2. Abdülhamit Yanılgıları

Ottomans1453

Asistan
Katılım
10 Haziran 2008
Mesajlar
173
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Yazı uzun ama okumanızı tavsiye ederim.TArihimizdeki yalnısları biraz olsun öğrenelim.

Öncelikle kimdir 2. Abdülhamit:


Abdülhamit(2.) ( 21.09.1842)- (10.02.1918)
Osmanlı padişahlarının otuz dördüncüsü ve İslam halifelerinin doksan dokuzuncusu.

Saltanatı: 1876-1908
Babası: Abdülmecid Han - Annesi: Tir-i Müjgan Sultan
Doğumu: 21 Eylül 1842 Vefatı: 10 Şubat 1918

Çok iyi bir tahsil görerek din ilimlerini ve Fransızcayı mükemmel bir şekilde öğrendi. Amcası Abdülaziz Han onu Mısır ve Avrupa seyahatlerinde yanında götürdü. Abdülaziz Han'ı tahttan indirip şehit ettiren, böylece Osmanlı Devleti'nde idareyi ele geçirin batı kuklası bazı paşalar, V. Murat'ın şuurunun bozulması üzerine, devlet işlerine karışmaması ve yalnız millet meclisinin çıkaracağı kanunlara göre hareket etmesi şartıyla, Abdülhamid Han'ı sultan ilan ettiler.

Tahta çıktığında Osmanlı Devleti tam bir bunalımın eşiğindeydi. Karadağ ve Sırbistan'da savaş aleyhimize dönmüş, Bosna-Hersek ve Girit'te ayaklanmalar çıkmış, mali kriz son haddine varmıştı. Bu arada sadrazam Mithat Paşa ve arkadaşlarının isteği üzerine 23 Aralık 1876'da Birinci Meşrutiyet ilan edildi. Ancak gayrimüslimlerin dahi yer aldığı Meclis-i Mebusan'ın ilk işi Rusya'ya harp ilanı oldu. 93 harbi diye tarihe geçen bu savaş, Osmanlı Devleti için tam bir felaket getirdi. Ruslar İstanbul önlerine kadar geldi. Bir milyondan fazla Türk, Bulgaristan'dan İstanbul'a hicret etti. Mütareke isteyen Sultan Abdülhamid, ilk iş olarak devleti parçalanma ve yok olma yoluna doğru götüren Meclis-i Mebusan'ı kapattı (13 Şubat 1878) ve devlet idaresini eline aldı. Ayastefanos antlaşması ile Osmanlı Devleti Makedonya, Batı Trakya, Kırklareli, Kars, Ardahan ve Batum'u kaybediyordu. Ancak İngiltere ile anlaşan Abdülhamid Han, Kıbrıs'ın idaresini onlara bırakmak şartıyla, yeniden topladığı Berlin Konferansı'nda kaybedilen toprakların bir kısmına sahip oldu.

Abdülhamid Han büyük meseleler karşısında bunalan Osmanlı Devleti'ni bundan sonra dahiyane bir siyaset, adalet ve fevkalade bir kudretle yönetti. Düyun-u Umumiye idaresini kurarak iki yüz elli iki milyon tutan devlet borçlarını yüz altı milyona indirdi. Memlekette büyük bir imar faaliyeti ile eğitim ve öğretim seferberliği başlattı. Çoğu şahsî parasından olmak üzere cami, mescit, mektep, medrese, hastane, çeşme, köprü vs. gibi toplam 1552 eser yaptırdı. Ülkenin dört bir yanını demiryolu ile döşedi. Yunanlıların Girit'te isyan çıkarıp, Türkler arasında toplu katliamlar yaptırmaya başlamaları üzerine, Yunanistan'a harp ilan etti. Alman kurmaylarının altı ayda geçilemez dedikleri Termopil geçidini 24 saatte aşan Osmanlı ordusu, Atina önüne vardı. Yunanistan'ın tamamen Osmanlı eline geçeceğini anlayan Avrupalı devletler, sulha zorladılar ve bunda muvaffak oldular.

