- Katılım
- 29 Nisan 2009
- Mesajlar
- 7,786
- Reaksiyon puanı
- 49
- Puanları
- 228
921 yıl kilise olarak kullanıldıktan sonra, 481 yıl da Camii olarak kullanılan Ayasofya, İslam ve Hristiyanlık dinleri için büyük bir önem taşıyor. Bu eşsiz yapı, bir çok gizemi de içerisinde barındırıyor.
Sandukaların 560 yıllık sırrı Ayasofya Müzesi'nde tesadüfen bulunan 560 yıllık kaftan ve örtüler heyecan yarattı. Lacma Müzesi eserlere sponsor olmak istiyor.
Ayasofya Müzesi Şehzadeler Türbesinde geçen yaz yapılan restorasyon sırasında nefes kesen bir gelişme yaşandı. Yeşil çuhaları kaldıran uzmanlar altında kumaş eserler buldu. Türkiyenin sayılı tekstil uzmanları arasında yer alan Sibel Arçanın gözetiminde titizlikle yerlerinden kaldırılan eserlerin türbede gömülü olanların son giydikleri kıyafetleri olduğu düşünülüyor.
ultan Abdülaziz döneminde yapılan 11 Mart 1865 tarihli sayımda yer almayan eserler, heyecan yarattı. Ayasofya Müzesi depolarında koruma altına alınan eserler konservasyon ve onarımdan sonra Topkapı Sarayı Müzesinde sergilenecek. 560 yıl sanduka üzerinde kalan eserlerin sergilenebilecek kadar iyi durumda olması uzmanları şaşkına çevirirken Los Angeles Lacma Müzesi konservasyon çalışmaları için sponsor olmayı önerdi bile.
Lacma Müzesinin daveti üzerine 1 hafta boyunca burada bulduklarıyla ilgili brifingler veren Arça, Sandukaya ölünün kıyafetlerinin konması, İslamiyet öncesi Türk geleneklerinden kaynaklanır dedi. Arça Osmanlı cenaze törenlerinde ölen kişinin mezar yerine kadar taşındığı tabut ve gömüldükten sonra sandukası üzerine ölen kişiyi canlı gibi temsil eden elbisesi, beline kemeri ve kaması, baş kısmına sarığının yerleştirilmesi, kişinin soyutlanarak simgeleştirildiği yorumu yapılabilir diye konuştu.
Ölenin en güzel giysisi Sanat tarihçisi Prof. Dr. Nurhan Atasoy da Osmanlı türbe mimarisinde kıyafetleri sandukaya koyma geleneği vardır. Ölü sandukada değil, altındaki toprakta yatmaktadır. Padişah türbelerinde sandukaların üzerine kıyafet koyma kültürü olduğunu daha önce de birkaç türbede gördüm. Bunu İslam anlayışı ile birleştirmemek lazım. Kalkıp bunları giyecek değil. Böyle bir inanç da yok zaten. En güzel kıyafetini koyuyorlar dedi.
Yeşil çuhanın altından çıktı SANDUKA: Güvez çatma kadifeden, karanfil motifli kılıf ve güvez zemin üzerine yeşil, mavi, beyaz, güvezi ipek ve klapdan (sırma veya telle karışık eğrilmiş pamuklu ip) ile dokunmuş kemha (atkısı ve çözgüsü ipek, üzeri hafif tüylü kumaş) kumaştan, yakasız, kısa kollu, cepli kaftan.
SANDUKA: Beyaz, mavi ipek ve altın klaptanla dokunmuş kaftan. Karakteristik Osmanlı motifleriyle bezeli.
SANDUKA: Şehzade kaftanıyla birlikte zikzak desenli Ravza-i Mutahharanın (Hz. Muhammedin kabri) iç örtüsü.
SANDUKA: Hanım Sultanın güvezi çatma kadifeden ve karanfil motifli entarisi. Ravza-i Mutahhara iç örtüsü parçaları ve Kısve-i Şerif (Kâbe Örtüsü) parçası.
SANDUKA: Kısve-i Şerif ve Ravza-i Mutahhara örtüleri.
"VAFTİZ HAVUZU"
Ayasofya'nın inşa edildiği Justinianus Dönemi (M.S.6 Y.Y.) ve bir iddiaya göre önceki dönemlerden kalma vaftizhane 1453'ten sonra camiiye çevrilen Ayasofya'nın iç aydınlatmasında kullanılan kandillerin yağ deposu olmuştu. 1639'da vaftizhanenin içindeki büyük "Vaftiz Havuzu", vaftizhane avlusuna çıkartılmış, vaftizhane alanı Sultan 1. Mustafa'nın buraya gömülmesiyle türbeye dönüştürülmüştü. Ayasofya'nın 1935'de müze olarak faaliyete geçmesinden sonra 1943'de avlu bölgesinde yapılan araştırma kazısında yekpare mermerden oyulmuş vaftiz havuzu ortaya çıkarıldı. Vaftiz Havuzu'nunun dıştan uzunluğu 3.32 metre, dıştan genişliği 2.52 metre, dıştan yüksekliği 1.51 metre, içten uzunluğu 3.26 metre, içten genişliği 2.52 metre, içten derinliği 1.16 metre, basamak yüksekliği 1.16 metre. Doğu Roma - Erken Hristiyan sanatının bütün özelliklerinin yansıtan bu büyük havuzun bulunduğu vaftizhane atriumunda Osmanlı Dönemi'ne ait Bizans Sanatının sütun ve mermer örnekleriyle beraber görülebilecek.
