Alex, Eric Cantona'dır

Whisper1907

Profesör
Katılım
15 Haziran 2009
Mesajlar
4,512
Reaksiyon puanı
24
Puanları
0
"İstatistikleri altüst etmeye dövmeye devam ederek -duruyorum, ama oynuyorum- da dedi. Onun gözleri, oscarlardan sıkılmış bir yönetmen gibi. Ey o futbol topunun sibobuna vurmayı kendine uğur eden büyücü. Keşke Türk olsaydın. Futbolda haksız rekabet yaratmaya devam et." (25 Kasım 2007/'Yeter Alex' başlıklı yazımdan...)

"Alex'in futbolu bırakışıyla onun misyonu kime yüklenecek?"
Kötü ve köşeye sıkıştıran bir soru değil aslında.
Bu tartışma ilelebet devam edecek, biz bundan sıyrılalım.
1977 Curitiba doğumlu bu büyücünün geleceğini düşünmek gerek.
Yanlış duymadınız 32 yaşındaki bir adamın geleceği, evet.
Ekol dediğimiz nedir düşündünüz mü?
Takımların bütün teknik düşünceleri hep kısa değil mi mesela...
Bugünlerde Roberto Carlos'un gitme-kalma haberleri manşet.
Kabak tadı verdi diyebilirsiniz.
Fakat bu Roberto Carlos, Necati Ateş değil.
"Sıktı bu haberler" demek yerine, "takımda tutun" demek var.
Aslında her şeyden arınıp, herkesin “ülkede” tutun demesi var.
Bizim Carlos'larımız (ün) yetişene kadar maalesef böyle.
Bundan da sıyrılalım, sonunu düşünelim.
Futbolda sonunu düşününen kahraman olur.
Alex de Souza da bir gün futbolu bırakacak.
Fenerbahçe tarihini yazanlar arasında yer alacak.
Bu değnekleri bilekleri olan büyücü asırlar boyu burda olmalı.
İronili bir şekilde hatta çocukları, çocuklarının çocukları da.
Alex'in doğduğu yer Curitiba, takım Coritiba.
Yıllar sonra kentin adı Coritiba'dan Curitiba'ya dönmüş.
Brezilya ekibi geleneksel isimden ise vazgeçmemiş.
Curitiba, Parana bölgesinin (eyalet) başkenti.
Sao Paulo, Rio de Janeiro ve Brasilia'dan sonra 4. zengin şehir.
Nüfusu iki milyona yakın, fakat oldukça gelişmiş.
"Brezilya'nın en yaşanılası yeri" de diyorlar.
Sürekli yatırım yapılan, bir kültür arsası baştan sona.
Alex'in duygusal sevdası, İstanbul kadar bilge yani.
Kadıköy başta olmak üzere Alex'e burada tapan çok.
Orada da, Curitiba'da Alex de Souza sevgisi bambaşka.
Alex o kulübün kapısına ilk geldiğinde 9 yaşındaydı.
“Ne yapacak Curitiba’da, mis gibi İstanbul (para)” değil yani.