Yahudilerin Filistin'de bir cumhuriyet kurma teşebbüslerinin karşısına çıktı. Onların Osmanlı borçlarını bütünüyle silelim tekliflerini reddetti. Bu toprakların kanla alındığını, asla terk edilemeyeceğini sert bir dille bildirdi. Filistin topraklarının yahudilere satılmaması için gerekli tedbirleri aldı. Doğu Anadolu'da Ermeni hareketlerine karşılık Hamidiye alaylarını kurdu ve bölgede asayişi temin ile Osmanlı hakimiyetini pekiştirdi.

Sultan Abdülhamid Han'ı tahttan indirmeden Osmanlı Devleti'ni parçalamanın ve İslam'ı yok etmenin mümkün olmadığını gören bütün iç ve dış düşmanlar bu Türk hakanına karşı cephe aldılar. Bir taraftan Sultan'ı gözden düşürmek üzere her türlü iftira ve kötüleme kampanyaları yaparlarken, diğer taraftan suikastlar tertip ettiler. Ermeni asıllı Fransız yazar Albert Vandal'ın "Le Sultan Rouge=Kızıl Sultan" şeklinde ortaya attığı iftiraları aynen alan bazı gafiller, ansiklopedilere bunları yazarak genç nesilleri aldattılar.

Bu arada Padişah'ın devlet idaresinde nüfuzunu kırmak isteyen batılılar, İttihat ve Terakki mensuplarını kışkırtarak 23 Temmuz 1908'de İkinci Meşrutiyeti ilan ettirdiler. Böylece otuz yıl durmuş olan facialar tekrar başladı. 31 Mart Vakası sebebiyle İttihat ve Terakki ileri gelenleri tarafından tahttan indirilen Abdülhamid Han, Selanik'e gönderildi (27 Nisan 1909). 10 Şubat 1918'de Beylerbeyi Sarayı'nda vefat eden Abdülhamid Han'ın naşı Çemberlitaş'ta dedesi Sultan II. Mahmut'un türbesindedir.

II. Abdülhamit Han'ın güzel ahlakı, dine olan bağlılığı, edep ve hayasının derecesi, akıl ilim ve adaletinin çokluğu, milleti için gece-gündüz çalışması, düşmanlarına bile iyilik yapması, ciltler dolusu eserlerle anlatılmaktadır. Onun tahttan indirilmesinin üzerinden 10 yıl geçmeden imparatorluğun dörtte üçünün elden çıkması, memleketi 33 yıl nasıl idare ettiğine en açık delildir. Yine Abdülhamid Han'ın tahttan indirilmesiyle beraber kan gölü haline çevrilen Ortadoğu'da hala huzur tesis edilememiş olup, Arap alemi siyonizmin oyuncağı haline gelmiştir.

Vaktiyle İttihat ve Terakki fırkasının içinde Abdülhamid Han'a düşmanlık eden Filozof Rıza Tevfik ve Süleyman Nazif pişmanlıklarını aşağıdaki şiirliri ile dile getirmişlerdir.


Tarihler adını andığı zaman,

Sana hak verecek hey Koca Sultan,

Bizdik utanmadan iftira atan,

Asrın en siyasî Padişahına.

(Rıza Tevfik)

-------------------------------------------------------

Padişahım gelmemişken ya da biz,

İşte geldik senden istimdada biz,

Öldürürler başlasak feryada biz,

Hasret olduk eski istibdada biz.

(Süleyman Nazif)
 

Ottomans1453

Asistan
Katılım
10 Haziran 2008
Mesajlar
173
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
ESERLERİ

1.Sultan Abdülhamid'in Hatıra Defteri
İsmet Bozdağ
Pınar Yayınları

HAKKINDA YAZILANLAR

1.Abdülhamid'in Son Günlerinde "İstanbul"
(Constantinople Aux Derniers Jours D'Abdul-Hamid)
Paul Fesch
Pera Turizm ve Tic.Aş.

