Alemci_Dayı
Profesör
- Katılım
- 25 Mayıs 2008
- Mesajlar
- 1,532
- Reaksiyon puanı
- 18
- Puanları
- 0
Ay ışığında ittihat gölgesi
İkinci Meşrutiyet, İttihat ve Terakki’ye iktidar yolunu açtı. Bugün Türkiye, bu anlayışın “darbecilik, suikast, jakobenlik, halka rağmen halkçılık” argümanlarını kullanan Ergenekoncu, ulusalcı yapı ile hesaplaşmaya çalışıyor. Yüz yıl önce İttihatçılık neydi, bugün ne? Ergenekon ne kadar İttihatçı?...
Tarih kitapları, İkinci Meşrutiyet’i “29 yıl askıda kaldıktan sonra Osmanlı Anayasası’nın (Kanun-i Esasi) 24 Temmuz 1908’de yeniden ilan edilmesiyle başlayan ve 5 Kasım 1922’de Osmanlı Devleti’nin tasfiyesiyle sona eren dönem” olarak tanımlıyor. İçinde bulunduğumuz hafta II. Meşrutiyet’in ilanının 100. yıldönümüne denk geliyor. Bugün yaşanan pek çok tartışmadan iktidar mücadelesine, çete, komitacılık, kuvvacılık, vatan kurtarmak için kurulan derin devlet yapılanmalarına kadar pek çok unsurun kökenleri bir ölçüde o dönemlere dayanıyor. İttihat ve Terakki hareketi Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ortaya çıkan ve devletin ancak Batılaşma ve pozitivist düşünceyle kurtulabileceğini düşünen seçkinci bir kesimin ‘vatan kurtarmak’ adına gizli örgütlenmesinden, kendi konjonktürüne göre belki de haklı gerekçelerle ‘gizli iktidarından’ ve nihayetinde koskoca Osmanlı Devleti’nin çöküşünden mesul bir anlayışı da temsil ediyor.
1908-1922 arasındaki 14 yılı kapsayan bu dönemde, Türkiye parlamenter demokrasi, cumhuriyet, seçim, siyasi parti, diktatörlük, askerî darbe, suikastlar, kuvvacılık gibi olgularla tanıştı. Balkan Harbi, Trablusgarp ve Birinci Dünya Savaşı’nı yaşadı ve altı asırlık bir imparatorluğun dağılmasına tanıklık etti. Ve nihayet Cumhuriyet kuruldu. İttihat ve Terakki, Rusya’da yaşanan (1905) devrimden sonra yaygınlık kazanan askerî ve bürokratik kadrolarda yapılanan ve taraftar bulan örgütlü ve gizli muhalefetin adıydı. Rumeli vilayetinde, 3. Ordu’nun merkezinin bulunduğu Selanik’te en güçlü yapılanmalar oluşmuştu.
İbrahim Temo ve arkadaşlarının, hareketin ilk nüvesini Askerî Tıbbiye Mektebi’nde İttihad-i Osmani Cemiyeti adıyla kurdukları dönemde(1889) Fransız ihtilalinin de 100. yıldönümüydü. Paris’teki etkinliklere o dönemde Osmanlı hükûmetini temsilen katılan Ahmet Rıza Efendi’nin görevinden istifa edip gazeteciliğe atılması ve Fransa’da kurduğu İttihat ve Terakki isimli dernek bu hareketin temel taşlarından biri olur. İş Paris’le sınırlı kalmaz, Kahire ve Cenevre hatta Londra ve Napoli’ye kadar uzanır. Sonra Makedonya ve İstanbul’da popülerleşir. Tartışma konusu Yeni Osmanlıcılık, yani Jön Türkler’dir.
