Artık Atatürkün bile kesmediği Atatürkçüler

HAKAN34

Asistan
Katılım
5 Ekim 2008
Mesajlar
193
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Artık Atatürk’ün bile kesmediği Atatürkçüler

Yıldıray Oğur - 02.11.2008











Tac Mahal için anlatılan o hikâyeyi duymuşsunuzdur.
Babür İmparatoru Şah Cihan çok sevdiği eşi Mümtaz Mahal’i kaybedince adeta yıkılır. Onun anısına eşi benzeri olmayan büyük bir türbe yaptırmaya karar verir. İnşaat başlar, dünyanın her yerinden en usta mimarlar çağrılır, en değerli taşlar, en pahalı mermerler getirtilir. Mezar büyüdükçe büyür. Kubbeler yükseldikçe yükselir. Ama eşinin acısıyla hayata küsen ve kendini Tac Mahal’in mimari bir harika olmasına vakfeden Şah Cihan bir türlü sonuçtan mutlu olmaz. Bir eksik, ahengi bozan bir şey vardır hep. Yıllar geçer. Bir gün yine kubbelerden birinin üstüne çıkan Şah görkemli yapının içinde artık minik bir nokta gibi kalan sevgili eşinin mezarını fark eder ve emri verir: “İşte ahengi bozan şeyi buldum, atın bunu oradan.”
Can Dündar’ın Mustafa belgeselindeki ‘İnsan Atatürk’e ateş püsküren Atatürkçüler insanın aklına bu hikâyeyi getiriyor.
Üstelik epey bir tıraşlanmış, sansürlenmiş bir ‘İnsan Atatürk’ bu. Buna bile...
Deniz Baykallar, Müjdat Gezenler, Bekir Coşkunlar, birden bire karşılarına çıkıveren bu ‘İnsan Atatürk’, ilkokul üçüncü sınıfta onlara anlatılan ‘Süperman Atatürk’e benzemiyor diye çocuk gibi Atatürk’e küstüler.
Hani utanmasalar travmatik bir çocukluk geçirdiği için, Anadolu’ya geçmeden önce Vahdettin ile görüştüğü için, devrimlerin konuşulduğu Çankaya sofralarında içki içip sarhoş olduğu için Atatürk’ü de kabarık Cumhuriyet düşmanları listelerine ekleyecekler.
Mustafa
’yı izleyip “Atatürk’ün sofrası Cumhuriyet coşkusunun yaşandığı bir sofradır” diye köpüren Baykal,hani etraftan çekinmese, ulusal hafiye Kemal Kılıçdaroğlu’nu genç Cumhuriyet’in paralarıyla kurulan o Çankaya sofralarında Atatürk’ün yaptığı usulsüz harcamalarının peşine takacak.
Durup dururken nereden çıkmıştı şimdi bu ‘İnsan Atatürk’.
Kimdi bu adam?
Nefsine yenik düşmüş bu adam kimdi? Atatürk ise sahiden de, onların saf çocuksu Cumhuriyet hayallerine ihanet etmişti. Eğer gerçek Atatürk buysa, birileri fena halde duygularıyla oynamıştı.
Onlar ki gözleri hep yolda, ümitle bekliyorlardı dönmesini. Çok alamet belirmişti. Şeriatçılar, Kürtler gemi azıya almıştı. Kemalistler Ergenekon vadisinde sıkıştırılmıştı.
Hani beyaz atıyla, kara pelerinini savura savura gelecekti Atatürk, Ergenekon’dan onları kurtarıp kayıp ‘Mu Adası’ndaki bilimsel cennetine götürecekti.
Şimdi bir romantik belgeselde karşımıza çıkıveren bu çaresiz, üzgün, ağlayan yetim çocuk, bu yalnız, hüzünlü yaşlı adam da kimdi?
Hâlbuki yıllardır bizi dört tarafı düşmanlarla çevrili bir ülkede, iç düşmanlarımızla baş başa öksüz, yetim, çaresiz bırakıp gittiğinden beri haber alamamıştık ondan.
Bulduğumuz her boşluğa heykellerini dikmiştik. Her boş duvara resmini asmıştık. Her yeni okula, sokağa, caddeye, stada adını vermiştik.
