Barzani ile işbirliğinin zayıf halkası

BirHakan

Öğrenci
Katılım
16 Kasım 2008
Mesajlar
6
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Barzani ile işbirliğinin zayıf halkası

ccandar.jpg


21.11.2008 | Cengiz Çandar



Pişmiş aşa ya da daha doğru bir deyimle pişmekte olan aşa su katmak istemem ama Türkiye'nin yönetici eliti, "zihinsel bagajları"ndan kurtulamadıkça, Irak Kürtleriyle yakınlaşma politikası tek başına PKK konusuna da, Kürt sorununun tatmin edici bir düzeyde sınırlanmasında derde deva olamaz.
"Pişmiş aş" ya da "pişmekte olan aş"tan kasıt, Ankara ile Irak Kürt yönetimi arasında giderek ısınan ve yakınlaşmakta olan ilişkiler. Uzun süredir, Ankara, Erbil'e karşı "soğuk" ve "uzak" duruyordu. Bu tutumdan vazgeçerek, Erbil ile ilişkilerin ısındırılması ve yakınlaşma adımlarının atılması kararlaştırıldı. Özellikle, PKK'nın Aktütün saldırısından sonra bile bu "yakınlaşma politikası"na halel gelmemesi için özen gösterildi.
"Mesaj", Irak Kürt tarafından da alınmış olmalı ki, Mesut Barzani, üç hafta önce Washington'da iken, "en dikenli" konularda kendisine sorulan sorulara ustaca ve Ankara tarafından olumlu karşılanacak türden cevaplar verdi.
Taraflar arasında "yakınlaşma eksersizi" PKK çevreleri tarafından kaygıyla ve hatta kaygının ötesinde tepkiyle karşılanıyor. Bunu, PKK'ya yakın ya da örgütün görüşlerini yansıtan internet sitelerinde Irak Kürt yönetimine yönelik sert ve ağır eleştirilerde görmek mümkün.
Son olarak, İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın son ve ani Bağdat ziyaretinde, Türkiye-Irak-ABD üçlüsü arasında PKK'ya karşı koymak amacıyla bir "üçlü komite"nin oluşturulması kararlaştırıldı. Irak tarafında Başbakan Nuri el-Maliki ile ABD'nin Irak Büyükelçisi Ryan Crocker'un bu konuda yükümlülük altına girmesi, bugüne dek söz konusu "üçlü" arasında sağlanan en önemli ve en üst düzeyde mutabakat sayılabilir.
Bundan da önemlisi, Irak heyetinin içinde Erbil'deki Kürt yönetiminden yetkililerin ve bu arada Irak Kürtlerinin güvenlik alanında bir numaralı ismi olan, Kürt yönetiminin İçişleri Bakanı Kerim Sincari'nin de yer almış olması.
"Post-Amerikan Irak" döneminin yaklaşması üzerine, Iraklı tüm "aktörler" ile bölge güçleri şimdiden mevzilenmeye başlıyorlar. Dolayısıyla, Ankara-Erbil yakınlaşma sürecini, sadece PKK konusuyla irtibatlı görmemek ve daha geniş bir çerçeveden değerlendirmek gerekiyor.
Iraklı Kürtler, İran ile Iraklı Şiiler, Arap dünyası ile Sünniler arasında var olan ilişkinin bir benzerini Türkiye ile kurma ihtiyacını duyuyorlar. Türkiye de, giderek, Bağdat'taki merkezi hükümetle sınırlanacak bir ilişkinin Kuzey Irak ve Türkiye'nin Güneydoğu'sunda yüz yüze bulunduğu güvenlik sorununu çözmeye yetmeyeceğinin farkına varıyor. Ayrıca, "post-Amerikan Irak" sonrası bir "gelecek projeksiyonu" için Ankara'nın Erbil ile yakınlaşmaya özellikle ihtiyacı olacağı kavranıyor.
"Pişmiş" ya da "pişmekte olan aş" bu.