Terleyen direk
Ayasofya'nın kıble tarafındaki kapılarından soldan sayılınca, sonuncusunun iç tarafında bir mermer sütun görürsünüz. Bu sütunun en büyük özelliği kış ve yaz nemli olması. Bu yüzden bu sütuna "terleyen direk" deniyor. Sütunun zemininden başlayarak bir buçuk metrelik bir kısmı bakır plakalarla kaplı. İnanca göre sürekli baş ağrısı çekenleri, sindirim sistemi hastalıkları olanları ve sıtmaya tutulanları bu direk tedavi ediyor. Önce iki rekât namaz kılınıyor, sonra hasta avuçlarını önce bakır plakalara sonra da yüzüne sürüyor. Bu hareket üç kez tekrarlanınca hastalıklar iyi oluyor. Ayrıca elleri çok terleyen kimselerin, direğin üzerinde bulunan deliğe parmaklarını soktukları ve artık ellerinin terlemediği birçok defalar görülmüş.
Ayasofya'nın içinde büyük salonun ortasında bir kuyu var.
Eskiden bu kuyu kalp hastalığına tutulanların sık sık geldikleri bir yerdi. Bunlar üç cumartesi art arda aç karnına buraya gelir, sabah namazını kılar ve bu sudan içerlerdi. Bu gelenek cami müze haline getirilene kadar sürdü. Kuyunun üzerinde yaklaşık 50 santim çapında, demir bir kapak var. 7 metrelik bir çubuk sarkıtıldığında dibine ulaşılamıyor. Su hâlâ mevcut, tadı tatlımsı ve mineralli. Suyun ne tür bir bir bileşim taşıdığının, incelenmesi gerekir. Yüzyıllardır orada durduğuna göre acaba bozulmuş mudur? Sonra niçin kalp hastalığına iyi geliyor? Bu da düşündürüyor. Yoksa suyun bir özelliği mi var? Bu soruların cevaplarını, devletin yetkili kurumlarına bırakıyoruz.
Geçenlerde bilim dünyası çikolatanın içinde bulunan bir maddenin hormonal etki yaptığını açıkladı. Ama bu etki özellikle, aşk yüzünden kalbi kırılanların üzerinde görülüyormuş. Demek ki, bu madde,beyinde aşırı üzüntü yaratan merkezi etkiliyor. Ayasofya' daki kuyunun şifalı suyunun da böyle bir özelliği neden olmasın!
Tabuta dokunulursa Ayasofya yıkılacak
Ayasofya'nın orta kıble kapısı üzerinde bir tabut var. Sarı pirinçten yapılmış bu tabutta Kraliçe Sofya yatıyor. Yalnız bir tehlike var, "Bu tabuta sakın dokunmayın" deniyor. Çünkü tabuta el sürülürse büyük bir gürültü başlıyor ve tüm bina sallanmaya başlıyormuş.
Kubbenin dört tarafında birer melek resmi var. Bunlar Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail'dir. Bu melekler kanatlarını açmış bir biçimde çizilmişler. İnanca göre Azrail, imparatorların ölümlerini, Mikail düşman saldırılarını, Cebrail ve İsrafil ise olacak olayları haber veriyor. İnananlar, tabut ile bu melekler arasında bir ilişki kuruyorlar... Tabutun koruyuculuğunu da üstlenen melekler, ona dokunulmasına izin vermiyorlarmış.
Esrarengiz kapılar
Ayasofya'nın güney tarafında ufak ve dar bir koridorun ucunda örülmüş bir kapı var. Buna "açılmaz kapı" deniyor. Anlatılanlara göre Fatih Sultan Mehmet İstanbul'a girdiğinde Rum Ortodoks Patriği yanındakilerle bu kapının önünde dua ediyormuş. Osmanlı ordusu kiliseye girince, Patrik bu kapıdan kaçıp kaybolmuş ve kapı bir daha açılmamış. Her paskalyada bu kapının önünde" kırmızı yumurta kabukları" ortaya çıkarmış. Bir de "Kapanmaz Kapı" miti var. Fetih günü, Fatih'in ordusundan biri bu kapıya öyle bir vuruş vurmuş ki, kapı yere gömülmüş ve bir daha asla açılmamış.
Pençe nişanı
Binanın güneydoğusundaki kubbeyi tutan fil ayağının bir yüzünde 6 metre yükseklikte ele benzeyen bir iz var. Kuşaktan kuşağa anlatılanlara göre, fetih günü, Fatih Sultan Mehmet'in atı ürkmüş, Sultan eliyle bu kemere tutunmuş. Atı ise sütunun kaidesini zedelemiş. Buraya kadar bir şey yok. Ama pençe izinin yerden 6 metre yükseklikte olduğu ve bu yüksekliğe, hiçbir atın erişemeyeceği düşünülürse, olayın esrarı bir anda ortaya çıkıveriyor.
Kapılarından biri Nuh'un gemsinden yapılmış
devamı ve kaynak