Paul Fesch'in "Abdülhamid'in Son Günlerinde İstanbul" adlı bu eseri II.Meşrutiyet'in ilanından sekiz ay önce (Kasım 1907) Paris'te basılmıştır. Yazarın İstanbul'da bir müddet kaldığı, İstanbul'daki Avrupalılar yaşayan rejim karşıtlarıyla özellikle Prens Sabahattin ile yakın ilişkiler içinde olduğu da bilinmektedir.

Kitap geleneksel bir gezi kitabı gibi başlamakta ve Simplon Ekspresi ile yapılan Paris-İstanbul yolculuğunun anlatılması okuyucuya sıradan bir gezi kitabı okuyacağı izlenimi vermektedir. Ama bu ilk bölümden sonra yazar Osmanlı Devleti üzerine ayrıntılı bir incelem yapmaktadır. Basının durumunu anlattıktan sonra, sansür, muhbirlik ve polis örgütünü inceleyen Fesch daha
sonra II. Abdühamid'i, oğlu Burhanettin Efendi'yi veliaht yapma çalışmalarını, peşinden de Vahdettin'in anlatır. İlk Meşrutiyet Meclisi'nin oturumarı üstünde durur. Kitabın en ilginç bölümlerinden biri de genellikle Fransa'da yaşayan Abdülhamid karşıtı Jöntürkler hakkında verdiği bilgilerdir. Fesch bütün bu incelemelerden sonra; Türkiye'nin gücü ve zayıflığını kendi görüşleri çerçevesinde araştırmakta ve ilginç sonuçlara varmaktadır. Ardından o dönemde Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Fransız okullarını bağımsız bir bölümde inceleyen yazar ardından Osmanlı topraklarında emperyalist güçler arasındaki mücadeleleri ele alır. Kitabın sonunda ise İstanbul Fransız Ticaret Odası'nın kaynaklarından da yararlanarak; Osmanlı İmparatorluğu'nun o dönemdeki ticari ve sınai durumunu il il ayrıntılı olarak incelemektedir.

Abdülhamid devri açısından önemli bir kaynak olan bu eseri dilimize kazandıran Erol Üyepazarcı, bugünün bilgileri ışığında eleştirel bir bakışla Fesch'in verdiği bilgileri değerlendirmiş ve çok sayıda dipnotla eseri zenginleştirmiştir.

Abdülhamid Kızıl Sultan mı?
Cilt: 1
Tarihin Hükmü
Mustafa Müftüoğlu
Seha Neşriyat / Tarih Dizisi

Eserleri ve Hizmetleriyle Sultan Abdülhamid
Aydın Talay
Risale Yayınları


Babam Sultan Abdülhamid (Hatıralarım)
Ayşe Osmanoğlu
Selçuk Yayınları

Kavimlerin ömründe "bir an" sayılacak zamanda rejiminden lisanına, kıyafetinden inançlarına kadar değişen bir ülkede tarih yazmak kolay değildir. Çünkü, telaşlı ve genellikle yönlemiş kalemler, tarih mozayiğinin çoğu parçasını yanlış yerlere koyarlar. Tahrif edilmiş tarih ise, sadece masal'dır. 1960'daki ilk baskısı hızla tükenen bu hatırat, tarih yazacakların istifadesine "birinci ağızdan" sunulmuş belgelerdir. Rivayet ve dedikodu değildir. Cumhuriyet Türkiyesi'nde başvekilik yapmış bir başka "birinci ağız"
olan Fethi Okyar, 1978'de neşredilen hatıratıyla Ayşe Osmanoğlu'nu tasdikle kalmamış, elinizdeki kitabın tekrar tekrar basılmasını zaruri kılmıştır.