Her 10 Kasım’da “Sen kalk ben yatam” diye şiirler okumuştuk sırayla.
Özledik diye mayo reklamlarından bile seslenmiştik.
Cumhuriyet elden kaç defa gidiyordu, zor bela son anda darbelerle kurtarmıştık. Kaç adam kurban verdik uğruna, kaç adam astık onun için.
Gelmedi, ilgilenmedi biz çocuklarıyla.
Biz de çaresiz kendimize yeni bir Atatürk yarattık.
Yağmur, çamur, kar demeden her meydanda öylece duracak, her boş duvardan bize bakacak, her şeyden anlayacak, her konu hakkında söz söylemiş, her alanda dünyanın en iyisi, her şeyin sebebi, her şeyin yaratıcısı, hatasız, günahsız, her yere çekilebilecek, her şeyi meşrulaştıracak, her ayıbımızı örtecek, her halt yediğimizde imdadımıza yetişecek, çatık kaşları, keskin bakışlarıyla iç ve dış düşmanlarımızı korkutacak, tarlamıza dadanan her kargayı kovalayacak, hiç yorulmayan, hiç kızmayan, hiç söylenmeyen, hiç hayır demeyen, hatta hiç konuşmayan yeni bir Atatürktü bu ellerimizle yarattığımız.
Şimdi birden bire ‘İnsan Atatürk’ çıka geldi. O kadar yıl sonra, sürpriz yaptı.
Biz yeni Atatürkümüze iyice alışmışken.
Onun şarkılarını, marşlarını, şiirlerini söylerken.
Onun nutuklarını atarken.
Onun uğruna Ergenekon davalarında kan, ter içinde kalmışken.
Peki, ne yapacağız şimdi?
İki Atatürkümüz var artık.
Hangisini ‘Ata’ bileceğiz?
İlkini yakından tanıyoruz. Her yerde karşımıza çıkan (çıkartılan), uğruna darbeler yapılan, insanlar asılan, nutuklar söylenen, şiirler okunan Atatürk. Kendi ellerimizle yaptığımız, başımızın üstüne ‘demokres’in kılıcı gibi astığımız, devlet tarafından onaylı, sertifikalı, tescilli her türlü zaafa, hataya karşı aşılanmış alıştığımız, resmî Atatürk.
Diğeri ise yıllar sonra çıkıp gelen ‘İnsan Atatürk’. Kanlı canlı, hataları ve sevaplarıyla Zübeyde Hanım ve Ali Rıza Bey’in erkek çocukları Mustafa. Gayri resmî Atatürk.
Şimdi siz söyleyin Can Dündar? Siz başımıza açtınız bu belayı?
Ne yapacağız? Hangisi bizim Atatürkümüz olacak? Hangisinin yolunda hiç yılmadan yürüyeceğiz.
Bakın sizin iyi niyetli ‘Kemalizmde reform’ çabanız bile anlaşılmadı. “Ana kaynağa geri dönelim (selefi Kemalizm), Atatürk ile aramıza artık Kemalist kilise girmesin” çağrınız, Kemalist papalığı öfkeden deliye döndürdü.
“Kemalizm’in bir Luther’e ihtiyacı yok”, “Kendilerine ‘Mustafacı’ diyen bu protestan Kemalistler şeytanın oyununa geldiler” diye aforozunuz için fetvalar çıkarıyorlar.
Belgeselinizi izleyen, destek veren, vermeyen lanetleniyor.
Ve siz Can Dündar, her şey artık bu kadar açıkken, bu Atatürkçülüğün Atatürk ile bile artık bir ilgisi kalmadığı ortaya çıkmışken, hâlâ mı şüphe etmiyorsunuz, hâlâ mı Ergenekon’un ‘heryerekonması’ sizi rahatsız ediyor? Sizce bu Atatürksüz Atatürkçülükle ciddi bir sorunumuz yok mu?
Bu hayalî, resmî Atatürk’ün, bir gün hiç gözünü kırpmadan Zübeyde Hanım’ın oğlu Mustafa’ya da kıyabileceğini görmüyor musunuz?
‘Mustafa’ hakkındaki her şeyi okumuş, aramızda hiç şüphesiz onu en iyi tanıyan siz daha neyi bekliyorsunuz?
Anıtkabir’in ahengini bozduğu için Atatürk’ün mozolesinin daha uygun bir yere taşınmasını mı?