İTTİHATÇILIĞIN MAKUS TARİHİ
Padişah II. Abdülhamit yurtdışındaki bu oluşumlara müdahale eder. İttihat ve Terakki’nin en çok güçlendiği bölge olarak bilinen Selanik’teki birlikler 1903’ten itibaren Makedonya İsyanı’nı bastırma mücadelesinde yer almış; Bulgar ve Makedon devrim örgütlerinin mücadelelerinden etkilenmişlerdi. Ve en sonunda ortaya çıkan çeşitli örgütler 1907’de yurtdışındaki devrimcilerle irtibat kurarak Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti adı altında birleşecek, siyasal bir akım hâline geleceklerdi. Temmuz 1908 başlarında ise İttihatçıların ‘devrim’ hareketi hız kazanacaktı. 3 Temmuz’da Binbaşı Resneli Niyazi Bey, ardından Binbaşı Enver Bey isyan ederek dağa çıkacak, 7 Temmuz’da teftiş için gönderilen Şemsi Paşa Manastır’da bir İttihat ve Terakki fedaisi tarafından vurularak öldürülecekti. 20 Temmuz’da İttihatçıların sesi daha da yükselecek, Arnavutluk kurultayında meşrutiyetin derhal ilan edilmemesi hâlinde İstanbul’a yürüme kararı alacaklardı.
22 Temmuz’da II. Abdülhamid, Sadrazam Ferit Paşa’yı azlederek yerine liberal bir isim olan Sait Paşa’yı getirdi. 24 Temmuz’da ise padişahın isteğiyle Kanun-i Esasi’yi yeniden yürürlüğe sokan kararname ilan edildi. 17 Aralık’ta ise seçimlerin ardından Meclis-i Mebusan tekrar çalışmaya başladı. Ancak ülkeyi perde arkasından yöneten İttihat ve Terakki’ye karşı tepkiler sürdü. 6 Nisan’da muhalif gazeteci Hasan Fehmi’nin öldürülmesi, 13 Nisan 1909’da bazı askerî birliklerin isyanı, 31 Mart ayaklanması ve nihayet 27 Nisan 1909’da II. Abdülhamid’in bu ayaklanmadan sorumlu tutularak tahttan indirilmesi ve Bab-ı Ali baskınıyla filmin sonu belli olmuştu. Sonrasında gelişen hadiseler; Balkan Harbi, Trablusgarp, Çanakkale ve Birinci Dünya Savaşı koca imparatorluğun sonunu getirecekti.
İttihat ve Terakki zihniyeti o günden sonra Devlet-i Aliye-i Osmaniye’nin yıkılışının, suikastlar, gizli örgütlenmeler, komitacılık ve darbeciliğin simgesi, bir milletin kırılma noktası olarak görülüp anıldı. Halka rağmen halkçılık, devleti kurtarmak adına her şeyi meşru görmek belki de problemin başladığı yerdi. Ne acı tesadüftür ki, 100 yıl sonra Türkiye 1908’i aratmayacak tartışmalarla yeni bir döneme geçiyor. Ancak bu kez ibre demokrasi ve özgürlüklerden, büyüyen Türkiye’den yana. Peki dünün İttihat ve Terakki zihniyeti ile bugünün ‘ittihatçıları’ arasında bir bağ var mı? neo-ittihatçılık, ulusalcılık, vatansever dernekler, Ergenekon ne kadar dünün ittihatçılığının mirası üzerinde oturuyor? Yoksa bugün yaşananlar dünün İttihat ve Terakki zihniyetinin sadece darbeciliği, suikastları, halkı yeniden dizayn etme emelleri ve jargonlarını kullanan kötü bir kopyasından mı ibaret?
İTTİHAT VE TERAKKİ ELİT DEĞİŞİMİYDİ, 100 YIL SONRA TERSİNE DEĞİŞİM YAŞANIYOR
Prof. Dr. Mümtazer Türköne, Osmanlı’nın son dönemlerine tekabül eden 100 yıl önceki süreçte seçkin (elit) değişimi yaşandığını söylüyor: “Bugün de benzer bir elit değişimi yaşanıyor. İttihat ve Terakki’nin 1908 devrimi önemli bir seçkin değişimiydi. Asilzade sisteminin doğmasını engelleyen müsadere sisteminin 1828’de kaldırılması paşazedelerin ve yeni bir elitin (aristokrasi) oluşmasını beraberinde getirdi. 1908 Meşrutiyeti, toplumun alt tabakasından gelen Rumeli kökenli gençlerin bu elitleri devirmesidir. Paşazade ile Harbiyeli aynı yerden mezun oluyor. Harbiyeli dağ bayır koşuyor. Paşazadeler rütbe alıyor. İşte bu tepkilerle büyüyen İttihat ve Terakki’ye mensup olanların neredeyse tamamı biraz da sınıfsal ve benzer sosyal kökenden gelir.”