Harem Penceresinden Sultan Abdülhamit
İsmet Bozdağ


2.Abdülhamit Han’ın Liderlik Sırları
Mehmet Aydın
Okumuş Adam Y. 2.Baskı İstanbul 2001


Bilinmeyen Sultan
2. Abdülhamid
Joan Haslip
IQ Kültür-Sanat Yayıncılık / Araştırma-İnceleme
Çeviri: Nejlet Öztürk
Türkçe (Orijinal Dili: İngilizce); 335 s.; İstanbul Ağustos 2001

"İşte Avrupa'nın herhangi bir yerine gitmenize müsaade eden izin... Tekrar İstanbul'a gelirseniz. Türkiye artık sadece küçük bir memleket olacak... Demokrasi bir mezhep mücadelesi haline gelecek... Zannetmemki, milletim bu günkünden daha mutlu olsun..."

Kitabın İçinden;
Sultan Abdülhamid'in Doğumu - İngiliz Elçisi Sir Stratford Canning - Tirimüjgan'ın Ölümü - Kırım Savaşı - Barış Hayalleri - Sultan Abdülhamid ve Avrupalılar - Avrupa'ya Seyahat - Rus Tehditleri ve Flora Cordier - Saraya Baskın - Sultan Murad'ın Saltanatı - Sultan Abdülhamid'in Zekası - İstanbul Konferansı - Sultan Abdülhamid Maskesini Çıkarıyor - Yeni Bir Bunalım - Türk-Rus Savaşı - Ayestefanos Andlaşması - Ali Suavi Olayı - Ermeni Meselesi - 1879'da Sultan Abdülhamid - Yeni İngiliz Elçisi: George Coshen - Mısır'da Arabi Paşa İsyanı - İngilizler Mısır'da - Alman İmparatoru'nun İstanbul'u Ziyareti - Ziyaret Günleri - Ermenistan Üzerinde Kara Bulutlar - Ermeni Ayaklanmasının Yarattığı Kanlı Olaylar - 1897 Türk-Yunan Savaşı - Alman İmparatoru'nun İstanbul'u İkinci Ziyareti - Hicaz Demiryolu - İttihat Terakki Komitesi - Karşı İhtilal Teşebbüsleri (31 Mart Olayı) - Sultan Abdülhamid'in Azledilmesi - Sultan Abdülhamid'in Son Yılları
(Arka Kapak'tan)



Abdülhamîd idareye vaziyet etmek üzere tahta çıktığında her taraf kazan gibi kaynıyordu. Bu yönüyle o, Haydâr-ı Kerrâr Hz.Ali (r.a.)a çok benzer. Asrın Mimârı Hz. Ali için; O korkunç hâdiselere karşı Hz. Ali gibi bir kâmet-i bâlâ lâzımdı ki dayanabilsin ve dayandı" der. Emevilerin sert tutumu ve Haricilerin çıkardığı fitnelere munzam, cemiyetin fitne kazanı gibi kaynadığı o devrede diğergâm, hasbî, civanmert, dünyâya karşı zâhid bir kâmet-i bâlâ ancak duruma hâkim olabilirdi. Ve işte, Hz.Ali tam bu işin adamıydı. Onun içindir ki kader-i ilâhî onu sona bırakmıştı. Abdülhamîd de öyleydi. O da fitne ve fesat üzerine gelmişti. Dünyâda herkesin kabul ettiği zekâ, dehâ ve tedbirin adamıydı. Tedbirini vehim olarak değerlendiren târihçiler vardır. Onlara göre Abdülhamîd çok vehimli bir insandı. Küstahlığı biraz daha ile götürenlere göre ise o, korkak bir insandı.

Tahta-çıktığı zaman Osmanlı topraklarında manzara şuydu: Tunus bulgur kazanı gibiydi. Mağrip memleketlerinde Fransızlar, İtalyanlar cirit atıyor ve her yerde fitne arıyorlardı. Mısır ciddi hâdiselere gebeydi. Araplar her yerde, Osmanlı askerine karşı bir düşman tavrına girmişti ve onu arkadan vuruyordu. Böylece her yerde, Birinci Cihân Harbinde mağlûp düşmemize zemin hazırlanıyordu. Bir İngiliz casusu olan Lavrens, Şerîf Hüseyin'e kadar yanaşmış, hatta Avrupa da onu temsîl etme pâyesiyle pâyelendirilmişti. Her yerde Lavrens'ın dümen suyuna uyulmuştu. Mehmetçik, dindaşları tarafından şeh5d ediliyor, edilirken de, o kavurucu çöl sıcağında dudaklarına bir yudum su götürecek dost elinden mahrumdu. Ve işte böyle bir devrede Abdülhamid enkaz yığını hâline gelmiş bir saltanata buyurun edilmişti.

