olan bu delikanlılar, Hz. Peygamber'in etrafında pervane gibi dönerlerdi. Muhacirlerden bekâr olanlar, kendileri gibi bekâr olan Sa'd b. Hayseme'nin evini mekân seçmişlerdi. Sa'd da onlara hem evini hem de gönlünü açmıştı. Kübâ'daki bütün Müslümanlar burada toplanırlar, Hz. Peygamber de onlara sohbet ederdi. Bu sebepten Sa'd b. Hayseme'nin evine 'bekârlar evi' manasına gelen "Menzilü'l-Uzzâb" denirdi.

İlk Cuma namazı da bu sahabe efendimizin evinde Efendimizin (s.a.v.) izniyle Hz. Musab tarafından kıldırılmıştı. İşte evini Müslümanların hizmetine açtığı gibi Bedir gününde de gönlünü, bedenini Allah’a ve Rasûlü’ne açarak şehitlik payesine ulaşmıştır.

Hz. Ali’nin anlattığına göre; o gün gündüz ilerleyince Müslümanlarla müşriklerin safları birbirine karıştı. Kum tepesinin üstünde müşriklerden birisiyle Sad b. Hayseme çarpışıyordu. Müşrik nihayet Sad b. Hayseme’yi şehit etti.

Bedir’de şehit kardeşler

Abdurrahman b. Avf (r.a.) anlatıyor: “Bedir’in tam kızıştığı andı. Allah Rasûlü’nün bir avuç kum alıp düşmanın yüzüne saçtığı ve “Yüzleri kararsın” buyurduğu anda müşriklerin ele başları Rasûlullah (s.a.v)’ın bir gün önce tek tek yerlerini gösterdiği yerlere düşerek cehennemi boyluyorlardı. Bu sırada Ensar’dan iki genç Efendimize (s.a.v.) Mekke’de iken çeşitli eziyetler yapan, hakaretler eden İslâm’ın en azılı düşmanı Ebû Cehil’i arıyorlardı. Abdurrahman b. Avf’a onu sordular. Kendilerine; “onu ne yapacaksın” diye soruduğunda, cevap olarak: “Allah’a söz verdik. İslâmın yayılmasını engellemeye çalışan İslâm’ın en büyük düşmanı olan bu karanlık ruhu öldüreceğiz” diyen iki genç sahabiydi.

Abdurrahman b. Avf bir ara gördüğü Eb Cehil’i parmağıyla işaret ederek onlara gösterdi ve her ikisi de anında ona hucum ederek kılıç darbeleriyle Ebû Cehil’i yere indirdiler. İnsanlık tarihinde küfrü temsil edenlerden biri ve Allah Rasûlü’nün:“Bu ümmetin Firavunu’dur” dediği en büyük kâfir de yıkılmıştı. Onu vurup yıkan yiğit sahabiler, Muaz ve Muavviz adında iki kardeşti. (Buhari VIII/s.3720)

Afra annemizin üç oğlu vardı üçü de Bedir savaşına katılmışlardı. Savaşta Muaz ve Muavviz Allah’ın Düşmanı olan Ebu Cehil’i öldürdükten sonra kendileri de şehit düştüler. Onların şehitlik mertebesine ulaştığını haber alan Afra (r.anha) diğer oğlu Avf’ın şehit olmayışına üzüldü. İstiyordu ki; onu da Allah yolunda şehit versin. Efendimize (s.a.v.) bu üzüntüsünü şöyle dile getirdi: “Ya Rasûlallah! Diğer çocuklarım şehit oldu, Keşke Avf’da aynı mertebeye ulaşsaydı. Acaba Avf onlardan daha mı geridedir?”

Rasûlullah (s.a.v) bu vefakâr insanın yüreğine su serpen şu cevabı verdi: “Hayır! Muaz ve Muavviz ömürlerinin encamını görmeden şehit oldular. Fakat Avf da onlardan geride değildir” buyurdu. Çok geçmeden Avf şehit edildi. Böylece Afra validemizin arzusu gerçekleşmiş oldu. Daha sonra dört çocuğu olan annemizin bu dört çocuğu da Raci, Mâune ve Yemame savaşlarında şehit oldular. Yedi şehit annesi olan bu hanım sahabinin şehit çocularına sahabe annemize atfen Afra’nın oğulları lakabını koymuşlardı. (İbn Sad Tabakat VIII/443, Hanım sahabiler s. 238)

Rasûlullah (s.a.v)’ın yanında olan Afra annemiz gibi diğer sahabe efendilerimizin bir gayesi vardı: O da Allah’ın rızasıydı. Bu gayeye hizmet için oğullarından, eşlerinden ve canlarından vazgeçecek kadar kâmil manada iman sahibi idiler.