Türkiye'de futbol adamları bir avuca sığacak kadar.
Sayı olarak çok da, devamlılık olarak az.
Keşke her köşede bir Franz Beckenbauer'imiz olsa.
Özellikle futbol yöneticiliği yapacak adamlarımız kısıtlı.
Kulüp yöneticiliği değil, futbol yöneticiliği.
Kulüp yöneticiliği profesyonellerin olmalı.
Futbol yöneticiliği ise futbolun içinden gelenlerin.
Bu şu durumla açıklanabilir.
Fenerbahçe'ye yıllardır bir sportif direktör önerisi sunulur.
İş isime gelir, herkes dut yemiş bülbül.
Futbol yöneticisi olmadan önce şu var;
Kulüpler yıllardır forma giydirdiklerine jubile bile yapmıyor.
Son 10 yılda kaç yerli futbolcu ansiklopedilere geçti?
Saygı duyduğunuz 10 adet yerli isim sayın.
Bu sıkışıklık Fenerbahçe'yi de etkiliyor.
Bu sıkışıklık Türkiye'yi de etkiliyor.
Futbolun içinden çıkanlar kendini geliştirmiyor.
Çünkü herkes geçim derdinde, konuşarak kazanmak.
Bu durumda çözümler eldeki değerler olmalı.
Daha doğrusu için takımların eldeki değerleri.
Milli duygularınızı çıkarın, mantık ile bakın.
Kaç tane Alex de Souza gelecek Fenerbahçe'ye.
Kaç tane Roberto Carlos gelecek, yıllar verecek.
Bugün tartışma eksenimiz Alex'in golleri/futbolu olmamalı.
Bugün tartışma eksenimiz değerler ve sonrası olmalı.
Alex her fırsatta sonrası için Curitiba diyordu.
Uzun zamandır "Fenerbahçe" de diyor, dikkat edin.
Bu mesajı Fenerbahçe yönetiminin aldığını düşünüyorum.
Oturup herkes şunu tartışmalı:
Alex nerede bırakacak? Alex nerede bırakmalı?
Alex nerede kalacak? Alex toptan sonra ne yapacak?

Bu konuyla ilgili uzun bir yazı/inceleme hazırlıyorum.
Ellerimin yarısı bugünlerde Brezilya’da.
Curitibalılar da konuşacak, Fenerbahçeliler de.
(Sizde burayı tıklayarak görüşlerinizi yazabilirsiniz)
Ben de düşüncelerimi açıklayacağım, başkaları da.
Sözü en son Alex de Souza'ya direk sorarak bitireceğim.
Onun ağzından konuyla ilgili görüşünü alarak bitireceğim.
O gün gelene kadar bakın tekrarlıyorum.
Alex nerede bırakacak? Alex nerede bırakmalı?
Bu tür durumlarda taraftar hep görevini yapıyor.
Zamanında şöyle bir pankart açılmış tribünlerde;
“Wir Lieben dich Tony”* / Bayrampaşalılar.
Harald Anton Schumacher (Toni) şimdi nerede…
(Toni’nin F.Bahçe ile arası iyi değil, biliyorum)

Genç futbolcular/yıldız yabancıların önünde artık bir örnek olmalı.
Bu kulübü taşırsan, futbolu bıraktığında o da seni taşır.
Cilt cilt ansiklopedilere geçersin, adın inler her yerde.
Sadece bunun için değil.
Hani ekol nedir demiştim yazının başında, var mı hatırlayanız?
Ekol, kulübün efsanelerinin daima kulübün içinde olmasıdır.
Tesislere adlarının verilmesi yeterli değil, klişe.
Unutulmazların, kulübün futbol çatısı altında kalmasıdır.
Her sektörde büyük markalar ünlü oyuncuların peşinde.
Ürünlerinin yüzleri olsun diye, reklamda oynatmak için.
Bakalım Fenerbahçe elindeki hazır bu yüzleri yönetebilecek mi?
Marka yönetimi konusunda uzman F.Bahçe başarabilecek mi?
Yoksa Alex'in Curitiba'ya dönüşüne izin verilecek ve...
Bir Petrus Ferdinandus Johannes (Pierre) van Hooijdonk mı olacak...
Alex de Souza Fenerbahçe'de Eric Daniel Pierre Cantona'dır.
(Saha dışı, karakter ve yetenek değil, duygu)
M.United taraftarları Cantona'yı nasıl seviyorsa...
Cantona nasıl "Ben insan değilim, Cantona'yım" diyorsa...
Looking for Eric filminde usta Ken Loach nasıl onu hayat yaptıysa.
Fenerbahçe'de de hayat bu çeyrekte Alexsandro de Souza'dır.

*Seni seviyoruz Toni.