Girit daha farklı değildi. Giden vâliler hiçbir iş yapamıyordu. Asker eli kolu bağlı duruyordu. Batı bir kâbus gibi orada Osmanlının üzerine çökmüştü ve kalkmaya da niyetleri yoktu.

Balkanlar'da, Rusya'nın tahrîki, açıkça kendini gösteriyordu. Muhtariyet isteyen milletlerin başını Slavlar çekiyordu. Bulgarlar bu emellere âlet edilmişti. Sadece Balkanlara âit meseleleri halletmek dahi çok zordu.

Anadolu'da da dönmeler yoğun faaliyet içindeydiler. Bu dönmelerden bilhassa Yahudi olanları amansız bir gayret içindeydiler. İsimleri değişmiş Ali. Veli olmuştu ama ruh dünyâlarında zerre kadar değişiklik olmamıştı. Kinleri hiç dinmemiş. gayz ve öfkeleri her yerde yangın çıkarmaya yetecek mâhiyetteydi. Nasıl Allah Rasûlünün Medine'de en amansız düşmanı bunlardı ve nasıl Hz.Ali'nin baş düşmanı İbn Sebeleri yetiştiren de yine bu mezbelelikti, Abdülhamîd'e karşı da en büyük hasım ve düşman yine aynı iklîmde yetişip boy atıyordu. Mithat Paşa da bir dönmeydi ve arkasında bütün bir Avrupa vardı.0'da fitnenin bir ucunda, kendine düşeni yapmaya çalışıyordu.

Ermeniler dışta ve içte örgütlenmiş ayrı bir düşman cephesiydi. Süryaniler tahrîk ediliyordu. Asırlarca omuz omuza aynı cephede vuruştuğumuz unsurlar şimdi bizi arkadan vurmaya başlamıştı ve bu kalleşçe tavır ciddi boyutlara tırmanmıştı. Bütün bunların önünü almak da çok zor bir meseleydi. Abdulhamîd'in böyle bir dönemde 33 sene gibi uzun bir süre devleti ayakta tutabilmesi dahi büyük bir hâdisedir. Başka hiç bir iş yapmasaydı bu kadar süre ayakta durabilmesi onun istidâdını göstermeye kâfi gelirdi. Düşman amansızdı ve etrafında kendisine müzahir olacak ciddi dostlardan da mahrum bulunuyordu. Müstebit değildi. Ruhunda mevcut olan disiplin anlayışını cemiyete aksettirmek istiyordu. Böylece laçkalaşmaya başlamış cemiyet hayatına âit her ünite belli bir disiplinle, hiç olmazsa daha aşağıya çekilmesi önlenmiş olacak ve toplum hayatı yükseltilemese de daha kötü hale gelmekten korunacaktı. Bunun için de Abdülhamid'in disiplinli olması gerekiyordu. Ne varki. bizim kendilerine çok sevgi ve saygı duyduğumuz bazı zâtlar bile durum değerlendirmesinde yanılmış ve Abdülhamîd'i hicveden yazılar ve şürler yazmışlardı. Neden sonra yıkılışı görenler nedâmetlerini gizleyemedi ve O'nun büyüklüğünü anlayamadıklarından aleyhinde bulunduklarını itirâf ettiler.
 