Rabbim bizleri Efendimiz (s.a.v.)’in güzide sahabelerini örnek alan ve onların şefaatlerine nail olan kullarından eylesin. Amin.
http://www.rehberdergisi.com/Rehber.asp?DergiDetay=Saife_Gozlem&RehberOzelNo=1098
 

tuvana

Doçent
Katılım
14 Şubat 2009
Mesajlar
816
Reaksiyon puanı
1
Puanları
0
ALLAH razı olsun paylaşım için.
 

nakşi87

Asistan
Katılım
18 Mart 2010
Mesajlar
125
Reaksiyon puanı
1
Puanları
0
Allah(cc) razı olsun
13 mart bedr gazvesinin sene i devriyesidir
Redyellow kardeşimiz erken davranmış o gün şehidlerimize karşı elimiz boş olmayalım diye.Kur'an bilipte kardeşimin bu konusunu okuyanlar bedr şehidlerine hehiyelerini göndersinler
Allah[cc]şimdiden hediyelerinizi indi ilahiyesinde kabul buyursun
bende birşeyler eklemek isterim
Bedir savaşı ve sonuçları (h.2/m.624)
Müşrikler, insan (asker) sayısı ve silah bakımından müslümanlardan çok üstün durumda idiler. Bu sebeple, savaşı kazanacaklarından emin görünüyorlar, müslümanların manevi gücünü hesaba katmıyorlardı. Burada Hak ile Batıl, İman ile Küfür çarpışacaktı. İslâm'ın geleceği de bu savaşın sonucuna bağlı idi.

Ertesi günün sabahında iki ordu karşı karşıya geldi ve savaş başladı. İşte o anda Peygamberimiz ellerini semaya kaldırarak; "Ya Rabbi! Bana va'dettiğin yardımı bugün ver" diye dua etti. Daha sonra secdeye kapanarak Yüce Allah'a şöyle yalvardı; "Ya Rabbi! Bu bir avuç müslüman bugün telef olursa, yeryüzünde sana ibadet edecek kimse kalmayacak."

Allah Teâlâ Peygamberinin duasını kabul etti.

Müslümanlar, imanlarından aldıkları güçle kahramanca çarpıştılar ve Allah'ın yardımıyla kendilerinden kat kat üstün olan düşman ordusunu büyük bir bozguna uğrattılar. Düşmanlar savaş alanında 70 ölü, 70'de esir bırakarak kaçtılar. İslâm'ın en büyük düşmanı Ebû Cehil'de ölenler arasında idi. Böylece savaş müslümanlann kesin zaferi ile sonuçlanmış oldu. Bu savaşta müslümanlardan 14 kişi şehit olmuştur.
http://forum.itibarhaber.com/islami...-halka-hz-muhammed-sav-efendimiz-2-bolum.html

BEDİR ŞEHİTLERİ

Mart ayı İslâm tarihi açısından büyük zaferlerin başlangıcı olan Bedir savaşının yapıldığı aydır.

Müminlerle, müşrikler arasında yapılan ilk büyük gazvedir ve Rasûlullah (s.a.v.)’ın savaş öncesi duasında zikrettiği gibi bir avuç inananın yok olması ya da şanlı zaferlerin başlangıcı olarak İlay¬-ı Kelimetullah’ın yeryüzüne hakim olmasının ilk adımlarından biri olacaktı.

Bu yazımızda Rasûlullah (s.a.v)’ın sahabesi olma şerefinin yanında şehitlik mertebesinin ilk halkalarından olan ve İslâm’ın ilk yıllarında her türlü sıkıntı ve meşakkate sabreden, imanlarındaki sadakatlerini en doruk noktada göstererek canlarını İslâm için feda eden o şanlı şehit sahabelerden kesitler sunarak o günlere uzanmayı amaçladık.

Hicri 2. yıl 17 Ramazan (13 Mart 624 Cuma günü) vuku bulan Bedir savaşında şehit olan sahabe efendilerimiz şunlardır:

Bedir savaşında, altısı Muhacirler’den, sekizi de Ensar’dan olmak üzere 14 şehit verildi.

1- Ubeyde bin Haris,

2- Umeyr bin ebi Vakkas,

3- Zü`ş-şimaleyn ibn abdi Amr,

4- Akil bin Bukeyr,

5- Mihca bin Salih,

6- Safvan bin Beyda,

7- Sa`d ibn Hayseme,

8- Mubeşşir bin Abdilmunzir,

9- Yezit bin Haris,

10- Umeyr ibn Humem,

11- Rafi bin Mualla,

12- Harise bin Suraka,

13- Avf ibn Afra,

14- Muavviz bin Afra.