GÖRMEMEK Mİ, ÇALMAK MI?
Dost,eş, takip edenlerle olan sohbetler de bir soru hep sabit.
"Blogları takip ediyor musunuz? Özellikle yerli olanları?"
Yeni medyanın tamamı olmasa da büyük çoğunluğu bloglar olacak.
Köşe dediğimiz şey bloglara dönüşecek, bakın Latin Amerika.
Her gün sabah, öğlen, akşam, gece yarısı dünyayı dolaşıyorum.
Üç beş kalıp site değil hem de.
Bilgisayarımdaki sık kullanılanlar gerçekten sık kullanılanlar.
Brezilya'da Parana bölgesine ait yerel gazeteye de gidiyorum.
İspanya'da El Pais'e de, ve daha fazlası.
Hemen hemen tüm haber/spor sitelerini günlük takip ediyorum.
Bloglar konusunda sıkı alışkanlığım olmasa da izliyorum.
Elinize kocaman meyve tabağı alırsınız ya, bloglar demek işte bu.
Bloglar, yerli online basın, yerli basın, yabancı basın.
Son günlerde hiddetle hep aynı şeyi soruyorum kendime;
"Bir haberi görmemek mi, bir haberi çalmak mı?"
Söz konusu haber ülke gündemiyse elbet siz de hareketlenirsiniz.
Konu hakkında uzun ve derin bir analiz daha sonraya...
Benim yukarıdaki soruya cevabım kesin;
"Haberi görmemek, ya da orijinal kaynağı ile görmek."
Kaynak vermek kimseyi küçültmez, büyütür.
Başka(larının) söküp çıkardığı bir haberi, derlemeyi vs yazını.
"Hazır güzel, burada iş yapar" diyerek almak olmamalı yayıncılık.
Medya adının geçtiği her yerde daha ne kadar erdem arayacağız...



BU FUTBOL DEĞİL ÜRÜNDÜR

Ünlü film repliği; "Saatlerimizi ayarlayalım"
29 Kasım günü, TSİ ile 22.00'de Camp Nou'dayız.
Bedenen olmasa da yarımız Barcelona, yarımız Real Madrid.
Dev maçın yayın hakları Mediapro şirketinde.
Maçı bazı sinemaların yayınlamasına izin verdiler.
Cahilliğime verin Avrupa'da yanılmıyorsam
bir ilk.
ABD'de bazı dev
maçlar için daha önce uygulan(mış).
Muhtemelen World Series, SuperBowl.
El Clasico diyorlar Barça - Real kapışmasına.
Bizimkiler de boğaz derbisine El Clasico manşeti atıyor ya.
Barcelona, Real Madrid, La Liga, Premier League vb.
Bunları alıcısına satmak çok
zor değil, imkanlar fazla.
Federasyon ya da yayıncı kuruluş;
F.Bahçe - G.Saray maçı için ne gib
i bir pazar çalışması yapıldı?
Derbininin yayınını isteyenlere satmak dışında kim(ler) çalıştı?
Hangi profesyonel ajans/pazarlama uzmanına başvuruldu?
Derbinin topunu hediye etmek dışında somut ne yapıldı?
Bunları alın bir de Turkcell Süper Lig'e vurun.
Bu ligin pazarlama çalışmasını hangi firma yürütmektedir?
Bu lig için ne türde değer çalışmaları / yatırım yapılmıştır.
Ben vereyim bu soruların cevabını, koca bir hiç.
Derbinin de, ligin de pazarlamasını yerli medya sahiplendi.
Derbi öncesi ver alttan yüksek sesi, koy demeci, tamamdır.
Zaman zaman futbolcular bu sorumluluğa el attı.
At yumruğu, kafayı, düş youtube'a, işte al sana dünya.
Ligin dengelemek için zaman zaman kara güçler de sahiplendi.
Pazarlamadan sandığımız Avrupa'da haber olmak değil mi...
Derbiler, ligler futbol değil, ürünlerdir.
Nokta.

Fısıltı 1: Mısır – Cezayir maçında 90+5’deki golden sonra yaşananları izleyin.
Fısıltı 2: Neden herkes Dünya Kupası’nı İngiltere kazanacak görüşünde…
Fısıltı 3: Hürriyet’in bir spor eki vardı, ne oldu ona? Gazeteler spor eki versin…
Fısıltı 4: Aykut Kocaman'ın bu takımdaki geleceği başka, no pain no gain.

Sevgiler!
An be an Esat DERGİ
Takip edin...



Kaynak
 
Üst