kaynak
 

pulsarkuant

Asistan
Katılım
31 Ağustos 2008
Mesajlar
157
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Tek kelimeyle süper bir yazı olmuş. Başlıkta bu yazıya bu kadar yakışırdı hani..
 

Khaldedon

Öğrenci
Katılım
7 Ekim 2008
Mesajlar
71
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Musta Filmi Çok Çok Az Bile Yazmış İmamların Asılmasını Şapka Takmayanların Asılmasını Falan Yazmamış Ama Kemal in İçkiye Olan Düşkünlüğünü Aktarmış Filmde Birde Son Zamanlarında Ölümünün Çok Acı çekerek ve Yanlız Olduğunuda Aktarmış Siroz Zaten Çok içki İçenlerin Hastalığıdır zaten
 

eray045

Rektör
Katılım
12 Nisan 2008
Mesajlar
12,600
Reaksiyon puanı
250
Puanları
243
Musta Filmi Çok Çok Az Bile Yazmış İmamların Asılmasını Şapka Takmayanların Asılmasını Falan Yazmamış Ama Kemal in İçkiye Olan Düşkünlüğünü Aktarmış Filmde Birde Son Zamanlarında Ölümünün Çok Acı çekerek ve Yanlız Olduğunuda Aktarmış Siroz Zaten Çok içki İçenlerin Hastalığıdır zaten

asker arkadaşın değilmi
düzgün konuş!
 

HAKAN34

Asistan
Katılım
5 Ekim 2008
Mesajlar
193
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Atatürk'ten Mustafa çıkar mı