Sandukaların 560 yıllık sırrı Ayasofya Müzesi'nde tesadüfen bulunan 560 yıllık kaftan ve örtüler heyecan yarattı. Lacma Müzesi eserlere sponsor olmak istiyor.
Ayasofya Müzesi Şehzadeler Türbesinde geçen yaz yapılan restorasyon sırasında nefes kesen bir gelişme yaşandı. Yeşil çuhaları kaldıran uzmanlar altında kumaş eserler buldu. Türkiyenin sayılı tekstil uzmanları arasında yer alan Sibel Arçanın gözetiminde titizlikle yerlerinden kaldırılan eserlerin türbede gömülü olanların son giydikleri kıyafetleri olduğu düşünülüyor.

ultan Abdülaziz döneminde yapılan 11 Mart 1865 tarihli sayımda yer almayan eserler, heyecan yarattı. Ayasofya Müzesi depolarında koruma altına alınan eserler konservasyon ve onarımdan sonra Topkapı Sarayı Müzesinde sergilenecek. 560 yıl sanduka üzerinde kalan eserlerin sergilenebilecek kadar iyi durumda olması uzmanları şaşkına çevirirken Los Angeles Lacma Müzesi konservasyon çalışmaları için sponsor olmayı önerdi bile.
Lacma Müzesinin daveti üzerine 1 hafta boyunca burada bulduklarıyla ilgili brifingler veren Arça, Sandukaya ölünün kıyafetlerinin konması, İslamiyet öncesi Türk geleneklerinden kaynaklanır dedi. Arça Osmanlı cenaze törenlerinde ölen kişinin mezar yerine kadar taşındığı tabut ve gömüldükten sonra sandukası üzerine ölen kişiyi canlı gibi temsil eden elbisesi, beline kemeri ve kaması, baş kısmına sarığının yerleştirilmesi, kişinin soyutlanarak simgeleştirildiği yorumu yapılabilir diye konuştu.
Ölenin en güzel giysisi Sanat tarihçisi Prof. Dr. Nurhan Atasoy da Osmanlı türbe mimarisinde kıyafetleri sandukaya koyma geleneği vardır. Ölü sandukada değil, altındaki toprakta yatmaktadır. Padişah türbelerinde sandukaların üzerine kıyafet koyma kültürü olduğunu daha önce de birkaç türbede gördüm. Bunu İslam anlayışı ile birleştirmemek lazım. Kalkıp bunları giyecek değil. Böyle bir inanç da yok zaten. En güzel kıyafetini koyuyorlar dedi.
Yeşil çuhanın altından çıktı SANDUKA: Güvez çatma kadifeden, karanfil motifli kılıf ve güvez zemin üzerine yeşil, mavi, beyaz, güvezi ipek ve klapdan (sırma veya telle karışık eğrilmiş pamuklu ip) ile dokunmuş kemha (atkısı ve çözgüsü ipek, üzeri hafif tüylü kumaş) kumaştan, yakasız, kısa kollu, cepli kaftan.
SANDUKA: Beyaz, mavi ipek ve altın klaptanla dokunmuş kaftan. Karakteristik Osmanlı motifleriyle bezeli.
SANDUKA: Şehzade kaftanıyla birlikte zikzak desenli Ravza-i Mutahharanın (Hz. Muhammedin kabri) iç örtüsü.
SANDUKA: Hanım Sultanın güvezi çatma kadifeden ve karanfil motifli entarisi. Ravza-i Mutahhara iç örtüsü parçaları ve Kısve-i Şerif (Kâbe Örtüsü) parçası.
SANDUKA: Kısve-i Şerif ve Ravza-i Mutahhara örtüleri.