Çok uzun bir dönemi kapsayan bu elit değişimi, 1908’den 1950’lere kadar sürmüştü. 1950’den sonra 27 Mayıs 1960 darbesiyle bu zümre iktidarı tekrar eline geçirdi. Türköne’ye göre, Türkiye çok partili demokratik hayata geçişten itibaren ise, İttihat Terakki elitleriyle, sanayileşme ve şehirleşmeyle ortaya çıkan yeni orta sınıfların (demokratik elitlerin) rekabetini ve mücadelesini yaşıyor. Bu anlamda askerlerin, yargının, üniversite hocalarının iktidar elitleri, İttihat ve Terakki’nin devamı olageldi hep. Türköne bugünkü değişimi, 100 yıl öncekilerin aksine ‘pozitif’ olarak değerlendiriyor: “Demokratik elitler, orta sınıflaşmanın, küçük ve orta boy işletmelerin Anadolu’daki değişimi bir yerde komprador (işbirlikçi) büyük sermaye yerine, yerli burjuvazi ve sermayenin yükselişi mücadelesi yaşanıyor. Turgut Özal iktidarıyla oluşan bu yeni sermaye sınıfının ortaya çıkardığı demokrasi talebi, siyaset ve sosyal hayatın her aşamasını etkiliyor ve yayılıyor.”
Teşkilat-ı Mahsusa mantığıyla hareket eden Ergenekon, tek parti zihniyetinden kurtulamayan CHP bu değişime direniyor. Jakoben (tepeden inmeci) bir eliti temsil ettiği için dünün Halk Partisi de bugünün CHP’si de İttihat ve Terakki anlayışının devamı olarak görülüyor.
DÜNDEN BUGÜNE İTTİHATÇI SÖYLEM NASIL DEĞİŞTİ?
İttihat ve Terakki’nin 2. Meşrutiyet sonrası ortaya koyduğu politikalarla, bugünün kimi siyasi yaklaşımları arasında bazı paralellikler veya süreklilikler olduğu hemen göze çarpıyor. Örneğin son 25 yıla damgasını vuran ‘irtica’ kavramı, ‘vatan elden gidiyor’ feveranı İttihatçı çevrelerin gündeme getirdiği kavram ve konseptlerdi. Kuşkusuz sonradan ilericilik-gericilik ekseninde yeniden üretilen bu söylem, 31 Mart olayı sonrası yaygınlık kazandı. Bu söylemin arkasında Jön Türklerin benimsediği Comte’çu felsefenin, ilerlemeci ve 18. Yüzyıl aydınlanmacılığının etkisi vardı. Zaten cemiyetin adı İttihat ve Terakki yani “birlik ve ilerleme” idi. Zamanla İttihat ve Terakki’ye muhalefet eden her yaklaşım için benzer bir tanımlama yapılacaktı.
Aynı yaklaşım Cumhuriyet döneminde de karşımıza çıktı. Örneğin bizzat Mustafa Kemal’in yakın arkadaşı Fethi Bey tarafından kurulan Serbest Fırka’ya ilişkin olarak, Halk Partisi’ni destekleyen basın tarafından, “İrticacıların, komünistlerin ve azınlıkların fırkası” gibi manşetler atılıyordu. Dönemin mülki amirleri de bu tür propaganda işine girişmişlerdi. Kocaeli Valisi Adapazarı’nda Serbest Cumhuriyet Fırkası için çalışan aydınları tutuklatmış ve gerekçe olarak da “gericiliği” göstermişti(99 Günlük Muhalefet, Serbest Cumhuriyet Fırkası, İletişim Yayınları).
İttihatçıların etkin olduğu dönemde, genel korku, imparatorluğun dağılması ve parçalanması idi. Nitekim bu korkular o dönemde büyük ölçüde gerçekleşti. Balkan Harbi, Trablusgarp ve Birinci Dünya Savaşı derken, imparatorluk tamamen bir yıkıntı hâline geldi. Birinci Dünya Savaşı sonrası Anadolu’da yaşanan işgale karşı oluşturulan Müdafaa-i Hukuk dernekleri ve Kuvayı Millîye örgütlenmeleri, işgale karşı haklı bir direniş başlatan örgütlenmelerdi ve kuruluş sürecinde bazı İttihatçı kadroların önemli katkıları olmuştu.
devamı altta
İkinci Meşrutiyet, İttihat ve Terakki’ye iktidar yolunu açtı. Bugün Türkiye, bu anlayışın “darbecilik, suikast, jakobenlik, halka rağmen halkçılık” argümanlarını kullanan Ergenekoncu, ulusalcı yapı ile hesaplaşmaya çalışıyor. Yüz yıl önce İttihatçılık neydi, bugün ne? Ergenekon ne kadar İttihatçı?...
