tugbagaleri
Müdavim
- Katılım
- 13 Mayıs 2006
- Mesajlar
- 2,224
- Reaksiyon puanı
- 46
- Puanları
- 48
Perihan Mağden
Cuma gecesi anahaberlerde, Sivaslı bir babaya içim katıldı. Halen de kaskatı. İçim.
Babanın acısı, babayı yalnızca haberlerde seyretmiş olmanın acısı seyrelmiyor, dinmiyor. Bir türlü. Başka şeylere zincirleme bağlanıyor. Başka şeyler de çok kötü geliyor.
Sivaslı Baba, yaşlıydı.
Ne bileyim, 70'lerinde gösteriyordu. Belki çok daha gençtir. Köylerde insanlar çabuk yaşlanıyorlar, çöküyorlar.
Bi babadan ziyade, dede gibiydi. Ak sakalları, başında yün beresi vardı.
Mehmet Yazıcı, hüngürt şakırt ağlıyordu. Acısı, dışarı vurmaktan sakınılmayacak kadar büyüktü. Katlanılıp gömlek cebine tıkıştırılmayacak kadar, derin.
29 yaşındaki oğlu Uzman Çavuş Sadettin Yazıcı, Giresun'da şehit düşmüştü.
Evet ya, Giresun'da!!
Bir buçuk ay önce Bitlis'ten tayini çıkmış Sadettin Çavuş'un. Ailesi de bayram etmiş, tehlikeli bölgelerden kurtuldu diye. Ama işte yurdumuzda Bilmemkaç Yıldır bitirilemeyen bu kirli savaşın, tehlikeli yeri tehlikesizi yok.
Telefon açılmış Jandarma'ya. Bir ihbar telefonu. "Teröristler bizden yemek istiyorlar", falan filan. Jandarma da gidiyor ihbarın yapıldığı yere. Pusuya düşürülüyorlar. Anahaberlerden dinlediğim savruk (ve muhtemelen) yetersiz bilgiler işte.
Sivas'tan bir Tugay Komutanı gidiyor Acı Evi'ne. Biraz olsun paylaşmaya acılarını. Acı paylaşılabilen bir şey midir, bilmiyorum.
Gidiyor oturuyor Şehit Babası'nın yanına. Mehmet Yazıcı bir yandan çocuklar gibi, melekler gibi, ak sakallı dedeler gibi ağlıyor, bir yandan da üniformasını çekiştiriyor komutanın.
"Onunki de böyleydi," diyor. "Bana verin; onunki de aynen böyleydi."
Çekiştirerek, komutanın üniformasını istiyor. Oğlundan bir parçayı, son bir parçayı kurtarabilirmiş, saklayabilirmişcesine.
Geride tabii genç bir eş ve sarı kafalı iki küçücük oğlan var babasız kalmış.
Hakiki Acı, insanı devasız bir kuyuya atıyor. Acının böylesine yalın ve dolaysız dışavurumunu, göremediğimiz zamanlar da var.
Mehmet Yazıcı: "Vatan sağolsun!" filan vari prefabrik sloganlardan savurmuyor havaya. Oğlu sağolsun, isterdi. Oğlu gitmesin. Bu genç yaşında. Bilemediğimiz topraklara.
Vicdani reddi savunduğumda, (her yazıma bulaşmayı vazife bilen) 1 Adet Israrlı Beton profesyonel ordunun sakıncalarını sayıp dökmüştü. Amatörler de şartmış ölmeye gitmeye. Fena bilginatörrr ya. Okumadığı kitap, üstüne yazmadığı köşe mevzuu kalmamış. Onun için 3 köşesinin 2'sinde "Daha önce de yaza geldiğimiz gibi." Ya yeri yetmez tam olarak söyleyeceklerini söylemeye, ya da daha önce bellemiştir konunun üstüne.
Demem o ki: vicdani ret, antimilitarist sıkı bir duruştur. Ve profesyoneller ölsün bizim yerimize, demek değildir. Savaşlar olmasın kat'i surette, demektir.