"VAFTİZ HAVUZU"
Ayasofya'nın inşa edildiği Justinianus Dönemi (M.S.6 Y.Y.) ve bir iddiaya göre önceki dönemlerden kalma vaftizhane 1453'ten sonra camiiye çevrilen Ayasofya'nın iç aydınlatmasında kullanılan kandillerin yağ deposu olmuştu. 1639'da vaftizhanenin içindeki büyük "Vaftiz Havuzu", vaftizhane avlusuna çıkartılmış, vaftizhane alanı Sultan 1. Mustafa'nın buraya gömülmesiyle türbeye dönüştürülmüştü. Ayasofya'nın 1935'de müze olarak faaliyete geçmesinden sonra 1943'de avlu bölgesinde yapılan araştırma kazısında yekpare mermerden oyulmuş vaftiz havuzu ortaya çıkarıldı. Vaftiz Havuzu'nunun dıştan uzunluğu 3.32 metre, dıştan genişliği 2.52 metre, dıştan yüksekliği 1.51 metre, içten uzunluğu 3.26 metre, içten genişliği 2.52 metre, içten derinliği 1.16 metre, basamak yüksekliği 1.16 metre. Doğu Roma - Erken Hristiyan sanatının bütün özelliklerinin yansıtan bu büyük havuzun bulunduğu vaftizhane atriumunda Osmanlı Dönemi'ne ait Bizans Sanatının sütun ve mermer örnekleriyle beraber görülebilecek.

Terleyen direk
Ayasofya'nın kıble tarafındaki kapılarından soldan sayılınca, sonuncusunun iç tarafında bir mermer sütun görürsünüz. Bu sütunun en büyük özelliği kış ve yaz nemli olması. Bu yüzden bu sütuna "terleyen direk" deniyor. Sütunun zemininden başlayarak bir buçuk metrelik bir kısmı bakır plakalarla kaplı. İnanca göre sürekli baş ağrısı çekenleri, sindirim sistemi hastalıkları olanları ve sıtmaya tutulanları bu direk tedavi ediyor. Önce iki rekât namaz kılınıyor, sonra hasta avuçlarını önce bakır plakalara sonra da yüzüne sürüyor. Bu hareket üç kez tekrarlanınca hastalıklar iyi oluyor. Ayrıca elleri çok terleyen kimselerin, direğin üzerinde bulunan deliğe parmaklarını soktukları ve artık ellerinin terlemediği birçok defalar görülmüş.