Savaşta İlk Şehid Muhacirlerden Mihca b. Salih (r.a.)
Harb âdeti üzere, önce her iki taraftan teke tek çarpışacak kimseler savaş meydanına çıkacaktı. Fakat, müşrikleri heyecana getirmek için ortaya atılan Amir b. Hadremî, harb usûlüne muhalefet ederek, mücâhidlere doğru bir ok attı. Ok, Muhacir Müslümanlardan Mihca Hazretlerine isabet etti ve orada İslâm Ordusu ilk şehidini verdi. Rasûli Ekrem (s.a.v.): "Mihca, şehidlerin efendisidir" buyurarak İslâm'ın bu ilk şehidini tebcil etti.

Şehitlerden Peygamberimizin (s.a.v.) amca oğlu Ubeyde b. Haris (r.a.)

Bedir gününde müşriklerden Utbe cahiliye adetleri üzere meydan okuyarak karşılarına savaşmak için 3 kişi istedi. Hz. Ali meydana çıkıp onun oğlu Velid’le karşılaştı. İkisi de aynı dönemdde yetişmiş birer gençtiler. Ali (r.a.) onu elinden tutarak yüzü koyun yere çarptı ve hemen öldürdü.

Sonra Şeybe b. Rabia kalktı. Hz. Hamza da kalktı. Onlar da aynı yaşlarda idiler. Hamza kuvvetli bir vuruşla onu yere serdi. Sonra Utbe b. Rabia kalktı. Ona da Ubeyde b. Haris karşı çıktı. İkisi de, iki direk gibiydiler. Birbirlerine saldırdılar. Ubeyde ona bir darbe vurarak sol tarafını kesti. Utbe de Ubeyde’nin ayağına yaklaştı ve kılıçla ayağına vurarak baldırını kesti. Hz. Hamza ile Hz. Ali, Utbe’nin üzerine hücum ederek onu ölümünü hızlandırdılar Ve Ubeyde’yi Rasûlullah (s.a.v.)’a getirdiler.

Hz. Peygamber (s.a.v.) Ubeyde’yi yatırıp ayağını ona yastık yaptı. Yüzündeki toprakları siliyordu. Ubeyde: “Acaba ben şehid miyim?” dedi. Hz. Peygamber: “Evet, sen şehidsin” dedi.

“Ey Allah’ın Rasûlü! Allah’a yemin ederim ki! Eğer Ebu Talib beni bu halde görseydi; “Ne zaman ki hepimiz Muhammed’in etrafında vurulup yere serilir ve bizden, çocuk ve kadınlarımızı koruyacak kimse kalmazsa, ancak o zaman onu düşmanlarıyla başbaşa bırakırız” demeye, beni kendinden daha fazla hak sahibi görecekti. Sonra şunları söyledi:

Ne mutlu o kişiye ki
Hayatının sonucunda
Bulur şanlı peygamberi
Kendisinin başucunda

Ubeyde b. Haris, Bedir’den dönülürken, Safra’da vefat etti ve oraya gömüldü. Ashab onun kabri yakınlarında konakladıklarında misk kokusu duydular da hayret etmişlerdi. Rasûlullah (s.a.v.) de: “Duymanıza ne engel var? İşte Ubeyde b. Haris’in kabri ordadadır” buyurarak, misk kokusunun oradan yayıldığını bildirmiştir. (A. Köksal, İslâm Tarihi, III/345-346)

Genç yaşta şehitlik mertebesini kazanan Haris b Süraka (r.a.)

Hazreç Kabilesinden olan Haris b. Süraka adındaki genç, ordunun gerisinde su havuzunun başında bulunuyor ve vuruşmayı temâşâ ediyordu. Düşman tarafından atılan bir ok, ön saftaki mücâhidlerin üzerinden geçerek ona isabet etti ve orada şehid oldu. İşte Ensâr'dan ilk şehid düşen, bu zâttır.

Harise bin Süraka'nın Bedir'de genç yaşta hayatını kaybettiği haberi Medine’ye annesi Rubeyde Hatun'a gelince yiğit ananın tavrı merak konusu oldu. Acaba ölüm haberi, cahiliyet döneminde olduğu gibi O'na saç baş yoldurup hüngür hüngür göz yaşı döktürecek miydi?