Ottomans1453

Asistan
Katılım
10 Haziran 2008
Mesajlar
173
Reaksiyon puanı
0
Puanları
0
Maârif hayatında onun kadar hizmet eden Fâtih Sultan Mehmed Han Hazretleri müstesnâ ikinci bir Osmanlı Padişahı göstermek oldukça zordur. O Türk Maârifine hizmet eden nâdide bir insandır. İlk defa Avrupa standartlarına uygun mektepler O'nun devrinde hizmete girmiştir. Kabataş, Kuleli İstanbul'da açılan okullardan sadece ikisidir.

İslâm âlemiyle ciddi diyaloga girme meselesini yine Abdulhamîd halletmiştir. Medîne'ye kadar giden tren hattı O'nun devrinde yapılmış ve faâliyete geçmiştir. O bir bakıma Yavuz'un idealini pratikte gerçekleştirmiş bir kişidir. Zira Yavuz'un yaptığı fetihlerin neticesi ve beklenen meyvesi ancak İslâm âlemiyle böyle yakından temasa geçmekle mümkün olacaktı. Fakat o günün şartları gereği, o devrede yapılamayan tren hattı gecikmeli dahi olsa, Abdülhamîd tarafından devreye sokulmuş oluyordu.

Günümüz Türkiye'sinde âdeta yedi hârikaya eklenmiş bir sekizinci hârika gibi büyütüle büyütüle neredeyse efsâneleşecek olan Boğazda yapılan köprünün plânı dahi o dönemde hem de bugünkünden daha modern olarak Abdülhamid devrinde yapılmıştır. O, ufku bu kadar geniş bir insandır. Şartlar elvermediği için tatbîke konulamayan bu köprü plânı bugün arşivlerimizde durmaktadır. Geçtiğimiz günlerde bir târihçi arkadaşımızın gayretiyle basına intikal eden bu mesele, Abdülhamîd'in ferâsetini bir daha ispat etmiştir.

Onun ileriye matuf düşüncelerini etrafındakiler sezip bilemediler. Bundan dolayı da anlaşmazlıklar zuhur etti. O attığı her adımı en az elli sene sonrasına göre atıyordu. Fakat etrafında bulunan devlet ricâli günü birlikçilikten bir türlü kurtulamamışlardı. Esasen, günümüzde de değişen bir şey yok. On sene sonrasına dair yaptığı teklifleri, arkadaşları tarafından engellenen idarecilerimizin durumu da aynıdır.

Bir de Abdülhamid'in mânevî yanı vardır. Devlet adamlığına denk bu yanıyla da o ayrı ve çok muallâ bir mevkidedir. Dinle dünyâyı bu şekilde dengeleyebilme bilhassa öyle bir makamda bunu yapma çok ender insana nasip olmuş bir tâlihlilik payesidir. Ve işte o ender incilerden birisi de Abdülhamîd'dir. Hacca gittiğimizde, bize hizmet eden çok yaşlı bir insan vardı. Abdülhamîd'in adını duyunca saygısından ürperirdi. İşte bu yaşlı zât bize, Abdülhamîd müteaddit defa Hacca geldi. Falan yerde kaldı ve bizimle haccetti diye hikâye ederdi. Halbuki o, zâhire göre hiç hacca gitmemişti.

Abdülhamid'e ilk defa Fransızlar "Le sultan rûj" diyerek "Kızıl Sultan" adını taktılar. Ermeniler de bunu gazetelerinde neşredip yaydılar. Onun için ona kızıl sultan diyen insan kimin ağzını kullanıp, kimin emellerine âlet olduğunu düşünüp ürpermelidir. Evet, yarasa bakışlı renk körlerine göre o kızıl sultandır. Ama bize göre o Ulu Hakan ve Cennetmekanadır...!