03.11.2008 | Nabi Yağcı | Yorum





Can Dündar'ın filminden daha doğrusu filmin kendisinden söz etmeyeceğim; birincisi filmi görmedim, ikincisi çok merak da etmiyorum doğrusu. Merak etmemem bu filmi ortaya çıkaranların sanatsal, fikri değerleriyle ilgili olmadığı gibi Mustafa Kemal'in kendisiyle de ilgili değildir. Elbette bir devletin kuruluşuna ve sonra da o devletin ideolojisine, fikriyatına ve hissiyatına damga basmış bir siyasi liderin hakkında film de yapılabilir, belgeseller de çekilebilir, şimdiye dek hiç bilmediğimiz kişilik özellikleri kitap veya film olarak ortaya konabilir; ortaya konuş biçimi çok sanatkârane, çok ustalıklı, çok incelikli, çok çarpıcı da olabilir. Bunlar olabilir kuşkusuz. Filmin arka planıyla ilgili tartışmalar da beni ilgilendirmiyor. Kısacası ilgilendiğim "Mustafa" filmi değildir, bu film çok başarılı da olmuş olabilir. Beni ilgilendiren konu Atatürk'ten bir Mustafa'nın çıkıp çıkamayacağı meselesidir. Bu ise ne bu filmle ne de Atatürk'ün şahsıyla alakalı bir meseledir.
Belki de beni alakadar eden şeyin film ile ilgili tek yanı bu filmin adından ibarettir. Bu ülkenin tüm resmi meydanlarının orta göbeğinde, kamusal alanlarında tek tip heykelleri, büstleri olan, bütün resmi dairelerde, kullandığımız paralarda, miting meydanlarında taşınan bayraklarda tek tip resmi olan, başkent Ankara'nın orta yerinde Kâbe gibi ziyaret edilen bir anıtmezar içinde yatan, özel bir kanunla korunan bir insan olarak Atatürk, Mustafa olamaz. Olmasın anlamında değil, isteseniz de olamaz, yüz bin kitap yazsanız, onlarca film yapsanız da olamaz, Atatürk'ten Mustafa çıkarılamaz. Olamazlığın nedeni film yapımcılarının, yazarların yaratıcı yetenekleriyle ilgili olmadığı gibi Mustafa Kemal'in şahsıyla da ilgisi yoktur. İlgi, Mustafa Kemal'den Atatürk yaratanlara ilişkindir.
Prototip bir Atatürk imajı yaratıldı, bir çocuk bile çalakalem bir Atatürk profili çizebilir size; çamuru yoğurup az buçuk heykel yapmasını bilen biri de bir Atatürk heykeli çıkarıverir. Ortaya çıkan şey bir insanın profili değil kafalarda yaratılmış tek tip imajın profilidir. Bu profilin içine, göz gibi gözleriyle, dudak gibi dudaklarıyla kaşlarıyla, karakter özelliklerini yansıtan mimik çizgileriyle gerçek insanı yerleştirmek olanaksızdır. Atatürk'ü herhangi bir insan gibi, yiyip içerken, gezerken gösteren sayısız fotoğrafı vardır ama o fotoğrafa bakanların gördükleri senin benim gibi bir insan değil, tepesine kutsal bir hale yerleştirilmiş insan-üstü bir varlığın imajıdır.
Atatürk'ün insani yönü vurgulanarak Atatürk heykellerine can verilemez. Mesele objede değil objektiftedir, görülende değil görendedir. Sorun kendine güvenmek yerine o heykellerin koruyucu büyüsüne güvenen, başı ağrıdığında çareyi Anıtkabir'in mistik havasına koşmakta bulan, bir kurtarıcıya, koruyucu meleğe gereksinim duyanların algı dünyasıyla ilgilidir. Onlar bir insan olarak kendi güçlerinin farkına varmadıkça Mustafa Kemal, Atatürk olmaya devam edecektir. Film etrafındaki tartışmalar da bunu göstermiyor mu? Bu büyü bozulacak diye Deniz Baykal'ın ödü kopuyor.
Bu nedenle kanımca Can Dündar'ın filmi, içeriğinden ve kendi mesajından bağımsız olarak salt ismi nedeniyle Atatürk ile "Mustafa" arasındaki paradoksu göstermesi açısından, salt bu açıdan ilginç sayılmalıdır. Bu paradoks sivilleşememiş yani kendine güven kazanamamış toplumumuzun çok düşündürücü sosyal psikolojisinin ürünüdür. Bu sosyal psikoloji gerçeklikle bağını yitirmiş insanların ruh halidir. Büyüdüğünün farkında olmayan ana kuzusu insan hali. Kendine ait bir dünya kuramayan, kurulu dünyanın dışına çıkmaktan tedirgin olan, çıkanları ise kendinin düşmanı sanan, özgürlükten korkan insanların ruh hali. Acıklı bir durum.
Öte taraftan, hocalara, şıhlara, şeyhlere, üfürükçülere tapıncı kırmaya soyunmuş bir insanın sonuçta kendisinin tapınç konusu bir put haline gelmesi, getirilmesi herhalde o insanın kendisi için de çok acıklı bir durumdur. Atatürk'ün de insan olduğunun gösterilmesiyle, güler yüzlü Atatürk portreleri çizmekle bu paradoks aşılamaz. Bunu gösterme gayreti ve bu gayretin etrafında yapılan tartışmalar bile bu büyük çelişkinin ne denli içselleşmiş, incelmiş bir nevi panteist, (kamu-tanrıcı) bir dinin, gizli bir totaliter ideolojinin ürünü olduğunu görmeye yeter.
Cumhuriyet'in kuruluşunun üstünden 85 yıl geçtiği halde etnik kökeni, inancı, fikirleri ne olursa olsun sırf insan olmaktan gelme bir sevgiyle birbirlerini seven bir toplum ortaya çıkaramamışız, hatta gidiş tersine. "Atatürk'ü güler yüzlü Mustafa yaparsak bu, olur" diye mi düşünülmekte acaba?
Özcesi sorun ne Mustafa'da ne de Atatürk'te, sorun bu kamu-tanrıcı Atatürkçülükte.

referans


 
Üst