Soylu ana dedi ki: “Benden cahiliyet zamanının alışkanlıklarını beklemeyin. Şimdi evlat kaybetmenin acısını kalbime gömüyorum. Rasûlullah (s.a.v.)’ın dönmesini bekleyeceğim. Şayet Harise şehid olarak cennetlik olmuşsa elbetteki gözümden tek damla yaş sızmayacak; şükür secdesine varacağım. Ama ruhunu imansız olarak teslim etmişse; bu gözlerin şu dünyayı görmesine artık lüzum kalmaz. O zaman kanlı göz yaşları ile ağlayacağım. Efendimiz (s.a.v.), kendisine Haris b.Süraka’nın Firdevs-i a’lâ cennetinde olduğunu haber verdiğinde annemiz sevinçle oradan ayrılırken kendi kendine: “Bak hele! Bak hele şu senin yüce nasibine ey Harise!” diyordu. (A. Köksal, İslâm Tarihi, III/345-346)

Çocuk denilecek yaşta şehit düşen Umeyr b. Ebi Vakkas (r.a.)

Sa'd b. Ebî Vakkas şöyle anlatıyor: Kardeşim Umeyr b. Ebî Vakkas’ı, Efendimiz (s.a.v.) bizi teftiş etmezden önce Bedir suyunda gördüm, orada gizleniyordu. Ben:
“Ey kardeşim, niçin gizleniyorsun?” diye sorunca,
“Korkarım ki, Hz. Peygamber beni küçük görür de geri çevirir diye korkuyorum. Halbuki ben çıkmak istiyorum. Umulur ki, Allah bana şehidlik mertebesi verir” dedi.
Sonunda o, Efendimize (s.a.v.) gösterildi. Hz. Peygamber onu küçük bularak savaşa katılmasına izin vermedi. O da ağladı. Bunu gören Hz. Peygamber ona izin verdi. Ben onun kılıcının ve kınının iplerini, küçüklüğünden ötürü, bağlıyordum. O on altı yaşında iken şehid düştü. (Hayatü’s-sahabe, III/55-56)

Umeyr b. Humam ve Avf b.Haris (r.a.)
Efendimiz (s.a.v.)tesirli bir konuşma ile müslümanşarı cihada teşvik ediyordu: “Ey Ashabım! Sonsuz kuvvet ve kudret sahibi Allah'a yemin ederim ki her kim, bugün düşmandan yüz çevirmeyip sebat eder ve çarpışa çarpışa şehid olursa; Cenâb-ı Hak, onu mükâfaat olarak elbette cennetine koyacaktır. Bugün şehid olacakları en yüksek cennet; Cennetü’l-Firdevs hazır olarak beklemektedir.
Efendimiz (s.a.v.)’in bu müjdesini işiten Umeyr bin Humam (r.a.) daha bir aşka geldi: “Ah ne kadar güzel! Cennetle aramızda bir nefeslik mesafe kalmış... demek ki cennete gitmek için bir düşman kılıcı kâfi...”

Torbasından hurma çıkarttı, yemeye başladı ve sonra: “Şu hurmaları yeyinceye kadar yaşarsam bu uzun bir yaşamdır” dedi ve hurmaları atarak düşman saflarına daldı. Orada şehid oldu. (Ahmet b.Hanbel, III/136,137)
Ensar'dan Avf bin Haris (r.a.) Efendimize (s.a.v.) koştu ve: “Ey Allah’ın Rasûlü! Kulun Rabbini hoşnud eden işi nedir?”

Efendimiz (s.a.v.): “Bilekleri yoruluncaya kadar kılıç sallamak!” buyurdular. Bunun üzerine Avf bin Haris, daha çevik hareket edebilmek için zırhını da çıkartarak yalın kılıç düşmanın arasına daldı ve çarpışa çarpışa şehit oldu.

Bekârlar evinin sahibi şehit Sad b. Hayseme (r.a.)
İslâm dininin kabul edilmesinde ve yayılmasında bekârların gayretleri ve gösterdikleri fedakârlıklar dillere destandır. İlk Müslümanlardan birçoğu bekârdır. Bekâr olan bu delikanlılar, Hz. Peygamber'in etrafında pervane gibi dönerlerdi. Muhacirlerden bekâr olanlar, kendileri gibi bekâr olan Sa'd b. Hayseme'nin evini mekân seçmişlerdi. Sa'd da onlara hem evini hem de gönlünü açmıştı. Kübâ'daki bütün Müslümanlar burada toplanırlar, Hz. Peygamber de onlara sohbet ederdi. Bu sebepten Sa'd b. Hayseme'nin evine 'bekârlar evi' manasına gelen "Menzilü'l-Uzzâb" denirdi.