Tarih kitapları, İkinci Meşrutiyet’i “29 yıl askıda kaldıktan sonra Osmanlı Anayasası’nın (Kanun-i Esasi) 24 Temmuz 1908’de yeniden ilan edilmesiyle başlayan ve 5 Kasım 1922’de Osmanlı Devleti’nin tasfiyesiyle sona eren dönem” olarak tanımlıyor. İçinde bulunduğumuz hafta II. Meşrutiyet’in ilanının 100. yıldönümüne denk geliyor. Bugün yaşanan pek çok tartışmadan iktidar mücadelesine, çete, komitacılık, kuvvacılık, vatan kurtarmak için kurulan derin devlet yapılanmalarına kadar pek çok unsurun kökenleri bir ölçüde o dönemlere dayanıyor. İttihat ve Terakki hareketi Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ortaya çıkan ve devletin ancak Batılaşma ve pozitivist düşünceyle kurtulabileceğini düşünen seçkinci bir kesimin ‘vatan kurtarmak’ adına gizli örgütlenmesinden, kendi konjonktürüne göre belki de haklı gerekçelerle ‘gizli iktidarından’ ve nihayetinde koskoca Osmanlı Devleti’nin çöküşünden mesul bir anlayışı da temsil ediyor.
1908-1922 arasındaki 14 yılı kapsayan bu dönemde, Türkiye parlamenter demokrasi, cumhuriyet, seçim, siyasi parti, diktatörlük, askerî darbe, suikastlar, kuvvacılık gibi olgularla tanıştı. Balkan Harbi, Trablusgarp ve Birinci Dünya Savaşı’nı yaşadı ve altı asırlık bir imparatorluğun dağılmasına tanıklık etti. Ve nihayet Cumhuriyet kuruldu. İttihat ve Terakki, Rusya’da yaşanan (1905) devrimden sonra yaygınlık kazanan askerî ve bürokratik kadrolarda yapılanan ve taraftar bulan örgütlü ve gizli muhalefetin adıydı. Rumeli vilayetinde, 3. Ordu’nun merkezinin bulunduğu Selanik’te en güçlü yapılanmalar oluşmuştu.
İbrahim Temo ve arkadaşlarının, hareketin ilk nüvesini Askerî Tıbbiye Mektebi’nde İttihad-i Osmani Cemiyeti adıyla kurdukları dönemde(1889) Fransız ihtilalinin de 100. yıldönümüydü. Paris’teki etkinliklere o dönemde Osmanlı hükûmetini temsilen katılan Ahmet Rıza Efendi’nin görevinden istifa edip gazeteciliğe atılması ve Fransa’da kurduğu İttihat ve Terakki isimli dernek bu hareketin temel taşlarından biri olur. İş Paris’le sınırlı kalmaz, Kahire ve Cenevre hatta Londra ve Napoli’ye kadar uzanır. Sonra Makedonya ve İstanbul’da popülerleşir. Tartışma konusu Yeni Osmanlıcılık, yani Jön Türkler’dir.
İTTİHATÇILIĞIN MAKUS TARİHİ
Padişah II. Abdülhamit yurtdışındaki bu oluşumlara müdahale eder. İttihat ve Terakki’nin en çok güçlendiği bölge olarak bilinen Selanik’teki birlikler 1903’ten itibaren Makedonya İsyanı’nı bastırma mücadelesinde yer almış; Bulgar ve Makedon devrim örgütlerinin mücadelelerinden etkilenmişlerdi. Ve en sonunda ortaya çıkan çeşitli örgütler 1907’de yurtdışındaki devrimcilerle irtibat kurarak Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti adı altında birleşecek, siyasal bir akım hâline geleceklerdi. Temmuz 1908 başlarında ise İttihatçıların ‘devrim’ hareketi hız kazanacaktı. 3 Temmuz’da Binbaşı Resneli Niyazi Bey, ardından Binbaşı Enver Bey isyan ederek dağa çıkacak, 7 Temmuz’da teftiş için gönderilen Şemsi Paşa Manastır’da bir İttihat ve Terakki fedaisi tarafından vurularak öldürülecekti. 20 Temmuz’da İttihatçıların sesi daha da yükselecek, Arnavutluk kurultayında meşrutiyetin derhal ilan edilmemesi hâlinde İstanbul’a yürüme kararı alacaklardı.