***
"İş"in ne olduğu ve ne noktada seyrettiğini Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün önceki gün Malatya'da yaptığı açıklamada seçilen sözcükler ve açıklamanın genel yaklaşımından da anlamak mümkün. Cumhurbaşkanı şöyle dedi:
"Irak'la... çok önemli noktalara gelinmiştir. Aynı şekilde Irak'ın kuzeyinde bildiğiniz gibi yerel, ayrı bir yönetim vardır. Irak Anayasası'nın içerisinde, Irak'ın bütünlüğü içerisinde, bir federal yapı içerisinde, ama orada bir bölgesel yönetim vardır. O bölgesel yönetim de terörle mücadele konusunda üstüne düşenleri yapma zorunluluğunu hissetmeye başlamıştır. Bütün bunlar konuşulmaktadır ve onlar da bu terör belâsının bir gün kendilerinin de başına belâ olduğunu görmeye başlamışlardır. Bu coğrafyada hepimiz birbirimizin kardeşleriyiz. Irak'taki Kürtler, Türkmenler Türkiye'nin akrabalarıdır… Önümüzdeki dönemde terörle mücadelede yeni bir boyutun ortaya çıkacağına inanıyorum."
Bu sözler, Ankara'dan bugüne dek pek sezilmeyen ölçüde "ileri" bir yaklaşımı ifade ediyor ve dahası yakın gelecekte ilişkilerin nasıl şekilleneceğine ilişkin de ipuçları veriyor.
Gelgelelim, "Kürt sorunu" ile ilgili olarak atılan her adımda karşılaşıldığı gibi, Ankara'nın Erbil ile yakınlaşma çabasında da "zihinsel bagaj" kendisini gösteriyor. Abdullah Gül, diğer Ankara yetkililerinden daha ilerde, "Irak'ın kuzeyinde yerel, ayrı bir yönetim"den, "federal yapı içinde bir bölgesel yönetim"den söz ediyor. Diğer Ankara yetkililerinden daha ileride, zira genellikle benimsenen tanım "yerel yönetim"dir.
Ama kimse, merkezi Erbil'de olan yönetimin adını Irak Anayasası'nda yazıldığı ve dünyanın her yerinde kullandığı gibi telâffuz edemiyor. O yönetimin bir adı var: Kürdistan Bölge Yönetimi. İngilizce baş harfleriyle "KRG" diye kullanılıyor. Kürdistan değil Kürt Bölge Hükümeti denilse de olur. Ancak, Türkiye'nin yönetici iradesi, Iraklı Kürtlerden ve onların Irak anayasal sistemi içindeki yönetimlerinden söz ederken bile ısrarla "Kürt" sözcüğünü kullanmaktan kaçınarak, ilişkiler nereye dek, ne hızla, nasıl ilerleyebilir?

***
Bu "ayrıntı" gibi gelebilecek, aslında hiçte ayrıntı olmayan husus, yani "Kürt" sözcüğünün telâffuzundaki "resmi Türk sıkıntısı", Ankara ile Erbil arasında ilişkilerin olumlu bir yönde seyretmesinde olumsuz bir rol oynama potansiyeli taşıması bir yana, bizzat Türkiye'nin içine izdüşümü bakımından önemli.
Bu "tıkanıklık" ve bu "resmi Türk sıkıntısı"nı Türkiye'nin milyonlarca Kürt vatandaşı, kendi kimliklerinin geleneksel "inkârı"nın bir yansıması olarak anlıyorlar. Anlamaya da devam edecekler.
Bu "psikoloji" ile Türkiye'nin "Kürt sorunu"nu nasıl "çözüm rotası"na sokabileceğiz?
Mesut Barzani'nin sıfatını bile kabullenmeden kendisiyle sürdürülmek istenen bir "yakınlaşma çabası", bunu "torpillemek" isteyenler için bir "zayıf halka" olarak görülecek.
Türkiye'nin Kürtleri ise, kimliklerinin "inkârı"nın değişmediği gibi algılayacakları bir politik çizgiye ne ölçüde destek olabilirler?
Türkiye'nin güvenlik sorununun üstesinden gelebilmesi için, Barzani'nin desteğinden ki, bu elde edilebilirse olumludur- daha da önemlisi kendi Kürtlerinin desteğini elde etmesi…

kaynak
 

legolas4444

Müdavim
Müdavim
Katılım
1 Mayıs 2008
Mesajlar
1,367
Reaksiyon puanı
16
Puanları
218
Birhakan bana Hakan 34 ü hatırlatıyorsun..
 
Üst