İlk Cuma namazı da bu sahabe efendimizin evinde Efendimizin (s.a.v.) izniyle Hz. Musab tarafından kıldırılmıştı. İşte evini Müslümanların hizmetine açtığı gibi Bedir gününde de gönlünü, bedenini Allah’a ve Rasûlü’ne açarak şehitlik payesine ulaşmıştır.

Hz. Ali’nin anlattığına göre; o gün gündüz ilerleyince Müslümanlarla müşriklerin safları birbirine karıştı. Kum tepesinin üstünde müşriklerden birisiyle Sad b. Hayseme çarpışıyordu. Müşrik nihayet Sad b. Hayseme’yi şehit etti.

Bedir’de şehit kardeşler

Abdurrahman b. Avf (r.a.) anlatıyor: “Bedir’in tam kızıştığı andı. Allah Rasûlü’nün bir avuç kum alıp düşmanın yüzüne saçtığı ve “Yüzleri kararsın” buyurduğu anda müşriklerin ele başları Rasûlullah (s.a.v)’ın bir gün önce tek tek yerlerini gösterdiği yerlere düşerek cehennemi boyluyorlardı. Bu sırada Ensar’dan iki genç Efendimize (s.a.v.) Mekke’de iken çeşitli eziyetler yapan, hakaretler eden İslâm’ın en azılı düşmanı Ebû Cehil’i arıyorlardı. Abdurrahman b. Avf’a onu sordular. Kendilerine; “onu ne yapacaksın” diye soruduğunda, cevap olarak: “Allah’a söz verdik. İslâmın yayılmasını engellemeye çalışan İslâm’ın en büyük düşmanı olan bu karanlık ruhu öldüreceğiz” diyen iki genç sahabiydi.

Abdurrahman b. Avf bir ara gördüğü Eb Cehil’i parmağıyla işaret ederek onlara gösterdi ve her ikisi de anında ona hucum ederek kılıç darbeleriyle Ebû Cehil’i yere indirdiler. İnsanlık tarihinde küfrü temsil edenlerden biri ve Allah Rasûlü’nün:“Bu ümmetin Firavunu’dur” dediği en büyük kâfir de yıkılmıştı. Onu vurup yıkan yiğit sahabiler, Muaz ve Muavviz adında iki kardeşti. (Buhari VIII/s.3720)

Afra annemizin üç oğlu vardı üçü de Bedir savaşına katılmışlardı. Savaşta Muaz ve Muavviz Allah’ın Düşmanı olan Ebu Cehil’i öldürdükten sonra kendileri de şehit düştüler. Onların şehitlik mertebesine ulaştığını haber alan Afra (r.anha) diğer oğlu Avf’ın şehit olmayışına üzüldü. İstiyordu ki; onu da Allah yolunda şehit versin. Efendimize (s.a.v.) bu üzüntüsünü şöyle dile getirdi: “Ya Rasûlallah! Diğer çocuklarım şehit oldu, Keşke Avf’da aynı mertebeye ulaşsaydı. Acaba Avf onlardan daha mı geridedir?”

Rasûlullah (s.a.v) bu vefakâr insanın yüreğine su serpen şu cevabı verdi: “Hayır! Muaz ve Muavviz ömürlerinin encamını görmeden şehit oldular. Fakat Avf da onlardan geride değildir” buyurdu. Çok geçmeden Avf şehit edildi. Böylece Afra validemizin arzusu gerçekleşmiş oldu. Daha sonra dört çocuğu olan annemizin bu dört çocuğu da Raci, Mâune ve Yemame savaşlarında şehit oldular. Yedi şehit annesi olan bu hanım sahabinin şehit çocularına sahabe annemize atfen Afra’nın oğulları lakabını koymuşlardı. (İbn Sad Tabakat VIII/443, Hanım sahabiler s. 238)

Rasûlullah (s.a.v)’ın yanında olan Afra annemiz gibi diğer sahabe efendilerimizin bir gayesi vardı: O da Allah’ın rızasıydı. Bu gayeye hizmet için oğullarından, eşlerinden ve canlarından vazgeçecek kadar kâmil manada iman sahibi idiler.

Rabbim bizleri Efendimiz (s.a.v.)’in güzide sahabelerini örnek alan ve onların şefaatlerine nail olan kullarından eylesin. Amin.
http://www.rehberdergisi.com/Rehber.asp?DergiDetay=Saife_Gozlem&RehberOzelNo=1098

Ben arkadaşımdan Bediri soruyordum.Sitenin arama motoruda varmış.O zaman bilgi bankası gibi kullanılabilirde.Bir arkadaşınız yazmış ,diğeride en az o hassasiyetle cevaplamış.Ben bunların çıktısını alıp pdf olarak saklayacağım.
Teşekkürler.
 
Üst