Ayasofya'nın içinde büyük salonun ortasında bir kuyu var.
Eskiden bu kuyu kalp hastalığına tutulanların sık sık geldikleri bir yerdi. Bunlar üç cumartesi art arda aç karnına buraya gelir, sabah namazını kılar ve bu sudan içerlerdi. Bu gelenek cami müze haline getirilene kadar sürdü. Kuyunun üzerinde yaklaşık 50 santim çapında, demir bir kapak var. 7 metrelik bir çubuk sarkıtıldığında dibine ulaşılamıyor. Su hâlâ mevcut, tadı tatlımsı ve mineralli. Suyun ne tür bir bir bileşim taşıdığının, incelenmesi gerekir. Yüzyıllardır orada durduğuna göre acaba bozulmuş mudur? Sonra niçin kalp hastalığına iyi geliyor? Bu da düşündürüyor. Yoksa suyun bir özelliği mi var? Bu soruların cevaplarını, devletin yetkili kurumlarına bırakıyoruz.
Geçenlerde bilim dünyası çikolatanın içinde bulunan bir maddenin hormonal etki yaptığını açıkladı. Ama bu etki özellikle, aşk yüzünden kalbi kırılanların üzerinde görülüyormuş. Demek ki, bu madde,beyinde aşırı üzüntü yaratan merkezi etkiliyor. Ayasofya' daki kuyunun şifalı suyunun da böyle bir özelliği neden olmasın!

Tabuta dokunulursa Ayasofya yıkılacak
Ayasofya'nın orta kıble kapısı üzerinde bir tabut var. Sarı pirinçten yapılmış bu tabutta Kraliçe Sofya yatıyor. Yalnız bir tehlike var, "Bu tabuta sakın dokunmayın" deniyor. Çünkü tabuta el sürülürse büyük bir gürültü başlıyor ve tüm bina sallanmaya başlıyormuş.
Kubbenin dört tarafında birer melek resmi var. Bunlar Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail'dir. Bu melekler kanatlarını açmış bir biçimde çizilmişler. İnanca göre Azrail, imparatorların ölümlerini, Mikail düşman saldırılarını, Cebrail ve İsrafil ise olacak olayları haber veriyor. İnananlar, tabut ile bu melekler arasında bir ilişki kuruyorlar... Tabutun koruyuculuğunu da üstlenen melekler, ona dokunulmasına izin vermiyorlarmış.

Esrarengiz kapılar
Ayasofya'nın güney tarafında ufak ve dar bir koridorun ucunda örülmüş bir kapı var. Buna "açılmaz kapı" deniyor. Anlatılanlara göre Fatih Sultan Mehmet İstanbul'a girdiğinde Rum Ortodoks Patriği yanındakilerle bu kapının önünde dua ediyormuş. Osmanlı ordusu kiliseye girince, Patrik bu kapıdan kaçıp kaybolmuş ve kapı bir daha açılmamış. Her paskalyada bu kapının önünde" kırmızı yumurta kabukları" ortaya çıkarmış. Bir de "Kapanmaz Kapı" miti var. Fetih günü, Fatih'in ordusundan biri bu kapıya öyle bir vuruş vurmuş ki, kapı yere gömülmüş ve bir daha asla açılmamış.

Pençe nişanı
Binanın güneydoğusundaki kubbeyi tutan fil ayağının bir yüzünde 6 metre yükseklikte ele benzeyen bir iz var. Kuşaktan kuşağa anlatılanlara göre, fetih günü, Fatih Sultan Mehmet'in atı ürkmüş, Sultan eliyle bu kemere tutunmuş. Atı ise sütunun kaidesini zedelemiş. Buraya kadar bir şey yok. Ama pençe izinin yerden 6 metre yükseklikte olduğu ve bu yüksekliğe, hiçbir atın erişemeyeceği düşünülürse, olayın esrarı bir anda ortaya çıkıveriyor.
Kapılarından biri Nuh'un gemsinden yapılmış

devamı ve kaynak