ALLAH cc ruhunu şaad etsin


bu biyografisiydi.Simdi ordan burdan topladığım birkaç olayı sizlerle paylaşıcam:



Teodor Hertzl adlı bir yahudi anılarında sultan ikinci Abdülhamit e Yahudilerin Filistin’e yerleşmelerine izin vermeleri için teklif götürdüklerini ancak Abdülhamit’in onlara şu yanıtı verdiğini yazıyor
"Doktor Hertzl'e bu konuda yeni adımlar atmamasını öğütleyin. Çünkü ben bir karış toprak dahi veremem. Orası benim kendi mülküm değil milletimin mülküdür. Milletim bu yer için savaşmış ve orayı kanı ile sulamıştır. Yahudiler milyonlarını kendilerine saklasınlar. Bir gün gelir de İmparatorluğum parçalanırsa işte o zaman Yahudiler, Filistin'i para ödemeden alabilirler. Fakat ben sağ olduğum müddetçe bedenimin neşterle yarılması Filistin'in İmparatorluğumdan koparılmasından benim için daha kolay bir hadisedir. Bu imkânsız bir şeydir. Ben daha sağ iken bedenimizin üzerinde otopsi yapılmasına asla müsaade edemem".




Dünyada yüz gram akıl varsa bunun doksan gramı Abdülhamit’te,5 gramı bende kalan beş gramıda diğer dünya siyasilerindedir.
PRENS BİSMARK






"Sultan Abdülhamit Han düşürülmeseydi, birinci cihan savaşı çıkmayacaktı. Aksini farz etsek bile Sultan, Türkiye'yi tarafsız bırakacak ve harpten sonra hiç yıpranmamış bir Türkiye, yıpranmış devletlerarasında sivrilecekti..." İNGİLİZ KOR. AM. SİR HENRY WOODS





İngiliz Kor.Am. Sir Henry Woods hatıratlarında şöyle demektedir:

"Bana göre Sultan Abdülhamit, gelmiş geçmiş Osmanlı padişahları arasında en müstesna mevkiî işgâl edenlerden biridir... Eğer Sultan Abdülhamit Han olmasaydı, devleti akıllı idare etmeseydi, devlet çoktan yıkılmış olurdu...














Ulu Hakan Abdülhamit Han'ı dinleyelim:

Bana en çok dokunan, bu Mason taslağı Yahudi'nin hâl (tahttan indirme) kararını tebliğ edişi olmuştur. Yıldıza gelen mebus heyetinde Emanuel Karaso'yu hiç unutamıyorum. Bu suretle Makam-ı Hilafete hakaret edilmiştir. Yahudilerin Hz. Peygamber zamanından beri Sadr-ı İslam’a ve Makam-ı Hilafete karşı duydukları kin ve nefret cümlenin malûmudur. Ben Osmanlı tahtında iken Siyonistlik davası için bir gün huzuruma, beynelmilel Yahudi teşkilatının kurucusu Teodor Hertzel ile hahambaşı gelmişlerdi. Bunları Yıldız Sarayında kabul etmiş ve maksatlarını dinlemiştim. Her ikisi, Yahudiler için bir yurt dileğindeydiler. Bunun için de Kudüs'ü gösteriyorlardı. Hatta utanmadan Teodor Hertzel:

-Zat-ı Haşmetpenahilerine arz ederim ki, Kudüs için bir kaç milyon altın tensip buyurursanız, derhâl takdime amadeyiz, demez mi? Kan beynime çıkmıştı. Düşün ki, Makam-ı Saltanatımıza bu iki Yahudi rüşvet teklifi cesaretinde bulunmuşlardı.

—Terk edin burayı, vatan parayla satılmaz, diye bağırmıştım. İşte bundan sonra Yahudiler, bana düşman olmuşlardı. Şimdi burada, Selanik’te çektiklerim, Yahudilere yurt göstermeyişimin cezasıdır.







arkadaşlar ona kızıl sultan derler bunun sebebi siyonistlere ve emperyalistlere kendi yılları boyunca dayanması onların planlarını 33 yıl aksatmasıdır.Bunun sonucu kinlerini okullarda kızıl sultan olarak öğrettirip çıkarırlar.

Bu arada 31 MArt olayları da bazı kaynaklara göre emperyalist bazı devletlerin ermeni ve rum halkı müslüman gösterip tahttan indirmeyi amaçladığını ve bunda da başarılı olduğunu söyler.
 
Üst