Oğlunun üniformasında teselli arayan o babanın peki, şöyle bir hesap sormasının ihtimali mevcut mu? "Oğlum, anlaşılan düpedüz ZAYİAT oldu. Peki, bu tuzağa düşürülürken, gerekli tedbirler alınmış mıydı? Neler oldu, bitti? Haklı mı benim oğlumun ölümü? Haklı ölüm yoktur da, nasıl böyle düz ovada keklik gibi avlandı? Bilmemkaç yıldır bu savaşı yürütmekte olan bu ordu, nasıl böylesi gafil avlanabilmektedir? Bir rapor; teknik askeri bir rapor bir vatandaş olarak rica edebilir miyiz oğlumun ölümüne dair bir baba olaraktan?"
ACCOUNTABİLİTY: Hesap Verebilirlik.
Muasır Medeniyet Ülkeleri'nde Ordular, harcadıkları her kuruşun hesabını vermek durumundalar. Seçilmişlere. 'Hizmetinde' oldukları halklara. Ayrıca yaptıkları askeri harekât ve hareketlerle de ilgili: hesap verebilirlikleri var; olmalı.
Bizim Ordumuz kutsal ve ulvi bir amaca (çok tanımsız ya da 'aşkın' tanımlı: bi nevi dini) hizmet ettiği için Omnipotent'tir. Kadirimutlaktır yani. 25 küsur yıldır bir savaş niye bitirilemez, nasıl bu kadar ZAYİAT verilir; sorma hakkımız yoktur, herhalde.
Bu savaşın profesyoneli, amatörü, Kürt'ü, Türk'ü yok yani. Bu savaş resmen ve alenen birilerinin gücüne güç katıyor, statüsünü perçinliyor, "İçinde bulunduğumuz BU olağanüstü koşullarda" "İÇ ve DIŞ tehdidin tanımıyla" vs. vs. ambalajıyla, bize Hakiki Demokrasi'ye her geçmek istediğimizde muvaffakiyetle "OTURUN ULAN!" denilmiş oluyor.
Olan köylü çocuklarının (uzmanıyla, acemisiyle) canına oluyor. Ak Sakallı Dedeler üniformada teselli arıyor. Oğlundan son bir hatıraya sarılmak istiyor.
Bu savaşa DUR! demek için ve en nihayet Meclis'e girmiş bulunan DTP'ye çok iş düşüyor.
El âlemin çocuklarını canı üstünden statü sahipliğine yuh olsun!
Çok daha kötü şeyler olsun kan tacirlerine.
Cuma gecesi anahaberlerde, Sivaslı bir babaya içim katıldı. Halen de kaskatı. İçim.
Babanın acısı, babayı yalnızca haberlerde seyretmiş olmanın acısı seyrelmiyor, dinmiyor. Bir türlü. Başka şeylere zincirleme bağlanıyor. Başka şeyler de çok kötü geliyor.
Sivaslı Baba, yaşlıydı.
Ne bileyim, 70'lerinde gösteriyordu. Belki çok daha gençtir. Köylerde insanlar çabuk yaşlanıyorlar, çöküyorlar.
Bi babadan ziyade, dede gibiydi. Ak sakalları, başında yün beresi vardı.
Mehmet Yazıcı, hüngürt şakırt ağlıyordu. Acısı, dışarı vurmaktan sakınılmayacak kadar büyüktü. Katlanılıp gömlek cebine tıkıştırılmayacak kadar, derin.
29 yaşındaki oğlu Uzman Çavuş Sadettin Yazıcı, Giresun'da şehit düşmüştü.
Evet ya, Giresun'da!!
Bir buçuk ay önce Bitlis'ten tayini çıkmış Sadettin Çavuş'un. Ailesi de bayram etmiş, tehlikeli bölgelerden kurtuldu diye. Ama işte yurdumuzda Bilmemkaç Yıldır bitirilemeyen bu kirli savaşın, tehlikeli yeri tehlikesizi yok.
Telefon açılmış Jandarma'ya. Bir ihbar telefonu. "Teröristler bizden yemek istiyorlar", falan filan. Jandarma da gidiyor ihbarın yapıldığı yere. Pusuya düşürülüyorlar. Anahaberlerden dinlediğim savruk (ve muhtemelen) yetersiz bilgiler işte.
Sivas'tan bir Tugay Komutanı gidiyor Acı Evi'ne. Biraz olsun paylaşmaya acılarını. Acı paylaşılabilen bir şey midir, bilmiyorum.