22 Temmuz’da II. Abdülhamid, Sadrazam Ferit Paşa’yı azlederek yerine liberal bir isim olan Sait Paşa’yı getirdi. 24 Temmuz’da ise padişahın isteğiyle Kanun-i Esasi’yi yeniden yürürlüğe sokan kararname ilan edildi. 17 Aralık’ta ise seçimlerin ardından Meclis-i Mebusan tekrar çalışmaya başladı. Ancak ülkeyi perde arkasından yöneten İttihat ve Terakki’ye karşı tepkiler sürdü. 6 Nisan’da muhalif gazeteci Hasan Fehmi’nin öldürülmesi, 13 Nisan 1909’da bazı askerî birliklerin isyanı, 31 Mart ayaklanması ve nihayet 27 Nisan 1909’da II. Abdülhamid’in bu ayaklanmadan sorumlu tutularak tahttan indirilmesi ve Bab-ı Ali baskınıyla filmin sonu belli olmuştu. Sonrasında gelişen hadiseler; Balkan Harbi, Trablusgarp, Çanakkale ve Birinci Dünya Savaşı koca imparatorluğun sonunu getirecekti.
İttihat ve Terakki zihniyeti o günden sonra Devlet-i Aliye-i Osmaniye’nin yıkılışının, suikastlar, gizli örgütlenmeler, komitacılık ve darbeciliğin simgesi, bir milletin kırılma noktası olarak görülüp anıldı. Halka rağmen halkçılık, devleti kurtarmak adına her şeyi meşru görmek belki de problemin başladığı yerdi. Ne acı tesadüftür ki, 100 yıl sonra Türkiye 1908’i aratmayacak tartışmalarla yeni bir döneme geçiyor. Ancak bu kez ibre demokrasi ve özgürlüklerden, büyüyen Türkiye’den yana. Peki dünün İttihat ve Terakki zihniyeti ile bugünün ‘ittihatçıları’ arasında bir bağ var mı? neo-ittihatçılık, ulusalcılık, vatansever dernekler, Ergenekon ne kadar dünün ittihatçılığının mirası üzerinde oturuyor? Yoksa bugün yaşananlar dünün İttihat ve Terakki zihniyetinin sadece darbeciliği, suikastları, halkı yeniden dizayn etme emelleri ve jargonlarını kullanan kötü bir kopyasından mı ibaret?
İTTİHAT VE TERAKKİ ELİT DEĞİŞİMİYDİ, 100 YIL SONRA TERSİNE DEĞİŞİM YAŞANIYOR
Prof. Dr. Mümtazer Türköne, Osmanlı’nın son dönemlerine tekabül eden 100 yıl önceki süreçte seçkin (elit) değişimi yaşandığını söylüyor: “Bugün de benzer bir elit değişimi yaşanıyor. İttihat ve Terakki’nin 1908 devrimi önemli bir seçkin değişimiydi. Asilzade sisteminin doğmasını engelleyen müsadere sisteminin 1828’de kaldırılması paşazedelerin ve yeni bir elitin (aristokrasi) oluşmasını beraberinde getirdi. 1908 Meşrutiyeti, toplumun alt tabakasından gelen Rumeli kökenli gençlerin bu elitleri devirmesidir. Paşazade ile Harbiyeli aynı yerden mezun oluyor. Harbiyeli dağ bayır koşuyor. Paşazadeler rütbe alıyor. İşte bu tepkilerle büyüyen İttihat ve Terakki’ye mensup olanların neredeyse tamamı biraz da sınıfsal ve benzer sosyal kökenden gelir.”