Gidiyor oturuyor Şehit Babası'nın yanına. Mehmet Yazıcı bir yandan çocuklar gibi, melekler gibi, ak sakallı dedeler gibi ağlıyor, bir yandan da üniformasını çekiştiriyor komutanın.
"Onunki de böyleydi," diyor. "Bana verin; onunki de aynen böyleydi."
Çekiştirerek, komutanın üniformasını istiyor. Oğlundan bir parçayı, son bir parçayı kurtarabilirmiş, saklayabilirmişcesine.
Geride tabii genç bir eş ve sarı kafalı iki küçücük oğlan var babasız kalmış.
Hakiki Acı, insanı devasız bir kuyuya atıyor. Acının böylesine yalın ve dolaysız dışavurumunu, göremediğimiz zamanlar da var.
Mehmet Yazıcı: "Vatan sağolsun!" filan vari prefabrik sloganlardan savurmuyor havaya. Oğlu sağolsun, isterdi. Oğlu gitmesin. Bu genç yaşında. Bilemediğimiz topraklara.
Vicdani reddi savunduğumda, (her yazıma bulaşmayı vazife bilen) 1 Adet Israrlı Beton profesyonel ordunun sakıncalarını sayıp dökmüştü. Amatörler de şartmış ölmeye gitmeye. Fena bilginatörrr ya. Okumadığı kitap, üstüne yazmadığı köşe mevzuu kalmamış. Onun için 3 köşesinin 2'sinde "Daha önce de yaza geldiğimiz gibi." Ya yeri yetmez tam olarak söyleyeceklerini söylemeye, ya da daha önce bellemiştir konunun üstüne.
Demem o ki: vicdani ret, antimilitarist sıkı bir duruştur. Ve profesyoneller ölsün bizim yerimize, demek değildir. Savaşlar olmasın kat'i surette, demektir.
Oğlunun üniformasında teselli arayan o babanın peki, şöyle bir hesap sormasının ihtimali mevcut mu? "Oğlum, anlaşılan düpedüz ZAYİAT oldu. Peki, bu tuzağa düşürülürken, gerekli tedbirler alınmış mıydı? Neler oldu, bitti? Haklı mı benim oğlumun ölümü? Haklı ölüm yoktur da, nasıl böyle düz ovada keklik gibi avlandı? Bilmemkaç yıldır bu savaşı yürütmekte olan bu ordu, nasıl böylesi gafil avlanabilmektedir? Bir rapor; teknik askeri bir rapor bir vatandaş olarak rica edebilir miyiz oğlumun ölümüne dair bir baba olaraktan?"
ACCOUNTABİLİTY: Hesap Verebilirlik.
Muasır Medeniyet Ülkeleri'nde Ordular, harcadıkları her kuruşun hesabını vermek durumundalar. Seçilmişlere. 'Hizmetinde' oldukları halklara. Ayrıca yaptıkları askeri harekât ve hareketlerle de ilgili: hesap verebilirlikleri var; olmalı.
Bizim Ordumuz kutsal ve ulvi bir amaca (çok tanımsız ya da 'aşkın' tanımlı: bi nevi dini) hizmet ettiği için Omnipotent'tir. Kadirimutlaktır yani. 25 küsur yıldır bir savaş niye bitirilemez, nasıl bu kadar ZAYİAT verilir; sorma hakkımız yoktur, herhalde.
Bu savaşın profesyoneli, amatörü, Kürt'ü, Türk'ü yok yani. Bu savaş resmen ve alenen birilerinin gücüne güç katıyor, statüsünü perçinliyor, "İçinde bulunduğumuz BU olağanüstü koşullarda" "İÇ ve DIŞ tehdidin tanımıyla" vs. vs. ambalajıyla, bize Hakiki Demokrasi'ye her geçmek istediğimizde muvaffakiyetle "OTURUN ULAN!" denilmiş oluyor.
Olan köylü çocuklarının (uzmanıyla, acemisiyle) canına oluyor. Ak Sakallı Dedeler üniformada teselli arıyor. Oğlundan son bir hatıraya sarılmak istiyor.
Bu savaşa DUR! demek için ve en nihayet Meclis'e girmiş bulunan DTP'ye çok iş düşüyor.
El âlemin çocuklarını canı üstünden statü sahipliğine yuh olsun!
Çok daha kötü şeyler olsun kan tacirlerine.