Çok uzun bir dönemi kapsayan bu elit değişimi, 1908’den 1950’lere kadar sürmüştü. 1950’den sonra 27 Mayıs 1960 darbesiyle bu zümre iktidarı tekrar eline geçirdi. Türköne’ye göre, Türkiye çok partili demokratik hayata geçişten itibaren ise, İttihat Terakki elitleriyle, sanayileşme ve şehirleşmeyle ortaya çıkan yeni orta sınıfların (demokratik elitlerin) rekabetini ve mücadelesini yaşıyor. Bu anlamda askerlerin, yargının, üniversite hocalarının iktidar elitleri, İttihat ve Terakki’nin devamı olageldi hep. Türköne bugünkü değişimi, 100 yıl öncekilerin aksine ‘pozitif’ olarak değerlendiriyor: “Demokratik elitler, orta sınıflaşmanın, küçük ve orta boy işletmelerin Anadolu’daki değişimi bir yerde komprador (işbirlikçi) büyük sermaye yerine, yerli burjuvazi ve sermayenin yükselişi mücadelesi yaşanıyor. Turgut Özal iktidarıyla oluşan bu yeni sermaye sınıfının ortaya çıkardığı demokrasi talebi, siyaset ve sosyal hayatın her aşamasını etkiliyor ve yayılıyor.”
Teşkilat-ı Mahsusa mantığıyla hareket eden Ergenekon, tek parti zihniyetinden kurtulamayan CHP bu değişime direniyor. Jakoben (tepeden inmeci) bir eliti temsil ettiği için dünün Halk Partisi de bugünün CHP’si de İttihat ve Terakki anlayışının devamı olarak görülüyor.
DÜNDEN BUGÜNE İTTİHATÇI SÖYLEM NASIL DEĞİŞTİ?
İttihat ve Terakki’nin 2. Meşrutiyet sonrası ortaya koyduğu politikalarla, bugünün kimi siyasi yaklaşımları arasında bazı paralellikler veya süreklilikler olduğu hemen göze çarpıyor. Örneğin son 25 yıla damgasını vuran ‘irtica’ kavramı, ‘vatan elden gidiyor’ feveranı İttihatçı çevrelerin gündeme getirdiği kavram ve konseptlerdi. Kuşkusuz sonradan ilericilik-gericilik ekseninde yeniden üretilen bu söylem, 31 Mart olayı sonrası yaygınlık kazandı. Bu söylemin arkasında Jön Türklerin benimsediği Comte’çu felsefenin, ilerlemeci ve 18. Yüzyıl aydınlanmacılığının etkisi vardı. Zaten cemiyetin adı İttihat ve Terakki yani “birlik ve ilerleme” idi. Zamanla İttihat ve Terakki’ye muhalefet eden her yaklaşım için benzer bir tanımlama yapılacaktı.
Aynı yaklaşım Cumhuriyet döneminde de karşımıza çıktı. Örneğin bizzat Mustafa Kemal’in yakın arkadaşı Fethi Bey tarafından kurulan Serbest Fırka’ya ilişkin olarak, Halk Partisi’ni destekleyen basın tarafından, “İrticacıların, komünistlerin ve azınlıkların fırkası” gibi manşetler atılıyordu. Dönemin mülki amirleri de bu tür propaganda işine girişmişlerdi. Kocaeli Valisi Adapazarı’nda Serbest Cumhuriyet Fırkası için çalışan aydınları tutuklatmış ve gerekçe olarak da “gericiliği” göstermişti(99 Günlük Muhalefet, Serbest Cumhuriyet Fırkası, İletişim Yayınları).
İttihatçıların etkin olduğu dönemde, genel korku, imparatorluğun dağılması ve parçalanması idi. Nitekim bu korkular o dönemde büyük ölçüde gerçekleşti. Balkan Harbi, Trablusgarp ve Birinci Dünya Savaşı derken, imparatorluk tamamen bir yıkıntı hâline geldi. Birinci Dünya Savaşı sonrası Anadolu’da yaşanan işgale karşı oluşturulan Müdafaa-i Hukuk dernekleri ve Kuvayı Millîye örgütlenmeleri, işgale karşı haklı bir direniş başlatan örgütlenmelerdi ve kuruluş sürecinde bazı İttihatçı kadroların önemli katkıları olmuştu.
devamı altta